maandag 30 juni 2008

GENELKURMAY YAKINDA CATLIYOR.

20 Nisan 2008 Ahmet Kahraman TC’nin toplumsal hezek, kaygan, bataklık zemininde, çatır çutur, pat küt sesleri arasında yeni “sosyal çatılar” çatılıyor. İlk çatıcı olarak, Genelkurmay Başkanı “naibi” General İlker Başbuğ ortaya fırlayıverdi. Rahmetli Mustafa Ekmekçi’nin deyimiyle anlatacak olursak, general Kürt gençleri “seyran”a çıkmış mı sanıyordu, ne? Seyran ateşi yakıp, közde et kızartıp yemeye ve dağcılık sporu yapmaya... Fikret çavuşun yazdığına göre, şimdi general, emekliliğinde “paşa” olarak anılacak Başbuğ (bu Başbuğ Türkeş değil, il-KER’dir) sanki “seyran” ve “dağcılık sporu yapmak” için dağları mesken tutmuş Kürt gençlerinin halini “baba endişesiyle” izliyordu. Onları düşünüp kederlenmekten uykusu kaçıyordu. Resmi rakamlara göre, ülke nüfusundan 12 milyon kişi, günde bir dolarcıkla geçiniyordu. Ama aynı ülkede, emekliliklerinde “paşa hayatı” yaşayacak generaller ve öteki Türk büyüklerinin altına çekilmek üzere, “bir dolarlık” yoksulların ödediği vergilerden yüz milyonlarca dolar harcanarak “makam” uçakları satın alınacaktı. “Keyiflice atta” yaptıktan sonra, yere indiklerinde, “bir dolarlık” insanlara hava basmaları ve bir dudağı yerde, öteki gökte dev misali görkemli, korkutucu görünmeleri için... Her neyse de il-KER paşa, dağdakilerin rahatını, sağlığını düşünmekten, “kucak çatısı“ kurmaktan, kendisi için satın alınacak makam uçağının, tatlı hayallerine bile dalamıyordu. Fikret çavuşun generalden naklen bildirdiğine göre, dağlarda gezmekten pişman olmanın dayanılmaz nimetleri vardı. Paşa onlara kızmayacak, affedecekti. Çünkü, “dağların çekiciliğiyle” kandırılmışlardı. Doğrudur. Kandırıldılar, hep kandırılmışlardı. Britanya ve Fransa tarafından haritası, sınırları çizilip, teslim edildikten sonra “yedi düvelle çarpışa çarpışa kazanılmış, kurtarılmış” yapılan ülkede dilleri, kimlikleri, vatanlarının ismi, evlatlarının adı, bütün kültürleriyle özgürce yaşayacaklardı. Sonra, bir sabah uyandılar ve gördüler ki, kandırılmışlardı. Hayatları yasaklar çemberinde, “kendileri yok”tu. “Nasıl olur, ben bir gerçeğim ve buradayım” deyince de, evleri başlarına yıkılmış, kendileri içindeyken yakılmış, kaçanlardan nicesi öldürülmüş, kurtulan kandırılmışlar, yönlerini dağlara vermişlerdi. General, büyük bir cömertlikle, onları af ediyor ve “Türklük çatısına” davet ediyordu. Her neyse, bir çatı da, ötede hezek zemin üzerinde, çatır, çutur çakılıyordu. Bu da “Türk solu” ile yüreği yanmış, bedeni yangınlar içinde kalmış, oğullarının, kızlarının yasını tutmaktan iş göremez olmuş Kürdün, “kardeşlik çatısı” altında kucaklaşması... Kardeşçesine çatılanmak güzeldir, tabii ki. Kışın sıcacık, yazın ılıman... İyi de, nasıl olacak? Çünkü, çatı bel veriyor, bataklık zemininde farklı sesler, feryatlar uç veriyor...
Misal, solun davası “sınıfsal”dır. Ona göre, “işçi sınıfı” iktidar olursa, “sömürenler” olmayacağı için dertler bitecek. Güzel bir rüya tabii ki... Yalnız, Kürtlerin derdi, birinci önceliği, uğrunda dağa çıktığı sevdası “milli mesele”dir. Yani “ulusal”, başka bir deyişle “kimliği, kişiliğiyle kendisi” olma, “millet” kalma davasıdır. Kürt çobanın derdi, budur. İki karış toprağı olanın, hiç olmayanın, ırgatın, ırgat çalıştıranın, beş kuruş parası olanın da, aç uyuyup, boş mideyle uyananın da sevdası bu. Teslim olmayan, kendini inkar etmeyen hepsi bir arada, “Orta Çağdan” kalma baskı kolonlarında sıkışık. Çatıdaki solcu kardeşimiz, yarın Kürdün karşısına çıkıp “emperyalizmin yakıcı baskısı” dediğinde, “he valla, kimliğimi, kişiliğimi, dilimi, bütün varlığımı yasakladılar, hayır dediğim için köyümü yaktılar, oğlumu öldürdüler, kızımı da yerde sürüklediler, toza toprağa buladılar” diyecektir. Ardından, “herkesin emperyalizmi kendine olsun” diye ekleyecektir. Çatının tepesinde, “emekçilerin dayanışması” sesi çıkınca, Kürt düşünmeyecek mi? “Beni ben olmaktan çıkarmak için emir veren maaşlı, yani emekçiydi. Tekme atan da işsiz, mesleksiz, bulabildiğinde amelelik yapandı. Şehirde çöpçü, köyünde rençberdi...” Yakın geçmişte, yine “çatılara” çıkılmıştı. Kürt, “AB’ye evet” diyor, solcu “bizi yeyip yutmaya çalışan, bağımsızlığımızı (sanki ilk günden itibaren varmış gibi) elimizden almak isteyen batı emperyalizmi” diyor, sonra tekmil dünyaya savaş ilan ediyor, “Atatürk ilke ve inkılapları” diye dümdüz gidiyor, şaşarak bir birine bakan Kürt ise söyleme yabancı kalıyor, sonunda biri, ötekine “hadi, burdan gidelim” diyordu. Bunlar yaşandı, yakın geçmişte. Dedim ya, Kürdün meselesi yer yüzündeki bütün emperyalist ve kapitalistlere savaş ilan etmek değildir. Uluslararası Para Fonu, AB, ABD’yi yere serme önceliği de yoktur. Meselesi sınıfsal değil, “milli mesele”, yani en alttaki ve üstekiyle bütün bir halkın, kimliğinden, varlığından ötürü, ayak altı edilmiş onurunu kurtarma meselesidir. Bu dava için ölüyor, diri diri yakılıyor, çocuklarının kesik başı “ödül avcılarına” sermaye oluyor... Çatı iyi, hoş da, zemin nedir, hangi sesleri veriyor, ona bakmak gerekmiyor mu?

AKP nin sonu...

AKP Hükümeti’nin Kürtleri iradesizleştirmeyi hedefleyen ‘eylem planı’na tepki gösteren DTP’liler, bu planın da diğerlerinin akıbetine uğrayıp boşa çıkarılacağını söyledi. AKP Hükümeti’nin Kürt illerindeki valiliklere gönderildiği ‘gizli’ ibareli ‘eylem planı’ ANF Amed muhabiri Umut Deniz tarafından ele gecirilmişti. Planın ayrıntıları, gazetemizin hafta sonu baskısında yer almıştı. Mart ayından önce gönderildiği anlaşılan planda, Kürtçe eğitimin hiçbir şekilde kabul edilmeyeceği, üniversitelerdeki öğretim elemanlarının ‘milli birliği geliştirmesi’ için bilimsel araştırmalar yapması, PKK’ye karşı ekonomik tedbirlerin geliştirilmesi ve PKK’ye yakın basının takibe alınarak ceza verilmesi ile asimilasyonun yaygınlaştırılarak yoğunlaştırılması isteniyor. Dicle Haber Ajansı(DİHA) deşifre olan planı, Demokratik Toplum Partisi (DTP) milletvekilleri, belediye başkanları ve gazetecilere sordu.DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş: Hükümetin Kürtlere dönük planlarının olduğu zaten anlaşılıyordu. Plan ortaya çıkmasaydı bile bunların olduğunu biliyorduk. Valiliklerin üzerinde yaşanan yoğun baskı zaten böyle bir planın olduğunu ortaya koyuyordu. 30 yıldır Kürtler üzerinde böyle planlar yapıldı, ancak hiçbir hükümet işi bu kadar ileriye götürüp resmiyete dökmedi. AKP bunu cüretkârca yapıyor. Bunların tamamı ‘terörle mücadele’ adı altında yapılıyor. Ancak bu planın tutmadığı ve tutmayacağı bilinmelidir. Bu planı Meclis gündemi taşıyıp, AKP Hükümeti’ni teşhir edeceğiz.Yenişehir Belediye Başkanı Fırat Anlı:AKP 2007 yılı itibariyle gerçek niyetinin ne olduğunu zaten ortaya koydu. AKP klasik devlet siyasetinin misyonunu yerine getiriyor. Bu ibret verici belgeler Milli Güvenlik Kurulu belgelerini aratmıyor. Belgelerde belediyelere yönelik valiliklere verilen talimatlar var. DTP’li belediyeler olarak suç oluşacak kaygısı taşımadan hizmet veriyoruz. Ankara’yı memnun etmek gibi bir çabamız söz konusu olmadı ve olmayacak da. Biz bunlar ortaya çıktı diye çekinmeyeceğiz ve halkın talepleri ne ise bunları yerine getirmeye devam edeceğiz. Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin: Bu, Kürtler üzerinde uygulanan politikaların ince ayar verilmiş hali. AKP’nin de geçmiş iktidarlardan bir farkının olmadığı hatta ikiyüzlü bir politika izlediğinin belgelenmiş olması açısından önemlidir. AKP’nin üstüne örtüğü demokratlık kimliğinin ne kadar faşizanca olduğu ortaya çıkıyor. Kürt kültür ve dilinin kabul edilmesi ile ancak Kürt sorunu konusunda çözüm gelişir. AKP Hükümeti Genelkurmay ile aynı çizgide. Kürtlerin verdiği krediyi AKP’nin ne kadar kötü kullandığı ortaya çıktı. ‘Kürt sorunu benim sorunumdur’ diyen Başbakan bugün de Kürtleri topyekûn yok etme stratejisini uyguluyor. Kürtler adına ne varsa hedef alınmış; ırkçı, şoven ve fütursuz bir plan. Yerel yönetimler olarak bunu kabul etmemiz ve duyarsız kalmamız mümkün değildir. Bunun için her türlü meşru ve hukuki mücadelemizi sürdüreceğiz. AKP’nin uygulamaya koyduğu tehlikeli ve çirkin oyunu boşa çıkaracağız. AKP adeta ateşle oynuyor.DTP Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır:AKP Cumhuriyet tarihinin üçüncü asimilasyon dalgasıdır. Biliyorsunuz İnönü’nün asimilasyon raporu vardı, 60’lı yıllarda AP Hükümeti’nin uygulamaları vardı. Kürtler nasıl asimile edilebilir programları, tehcir uygulamaları, anadil yasağı, vatandaş Türkçe konuş uygulamalara yansıdı. En son bu işi AKP’ye verdiler. AKP de Kürtler için ya dilinizi, ya dininiz tercih edin diyor. Yoksullukla tehdit ediyor. Taraf Gazetesi’nde çıkan Genelkurmay planıyla bu plan birbirini tamamlıyor. Son 25 yılın en büyük operasyonları geliştirilmek isteniyor. Kürtlerin özgürlük mücadelesi imha edilmek isteniyor. Parti kapatılmaya çalışılıyor, basın üzerinde bu kadar sansür olmamıştı. Günlük olarak gazeteler kapatılıyor. Bu AKP eliyle özgürlük hareketinin sesini susturmaya yönelik çok özel bir savaştır. Bu krizin bedelini kendisi ağır bir biçimde ödeyecek. TRT’nin Kürtçe yayın yapması kararlaştırılırken AKP’nin Grup Başkanvekili ‘ROJ TV’yi izleyeceğine bizim düşüncelilerimizi dinlesin’ dediler. Hak üzerinden yanaşmadılar konuya. Bu siyaseti yürütenler halka hesabını verecektir. Çözümsüzlük politikaları sonuç vermeyecektir. Meclis’e taşıyacağız. DTP Diyarbakır İl Başkan Vekili Ali Şimşek: Genelkurmay’ın ve AKP’nin yaklaşımı, hükümet olarak uygulamaya çalıştığı planla örtüşüyor. Kürt sorunun çözümüne dair AKP bir imaj vermek istedi. İmajın oyun olduğu, operasyonlar, yaklaşımlar ve bu planla ortaya çıkıyor. Kürtlerin özgürlük taleplerini boğmaya yöneliktir. Başbakan’ın ‘görmezsen yoktur’ mantığıyla uyuşan bir plandır. Asimilasyonun hızlandırılması isteniyor. Diyarbakır halkı bu planın aslında farklı versiyonlarıyla yüz yüzedir. Diyarbakır halkı geçmişte de farklı planlarla karşı karşıyaydı. Özü itibariyle değişmeyen planlardır. Değişen koşullara bağlı olarak bazı noktalar değişmiş olabilir. Halkımızın talepleri doğru algılanmadığı sürece Kürt sorunun çözümü mümkün olmaz.Azadiya Welat Genel Yayın Yönetmeni Tayip Temel: AKP Hükümeti daha öncede sık sık ifade edildiği gibi Kürt varlığını kimliğini keskin bir inkarı sürdürüyor. Açığa çıkan belgeler, Genelkurmay Başkanlığı’nın eylem planını aratmıyor. AKP Hükümeti’nin bir amacı var; Kürtleri kendi kontrolüne alıp kimliğinden uzaklaştırmak. Planda iki önemli nokta vurgulanmış, birincisi Kürt basınını ortadan kaldırmak için Kürtçe yayıncılık geliştirmek istiyorlar TRT yayınına zemin sunmak istiyorlar. Önce ROJ TV susturuldu çeşitli teknik cihazlarla, sonra yaklaşık 40’a yakın gazete kapatıldı, dergiler, gazeteler basıldı.Planda, asimilasyona yönelik ciddi bir madde var. Daha iyi Türkçe öğretilmesine yönelik politika var. Zaten yıllardır Kürt çocuklarına Türkçe öğretiyorlar. Buna “düzgün Türkçe öğretin” diyerek özel bir vurgu yapılması uygulamaya yöneliktir. AKP’ye de böyle bir rol ve misyon verilmiş. Mesela Azadiya Welat gazetesine açılan davalardan bir kısmı direk İçişleri Bakanlığı’nın talimatıyla açılmış. Çeşitli vesilelerle savcılar ‘bu davalar bizi aşıyor’ demişlerdir. İHD Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey: Bu planlar cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uygulana gelmiştir. O dönemde de ‘İskan yasasıyla’ Kürtleri Türkleştirmeye çalıştılar. AKP hükümeti 2005’te gelip, bölgede Kürtlerin yaşadığı sorunları kabul ettiklerini ve bu temelde politikalar yürüteceklerini belirtti. Ancak bölgede uygulanan politikalara baktığımızda AKP’nin askeriyeyle ortak çalıştığı, hata onun politikalarının uygulayıcısı olduğu ortaya çıkıyor. Anadilde eğitim her vatandaşın temel hakkıdır. Bu uluslararası hukukta da kabul edilen bir haktır. Ancak 1920’lerdeki gibi hala Kürtler yok sayılmaya çalışılıyor. Bu tür politikalarla Türkleştirilmeye çalışılıyor. Ancak Mezopotamya’nın en eski halklarından olan Kürtlerin bu tür uygulamalarla yok edilemeyeceği bir gerçektir. Anadolu’da devlet olmak özgüveni gerektirir, ancak bu uygulamalarla görüyoruz ki AKP Hükümeti’nin özgüveni yoktur. Ve sürekli bölgede Kürtlere yönelik inkar politikaları geliştirmeye çalışıyor. Devletin görevi insanları yerinden etmek değil, onların güvenliğini bulundukları yerde sağlamaktır. Kaldı ki vatandaşın yaşadığı yeri hukuken yok saymak suçtur. Geçen 25 yıllık süreç gösterdi ki yakmakla göç ettirmekle Kürt sorunu çözülmüyor. Ama hala bu inkar zihniyetinde ısrar etmek özgüven sorunundan kaynaklıdır. Bu insanların seyahat ve ikamet etme hakkına da bir saldırıdır. Gelecekte görülecektir ki bu uygulamalar hiçbir şekilde amacına ulaşmayacaktır. Kürt sorunu inkar politikalarıyla çözülemeyeceği bir gerçektir. Tüm aydın ve demokrat kesimlerin bu uygulamalar tepki göstermesini bekliyoruz.

genelkurmay

Türkiye’nin Kimyasal Ali’si,Görevi; Türk Genelkurmay Başkanı olarak katliamları yönetmek,Savaş Alanı; Merkez-Kürdistan, (Ayrıca Arjantin’deki Kürdistan da buna dahildir),Savaş Tarzı; Ağırlıklı olarak Kürdistan’da kimyasal silahlar kullanmak, kirli savaş ve ajanlaştırma, ‘Terörle Mücadele’ adı altında devlet terörünü uygulamak,Dini; Sebataycı, Gizli Yahudi, Sahte MüslümanGeldiği Yer ve Tarih; 1492 yılında İspanya’dan Osmanlı devletine göç etmiş Yahudi bir ailenin çocuğu. İşlediği insanlık suçları saymakla bitmez ve bu gazeteyi 18 yaşından küçüklerin de okuduğunu dikkate alarak, The Mıxo Partisi olarak buradan açıklamayı uygun görmedik...Yukardaki bu kısa alıntı ile birlikte artık Türkiye’nin de nurtopu gibi bir “Kimyasal Ali’si” olduğunu Mıxo okurları ile paylaşmış bulunmanın heyecanı içinde Mıxlıyorum..Kimi Mıxlıyorum?Tabii ki ‘Türkiye’nin Kimyasal Alisi’ lakaplı ve ‘iyi çocukların’ paşa babasını....Neden mi Mıxlıyorum?Sebataycı, Gizli Yahudi ve Sahte Müslüman paşa, kimyasal ile yok edemediği, engellemelerle önleyemediği “seçilmiş ve meşru” vekilleri “Türk Meclisinden” atmak için, yine uyduruk yargıyı göreve çağırıyor da ondan Mıxlıyorum... Aslında Mıxlamıyorum.Çünkü The Mıxo Partisi “Eylem Komitesi” olarak alınan karar gereği, Kimyasal Ali banyoda iken elbiselerine el konulacak; elbisesiz, çıplak kalan Büyükpaşa’nın aslında ne kadar korkak ve ürkek olduğu, Mıxo’ya nasıl yalvardığı cümle aleme teşhir edilecektir. Gördüğünüz üzere, internet muhtıracısı ödlek adamın banyosuna kadar girilmiş olup eylem başarıyla yapılmıştır. Küvette sefa sürerken kıskıvrak basılan TC’nin Kimyasal Ali’si neye uğradığını anlamadan Mıxo önünde diz çökmeye, yalvarmaya, yakarmaya ve af dilemeye başladı. Elbiselerini geri isteyen, korkudan tir tir titreyen ve aklına binbir türlü şeyler getiren terbiyesiz adam bozuntusu, elbiseleri karşılığında Mıxo’ya Oyak’taki bütün payını, Tukaş, Tekel, Arsalar ve Parsalar, Merkez bankası vb. bütün menkul kıymetlerini, vermeye hazırdı. Yeter ki elbiselerini geri alsındı. Ama nafile.. Pis, rutubetli, ter kokan banyoda Mıxo, istese o an Paşa’yı oracıkta mıxlardı ama bunu yapmadı ve “Belki hakkında böylesi daha hayırlı olur” diyerek elbiselere el koydu..“Tüü senin suratına, vicdansız adam” diyerek, paşanın yüzüne tüküren Mıxo, “Oyak’taki paylarından olasan, aldığın dolarlar sahte çıka, Mıxo’nun mıxlarına ve gadalara gelesen, dermansız hastalığa yakalanasan, yürüttüğün kirli savaşta boğulasan ve derelerde cesedini yıkayacak su bile bulamayasan pis suratlı herif” diyor ve şimdi Mıxo siz okurlara “Bu şerefsizin elbiselerini geri vereyim mi, vermeyeyim mi” diye soruyor. Ne dersiniz!? Bijî The Mıxo Partisi!Bijî Mıxo...

maandag 16 juni 2008

Rizgari » Niviskar » Selim Çürükkaya

Rizgari » Niviskar » Selim Çürükkaya


Ergenekon taktiği

"Ne dersiniz?Öcalan ile Karayılan bu senaryoyu boşuna mı uydurdular?Bu Ergenekon taktiğinin perde arkasını bilen varmı?En azından taktik Ergeneko'nu ele vermiyor mu?"...... 17 Mayıs 2006 Günü eli silahlı bir kişiTürkiyede, Danıştay binasını basarak Bir grup hakimi kurşun yağmuruna tuttu. Kanlar içinde yere serilen hakimlerin arasındaEli silahlı katil, şöyle bağırıyordu: "Ben Allahın askeriyim" Bu manzaradan bir kaç saat sonra Türk kuvvet komutanları Topluca Danıştay binasına gelmiş Basına AKP hükümetini hedef gösteren Demeçler vermişlerdi. Kara Oğlan Ecevit Halkı anıtkabire çağırmış Darbe ortamının hazırlanması içinDüğmeye basılmıştı. Ama Hükümetin polisleri Yargıtay baskıncısını yakalmış Kığılı avukat, Allahın askeri değil Veli Küçüğün askeri çıkmıştı. Ergenekon örgütünün çok meşhur taktiğidir bu Veli Küçük' ün askeri olAllahın askeri olarak görün Türban karşıtı hakimleri katl et Türban yanlısı hükümeti töhmet altında bırak ve götür! Bu aynı taktik 1988 tarihinde Bekaa vadisinde Bir Kürt örgütü içinde Şöyle işlemişti Kendikendini ulusal önder ilan eden Bir zati muhterem Yirmibir Kürd gencini tutuklatarak Bunların kendisini öldürmek için gönderilen ajanlar Olduğunu kamuoyuna açıklamıştı. İşte onlardan biri olan Fevzi Açıkgöz'ün Yıllar sonra anlattıkları:"Apo' nun ismini işittiğimde Ve resmini her gördüğümde Bekaa'daki infazlar ve bana zorla dayatılan İsveç basbakanı "Olof Palme "cinayetini hatırlarım.Lübnan- Bekaa vadisindeki infazlar kampındaHücremde beklerken celatlar gelmişti. Bana direkt şunu söylediler: "Başkan Apo Olof Palme cinayetini üstlemeni ve açıklamanı istiyor." Sorgucu başı Murat Karayılan, yani CEMAL idi.Ardından bana Olof palme cinayetiniNasıl işlendiğini anlatan düzmece bir yazıyı ezberletip Bu doğrultuda ifade vermemi istediler.Hatta Akademi denilen yereDavet edilecek olan basın mensuplarına açıklama yapmam gerektiğini söylediler.. Ben ise soruşturmamı yapanlara yalvardım.Dedim ki;"Isveç te tüm aydın ve İsveç'lilerin desteği ileOlof Palme olayı ile ilgili partimiz PKK' nın Bu olaya karıştığı şüphesi tamamı ile yok olmuşVe artık ne Kürdler nede PKK yargılanmaktadır. Ben kendim İsvec te Olof Palme davasındaPKK adına sorgulanmışVe tüm takiplere tabi tutulan biri olarakAdıma ve diğer Kurd örgütleri ve liderleri adınaOLOF PALME cinayetini üstüme alırsamKesin olarak yine PKK ve önderliği Bu konuda kuşkuları üstüne Çekecektir. Bundan dolayi lutfen beni öldürün Ama bu yanlışı yapmayın" dedim.Bu kelimeleri sarf eder etmezMurat karayılan (CEMAL) yakınında Ayakta sopalı bekleyen işkencecinin sopasını elinden alarak Önce kafamın ortasına, ardından vücudumun her yerine rastgele vurmaya başladı.Ben kanlar içinde yere serilirkenO, hem vuruyor hemde şunları söylüyordu:" Oruspu çocuğu, bu haliyle bize akıl mı vereceksin?" Sonunda durumumun çok kötü olduğunu anlamış olacak ki yanındakilere:"Gidin bir doktor getirinBunu tedavi etsin, bu oruspu çocuğunun şu an ölmemesi lazımdır.Bunun dünya basınına yapacağı açıklama çok önemlidir. Çünkü dünya bilmelidir ki Koskoca İsveç başbakanı Olof Palme, Kemal Burkay, Hüseyin Yıldırım ve İbrahim Güçlü' nün emriyleFevzi Açıkgöz tarafından öldürülmüştür" Ne dersiniz? Öcalan ile Karayılan bu senaryoyu boşuna mı uydurdular? Bu Ergenekon taktiğinin perde arkasını bilen varmı?En azından taktik Ergeneko'nu ele vermiyor mu?

Demokrasîya Milîtarîzmê, Siddîq Bozarslan

Tirkîye Dadgeha Bilind (Anayasa Mahkemesi) ku ji 11 endaman pêkhatîye; di derbarê pûşîyê de biryara xwe da û her weha li Tirkîyeyê bû sedemê vekirina minaqeşeyeke nû.Wek tê zanîn Hukûmata AKP digel MHP yê lihevhatinek çêkiribû da ku di Destûrê de guhertinek çêke ku qedexekirina pûşîyê bo xwendevanên zanîngehan û Mektebên Bilind rake. Di encama vê lihevhatinê di navbeyna AKP û MHP yê de guhertin çêbû û partîyên wek DTP, ODP û BBP jî piştgirîya wan kirin û bi 411 dengan di destûrê de guhertineke nû hat qebûlkirin. Piştî ku ev guhertin ji alîyê Serokkomar A. Gul ve hat îmzekirin û di Rojnameya Resmî de ew derçû; ev guhertin bû resmî. Li hemberî vê guhertinê Dozgerê (sawcîyê) Dedgeha Dadgerîyê serî li Mehkemeya (Dadgeha) Bilind xist da ku ew were betalkirin. Ev demek bû ku li Tirkîyeyê hemû partîyên sîyasî û raya giştî li benda vê biryarê bûn. Biryara Dadgeha Bilind him wê qanûnê betal kir û him jî şert danî ku guhertinên weha divê ji alîyê tu hêzek (partî, meclis ango hukûmatek) ve neyê pêşneyarkirin. Balkêş e li gorî Madeya 148 an a Destûrê, Dadgeha Bilind dikare di derbarê şiklî de lêgerin li ser madeyên ku mebesta gilîyê ne, bike. Lê Dadgehê vê madeyê xist bin pîyên xwe û ji xwe re helwestek peyda kir û li gorî Madeya 2 yê ya Destûrê ku dibêje ,Pêşneyarkirina guhertina Destûrê jî nayê kirin, kir esas û guhertina ku ji alîyê Meclisa Neteweyî ya Mezin a Tirk (kurtîya wê ya Tirkî TBMM ye) ve û bi 411 dengan ve hatibû qebûlkirin; li gorî esasî qebûl kir û her weha hukmê nû yê destûrê betal kir. Nûha di Meclisa Tirk de ji bilî CHP yê hemû partî bi awayên cûda nerazîbûna xwe nîşan didin; lê CHP ya Ataturk a milîtarîst-faşîst ji vê biryarê gelek kêfxweş e. Li gorî nûçeyên Tirk di vê biryarê de tenî du endamên Dadgehê xwestine ku minaqeşe li gorî madeya 148 an bibe; lê 9 endamên din ji xwe re madeya 2 yê kirine esas û dîtina du endaman nepejirandine.Tirkîye welateke ecêb e û her tiştên ecêb dikarin li wir rû bidin. Ev biryara Dadgeha Bilind jî ne hewildaneke ewil e û wer xûya dibe ku dê nebe hewildaneke dawîyê jî. Hewildaneke weha dîsa ji alîyê vê dadgehê ve sala çûyî di derbarê hilbijartina Serokkomar de hatibû sitandin û lewre Tirkîye ji dema normal zûtir çûbû hilbijartinên giştî. Ev biryara taze, bi ihîmalek tê wê manayê ku dê Partîya Erdoxan AKP jî were girtin û Erdoxan û hin hevalên wî ji sîyasetkirinê werin dûrxistin. Bi vê biryarê careke din hat dîtinê ku TBMM, Serokkomar, Hukûmat, Partîyên Sîyasî, Destûra Esasî, Qanûn, Dadgeh, Zanîngeh, Çapemenî, hilbijartinên herêmî û giştî û hwd. hemû azad in û xwedî selahîyet in bi yek şertî: Sînorên Prensîbên Ataturk (Kemalîzm-Milîtarîzm-Faşîzm) jibo hemûyan çarçowe ye û tu hêz, qewet an kes nikare li dervayî vî sînorî bixebite ango sîyaset bike. Bi şiklî demokrasî heye , parlamenterîzm heye, hukûmat heye, hilbijartina parlaman û hwd. hene lê gotina dawîyê ya milîtarîzmê ye. Lewre tu demî demokrasî nehatîye Tirkîyeyê; lê demokrasîya milîtarîzmê bê sînor hebûye û heye. Divê em heqê wan nexwin û vê rastîyê qebûl bikin. Lewre li vir ez pêwist nabînim behsa naverokên Madeyên Destûrê yên wek Made 6 (Hukûmkirin bê qeyd û şert a miletê ye) ; Made 7 (Selahîyeta Qanûnçêkirinê li ser navê Miletê Tirk a TBMM ye, ev selahîyet dewrê dereke din nayê kirin) ; Made 87 (Vatinî û berpirsîyarîya TBMM yê, hilanîn (rakirin), guherandin û çêkirina qanûnan e) ; Made 175 (Guherandina Destûrê, bi hindikayî ji sisîyan yekê endamên TBMM bi awayeke nivîskî dikare were pêşneyarkirin) dibeje; lê Dadgeha Bilind ku xudan 11 endam e dikare bi biryareke weha gelek madeyên destûrê bin pê bike û xwe ji ser hemû dezgehên dewletê bilindtir nîşan bide. Di esasê xwe da wek gelek caran di pratîkê de hatîye dîtinê; dezgehên temsîlkarên Kemalîzmê timî hukûm li ser her dezgehî dane. Ji ber ku ev welat Tirkîye ye û her tiştên bê qanûnî li vir dikarin çêbin…Pêşeroja Tirkîyeyê Ewil divê ez destnîşan bikim ku ger Emrîka û YE (Yekîtîya Ewrûpayê) rasterast piştgirîyê bidana; dê ji mêj ve darbeyeke eskerîyê çêbibûya. Wek di darbeyên 1961, 1971 û 1980 yê de hatibûn dîtinê Ordîya Tirk li ser navê menfeetên giştî yên Tirkîyeyê hukûm xistin destên xwe û partîyên sîyasî jibo çend salan be jî qedexe kirin û li gorî dilê xwe şikil dan Tirkîyeyê. Lê êdî YE jî û Emrîka jî ne yên berê ne û rasterast piştgirîya darbeyên eskerîyê bo Tirkîyeyê nakin. Ji ber van sedeman e ku ordîya Tirk jî êdî tektîk guherandîye û wek di Darbeya Postmodern a 28 ê Sibatê (1997) de hat dîtinê; ew serokwezîr û hukûmat guherandin û careke din sînorê Kemalîzmê bi xetên sor pêşberê partîyên sîyasî û serokên wan dan. Fermana 28 ê Nîsanê ya e-maîlê jî helqeyeka berdewamîya wê polîtîkayê bû. Ev tektîk û sîyaseta eskeran a nû hê jî bi piralî didome.Ev hestên milîtarîzmê û faşîzmê ye ku şikil dane sîyasetmedarên Tirk jî. Lewre heta nûha tu partîyek derneketîye dervayê sînorên Kemalîzmê û tu sîyasetmadarên demokrat çênebûne ku bibin xwedî hukûm û Tirkîyeyê ber bi demokrasîyê ve bide meşandinê. Lewre yê wek Erdoxan jî her çiqas bi serê xwe hukûmatê jî çêkiribûye; ew ji xwe re nekirîye hedefa sereke ku Destûreke Sivîl û demokratîk li gorî pîvanên (normên) YE çêke. Di şûna wê de ew jibo xatirê YE û kîtleya xwe ya olperest di qanûnan de hin pîneyan çêkirîye. Ew ji ber ku xwe teslîmê ordîyê kirîye; êdî nema dikare guhertinên bingehîn jî çêke da ku bî van guhertinan nebe dê tu carî demokrasî jî neyê Tirkîyeyê. Erdoxan û hevalên xwe ji ber ku ji kultura oldarîyê hatine; ji xwe li ber wan jî kultura demokrasîyê çênebûye. Ji ber ku di kultura wan a oldarîyê de heta nûha mixabin li tu welatek kultura demokrasîyê çênebûye. Lewre di serî de Erdoxan û hevalbendên rêberê AKP yê vê pirsê ji xwe nekirine. Na xwe dê rastîyek bidîtana: Hemû partîyên sazûmana Tirkîyeyê li Kurdistanê îflas kirin û ji ber gelek sedeman gelê Kurd şansek da Erdoxan da ku çareserîyek ji derdê wan re jî bibûne. Ger Erdoxan û hevalên xwe rastîya Tirkîyeyê bidana ber çavan; sedemê yekemîn pirsa Kurd û Kurdistanê û ya duyemîn jî pirsa odarîyê bûne ku îdeolojîya dewletê li ser hîmê milîtarîzmê û faşîzmê ava bûye û heta nûha ev hatîye domandinê. Ger Erdoxan vê rastîyê biçek bidîta, dê gelê Kurd ji xwe re bikira wek alîyeke hevkar da ku guhertinên esasî di Tirkîyeyê de çêke. Lê mixabin di gelek bûyeran de Erdoxan jî rîyê xwe yê nejadperest û faşîstîyê şaanê me da. Ger weha nebûya dê li ser rîya sefera xwe ya Emrîkayê Erdoxan negotibûya `Dewleteka Kurdî li Arjantînê jî çêbe, ez dê li hemberî wê têbikoşim`. Mirov nikare bêje van gotinên ehmeqekî ne; na xêr van dîtinan tenê dikarin ên bîstûçar eyar nejadperest û faşîstekî bin. Bi vî fikr û ramanên xwe yên faşîstî û nejadperestîyê Erdoxan bo sala 2007 an guhertin û têkilîyên xwe yên derbarê YE de kêm kir heta gotin di cîyê xwe de be, rawestand û giranî da ser dijminatîya li hemberî Başûrê Kurdistanê. Ger piçek bihna demokratbûnê ji Erdoxan bihataya; ew dê têbigîştaya ku azadbûna Başûrê Kurdistanê û serkeftina Îraqeke demokratîk û federal, jibo domandin û xurtbûyîna polîtîka AKP bixwe, pêwistîyeke heyatî bû. Lê Erdoxan berewajê wê xist jîyanê û wek hemû partîyên din ên Tirk di polîtîka nejadperest û faşîstîyê de înadê kir. Di pratîka xwe de Erdoxan vê qerta Kurdan ya hevkarîyê jî ji destê xwe derxist. Nûha jî ew benda qedexekirina partîya xwe ye. Gelek balkêş e ku di Îdîanameya Dozgerê Dadgeha Destûrê de jibo pêwistîya girtin û qedexekirina AKP yê de `Temsîlkirina îdeolojîya hêzên navendî yên globalîzmê (kureselleşmeyê) AKP tê tawanbarkirin` hevokek cîh girtîye ku esas hedefa fikr û ramanên wan pêşberî me dike.Ger Erdoxan û hevalên xwe tenê vê hevokê bigirtana ber çav û wek hedefêke esasî qebûl bikirana; divê wan Parastina AKP yê nedana dadgehê. Ji ber ku ev helwesteke hiqûqî nîne ye û sîyasî ye. Lê Erdoxan û hevalên xwe vî tiştî xûyaye neanîne ber çavên xwe. Ji vê hevokê mirov tê digîhîje ku hedefa mezin li dijê YE ye û bi vî mêjîyê xwe yê kevnare dê AKP were girtinê. Belam piranîya brokrasîya Anqereyê (çi sivîl, çi esker), partîyên wan û hemû dezgehên wan ên Kemalîst endambûna Tirkîyeyê bo YE naxwazin. Wer xûya ye ku dê AKP were girtinê û di serî de Erdoxan û hin rêvebirên AKP yê ji sîyasetkirinê werin dûrxistin. Dê AKP were perçekirin, partîyên nû çêbibin, Erdoxan jî dê bi serbixwe bikaribe were hilbijartin bo parlamanê. Lê heta careke din ew an hevalekî wî were ser hukmê partîyê dê di navbeynê de çend salên din derbas bibe. Her ewha dê Tirkîye li hundur derdora çar-pênc salan wenda bike, digel krîza sîyasî krîzên aborîyê, bêkarîyê Û hwd. zêdetir bibe û wendakirina wan a li derve û bi taybetî jî li hemberî YE dê çar-pênc qat zêdetir bibe û Kemalîst jî emrê xwe hê jî dirêj bikin.Lê rûdanên di pêşeroja Tirkîyeyê de dikare hin fersendên baş jibo gelê Kurd bi xwe re werîne. Di hilbijartinên şaredarîyê de ku sala pêşîya me wê çêbin; beledîyeyên ku nûha di destê AKP yê de ne dikarin têkevin destên Kurdan. Li vir jî berpirsîyarî û vatinîya mezin ji DTP yê re dikeve. Ew divê xwe ji xeta Kemalîzmê dûr bixin; digel hemû hêz û dezgehên Kurdistanî tifaqeke neteweyî çêkin û li ser vê bingehê giranîyê bidin ser îdarekirina bajar û bajerokên Kurdistanê. Yek rîyeke esasî li pêşîya sîyasetmedarên Kurd û Kurdistanî heye. Navenda nasnameya kilîda çareserkirina doza Kurdî divê Bajarê Qedîm Amed be, ne Anqara be. Sîyasetmedarên Kurdan divê zêde hêvîyên xwe ji polîtîka Ankarayê nekin. Bi vê hêvîya ku Kurd ji zencîrên koledarîya Ankarayê rizgar bibin, ez serkeftinê dixwazim.

dinsdag 10 juni 2008

ISLAM VE KURTLER HAKKINDA - AKTARMA

İSLAM FAŞİZMİNİ REDETMENİN ZAMANI GELDİ

İslam' da kadınlar arasında "gönüllü kuma"lara; "ikinci eş"e, "üçüncü eş"e dönüşme; ana-babaların 9 yaşındaki kız evladını elleriyle zifafa hazırlayıp dedesi yaşındaki ' peygamber' ilan edilen Muhamed adlı Arab bedevisine sunma kültürüne sahip çıkmak insanlığın yüzkarasıdır.
Bugün Türkiye'nin demokratikleşmesi, insan haklarına saygılı hale gelmesinin önündeki en büyük engel Arap _Türk kırması barbar cahil kan emici kene Müslüman toplumun yıkılacağı endişesidir.. Çünkü demokratikleşen bir Türkiye başka uluslarıda kabullenmiş olur. Bu korkudur Ermeni, Süryani, Kürt Sorununu meydana getiren.Kürt, Pontus Rum, Ermeni Sorununu inkar eden bir Türkiye'nin demokratikleşmesi mümkün değildir.
İslamın asr-ı saadeti kendi asrında kalalı 10 asırdan fazla oldu. O asra özlemi meydana getiren yönetim şekli ve bilimi o asrın şartlarının ortadan kaybolması ve değişim göstermesi ile paralel kendini yenilemek yerine yeniliklere karşı çıktı.
Tarihsel sosyoloji bakımından, Muhammed'in haremi, nikahsız cariyesinden çocuk peydahlaması, 9 yaşında kız çocuğunu nikahlayıp zifafa girmesi, oğulluğunu boşattığı gelinini nikahlaması, kendi döneminin "ahlaki", "hukuki" "iyi, güzel, doğru"su kapsamındaydı. Fakat toplumların gelişmesi, günümüzün modern ilişikileri bakımından Muhammed'in bu tür uygulamalarını "iyi, güzel, doğru" kapsamından çıkartır. Bu uygulamalar günümüzün modern ahlaki, sosyal ölçüleri bakımından, mesela Avrupa'da "çocuk cinsel istismarı" olarak hapsedilmeyi gerektirecek suçlar kapsamındadır artık.
İslami ümmet, ideolojik olarak daha çok teslim alındıkça, iman ettikleri dinin mantıki çıkarımlara daha çok bağlanmakta ; Kuran uygulama ve direktiflerinin gönüllü uygulayıcıları haline gelmektedirler... Toplumsal bilincin bu yöndeki evriminin Türkiye'de gündelik hayatın uygulamalarını nasıl değiştirdiğini görüyoruz: Cuma günü ilköğretim okulunun tatil edilip küçük öğrencilerin "Cuma namazı"na gitmesinde "yukardan" bir zorlama olduğu kadar, "aşağıdan" uygulayıcıların gönüllülüğü de devreye girmektedir. İdeolojik teslimiyet veya inanca bağlı "gönüllülük" alanındaki bu gelişmeler, kadınlar arasında "gönüllü kuma"lara ; "ikinci eş"e, "üçüncü eş"e dönüşme; ana-babaların 9 yaşındaki kız evladını elleriyle zifafa hazırlayıp dedesi yaşındaki bir erkeğe sunma haliyle falan devam edecek görünüyor.
Bu hatadan fazlasıyla ders çıkaran garp inanç kaynağını bulunuduğu asra göre yorumlamayı bildi. Yönetimsel, felsefi ve bilimsel anlamda kendi asr-ı saadetini tekrar gerçekleştirdi. Şark ise yenilenmeye, kendi inanç kaynağını bulunduğu asra göre tekrar yorumlamaya direndiği için garbın gerisine düştü. Şark buna çözüm olarak saçma bir tez ortaya koydu. Sanki zaman akmıyor, sanki dünya değişmiyor gibi özlem duyduğu asra dönmek istiyor. Bunun imkansız olduğunu göremiyor. İnanç kaynaklarını tekrar yorumlamaması gerektiği tabusunu deviremiyor. Garp büyüdükükçe o küçülüyor. Garp büyüdükçe, şarkı eziyor ki tersi durumun söz konusu olması halinde şarkın garbı ezeceği gibi. Şark hiddetleniyor. Kusuru kendisinde aramak yerine kendi asrında kutsal bir anlamı olan Cihad'ı kendi beceriksizliğinin kılıfı olarak kullanıyor. Adam gömüyor. Kafa kesiyor. Kilise yakıyor. Battıkça batıyor. Açlık, sefalet, cehalet, hastalıklar, acziyet, bilimsel anlamda çöküş şarkın kaderi ise şarkın ferdi oturup düşünmelidir. Sebep şarkın birlik olamaması veya emperyalist garbın kirli oyunları olmayacak kadar derin ve tarihseldir. Çözüm ise yine garbın icadı sanal dünyada "Hatim Organizasyonları" yaparak veya bilmem kaç adet "Salavat-ı Şerife" okuyarak değil, inanç kaynağını günümüze göre yorumlamaktan geçer. Şarkın içinde bulunduğu acziyet durumundan çıkışı "İkiz Kuleler" yıkılırken veya Yitzhak Rabin Filistin sorununun çözümü için adım atarken radikal bir yahudi tarafından öldürüldüğünde tekbir getirmek değildir. Hele hele çözüm "İngiliz Konsolosluğu"na giden bomba yüklü kamyonetin şöförü olmak değildir. Asr-ı saadet kendi asrında en büyük yönetimdi. Bunu sürdürmek ise akla, bilme, mantığa, tarihsel gelişime göre yorumlanmış bir inanç kaynağıdır. Müslümanlığın kurtuluş reçetesi budur. Madem islamın inanç kaynağı her devre hitap ediyor, ozaman bu devrin şartları içinde rahatlıkla bu devri anlatabilir.Umut var mı? Maalesef. Dini, Yaradan ile kul arasında bir iletişim aracı, bir arınma, bir huzur kaynağı veya kendisini evrende tanımlama dışında görmeyi arzulayan zihniyete sahip temelde şark özelde Bingöl, canlı bombalar, sakallı meczuplar, PKK gibi devlet destekli maşa örgütler, müslüman kimliği altında hırsızlar, üçkağıtçılar, katiller üretmeye devam edecektir. Gidin tarikatınızı kurun, gidin sabahtan akşama kadar ağlayan, gidin yüz milyon kez cüzm indirin ama çocuklarınıza dokunmayın. Bırakın doğruyu onlar bulsun. Eğer dininiz bahsettiğiniz kadar kudretliyse illaki o çocuk onu bulur. Ama bu inancınızı bize empoze etmeyin. Mazlum Bingöl çocuklarına dokunmayın!Kemalizm:Türkiye Cumhuriyeti'nin dayanak ideolojisi 1923 ile birlikte laik ve ulusal bir devlet projesiyle birlikte kendisini toplumun her alanında hissettirmeye başladı. Laiklik bize din ve devlet işlerinin ayrı olması demektir diye anlatılırken aslında sonradan devletin tüm inanç sistemlerine eşit mesafede durmakla beraber bu inanç sistemlerinin örgütlenmesi, ibadet yerlerinin açılması ve bu inancı anlatacak din adamları yetiştirmesi gerektiğini öğrendik. Cumhuriyet dolayısıyla kemalizm bunun için çaba harcadı. Ama böyle bir değişim için üsten zorlama yerine toplumun bilinçli olarak değişmesine bağlıydı. Mustafa Kemal'den sonraki iktidarlar bu devrimi sürdüremedi ve şu anki mevcut durumla karşı karşıyayız. İnanç ve din özgürlüğü, devletin tüm dinlere ve inançlara eşit mesafede olması, herkesin kamusal alan veya toplumsal alanda başkalarının inancına müdahil olmadan yaşaması laikliğin birincil amacı iken Kemalizmin laisizmi şuan alevilere ve sunnilere eşit mesafede değildir. İnanç ve din özgürlüğü olması gerekirken üniversiteye başörtülü kızlar giremiyor. Kamusal alan denen Beyaz Türklerin nefes aldığı alana alınmıyor. Bu Kemalizm laisizmin handikaplarıdır. Ulus devlet tek bir ulus içerir. Mustafa Kemal bu ulusu Türk kabul ettiğinden Kürtler başta olmak üzere Anadolu'daki tüm halklar yok sayıldı. Kemalizmin önünde çok metodlu tek seçenek vardı. Tüm halkların Türkleştirilmesidir. Ve bunada Kemalizm milliyetçiliği denmiştir. Özünde asimilasyon araçlı faşist bir ideoloji iken bize etrafında toplanmamız gereken ortak payda olarak tanıtıldı. Buna boyun eğen halklar örnek gösterilerek Kürtlerden de itaat istendi. Kürtler karşı çıktıkça katledildiler, yerlerinden sürüldüler, hain ilan edildiler, Akyazılarda linç edilmek istendiler. Fakat dediğim gibi her gelen asır bir önceki asra göre farklı şartlar içeriyor. Kürtlerin reçetesi, Kemalizmin baskıcı unsurlarına karşı aklı, bilimi, demokratik mücadeleyi rehber edinmektir. Kemalizm çok yakında tarih sahnesinden silinip gidecek bir ideolojidir. AB giriş süreci bu yokoluşu hızlandıracaktır. Bayraktarlığını TSK'nın yaptığı bu ideoloji son demlerini yaşarken bunun yerini alacak sistem gerçek anlamda laik, demokratik gerekirse federal bir yapılanmadır.Umut var mı? Olası gözüküyor. Endonezya'daki aydınlar ülkenin huzur ve refahı için değişimi tartışırken 3 yol üzerinde durmuşlar. Alttan bir devrimin kanlı olacağı, üstten bir devrimin işe yaramayacağını görünce Endonezya'yı asıl değiştirecek olanın Dünya'daki dış dinamikler, globalizm ve bunun ülkerlerinde tetikleyeceği iktisadi ve demokratik gelişim süreçlerinin meydana geleceğini farketmişler. Türkiye Cumhuriyetinin dolayısıyla Kemalizmin dış dinamiklere direnme gücü kalmamıştır. Şemdinli ve Diyarbakır bombalamaları, Avukat Kerinçsiz cebelleşmeleri, vatan millet sakarya nutukları statükonun son çırpınışları olarak karşımıza çıkmaktadır.APOizm:Kürt Sorunu ve PKK sorunu (son dönemlerde APO sorunu) birbirinden ayrı irlerleyen ama birbiri ile ilişkili sorunlardır. Kemailst ideolojinin Kürtleri inkarı Kürtler arasında her daim huzursuzluk ve memnuniyetsizlik oluşturmuştur. Kürtler bu memnuniyetsizliklerini her defasında isyanlarla dile getirmiş ve her defasında ağır cevaplar almıştır. Kemalizmin Kürde tahammülü yoktur. Kürtler ise her defasında palazlanmaya başlayınca Kemalist ideoloji bunu bir şekilde kırmıştır. Kürtlerin memnuniyetsizliğini giderme yönünde hiç bir adım atmamıştır. 1975 Helsinki Antlaşması ile Batılı ülkeler, insan haklarını, kültürü, eğitimi, ve avrupa çapında insan, düşünce ve bilginin serbest akımını da içeren insancıl çabaların arttırılması gibi konularda anlaşmaya vardı. Aynı zamanda iki tarafın rızası olmadan sınırların karşılıklı değişmeyeceği kararı alındı. 1970'lerin sonuna doğru Sosyalizmin Serbest Piyasa Ekonomisi karşısındaki hezimeti konuşulmaya başlandı. Böyle bir ortamda daha önceki olaylardan ders almayan, çağı okuyamayan bir megaloman palazlanmaya başlamış Kürt hareketini Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan kurma adına silahlı bir aktiviteye kanalize etti. Süreç ve sonuçlar üzerinde çok durmaya gerek yok ama Kürtlere verdiği zarara bakarsak binlerce köy yakıldı. Milyonlarca Kürt yerinden yurdundan edildi. Binlerce genç üniversitelerden ayrıldı, atıldı. Kürtler birbirine kırdırıldı. Türk - Kürt düşmanlğı hortladı. Elde var sıfır. APO yakalandıktan sonra ise örgüt Öcalan'a özgürlük için savaşmaya başladı. Bir halk sözde bir öndere feda edildi. En trajik durum ise kendi şehitlerinin anasından değilde düşmanı olduğu devletin şehitlerinin anasından özür dileyrerk hizmet beklediğini söylemesi ve müridlerine bunu taktik olarak yutturmasıdır. Gelinen noktada APOizm bilinçli veya bilinçsiz Kemalizme hizmet etmektedir. Türkmen ve Kerkük kartlarından sonuç alamayan Kemalist ideoloji Kuzey Irak'ta Bağımsız Kürdistan ve gelişen KDP rüzgarına karşı PKK sorununu kaynağında bitirecem düsturuyla PKK eylemlerini kullanmaktadır. Bu eylemleri bahane ederek Kuzey Irak'taki fiili duruma göz dağı vermek gerekirse altyapısını tahrip etmek peşindedir. Örgüttür, amaçsızdır, asker mantığı onlarda da etkindir sağlıklı karar veremezler denebilir ama ya içimizde olan arkadaşımız, ailemizin ferdi, akrabalarımız içindeki PKKlilerde mi bunu göremiyor?Umut var mı? APO doğal yollarla ölürse veya PKK'nin şuan başındaki Murat Karayılan inisiyatif kullanarak ABD ve Barzani'nin telkinlerini dikkate alırsa ve dolayısıyla PKK sürdürdüğü mücadeleyi Kürt aydınlarına bırakırsa bu APOizm Kürtlere daha fazla zarar vermeden tarih sahnesinde hatasıyla belkide sevabıyla yerini alır.Sahtekarlar:Parazitler kendilerinden daha büyük canlıların üzerinde veya içinde, geçici veya kalıcı, onların zararına yaşayan canlılara verilen addır. Bizim parazitlerimiz ise herhangi büyük bir fikir veya cemaat içinde geçici veya kalıcı bir şekilde onların dolayısıyla toplumun zararına ama kendisinin faydasına yaşayan canlılardır. İslam adına oy toplayanların ihale havuzlarında yüzenleri, Kemalizm adına Kürt sorununu bastırmak için ama aslında para kazanmak için köy korucusu olanları, Kürt diaspoarsı altında avrupada haraçlar ve uyuşturucu parasıyla yaşam sürenleri biliyoruz. İdeoloji fark etmez onlar için yeterki para kazandırsın. Yeterki mevki kazandırsın...Ilımlı İslam, Nakşicilik biçimiyle Güney Kürdistanlı siyasal oluşumlar ve bölge yönetimi üzerindeki etkisini de kullanarak, öte yandan Kuzey Kürdistan’daki örgütlenmesine dayanarak Kürtleri bir süre daha bu biçimiyle egemen devletlerin, uluslararası sermaye güçlerinin çizgisinde, denetiminde tutmayı amaçlıyor. Öyle netleşiyor ve anlaşılıyor ki uluslararası sermaye ve bölge devletleri, Türk ordusu dahil olmak üzere Kürtleri parçalamanın ve denetim altına almanın aracı olarak AKP üzerinde anlaşmış durumdadır. Öte yandan AKP siyasal iktidar ve güç olabilmek için bu güçleri ve verdikleri destekleri kendisi için tarihin en büyük şansı ve avantajı olarak değerlendirmede kararlı. Zaten pragmatizmi ve rasyonelliği kendisi için büyümenin temel ilkeleri olarak belirlemiş, çıkarları için bukalemun gibi her renge bürünebilecek düzeyde esnekliği kural haline getirmiş, etik hiçbir kaygısı olmayan bir AKP ile tanışmış durumdayız. Hala birçok çevrenin nereden çıktığını, nasıl bu kadar çabuk yükseldiğini kestiremediği, bir de bu yüzden onu güç olarak görmekten ve ona yönelmekten kendisini alıkoyamadığı bir AKP ile karşı karşıyayız. Durum biraz ayyuka çıkınca tılsımın bozulacağı açık ama işte zamanda somutlaşacak gelişmelerin kimin lehine nasıl dönüşebileceğini özellikle bölgemiz açısından kestirmenin çok bilinmeyenli denklem misali olması işleri zorlaştırıyor. Belki de Erbakan konuşursa gerçekte Erdoğan’ın kim olduğu, nasıl AKP’yi oluşturduğu, nereye dayandığı ve ne yapmak istediği daha iyi anlaşılacak… Gerçi birçoklarımız ve öyle sanıyorum ki milyonlarca kişi ve kesim nezdinde Erdoğan’ın da, AKP’nin de kim olduğu nettir fakat AKP’ye yönelen milyonlar açısından, özelliklede din istismarına uğradığının bilincinde olmayan kesimler açısından Erbakan’ın konuşacakları etkili olabilirdi. En azından yol yakınken yanlış yoldan dönmüş olurlardı. Zira AKP’nin öncülük ettiği siyasal gelişmeler Türkiye’yi tarihin en büyük felaketiyle karşı karşıya bırakmaya başladı bile. AKP en çokta Kürtleri din istismarıyla, siyasal İslam’la etkisine almaya çalışıyor. Nakşîcilik üzerinden tarihsel ve tarikat bağı bulunan YNK ve KDP’yi de ortak ederek özellikle de Kuzey Kürtlerini etkisine almaya çalışıyor. Yani Güney merkezli Kürt siyasetini siyasal İslam maskesiyle her yere hakim kılmaya, bu şekilde Kürtleri parçalamaya çalışıyor. Kendi Kürdünü inanç ortaklığı, İslam kardeşliği üzerinden yaratmaya çalışıyor. İslam kardeşliği Kürtleri parçalamanın devletçe ve uluslararası sermayece desteklenmiş yeni siyaseti oluyor. Ve AKP bu siyasetin aktörü olarak Güney merkezli Kürt siyasetini tüm Kürtleri etkisine alacak şekilde örgütlüyor. Bundan dolayı, Kürt toplumsal birliğini parçalamaya dönük uluslararası komplo konseptinin siyasal aracı olarak AKP, karşısında duyarlı olunması gereken en büyük tehlike konumundadır demek abartılı olmaz. YNK ve KDP’nin bunun farkında olması çıkarları ve tarikat ittifakları dolayısıyla her ne kadar mümkün görünmüyorsa da Kürdistanlı sivil toplum örgütlerinin, siyasal partilerin, aydın ve demokrat şahsiyetlerin bu gerçeği deşifre eden ve duyarlılığı yükselten bir ortaklaşma içinde olması Kürtler adına çok önemli. Umut var mı? Hava puslu oldukça sahtekarlar kan emecek birşeyler bulurlar. Bu ideolojiler kendilerini yenilemediği sürece, zamanı çoktan geçmesine rağmen değişimi gerçekleşitirmedikleri sürece bir umut yoktur. Bizler birey olarak bir nebze olsun bu sorunlara ilaç olabiliriz. Yapmamız gereken sadece sorgulamaktır. Korkmadan, cesurca! Fikirlerimizi haykırmasak bile kendimizi ikna etmemiz bile yeter. Bunu başaramayanlar elini Mazlum Çocuklarımızın yakasından, genç dimağlardan çeksinler. Bırakın doğru yolu çocuklarımız sorgulayarak bulsun!
Isveç Parlamentosu, 1915 Ermeni Soykırımı'nın tanınmasına ilişkin konuyu 11 Haziran'da değerlendirecek. Yaklaşık 75 bilim adamı, 1915 olaylarının Soykırım olarak tanınmasına ilişkin İsveç Parlamentosu'na mektup yollarken, mektupta Süryanilerin ve Pontus Rumlarının da soykırıma maruz kaldıkları kaydedilmekte. İsveç Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu, Parlamento'ya 'olayların araştırılmaya ihtiyacı olduğu' gerekçesiyle önerinin reddini tavsiye etmekte.
Kürtler İslamiyet'i kabul ettiklerinde kaybettiler. Kürtler yanlışlıkla Müslüman oldu. Kılıçla, tüfekle üstümüze geldiler, 'kelime-i şehadet getir' dediler, dedelerimiz de şehadet getirerek Müslüman oldu. Kürtlerin Müslümanlığı böyledir… Kürtlerin asıl dinleri Zerdüşt'tür. MEHDİ ZANA

ADRESIMIZ

Kürt Aleviler

Kürt Alevilerin durumu benzer çizgiler taşısa da kendine özgü yanları vardır. Osmanlı, onlar için de baskı, katliam, açık ve resmi dışlanma anlamına gelmektedir. Dahası Yavuz döneminde gerçekleştirilen büyük katliamlar, Kürdistan'da kurulan Sünni-Şafi Kürt beylerine dayanan "Beylik sistemi", Aleviler için ek baskı, talan ve zulüm anlamına gelmektedir. O nedenle Şafi Sünni Kürt Beylerine duyulan nefret ve korku Osmanlı nefretini ve korkusunu gölgelemektedir. Dıştalanma, aşağılanma ve "katli vacip" kültürü, günlük yaşamın ayrılmaz parçaları haline gelmiştir. Bu nedenle dağ eteklerinde, şehir ve ovadan uzak yerleşim yerlerini tercih etmeleri bu büyük korku kültürünün bir parçasıdır! Bu ağır politik, dinsel-kültürel ve toplumsal durum Hamidiye Alayları döneminde daha da ağırlaşmış ve yaşamı dayanılmaz boyutlara çıkarmıştır. Bunlara karşılık kendine özgü yaşam çizgilerinde direniş, bunun dayandığı felsefe ve kültür, düşünsel ve ruhsal yaşamlarını hep canlı tutmuş ve beslemiştir! Daha çok kendi başına yaşayan, coğrafik konumu nedeniyle Osmanlı ve Sünni Kürt Beylerinin baskısını çok yakından yaşamayan ya da daha sınırlı yaşayan Dersim Alevilerinin durumu biraz daha farklıdır. Ama Sünni Kürtlerle yan yana ve iç içe yaşayan Kürt Alevilerin yaşam koşulları çok ağırdır. Bu ağır koşulların kendine özgü kişilik ve ruhsal yapılar şekillendireceği de çok açıktır. Bu da başka bir tartışma konusudur, geçiyoruz.
Osmanlı dönemini kendisi için bir karanlık ve zulüm dönemi olarak algılayan, o dönemi acıyla anan Kürt Alevilerde inançsal kimlik ulusal kimlikten önde gelmekteydi. 1970'li yıllarda ve öncesinde Dersim dışındaki Kürt Alevilere "kimsiniz", "kimliğiniz nedir" diye sorduğunuzda, "Alevi" yanıtını alırdınız. Türkleştirme çarkından geçmeyenler, Türk olduklarını da kabul etmezlerdi. Kendilerini salt inançsal-dinsel kimlikleriyle tanımlarlardı. Bunu salt 1940-50'lerden sonra kurumsal olarak geliştirilen asimilasyon-Türkleştirme politikası ve sonuçlarıyla açıklamak, yetersiz bir yaklaşım olur. Yine devletle işbirliği yapan, M. Şerif Fırat türünden Truva Atlarıyla açıklamak da yetersizdir. Kuşkusuz bunların da önemli etkisi olmuştur, ancak bunun kökleri Osmanlıya ve daha öncelere uzanmaktadır.
Alevilik, devlete, düzene, egemen dine derinden ve sürekli bir direnişi, "muhalefeti" anlatmaktadır. Kimi dönemlerde bu radikal bir duruşa, daha sert başkaldırılara da dönüşmüştür. Ancak genel durumu derinden ve sürekli bir "muhalif duruş" niteliğindedir. Bu da aslında bir yaşam tarzını anlatmaktadır. 1970'li yıllardan sonra devrimci ve yurtsever hareketlerdeki Alevi gençliğin kitlesel varlığı, genelde Alevilerin etkin desteği rastlantı değildir; bu, hem geleneksel direniş duruşlarından, hem de toplumsal konumlarından kaynaklanmaktadır. Yoksa bu dönemdeki hareketler Alevileri ve sorunlarını devrimci demokratik bir tarzda algılamış ve ortaya koymuş, bunu demokratik bir programa ulaştırmış değillerdir.
1990'lı yıllar, aynı zamanda Aleviler için "uyanış" yıllarıdır. Kimliklerini açıkça ifade etmekte, konumlarını, sorunlarını ve çözümlerini açıkça tartışmakta, bu eksende örgütlenmektedirler. Cem evleri, dernek ve vakıflar bu dönemeden sonra kurulmuş ve çoğalmıştır. Bunda Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin Kemalizm'e vurduğu darbe, resmi çizginin toplum katında yaşadığı çözülme çok önemli bir rol oynamıştır. Yine yoğun göç ve bunun sonucunda yaşanan "kentleşme" olgusu ve sonuçları, bunun toplumsal zeminini yaratmıştır. Genelde insan hakları, demokrasi bağlamında süren tartışmalar ve hareketler de etkide bulunan diğer etkenlerdir.
Bu süreç aynı zamanda Alevilerin hızlı bir şekilde saflaştıkları bir süreçtir. Saflaşma ulusal boyutta olduğu gibi sınıfsal ve toplumsal boyutlarda yaşanmıştır. Bu, kendisini ideolojik, politik ve örgütsel boyutlara da yansıtmıştır.
Bu gelişmeleri gören TC, bu gelişmeleri etkileme, giderek kontrol altına alma çabalarını geliştirmiştir. Hacı Bektaş Şenliklerine gösterilen ilgi ve devletin en üst düzeyde ilgi göstermesi, bunun sadece simgesel ifadesi olmaktadır. Özal ile başlayan bu ilgi, bugün T. Erdoğan ile devam etmekte, yeni bir noktaya taşınmak istenmektedir. Kuşkusuz bu ilgi, Alevi hareketini kontrol altına alma ve giderek devlete eklemleme hareketinden başka bir şey değildir. Bu çaba, "Devşirme" Alevilerin sayısını çoğaltmayı da içermektedir...

KOY KORUCULUGU DAGITILMALIDIR

Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) Başkanı Ali Balkız, Tunceli'de Alevilerin korucu olması için bin 400 kişilik kadro oluşturulmasına sert tepki gösterdi.Türkiye'de koruculuğun lağvedilmesi yönünde talepler her geçen gün artarken, devlet Tunceli'de Alevilerin korucu yapılması yönünde girişimlerini hızlandırdı. Edinilen bilgilere göre, Alevilerin korucu yapılması için, bin 400 kişilik korucu kadrosu tahsis edilerek, Alevilere korucu olunması için çağrı yapıldı. Konuya ilişkin yazılı açıklama yapan ABF Başkanı Ali Balkız, Alevilerin korucu yapılması girişimine sert tepki gösterdi. Balkız, “Bu yurttaşların ihtiyacı; gübre, mazot, traktör, fabrika, iş olanağı iken; bunların yerine 'korucu' olun demek; devşirme girişimidir. Hızır paşalığa davetiye çıkarmaktır. 'Muharrem ayında Alevi iftarı' olarak bilinen politikaların devamıdır' dedi. Alevilerin söz konusu çağrıya cevap vermesinin beklenmemesi gerektiğini belirten Balkız, 'Çünkü onların tarihinde böyle bir örnek yoktur' diye belirtti. Balkız, açlık ve yoksulluktan dolayı üç-beş kişinin silah alması halinde bunun, 'Alevilerin korucu olduğu' anlamına gelmeyeceğini kaydetti. Balkız, şunları ifade etti: 'Çünkü yetmiş iki millete bir nazarla bakan Aleviler; şiddet, silah, çatışma değil, kardeşlik, barış, özgürce eşit koşullarda bir arada, birlikte bir yaşam için mücadele etmektedir. Onların inançları kültürleri, tarihleri bunu emretmektedir. AKP'nin bu devşirme politikası nasıl ki iftar yemeğinde otel duvarları arasında iflas ettiyse, bu yeni girişimi de Tunceli'nin yoksul Alevi köylerinde, dereler tepeler arasında yankı bulmadan iflas edecektir. Şiddete ve silaha meylederek, 'korucu' olan Alevileri, özlerine dönmeye davet ediyoruz.'

Talepler

Türkiyenin AB ye girişinde Kürt ulusuna bir satatü kazandırılması ve AB görüşmelerinde 3. taraf olarak katılımı sağlanmalıdır. Dolayısıyla ; Kürt siyasetçileri, diplomatik ilişkilerini geliştirmeli, lobilerini oluşturmalı ve ilişki ağını eylemden öte,diplomasiye ve lobilere taşıyarak uluslar arası tartışma platformları yaratarak Türkiyenin AB ye giriş sürecini bir yandan demokratikleşmesine katkı sunarken, diğer yandan Kürt halkının statüsü konusunda fırsata çevirmeyi birincil görev olarak önüne koymalıdır ve ulusal kimliği ile sürece mudahale zemini yaratılmasını sağlamalıdır.

Kürd ulusu adına, Demokratik Cumhuriyet adı altında şimdiden TC ile entegrasyonu seçmektense; zamanı ve zemini yaratılmış, ulusların kendi kaderini tayin hakkı talebi öne çıkarılmalıdır.Çok iyi bilinmesi gereken bir konuda, Demokratik cumhuriyet tezinden hareket eden anlayışında tabanının Kürdistani olduğu, yakın tarihteki bedelleri ulusal onuru uğruna ödediği ve bu onurlu duruşu göstermesindeki ana neden kürdistani duruşu olduğudur, dolayısıyla Kürtlük adına siyaset yapan tüm kurumların kürt halkının sorunun demokratik değil, siyasal olduğu gerçeğinden hareketle kürt halkının ulusal meşru haklarının yaşama geçirilmesi için :



1 – Kürt Dili Türkçenin yanında 2. resmi dil olmalı ve anayasal güvence sağlanmalıdır.



2 - Uniter Devlet anlayışından vaz geçilmeli ve Siyasi genel af çıkarılmalıdır.



3 - Kürdistan ismi dahil, Kürdistanda değiştirilmiş tüm coğrafik yerlerin isimleri yeniden verilmelidir.



4 - Koruculuk sistemi kaldırılmalı, aili meçhul cinayetler aydınlatılmalıdır.



5 - Yakılmış, yıkılmış köyler yeniden inşa edilmeli ve sahiplerine geri verilmelidir.



6 - Kürtlerin siyasal parti dahil kendi kimlikleri ile örgütlenmesi sağlanmalıdır.



7 - Kürtlerin ; Tüm dünya milletlerinin sahip olduğu ‘Ulusların kendi kaderini tayin hakkı' nın özgürce kullanabileceği ve geleceğine özgü kararları verebileceği güvenli bir ortam sağlanmalıdır.

TC ve Modernlik

Türkiye’nin modernleşmesi padişahların ve halifelerin en çok korktukları şeyi yarattı: tarımın önemi azaldı, köylü kitleleri gittikçe daha fazla yoksullaştılar ve şehirlerde 1970lerden beri gittikçe militanlaşan bir işçi sınıfı ortaya çıktı.

Aşağı yukarı aynı zamanlarda, bugün Türk devleti içinde son derece korkunç bir rol oynayan meşum güçler boy atmaya başlamıştı. Gazeteci Serdar Çelik şöyle yazıyor: "1970lerde Türkiye’deki toplumsal bölünmeler ve toplumsal hareketlerle birlikte, uyuşturucu madde ve silah karaborsası yapanların bir çeşit mafyaya dönüşümleri başladı. Bu güçler genellikle, MİT [Milli İstihbarat Teşkilatı], polis, ÖHD [Özel Harp Dairesi, NATO’nun gizli örgütüGladio’nun Türkiye kolu] ve her şeyden önce MHP ["Bozkurtlar" olarak da bilinen faşist parti] ile yakın ilişkilere sahip oldular. Bu Türk uyuşturucu ve silah çeteleri bir çok MHP militanını finanse etti. Bir askeri darbenin ardından, çete başlarının hemen hepsi sorgudan geçirildi ve bazıları öldürüldü. Geriye kalanlar, ÖHD’nin kontrolü altındaki mafyanın bir parçasıydılar. Bu gelişmeler sonucunda, zaman içinde MHP militanları Avrupa çapında en etkili mafya grubu haline geldiler" (Fikret Aslan ve diğerleri,Türk Devletinin Kürdistan’da Yürüttüğü Özel Savaş ve MHP’nin Rolü, Bozkurtlar Bir Kez Daha Uluyor’un içinde, Münster 1997,s. 115).

1980 darbesinin ardından, askeri hükümet, Uluslararası Para Fonu’nun talimatları doğrultusunda Türk ekonomisini bütünüyle dışa açtı. 1970lerin ekonomik milliyetçiliği açık bir biçimde çıkmaza saplanmıştı, ancak uluslararası bankaların reçetesinde yer alan "ilaçlar" demokratik yöntemlerle kabul ettirilemezdi.

Ordu sistematik bir devlet terörü ile işçi örgütlerinin direnişini kırdı. Ekonomi bakanı ve daha sonra da "sivil" başbakan ve cumhurbaşkanı olacak olan İslamcı Turgut Özal İMF’in kötülüğü ile en çok ün yapmış olan "yapısal reform programları"ndan bir tanesini uygulamaya koydu. Bu program, özelleştirmeyi, sübvansiyonları sona erdirmeyi, reel ücretleri azaltmayı, dış ticaretin liberalleştirilmesini, fiyatların, faiz oranlarının ve sermaye hareketlerinin üzerindeki kontrollerin kaldırılmasını içeriyordu.

Hem askeri hem de sivil Türk hükümetler, bunun ardından ortaya çıkan artan toplumsal kutuplaşmaya karşılık verebilmek için az ya da çok milliyetçiliğe, devlet baskısına ya da aşırı sağcı cinayet çetelerine ve aynı zamanda daha fazla sistematik İslamlaştırmaya bel bağladılar. Ordu, din dersini bütün okullarda tekrar zorunlu hale getirdi ve hatta okullarda ve üniversitelerde ibadet yerleri kurdurdu. Devlete ait İslami okullar [İmam Hatip Liseleri - ç.n.] diğer liselerle eşit konuma getirildi.

İslamcı fundamentalizmin yükselişi, bizzat Kemalizm’in kendi mantığının bir sonucudur. Kemalizm toplumsal ve ulusal sorunları çözmekten aciz olduğundan, İslamı yoksulluk içinde ve baskı altında tutulan kitlelerin hareketlerine karşı bir silah olarak kullanmaktadır.

İslam’a dönüş veya Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden canlandırma çağrısı yapan Refah Partisi ve MHP gibi örgütlerin gündeme getirdikleri bir çok talebin ana noktaları, Kemalistlerin ürettikleri ancak asla gerçekleştiremedikleri temel noktaları andırıyor: ulusal birlik ve bağımsızlık, ekonomik kalkınma, kamusal refah, Türk milliyetçiliğinin ve İslam’ın bir arada yaşaması.

Erbakan’ı ve MHP-mafyasını Atatürk’ün "mirasçıları" olarak sunmak tarihin acı ironilerinden biridir.

Bugün, Kemalizm kendi politikalarının yıkıntıları ile karşı karşıya. Yine de, geriye cevaplanması gereken şu soru kalıyor: Kemalizm, Türkiye’nin sorunlarını çözmedeki zayıflıklarına ve yetersizliklerine karşın neden bugüne kadar bir güç olarak kalabildi?

zondag 8 juni 2008

KÜRTLER İSLAMA HAYIR DEMEDEN BAĞIMSUZ OLAMAZLAR

NE SAĞ NE SOL, NE ALEVİ NE DE İSLAM!


YAŞASIN BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN


Dünyanin en zavalli halki KÜRTLER.... Zorla kabul ettirilen bir islam sonrasi , belkide bu kadar arap ,fars ve islam dünyasindan daha fazla islami benimseyen ve doğru temelde sahiplenen mazlum kürt halkini HER YERDEN KOVAN VE BİR METRE kariş yer bile vermeyen bir islam alemi ile ne işimiz olabilir ki... ?

dinsdag 3 juni 2008

Kurt Dili

Kurtlerin anadilleri Hint -Avrupa dil ailesinin Iran kolunun kuzeybati alt gurubuna mensuptrur.Bircok urtce kelime Ingilizce ile ayni kokene sahiptir.Iste Kurd dilinin butun dillerin anasi oldugunu acikliyor.Ornegin gama=game (oyun) mara=marry (evlenmek)ster=star-9Yildiz)rubr =river(nehir)dol=dale yada valla(vadi ,koyak)bra-brother(kardes)mong=moon-(ay)sony=snow(kar)firo=f ree(ucretsiz)bUnunla birlikte Kurtceye en cok yakin olan dil.iran.Afganistan,Tacakistan in etkin dili olan larin ayrica Farscanin da yakinligi yine iliski Almanca ile dAnimarka arasindaki iliski gibidir.Kurtlerin anadilleri iki temel guruba ayirilmaktadir.1-iki temel kol olan yada kuxey kurmanci.ile soraniden yada guney kurmanci olusan Kurmanlawani yada Pehlewanki Bu guruplar kendi iclerinde pek cok lehce ve alt lehceler bolunmustur,buda kurdistanin dort bolgesinin dillerine yakin sekile yakinlasmistir,ornek Farslarin Dogu Kurdistanda o dille yaki,Guneyde ve Guney Batisinda Araplara,Kuzeyde ise dil uzerinde yaptigi baski ve asmillasyonlarin sonuncunda burda bize bille konusma firsati ve yasaklanmis ve boyle bir dillin olmadigini halen soyliyen gerici Tc ve fasist Turk devletiyle onu idare eden hukumetlerin bu sekilde en onemli varligimizin temeli olan dille asmila olmaya calisiyorlar ve yapiyorlar,bugun Kuzey ve batida bulunan 30 milliyon kUrdistanli kardeslerimizin nedeyseancak bunun 15 milliyonu kurtce konusuyor bir milliyonuda okuyor yaziyor,biz savasimizin ilk hedei ozguluk ve dilimizin kurtulusudur eger bir ulusun dili baski ve zorbalki altinda eziliyor ve oldurmeye calisiyan lar bizi yok etmek amaclibir hareket olmus demektir.Once dilimizin sekilini ve bolgelerdeki dilyapisini hepimizin ozellikle Avrupda 4 milliyon Kurd var oldugunu Wasingtonda Kurt Akinda ogrenmistim bunlarin cogu Turk okullarina cocuklarinigonderip turkce untmasinlar politikasini yapan hayinlerdir,buna agir bir sekilde karsi cikmaliyiz dusmanin dilini ogreten avrupdaki Turk ogretmenlerin bu emperyalist ve somurgeci katliamci turk devlettin diyecegi sudur iste okul aciyoruz cocuklari gitmiyorbakin avrupdada ayni sekilde olusuyor biZne yapalim muzik dedik yine gidiyor Turk muziklerinidinliyorlar.Iste Turk devletinde yuzde 90 nin kurd muzikci sanatcilarin olmasi dolayisiyla bille bunlarin yaptigi hayinliktir,iste Amedli bir uru Urfali ve Agrili nereyi dersem desem hepsi Kurd sarki ve bestelerini calip bugun dilimizinverdigi o uzel anahtarini yok eden yine biz kendimiz oluyoruz,ama su an kuzeyin en siddetli agr savasin olmasi bunlarin geleceginde kurdistan toplumuna asla yer vermiyecegiZ muzik ve kultur danslarimizi her seyimizi foklorumuzu yok eden mustafa (Hakkarili)kardeside sanatci ya iste busahis buyuk bir dans gurubunu cikarmis dunya turlarinda Turk danslari diye propganda tapiliyor hepsi kurd sanatidir iste bizim icimizde hayin ve satilmislarin soz konusu oldugu muddetc bizim de yapacagimiz tek sey once cocukarimiza turkcedegil kurtceyi ogretin ozellikle Avrupaya sesleniyorum biz burda okul actirmisik bu konuda rahatsiz.Iste dillerimizin temelinde bir dil olarak yaratmaliyiz buda buyuk bir kurt ensitusu ozelikle fransadaki bunu gelistirirtV,gazete,dergi,yayinm,muzik,tiyatro vs hepsini kurtce olarak yaratirsak en mutlu ben olurum,iste butun savasimizin ilk dali dilimizdir onun kurtulusudur onun asmilasyondan kurtulmasidir,eger onu biz ve hepiiz bu konuda yardimci olursalcocuklari ve mamostalari cogaltirsak bu demektirki kurd Halkinin kendi baglarina bagli bir buyuk halkin varlgi olmustur.Biraz dilere deyinelim,minorsky Kurmanc adinin Med Kurdu anlamina gelen Kurt ve Med sozcuklerinbirlesmesinden dogdugunu illeri surmustur.Bu gorus Kurmanc adinin Kurt ve Manna yani Manna kurdu sozcuklerinden dogmus olabilecegini savunanidiali teorilerden daha az yatkin gorunmektedir.Kurmancinin ozgun vatani tam da aniti Mannalar in topraklari icinde kalan hakkari bolgeeydi Gorani ,Dimili ve kurtlerineski dilinin diger ilgili lehcelerin icin kullanilan Pehlawani adi artik Kurtler ve Kurt olmiyanlar arasinda kullaniliyor.ortacag yazarlari tarafindan kullanilan pehlawani tum lehceleri kapsiyacak ortak isim ihtiyaclarindan dolayi burda bu Gorani kurdu gun gectikce ahda canlanmistir.pehlawani teriminin kendisi acikca pahla ya ait olan anlamina gelen pahlawand teiminden dogmustur.Pahla muhtyemelen dilin ortacag ozgun bolge olan Guney kurdistan ile kuzey Kurdistan ile Luristan dan olusuyordu.Wand oneki daha once Asiretler de olusmus ve bu sekilde konusuilmustur yani bu kurdstan parcalarinda,pahla socugu halen bozulmmis bir sekilde Kurt asret ismi Feyli olarak varliginisurdurmektedir.Bu arda Feyli Asireti ,hala Guney Kurdistanda yani eski pala bolgesinde yasamaktadir.Standart bir kurt dilinin yaratilmasi ustlenecek bir devlet aygitindan yoksun olan biz kurtler bu tur standart bir Ulusal diln yaratilmasina yonelik pek cok sarsiz girisimine ragmen cok sayida lehceyi konusmaya devam ediyor.kurmanci tum Kurtlerin anadilidir.Buklasik donemin ortalarindan beri kurdistan daceryan eden temel tarihsel goc hareketlerin bu deisikler kurtlerin yalinzca dillerinde degil ayi zamandada onlarin tum sosyal ve kulturel yelpazesinde de gorulmektedir iste bunu yaratanlarin basinda en buyuk Kurdistan dusmani olan Turk devletti bas cekmektedir,buda mutlaka Kurd dilli ve diger organlaritek te ozgurluk savasimizda olusacaktir.bundan asla kimsenin suphesi olmasin.Bu karmakarslik yemiyormus gibi ,yalinizca batili arastirmacilarin eserlerinde degil,ama kurtlerin kendileri arasinda da Kurtlerin ana dilerinin bolumestirilmistir bunu somurgeci devletler en cok dilimizin ozuyle oynamislardir.bunlar hic bir zaman geleneksel olarak kendilerini Kurt dilerini ise Kurdi(kurtce)olarak adlandrmislardir.taki yain bir zamanda Kendi Kurmanc yukseksinifinin kendini kurt dilini ise kurtce olarak tamamlamasini sagliyan KurdAydinlari ve disardakiler tarafindan tesvik edilinceye kadar .Bu oldukca ilginctir zira Kuzey Kurmanciyi konusanlarin kendileri daha once de belirtildigi uzere .Kurtlerin sayisal cogunlugunu teskil etmektedir.dillerin Kurtce olarak adlandiranlar onlarin ardinda Guney Krmancilaridir.Dimililer kendi aralarnda Dimili olarak dimili olmiyan bir kurtle yadabasa biriyle konustuklarinda ise ZazaKurdu olarakadlandirilir.Daha egitimli Kurtler artik bu lehceleri ve dilleri asagi yukari elinizdeki calismada kullanilan isimlerle adlandirila noktasina gelmislerdir.Dimili dili Dimili halki icin kucuk dusurucu Zaza isimlendirmesiir tabiki bunu yapan katliamci ve kurd dusmani Turk devletin ta kendisidir kardeslerimizi bizde ayiracak gibi yaptigison gelismelerdede ZAza Kurd olmadigini soyliyenbu irkci turk devlettinhayinligin ta kendisidir.O oz kurdledir ve bu toplumun iskeletin bir govdesidiir.Bu bakimdan Kurdistandaki egemen devlelerin basinda turk devletin ilk cumhuriyetin krulmasinda acikca mecliste bu konularin bol.parcala idareet sekilindeki hareketindusmanlari beton misto asker cakmak,sagfir inunu ,bozmaci bayardir.Ama bunlarinda yaptigiher turlu oyunlari ulusal Kurdstan savasindan kacan ordusu her gun bunlarin acisini ve olulerini helikoptorlerle tasiyan Turk ordusu KuzeyKurdistandaki cocularimiza tas vs atmasin diye cikolata oyuncak vs vediklei aciktir.Ama bunu basarmiyacaklari aciktir.Dilimizin heres icin onemli bir yeri oldugunu ve amacla butun Kurd halki ozellikle kuzey Kurdistan vebatya goc eden Kurdistanlilarevlerinde cocuklarina ana dillerinin ogretmesini untmasinlar.Ama Avrupda hayinlesmis ve Turk devletiyle isbirligi icinde olan bazi kurdstanlilar vrdir biz turkuz diye cocuklarini MHP ve Ulku ocaklarini gonderip Kurd dusmanligi yapilmaktadir,ozelikle sirgune gidenDersimli hemserileim bulundugu sehirlede artik cocuklari birak buyukleri ellerinde turk bayragi ve Kurdistandaki yapilansavasakarsi boy gosteriiyapiyorlar,unutmasinlar dersimizde yuzbunlerce insanlar olduruldu bunuturk devletintakendisi yapmistir iste burda bulunanhemsetileim Kurd vealevi dusmani olanlari Kurd ve Aleviyapip ve vijdansizlik yaptiklari aciktir.Su an Kandanincok yerlerinde Ulkucu ve Egenkoncu dernekler acilmistir,bu ne demektir Kurd oarak onlara yardim eden hayin kurdlerimizin eseridir bir kac lira veya dollar kazanmak icindir.Sayin Yurtsever kardeslerim artik uyanma zamani gecmis bille bunu halenyapiyorsak bu halkin evletlri daglarda,karda ,kista demeden miliyonlarca turk ordusuna karsi su an amansiz savas yapiyprlar,kimin icin hepimiz icindir onlarinbasarisi kUrdistaninyarinki ozgurlugu olacagi .Avrupda cocuklarinizi turk okularina gondermeyiniz lutfen dusman zatwen bunu itiyor,bizi asmilasyon yaptirmak icindiryarin Akpli buyuk kurd dusmani erdoganin sozu dur iste size okul ,iste size radyo yalancilkila halkimizi kandiranlarin ve o guzeldilimizibozmaya kalkanlara firsat vermeyiniz,buhepmizin anadilidir,turk dili katilerindilidir bizim kemalizimleve sahte islamcilkla aslaisimiz olmasin iste Kurdistan havadan karadan bombaliyan dusman trurk devlettine yatakcilk yapmayiniz o dusmaninizdir.dilinizle konusunve cocuklarinza ana diletini untmasinlar,.zorlabizi asmile etmezler ve etmiyeceklerdir degerli butunyurtseverler.

MUSTAFA KEMAL KIMDIR?

Sadece Kürtleri vahsice katletmesi degil, M. Suphi'yi Cerkez Ethem'i, Yesil Orduyu ve daha neller neller..Butun bu katliamlari yapanlar nasil devrimci, ilerici olabilyor? M. Kemal'i ilerici, anti emperyalist gosteren mantikla, sadece Amrika'ya efenlendigi icin Iran Mollalarini, Sadam'i ve Irak'ta kafa kesenleri ilerici gosteren mantik aynidir. Butun bu fosiller derin devletin, farkli sahalarda, farkli simalarla gorevli istihbaratcilaridir. Dogu Perincek vb. 40 yildir bizimle ayni havayi tenefus ederek, ayni masada Marksizmi tartismasi, ve artik sahtesiyle gerceginin sadece isimlendirmeden ibaret kalmasi yalniz dusundurucu degil, utanc vericidir. Kesinlikle bu somut gerceklere gore konusmak, hareket etmek zorundayiz. Yoksa Sarp Koray, Mihri Beli, Yalcin Kucuk, Dogu Perincek, ve benzerlerin; Katillerle kurbanlarini bir arada savunma becerilerini anlayamayiz, ve gerekli baraji olusturamayiz...M. Kemal, Butun Rum, Ermeni, Kürt halklarinin teorik, pratik bas katilidir. Son yirmi yilda uygulanan Turk Ozel Savasi Ataturk tarafinda sekillendirilen devlet, ordu ve yan aygitlarinin toplamidir. Ozel savas Ataturk dusunce projesidir. Ataturk dusunce derneklerinden TC,nin diger kurumlarina kadar yetistirilen "Cumhurriyet" cocuklari, Basindan Orduya kadar butun onemli kurumlarin basindadirlar ve her doneme uygun; renkli, farkli araclarla devreye girerler. Dusmanimizin bu nitiliginde, biz Kürtlerin lehine kayda deger bir degisme yok ise bizim su degisikligimiz olabilir; yenilgimizin esas kaynaklarina inmek, ve kazanmak icin yeniden mevzilenmek.!Kürtistan'i Binlerce faili "mechul'le mezbahaya ceviren Turk Ordusu, yuruttugu Ozel Savasi, Ozel timlerle ifade etmesi, yukarda belirtigim araclardan sadece bir tanesidir. Ataturk'un felsefesi: rakibini hileli yollardan, yani alcakca, komplo, entrika, suikast, arkadan vurma, kiskirtma, araya celiski sokma, birbirine dusurme, ikili oynama, provokasyon, santaj vb. yontemlerle tasfiye etme, saf disi birakma, veya katletme biciminde ozetlersek; Turklerin atasinin meslegini ortaya koymus oluruz. Bu mantikla olusan TC. ve ordusu ve onun yurutugu ozel savas tarzini varin siz dusunun.! Peki TC. Ve onun yoneticileri bu pis gidayi nerde aldi.?Cok kisa bir ozetini vermekle yetinecem; Tarihte hic bir sinif ekonomik bir guc olmadan iktidar olmamistir. Butun toplumsal degisimlerde; koleci, feodal ve kapitalist siniflar boylesi zorunlu bir seyir izlemistir. Ancak turklerin durumu farklidir. Anadolu'ya gocebe, ilkel bir yasam tarziyla gelen turk boylari, Anadolu'da cok daha ileri bir asama olan feodal uretim bicimi ile karsilasir. Bu uretim biciminde etkilenen turk boylari yerlesmeleriyle birlikte, normal gelisme seyrinin aksine; hazir degerlerin gaspina dayanir, capulculuk,hirsizlik, askeri zor yontemiyle ekonomik bir guc haline gelirler. TC. talan,gasp, katliam ve her turlu insanlik disi uygulamalar temelinde yukselmistir. Bu kuralsiz, hukuk disi, carpik gelisme tarzi turklerin anayasasi olmaya devam eder. Turklerin ekonomik orgutlenmesinin dogusu, estirdikleri terorle, yerlesik halklarin elindeki degerlere el koyarak yerlesim kosullarini yaratirlar. Orta-asyadan Anadolu'ya akin eden turklerin gaspa dayali ekonomik palazlamasi, sonraki donemden'de aynen devam eder. Turklerin bu tuhafligi, Engels tarafinda soyle ifade edilyor: "Turkiye'de ticaret yapanlar kim? Elbette turkler degil. Onlarin ticareti gelistirme yolu kokensel gocebe yasamini surdurdukleri siralarda, kervanlari soymaktan ibaretti; simdi biraz daha uygarlastiklari icin, yaptiklari sey her turlusunden keyfi ve baskici el koymadir." Turk iskalciligin uluslasma tarihi,devsirme, halklara uyguladigi ilhak, zulum, jenosid,asimilasiyon tarihidir. Bu nedenle Stalin'in bile turklerin karekterini izah etmesi carpicidir: Stalin, "Turk uluslasmasini, Anadolu'daki milliyetlerin zor, katliam, asimilasiyon ve eritme yoluyla baski altina alinmasi temelinde gelisen derme-catma bir uluslasma" olarak tanimlar Turk iskalci sistemi, ideoloji ve politikalarini her hangi bir gorus istematigine gore olusturmazlar. Amaca ulasmak icin her turlu riyakarliga, entrika, kosullara gore gonu birlik ikili politikalar yuruturler. Cikarlari sozkonusu olunca, bir gun icinde ideoloji ve siyaset degistirmekten, kendi koyduklari kanunlari, dusunceleri cignemekten ve bir oncekinden tamamen farkli, zit bir dusunceyi savunmaktan teredut etmezler. Orta-asya dini semanizm olan turkler, anadolu'ya geldiklerinde islam olurlar. Mustafa Suphi'ler sahsinda azgin komunist katilleri, "kurtulus savasi doneminde komunist parti kurarlar, kimi zaman laik, kimi zaman islamcidirlar. Turklerin butun komsulari ve Avrupa, turkleri iyi tanidigi icin asla guven duymaz. Komprador somurgeci turk burjuvazisinin temsilcisi olan, Mustafa Kemal ordu icinde komplo askeri zorla iktidara geldigi icin, siddet TC'nin ana felsefesi olmustur. Mustafa Kemal anti emperyalist degil, sadik bir usagi, dengelere gore tavir degistiren bir saklavandir. M. Kemal'in potresini kisaca belirtmek gerekirse:1. Dunya Paylasim Savasinda, Anadolu iskal altindadir. Osmanli ordusu, gucu bir kac parcaya bolunmustur. Sovyetlerde ki devrimci iktidar degisikliginin'de etkisiyle halk Anadolu'da cete orgutlemeleriyle iskale karsi savasmaktadir.Tabi iskalde cikari olmayan burjuvalar'da iskali kirmaya iliskin arayisini surdurmektedir. Butun bu gelismeleri yakinen goren, yasayan M. Kemal, sovyet yanlisi gorunup,Lenin tarafindan gonderilen Albay Semen Budeni ile gorustukten sonra tam destek alir. Zaten sovyetler birligi uluslar arasi gucler tarafinda gittikce zorlanmakta oldugu icin kullanabilecegi veya kullanmazsa bile dusman olmamalari icin herkesle yogun bir iliski agini olusturma ugrasindadir.Boylece M. Kemal'in iktidar olma yolu acilir. Karadenizde Rumlara karsi savasan Laz ceteleriyle iliski kurar, Topal Osman'nin sayesinde 23 Temuz 1919'da Erzurum kongresini toplar. Asiret reisleri, Seyhler, Seyitler, subaylar, milletvekili vb.milli duygularina hitap ederek, Kongreyi toplar. Gercek fikrini hic birine acmayan ve onlari tek tek yokladiktan sonra, avini yakalamis bir avci gibi herkesi rahatca isini bitirebilecegi yerlere yerlestirir.Asil goruslerini sir gibi saklayan M.Kemal, onlarla hem fikir oldugu goruntusu, oyle olmadigi daha sonra ortaya cikar. Kendine bagli ekibini'de goclendirmeyi ihmal etmeyen bu alcak, benzer bir kongreyi de ayni vaatlerle 4 Eylul 1919'da Sivas'ta toplayarak Kürtistan cephesini saglama aldiktan sonra, Kazim Karabekiri bu Cephenin basina getiririr. Ikiye bolunen Osmanli ordusu gecmise dayali cikar,kariyer, intikam celiskileri sonucu bir kismi iskale karsi cikar. Ayric icinde komunistlerinde bulundugu Kuvay-i Milliye diye adlandirilan halk milisleri'de iskale karsi savasmaktadir. Bu hengame icinde ve Ankara'nin disinda hic bir onemi olmayan, TBMM 1920'de ilan edilir. Hemen duzenli ordu olusturamayan M. Kemal Kuvayi-Milliye'yi kullanarak cete savasiyla tam bir duygu tucarligiyla bu donemi idare eder. Keza bastirilan isyanlardan dolayi Cerkez Ethem bir koylu halk isyancisi olarak, cevresine yuzlerce koylu kuvetleri toplayarak direnise gecer; 15 Mayis 1919'da Salihli cephsinde Yunan kuvvetlerinin yuruyusunu durdurur. Daha bir cok cephede son derece basarili bir savas yuruten Cerkez Ethem'e su ovguleri dizen M. Kemal: "Basarilari ve hizmetleri kurtulus tarihimizde en parlak satirlari iskal edecektir" Iste bu sozlerin sahibi M. Kemal, kisa bir sore sonra C. Ethemi ajanlikla, hainlikla itham ederek bir komployla katleder. "Ankara'ya cagrilan Cerkez Ethem; M. Kemal, Inonu, F. Cakmak tarfindan buyuk bir ilgi ile karisilanir. (Politik oyunlarin bilincinde olmamasi kullanilmasina sebep olur.) Buyuk ovguler dizilir ve bu (yozgat, Sivas Tokat,vb.) isyani'da bastirmasi istenir.Ancak Cerkez Ethem, burada savasin esas olarak Kuvayi-Milliye'nin omuzlari uzerinde yukseldigini anlar. Digerlerinin degil cephede bir zafer kazanmak, cephe gerisindeki isyanlari bile bastirmaktan aciz olduklarini gorur. Ethem, kendilerinden, cepheden donusune kadar yerinin doldurulmasini ister ve yerine Fevzi Cakmak gecici olarak gonderiliri. Ethem, 23 Haziran 192O'de bu isyanlari'da bastirir. Mahkemeler kurulur ve suclular cezalandirilmaya baslanir. Iste bu ana kadar bir milli kahraman olan Cerkez Ethem, bu olaydan sonra hizla Ankara'nin gozunde bir asi durumuna duser. Nedeni, suclu bulundugu icin Ankara Valisi Yahya Galip'le birlikte, Yozgat Kaymakami'da yargilamak istemesidir. Cunku isyanin cikarilmasi ile birlikte gizli bir cok daleverenin oldugunu ogrenen Cerkez Ethem. Bunlarin M. Kemal'in onemli kadrolari oldugunu,ona dayandiklarini ogrenince ciddi bir komplo hazirligi oldugunu fark eder, ve kuvvetleriyle Eskisehire doner. Bu olay M. Kemal'de Kuvayi-Milliyenin ilerde basina sorun acacagi endisesine neden olur; dolayisiyla hizla Kuvayi-Milliye'yi tasfiye ederek, duzenli ordunun olusumuna girisir. Diger bir husus'sa M. Kemal'in pratik uygulamalarina sahit olanlar, gittikce ondan uzaklasarak bir araya gelenlerdir. Bunun en acik ornegi 1920'lerde Ekim Devriminden etkilenen aydin, kucuk rutbeli subaylarin, memurlarin olusturdugu demokratik bir koylu hareketi olan, Yesil Ordudur. Yesil Ordunun gizli teskilatlanmasi Kuvayi-Milliyecilige dayanir, anti M. Kemal olan bu hareket, bir cok insanla beraber Cerkes Ethem'de icinde yer almasiyla bu hareket kitleseleserek gelisir. Durumun tehlikesini goren M. Kemal kendi adamlari olan Celal Bayar, Adnan Adivar, Hakki Bahic, Yunus Nadi gibi kisiliksizleri yesil ordunun bozguna ugratilmasi icin yerlestirilir.Yesil Ordunun dagitmis oldugu bir bildiri M. Kemal'in eline gecer ve bildiride bir pasajda soyle denilmekte:"Eski dunya, birkac zenginin, milyonlarca insanin aclik ve sefaletine karsi kendi rahatliklarini temin etmlerinden baska bir sey degildir. Allah insanlari hep esit yaratmistir. Sizi fukara, cahil yapan bu zalim adamlarin serrinden kurtulmak icin basinizi biraz kaldiriniz. Sesinizi yukseltiniz. Onlardan korkmayiniz." diyerek reaksiyonlarini ortaya koyarlar. Bu durum karsisina adeta kuduran M. Kemal, icine yerlestirmis oldugu adamlari vasitasiyla bu hareketin tasfiyesini ister ve hemen kapatarak hakinda sorusturma acar. Fakat Cerkez Ethem henuz disardadir. Ayrica Sovyet devrimine sempati duyan, etkilenen Anadolu halklari, M. Kemali telaslandiran diger bir etkendir. Bu telasini sahte bir TKP'yi olusturarak, mevcut semptiyi tam bir iki yuzlulukle kendi cikarlari dogrultusunda kullanir. TKP kurucularindan Kilic Ali, hatiralarinda M. Kemal'in goruslerini soyle izah eder: "Bolsevik propagandalari gittikce ehemmiyetimizi tehlikelendiryordu. Dogrudan sinirlarimiza girmek tehlikesini gosteren bu ceryani artik onlemek lazim geliyordu." Ceryani kanuni yollarla, siddetli harektlerle onlemek o gunun harici politikasina uygun degildi. Fakat vaziyeti ehemiyetle takib eden Mustafa Kemal Pasa, buna da care bulmakta gecikmedi. Butun bu hareketlere cevaben: "Biz haricten gelecek herhangi bir telkine uyarak degil, fakat kendi bunyemizi gozonune alarak icab ediyorsa firkayi (partiyi) kendimiz kurabiliriz dedi. Ve cok gecmeden, bu muvazaa tertibi olarak, ben de dahil oldugum halde,Hakki Bahic (eski Maliye Vekili) Ihsan (Bahriye Vekili), Refik Koraltan (Mebus), Sureyya Yigit (Mebus) Beylerden bir Heyeti Merkeziye teskil ettiler. Hakki Behic Bey, Katibi Umumi oldu. Parti Hakimiyet-i Milliye matbaasinda kucuk bir odada ise basladi. Hatta o sirada Moskova sefiri tayin edilmis olan Ali Fuat Pasaya tarafimizdan bir de komunist talimatnamesi verildi." "Tesekkulumuz bir muddet yasayarak kendisinden beklenilen gayeyi temin ettikten sonra, kendi kendini kapattir." Celal Bayar, Dr. Tevfik Rustu Aras, Adnan Adivar, Yunus Nadi de aktif kadrolarindadir. Ali Fuat Cebesoy, bu partiyi Komuntern'e uye yapabilmek icin temsilci olarak Moskovaya yollanmistir. Kendisi ayrica Moskova elcisidir.Ancak komuntern bu parti yerine Mustafa Suphilerin TKP'sini taniyinca, bu defa M. Suphinin TKP sini ele gecirmek icin komplo hareketine agirlik verirler. Ve basarilida olurlar. Lenin'in turkiye'ye iliskin yanlis yaklasimlari ve telkinleri sonucu M. Suphi, M. Kemal'in sahtekarliklarinin alabildigine boyutlu oldugunu ya onemsemez, yada yeterince kavrayamaz, iliskiden yana olur. Bu durumu firsat bilen M. Kemal derhal Ali Fuat'la beraber Tevfik Rustu, gorevlendirerek, M. Suphiyi turkiye'ye getirmek icin Moskova'ya gonderir, Komuntern uyesi TKP'nin kemalist TKP'ye donusturulmesi icin M. Suphi'nin katl edilmesi lazim. M. Kemal bu igrenc emeline ulasmasi icin her yontemi dener. M. Suphi'ye TBMM Baskanligi adina 21 Agostos 1920 tarihinde Turkiye'ye gelmesi icin bir mektup illetir. Bu cagri uzerine M. Suphi ve arkadaslari ulkeye doner.M. Kemal hain planini gerceklestirmek icin; kara yolu degil deniz yoluyla gelmeleri icin bir telgraf Erzurum'a, bir tanede Trabzon'a ceker. Telgraflar, M.Suphilerin katl edilmesi emrini vermektedir. Kayikci Yahya (ki, ayni zamanda Trabzon Mudafaa-i Hukuk Cemiyeti uyesidir.) ve adamlari katliami yapmak icin gorevledirilir. M. Kemal'in planladigi bicimde; 28-29 Ocak 1921 gecesi M. Suphi esi ve ondort yoldasi alcakca katledilir. Imha planin gerceklesmesinden sonra, TKP gercekten de komintern icerisinde kemalist hareketin savunmasini yapar. Ornegin;1 Temuz 1924'deki Komintern 5. Kongresinin 22 oturumunda Turkiye delegesi olarak konusan Sefik Husnudur. Keza ayni TKP, Ulusal demokratik ve ozerklik haklari icin M. Kemal'in sahtekar, iki yuzlu politikalarina karsi cikan, 1925, 1930, 1938 Kürt Ulusal Isyanlarini, ve onderlerini bin bir iftra ile gerici gostererek, bastirilmasini, ve katliamini Komintern'de bile savunmasi TKP, Aydinlik, IP, ve benzer Turk solcularinin sabikali, saibeli kimlikleri hakkinda yeterli bir kanittir. Iste M. Kemal'in gercek yuzu budur, kendi icinde, disinda ve denetiminde olmayan, butun anti iskalci, ilerici ve demokratik kisi ve hareketleri sadece bu diktator bozuntusuna karsi ciktiklari icin sonlari boyle olmustur. M. Kemal, bosuna Ermeniler,Kürtler Rumlar, Asuriler vb. sahsinda halklarin bas katili, olarak telaki edilmemistir. Kisacasi M.Kemal teskilatini tam oturtuktan sonra iskale karsi cikan butun demokratik,ilerici kisi ve kurumlari, ortada kaldirmayi daha uygun gormustur. Cerkez Ethemi'in basarilarindan dolayi onu oldurmekten cok, halkin gozunde dusurulmesi esas alinir. Tabi M. Kemal'in Cerkez Etheme iliskin bir cok komplusu bosa cikar. Son olarak, TC'nin "sanli" Inonu "zaferi" diye gecen olay, aslinda Cerkez Etheme karsi gelisir, Cerkez Ethem'e buyuk bir ordu gucu ile saldiran Inonu, onu Yunanistan sinirina dogru sikistirir. Caresizlik icinde kalan Cerkez Ethem, Yunan kuvvetlerine siginmak zorunda kalinca, Turk yoneticileri "hain kahraman kuvvetlerimize dayanmayarak yunanistana sigindi"diyecek kadar karektersiz ve asagilik oldugunu belirtyordu. sahte TKP'nin gizli ve sahte kurucusu M. Kemal'de yukarda aktarilan mantigin on kat cirkin versiyonlari bir cok makaleler'de dile getirilmektedir. Esas konumuz olmadigi icin ozet biciminde gecmek zorunda kaldik. Zaten turk solunun bu gunku vaziyeti eskiyi'de aratmamaktadir...M. Kemal'in turanci siyasetini, Cumhurriyetini bir cok sevyede Kürtlere pazarlamaya calisanlar, artik butun yedek lastiklerinide devreye sokarak tam sonuc alma asamasina gelmis gibiler. Mihri Beli, Yalcin Kucuk, Dogu Perincek, Sarp Koray, bunlardan bir kacidir. Peki, M. Kemal ve onun Cumhurriyetinden nefret edenlere, Kürtlere; onu yeniden benimsetmeye calisan Kürtleri nereye oturtacagiz..?Osmanli'dan devr alinan bu komplonun ozu: kardesi, oglu, babayi bir birine bogduran, saray ici ve disi komplolarla pis, kirli bir gelenegin surdurucusu olan TC. ve onun kafa tasci yoneticilerin, sembollerini Kürtlere sempatik, saygin gostermeye calisanlar; ya bastirilmis, satin alinmis,caresiz, iradesiz kara cahillerdir, yada gayet bilincli bir yeni ihaleyle, bir kac kirinti karsiliginda 8O yil daha Kürtu somurge, kole kontratiyla, hayatini garantiye alma karsiliginda, devletin maasli memurlari olmaya aday olanlardir. Hic kimsenin mazlum Kürt milletini, Turkiyelilik ust kimligi adi altinda, katillerin inisiyatifinde yasamak mecburiyetinde birakmaya hakki yoktur. Bu Kürtlere agir bir hakarettir. Ancak her millet, Ulus kendi Bayragi altinda ve kimligiyle yasama hakina sahiptir. Butun dunya Uluslari, halklari icin savunulan, gecerli olanlar neden KürtLER icin gecersiz oluyor? farkli savunulyor.? ostelik gene Kürtleri kullanarak.! Kesinlikle ne pahasina olursa olsun bu oyun bozulmalidir... Kaldi ki, Adaletli bir referandum olsa, satilmislarin disinda hic bir Kürt turklerle birlikte yasamak bile istemez. Dunya'yi yoneten devletlerin teskil ettigi Birlesmis Milletler'in Programindan da mevcut olan Uluslarin Kendi Kaderini Kendilerinin Tayin etmesi, ilkesi Yillarca Kürtler adina savas yuruten bir orgutun kayitsiz, sartsiz istemi olmamasi tek kelimeyle faciyadir. Saygilarimla