donderdag 27 november 2008

Panele Davet



FREE KURDISTAN FORUM

Panele Davet 

Meslektaşımız, İHD Tatvan Temsilcisi, DEP İlçe Başkanı Av.Şevket EPÖZDEMİR’in Katledişinin 15.Yıldönümü Anısına Düzenleyeceğimiz Panele Sizleri de Aramızda Görmekten Onur Duyarız.               
 Mezher YÜREK
Bitlis Baro Başkanı 

Panel: Yaşam Hakkı Ve Demokrasi Paneli. 
Panelistler:  
Akın BİRDAL (Milletvekili)
Mehdi PERİNÇEK (İHD Doğu ve G.Doğu Bölge Temsilcisi) 
Av.Hikmet EPÖZDEMİR (Aileden)
Av.Mezher YÜREK (Baro Başkanı)
Yer: Tatvan Kardelen Oteli 
Tarih: 30.11.2008 
Saat: 12.00 
İrtibat Tlf. (Cep): 0532 353 1367
Fax: 434 226 3723 

FREE KURDISTAN FORUM
=========================================






FREE  KURDISTAN FORUM
















FREE  KURDISTAN FORUM

 




Panele Davet
 



Meslektaşımız, İHD Tatvan Temsilcisi, DEP İlçe
Başkanı Av.Şevket EPÖZDEMİR’in Katledişinin
15.Yıldönümü Anısına Düzenleyeceğimiz Panele Sizleri
de Aramızda Görmekten Onur Duyarız.              
 




 Mezher YÜREK


Bitlis
Baro Başkanı
 

 




Panel:

Yaşam Hakkı Ve
Demokrasi Paneli. 



Panelistler:  


Akın BİRDAL (Milletvekili)


Mehdi
PERİNÇEK (İHD Doğu ve G.Doğu Bölge Temsilcisi) 

Av.Hikmet EPÖZDEMİR (Aileden)


Av.Mezher
YÜREK (Baro Başkanı)




Yer:

Tatvan
Kardelen Oteli 



Tarih:

30.11.2008 



Saat:

12.00 



İrtibat Tlf. (Cep):

0532 353 1367




Fax:

434 226 3723 






FREE  KURDISTAN FORUM












maandag 24 november 2008

AYHAN BİLGEN

Sünnilerin devletle ilişkilerindeki çarpıklığı gidermenin yolu, benzer bir kurumsallaşmayı Aleviler için de gerçekleştirmekten geçmez. Alevileri tanımaya yönelik açılımlar elbette zorunluluktur. Ancak bunun yolunu dedelere maaş ya da cem evlerine akreditasyon ekseninde çözmek bir Alevi açılımı değil olsa olsa Alevilere çalım atma girişimidir.

Söz konusu paketin uygulanabilirliği de kabul edilebilirliği de ciddi sorunlar içermektedir. Her bayram öncesi Adana’da mezarlıkta Kuran okuyarak para kazananları sınav yapan müftülük gibi, Alevi dedelerini de sınavdan mı geçireceğiz? On iki imamı sayıp sayamadıklarına göre mi yoksa İslam’ın şartlarını bilip bilmediklerine göre mi maaşa bağlayacağız? İnanca dair hizmetlerin mümkün olduğunca devlet ve iktidarın kontrol alanı dışına çıkartmak gerekirken, tersi bir süreci Aleviler için de inşa etmeye çalışmak, Aleviliğe vurulacak önemli bir darbedir.

Cem evlerinin statüsü ile ilgili sorunun aşılmasında da benzer bir yaklaşım gelişebilir. Cem evlerinin ‘siyasi’ ya da ‘bölücü’ faaliyetlere alet edilmemesi şartı ile mi bir tanıma mekanizması geliştireceğiz? Bu gün camiler ve cami görevlileri üzerindeki devlet kontrolü çok matrak bir durum muş gibi benzer mekanizmayı Aleviler için de tekrarlamaya çalışmak, din-devlet-toplum ilişkilerinde ki çarpıklığı iyice içinden çıkılmaz hale getirmektir.

Mevcut Diyanet İşleri Başkanlığının yapısını tartışmaya açmak yerine Aleviler için de bir birim oluşturulmasını savunmak, eşitlikçi olmayan yapının meşrulaştırılmasına hizmet edecektir. Bütün Sünnileri tek tipleştirme amacına şimdi Alevileri de katmak ne Aleviler için ne de Türkiye için bir iyilik değildir. Farklılıkların korunabileceği, özgürlükçü ve eşitlikçi bir yeniden yapılanmaya ihtiyaç varken, bir Alevi anlayışını esas alan akreditasyon süreçlerinin önünü açmak, bin yıllarla ortaya çıkan birikimi bir kanala akıtarak kontrol altına alma çabasıdır. İç Anadolu’daki Alevilikle Kürt Aleviliğini Akdeniz’deki ile Hatay’da kini bir potada eritmeye kalkmak kelimenin tam anlamı ile kültür katliamıdır. Sivil ve toplumsal alana ait olan değerleri devletin kontrol alanı içine çekmek bir kültürü zenginleştirmek bir yana yozlaştırır.

Kimi Alevi örgütleri Sünnilere öykünen talepleri kabul ettirerek, kendileri için bir alan açabilirler, mali kaynak ve statü elde edebilirler ama bu Alevi kültürünün yaşatılmasına olumlu katkı sağlamayacaktır. Aleviler içindeki çeşitliliği ve çoğulculuğu öldüren, ortadan kaldıran hiçbir devlet desteğine sıcak bakmamak gerekir. Ön plana çıkartılacak olan örgüt ya da Alevlilik hangi tercihe dayalı olursa olsun reddedilmelidir. Kaldı ki hangi anlayışın tercih edileceğini tahmin etmek zor olmasa gerekir. Sünnilerin Cumhuriyet boyunca devletle girdiği ilişkiyi biraz olsun tarafsız okuduğunuzda Aleviler için öngörülen çözümün neye mal olacağını da kolayca kestirebilirsiniz.

Radikal Aleviliğe karşı ılımlı Alevilik, politik Aleviliğe karşı kültürel Alevilik arayışları para ve statü ilişkileri ile birlikte tartışılmaya başlanacaktır. Alevi değerlerini farklılıkları ile birlikte yaşatan bir model ve çözüm önerisi geliştirilmediği müddetçe, atılacak her adım Alevileri, resmi ideolojiye angaje etme niyetlerine katkı sağlayacaktır. Alevilerin gerçekten demokratik bir laiklik konusunda ısrarlı davranması gerekirken, mevcut çarpık laiklik uygulamalarından pay kapma çabaları ortaklaştırılacak demokratikleşme çabaları için de sabote edici bir rol oynayacaktır. Mevcut laikliğin mağdurlarının tümünü kuşatan bir demokratikleşme, milliyetçiliğin tek tipleştirdiği alanlar için de önemli bir dönüm noktası olacaktır. Aleviler Kürt sorununun nesrinde durmayı tercih ediyorlarsa, devlet karşısında ki konumları da ona göre şekillenecektir. Uzun lafın kısası ya koltuk değneği rolünü pekiştiren bir süreç ya da gerçek bir demokratikleşme için cesaretle adım atmak, Alevilerin önünde net bir yol ayrımı olarak durmaktadır.

SONGÜL BEYAZGÜL

Kürt Kadın Özgürlük Hareketi, tüm bileşenleriyle; dağlarda, şehirlerde, Kürdistan’ın dört parçasında ve yurtdışında, bu yılın, 25 Kasım Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele ve Dayanışma gününü bir kampanya ile karşılayacağını ilan etti. “Kadınız, kimsenin namusu değiliz, namusumuz özgürlüğümüzdür” adıyla başlayan kampanya ile Kürt kadınları kaynağını toplumsal cinsiyetçilikten alan namus anlayışı ve tanımına, ondan kaynaklanan tüm şiddet biçimlerine ve cinayetlere karşı savaş açtıklarını da beyan ettiler.

Ama ne yazık ki, kampanyanın ilanı ve haberleri ile kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddet haberleri aynı gazete sayfalarında, aynı internet sitelerinde, aynı televizyonlarda birlikte yer aldı. Çünkü kanun buydu. Katliamların olması, şiddetin varlığı ve kadına karşı geleneksel egemen bakış açılarının varlığı, zaten buna karşı mücadele etme mekanizmalarının da var olma nedeniydi.

Bu yılın başından beri ne kadar kadının kaba fiziksel şiddete uğradığını, kaç kadının cinsel taciz ve tecavüz kurbanı olduğunu, kaç kadının töre ve namus adına katledildiğini, kaç kadının ruhunda ve bedeninde çizikler ve kırılmalar yaşandığını ve bu kadınların profillerinin nasıl olduğunu yazmaya kalkarsam, köşemin buna yetmeyeceğini biliyorum. Aslolan şiddet kurbanı kadınların isimleri, nerede yaşadıkları, eğitim düzeylerinin ne olduğu, ne iş yaptıkları değildir.

Hepimizin ruhları ve bedenleri erkek egemenliğinin durmak bilmeyen saldırılarından yaralı. Bu şiddeti hissetmek için ille de bir erkekle birlikte yaşamı bir eş olarak paylaşmak veya aynı aile içinde yaşamak gerekmiyor. Birlikte çalıştığınız bir arkadışınız, hiç tanımadığınız ve sokakta karşılaştığınız bir adam, aynı amaçlar için yola çıktığınız yoldaşlarınız, kısacası erkekliğiyle sorunu olmayan ve ona leke kondurmayan, oldukça sorunlu bir yapı olan erkekliğini sorgulama gereği bile duymayan her erkek size bu durumu zaten yaşatıyor. Hani sözde kadın hakları adına yola çıkmış ve bu konuda oldukça radikal yaklaşan bazı kadınlarda, şiddeti yaşayan, özgürleşme sorunu olan karşılarındaki hedef kadın kitlesidir ya. Bu nedenle söyleme gereği duyuyorum ki, hepimiz bu şiddet sarmalının içindeyiz. Kimilerimizin buna daha gözle görülür, kimilerinin daha az veya görünmez bir şekilde maruz kalması bunu değiştirmiyor. Kocalarımız olmasa bile şiddet bizim bir parçamız. Çünkü şiddet olgusunu üreten erkeklik mekanizmasının ya işyerinde, ya evinde, ya devlet, ya siyaset veya iktidar mekanizması içindeyiz. Onlarla aynı havayı soluyoruz.

Erkekliğin olduğu her yerde, mülkleştirme, iktidarcılık, şiddetin envayi türü ile kadınları kontrol altında tutma, kadın bedeni ve ruhu üzerinde tam bir işgal harekatı geliştirme vardır. Mekan, zaman, ideolojik bakış açısı ne olursa olsun bu değişmez. Bu nedenle kadınları döven, onların ruhlarını bir daha onarılmamacasına yaralayan, onları namus, aşk, kıskançlık ve töre adına öldüren erkeklerin içinde, çobanlar da, öğretmenler de, bilim insanları da, askerler de, sanatçılar da, yazarlar da, kendisine devrimci-demokrat diyenler de vardır. Tarihin en eski ezilen ulusu ve sınıfı kadınların karşısında, böyle ezen bir erkek ulus vardır. Kadına birçok cepheden savaş açmış bu egemen sistemin karşısında, yapılabilecek tek şey, kadın özgürlüğü ilkesi etrafında ortak mücadele yürütülmesidir. Kadınların dünyanın birçok alanında bu amaçla gerçekleştirdiği birliktelikler bu nedenle çok anlamlıdır. Bu işin genel boyutudur. Evrensel boyutlu mücadele, yerele indirgenmezse, sadece sloganik bir söylemden ibaret olur. Bu nedenle Kürt kadınlarının hem diğer kadınlarla ortak çabalar içinde olup, hem de kendi sloganlarıyla, kendi gerçekliklerinde yaşanan sömürü biçimlerine karşı somut müdahale ve mücadele alanları yaratmaları en doğru olandır.

Biz Kürt kadınları sadece Kürt olmamızdan kaynaklı değil, aynı zamanda da kadın olmamızdan kaynaklı bir cenderedeyiz. Bize yaşatılan cehennem azabının failleri ister devlet, ister koca, ister baba, ister arkadaş olsun yapmamız gereken, kendimizi mülk olmaktan kurtarmak, kaynağına kadın bedeni ve cinselliğinin oturtulduğu namus kapanına karşı savaşmaktır. Her tür kadın katliamını meşrulaştıran sözde “namus” adı verilen ve koca bir namussuzluktan ibaret bu yargıyı kırmaktır. Kadına söz, karar, irade olma hakkını tanımayan erkek eksenli her tür alanda kadın kimliği ve duruşuyla irade olmak, söz söylemek ve karar sahibi olmaktır. Aksi halde yine kadınlar öldürülecek, yine kadınlar her tür şiddetle karşı karşıya kalacak, yine erkek egemenliğinin yaratımı savaş, sömürü, açlık, çocuk istismarı sürecek, kadınların bedenleri pazarlanacak, erken evlilik, berdel, başlık parası ile kadınlar ölümün başka bir çeşidini yaşayacaklar. Ne öyle, ne de böyle KADINLAR ÖLMESİN…

maandag 17 november 2008

Cigerxwîn ya da Cegerxwîn

Cigerxwîn ya da Cegerxwîn (d. 1903 Mardin, Osmanlı İmparatorluğu; ö. 22 Ekim 1984 Stockholm, İsveç), Kürt şair, yazar ve tarihçi.

HAYATI

Cigerxwîn 1903 yılında Mardin'e bağlı Hesar Köyü'nde dünyaya gelmiştir. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması sonucu ailesi ile birlikte Suriye'de bulunan Amude şehrine kaçmıştır. Daha sonra bu ülkede 1921'de İlahiyat Fakültesi'ni bitirerek din görevlisi olarak hizmet etmiştir.

1946 yılında Kamışlı'ya geçen Cigerxwîn burada aktif politikaya atıldı. Aynı yıl Civata Azadî û Yekîtiya Kurd (Kürt Birliği ve Barış) adlı siyasi yapılanmanın başına getirildi. Kendisi 1948 tarihinde Suriye Komünist Partisi 'ne üye oldu. Altı yıl sonra Suriye Parlamentosu'na girebilmek için bu partiden mebus adaylığını ilan etti. 1957'de partisinden ayrılarak daha önce kurmuş olduğu Azadi (Özgürlük) örgütündeki kişilerle birlikte Suriye Kürt Demokrasi Partisi'ni kurdu. 1963 yılında siyasi düşüncelerinden ötürü Şam'da tutuklandı.

1969 yılında Kuzey Irak'a giderek orada bulunan Mustafa Barzani'nin ayaklanmasına destek verdi. 1973'te ise Lübnan'a geçerek şiir derlemeleri olan Kîme Ez? (Kimim ben?)'i yayımladı. 1976 yılında gizlice Suriye'ye giderek üç yıl boyunca İsveç'e kaçış planını hazırladı. Stockholm'e geldiğinde 76 yaşına giren Cigerxwîn burada diğer eserlerini yayımlamaya başladı. 81 yaşında burada hayatını kaybeden şairin cenazesi daha sonra Kamışlı'da defnedildi.

ŞİİRLERİ

Diwan Dîwana yekem: Prîsk û Pêtî, 1945 Şam.
Diwan Dîwana diwem: Sewra Azadî, 1954 Şam.
Diwan Dîwana siyem: Kîme Ez? , 1973 Beyrut.
Diwan Dîwana çarem: Ronak, Roja Nû Yayınevi, 1980 Stockholm.
Diwan Dîwana pêncem: Zend-Avista, Roja Nû Yayınevi, 1981 Stockholm.
Diwan Dîwana şeşem: Şefeq, Roja Nû Yayınevi, 1982 Stockholm.
Diwan Dîwana heftem: Hêvî, Roja Nû Yayınevi, 1983 Stockholm.



Yengeç Uçamaz

Yükseldi doğan göğe
Etrafında birkaç yengeçle.
Toz dumana karışınca
Bıraktı yengeçler kendilerini aşağıya,
Yürekte korkuyla ve yakınmayla.
Dönerek yalpalaya yalpalaya
Bu ahmak yengeçler
Bir bataklığa düştüler.
Kıskanıp haset ettiler
O güçlü doğana,
Tükürmek için ona
Kaldırdılar başlarını.
Doğan yücelerde uçardı,
Geri döndü tükürükleri kendilerine.
Sonra bu beceriksiz yengeçler
Aslanın yanına gittiler.
“Ey yüce aslan” dediler
“Doğanı şikayete geldik sana.
Sensin karaların ve suların şahı
Ama senden önce almış o bu şanı.
Her yere ulaşabiliyor o doğan.
Sen neden uçmuyorsun ki”
O bunamış yaşlı aslan sordu:
“Deyin: var mıdır bunun bir önlemi? ”
Yengeçler dedi ki: “Dağlara çıkalım
Biz de güçlü olalım”
Çıktılar yassı kayalara ve doruklara.
Vardılar doğan kuşunun yuvasına.
Aslan dedi ki: “ey sivri kuyruklu doğan
Nasıl uçarım ben? ”
Doğan dedi ki: “Efendim, üç taklayla
Bırakacaksınız kendinizi aşağı.
Ardınızda duran bu yengeçleri de
Geçirin pençelerinize,
Aşağıya indiğinizde
Tarumar olmayasınız.
O kafasız yengeçler
Başladılar ağlamaya:
”Uçamayız bizler,”
Koca kafalı yaşlı aslan
Dedi ki: “niçin ağlaşırsınız?
Bu yassı kayalar ve taşlar nedir ki
Hemencecik ineriz aşağıya”.
“Adam gibi tutunun” diyen aslanın
pençelerine düştü yengeçler.
Yaralı ve dertli gönülleriyle
Yukardan düştüler boşluğa.
Çark gibi dönerek sonra,
Düştüler yere, oldular mevta.
Leş yiyen kuşlar yedi cesetlerini,
Gagalarıyla çullandılar üzerlerine.
Bu zavallı yengeçler
Doğan olabilir mi hiç?
İçerler halkın kanını,
Ölüme giderken sürüklerler yanlarında aslanları.
Ey kara yürekli kıskanç
Doğan kuşunun gücü ve yüreği yoksa sende,
Alnın açık olamaz senin,
O cılız ve kör gönülle
Çıkamazsın yücelere.
Ey kötü yürekli! Tükürmeye çalışırsan doğana
Döner tükürüğün sana,
Düşer gözünün çatısına.
Budur Cegerxwîn’in doğru sözleri
Demeyin olmuş bu adam deli.

(1954)

Cegerxwîn (1903-1984)
Kürtçe’den çeviren: İsmail Haydar Aksoy

Çevirenin notu: 20.yüzyılın en büyük Kürt şairlerinden olan Cegerxwîn’in gerçek adı Sêxmus’dur. 1903 yılında bugün Türkiye sınırları içinde bulunan Hesarê köyünde doğmuştur. Cegerxwîn, dertli (ciğeri kanla dolmuş) anlamına gelmektedir. Kendisinin söylediği gibi, Kürtlerin uğradığı haksızlıklar ve karşılaştıkları sorunlar yüzünden Cegerxwîn olmuştur. Diyarbakır’daki 1925 yılındaki isyana da katılmıştı Cegerxwîn. İlk şiir kitabı 1945 yılında yayınlandı. Cegerxwîn’in bir çok şiir kitabının yanı sıra, Kürt dili üzerine bir sözlüğüyle Kürtlerin tarihi ve folkloru hakkında da kitapları bulunmaktadır. 1979 yılında İsveç’e taşınmış ve burada 1984 yılında ölmüştür. Cegerxwîn’den “Yengeç Uçamaz” adıyla yaptığım bu çeviriyi, Kürt halkına karşı gerçek birer yengeç olmuş Prof.Dr. Yalçın Küçük’e ve Doğu Perinçek’e ithaf ediyorum.


Olüm nereden ve nasıl gelirse gelsin,
savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa
ve silahlarımız elden ele geçecekse
ve başkaları yeni savaş ve zafer naralarıyla
ve de mitralyöz sesleriyle
cenazelerimize ağıt yakacaksa,
hoş geldi safa geldi.

Ali Ertem-

Türkiye’de anti-semitizm

Ali Ertem

Eğer ki, bu bağlamda bir de Türkiye’nin konumuna, toplumsal yargılarına, doğrusu önyargılarına göz atacak olursak, durumun hiçte iç açıcı olamadığı rahatlıkla görüle bilir. Her ne kadar TC, kendini dünya kamuoyuna büyük “Yahudi kurtarıcısı” olarak lanse etse de, tarihi gerçekler, şişirme propagandadan daha farklı bir dil konuşmaktadır. Türkiye’de yaşayan Yahudi azınlık, bol vergi verdiği ve hiç hak iddia etmediği sürece tahammül edilir bir “gâvur” ya da “yabancı” olarak kabul görmüştür. Halbuki, hem Osmanlı hem de TC, ülkenin modernizasyonu için daima Yahudi sanatkarlara, bilim adamlarına ticaret uzmanlarına ihtiyaç duymuştur. Buna rağmen anti-semitizm hep var olagelmiş ve özellikle de cumhuriyet Türkiye’si, Yahudi halkı için riskli bir ülke olmuştur. Sahte Yahudi dostluğu, Yahudi azınlık üzerindeki baskının, şantajın, bir başka ifadeyle anti-semitizmin maskelenmesi için bir araç olmuştur.

Nazi faşizminin iktidara gelmesi, temeli soykırım üzerine inşa edilmiş TC’ni bir hayli cesaretlendirmiştir. Tam da o döneme Tekabül eden uygulamalar TC devletinin hem fırsatçı karakterinin, hem anti-semit duruşunun anlaşılması bakımından üzerinde kısa da olsa durmaya değer.

1934 yılında Trakya’da Yahudilere dönük provokasyon girişimleri sonucu 15 bine yakın Yahudi’nin evlerini terk ederek İstanbul’a ve Filistin’e kaçması, unutulmaması gereken bir örnek oluşturuyor.

Trakya’da süt endüstrisi ve mandarcılıkla geçinen Yahudi toplumuna yönelik anti-semit kampanyayı başlatan Cevat Rifat Atılhan, Nazi Almanya’sında Julius Streicher’in yanında siyasi eğitim görmüş, İstanbul’a döndüğünde Milli İnkılâp Dergisi’ni çıkarmaya başlamıştı. Yazdığı yazılarla Yahudi düşmanlığını harekete geçiren Atılhan’ın, Yahudilerin sömürücü oldukları temasıyla başlattığı anti-semit kampanya kısa süre de provokatörlerin kışkırtmalarıyla saldırılara dönüştü.15 bine yakın Yahudi evlerini terk ederek İstanbul’a doğru kaçmaya başladı. Saldırılarda evler, iş yerleri yakılıp yağmalanıyor. İnsanlar dövülüyor, kadınların ırzına geçiliyordu. Olaylar sırasında bir de onbaşı öldü. Neden sonra ancak olayların 4. gününde Ankara müdahale etti ve görünürdeki bazı kışkırtıcıları tutuklattı.

Yine II. Dünya Savaşı öncesinde Nazi Almanya’sının zulmünden kaçan pek çok Yahudi Türkiye’ye göç etmekteydi. Bunların içinde kendi dallarında uzman bilim adamı ve sanatçılar da bulunmaktaydı. 1938’de Türkiye’ye dönük Avrupa’daki Yahudi göçünün önlenmesi için bir yasa tasarısı verildiyse de kabul edilmedi. Fakat özellikle siyaset bürokrasisi içinde Almancı eğilimin güçlenmesine koşut olarak hükümet Yahudi düşmanlığını resmi bir politika haline getirmenin işaretlerini vermeye başladı. Dönemin başbakanı Refik Saydam’ın emriyle ülkenin tek Resmi haber ajansı olan Anadolu Ajansı’nda çalışan 26 Musevi personelin isine son verildi. Bu arada ayni günlerde 6 Musevi genç Yahudiliği yaymak suçlamasıyla yargılanmaya başladı. Bu gençlerin evinde bulunan 700 kitaptan sadece 7 tanesi Siyonizm hakkındaydı.

Bu yıllarda Basın yayın organlarında Yahudileri aşağılayan, onları vurguncu, soyguncu, mal canlısı, paragöz olarak lanse eden “Mişon-Salamon” tiplemesi karikatürler ve haberler gazetelerin ana sayfalarına egemen oldu.

Aynı günlerde yaşanan „Struma Faciası“ gelişmelerin seyri hakkında ürkütücü bir manzara ortaya koymaktadır.

1941 yılının aralık ayında Nazi kontrolündeki Romanya Hükümeti ülkedeki Yahudileri toplamaya başlamış ve bu kırımdan kurtulmak için 769 Romen Yahudisi Köstence limanından „Struma“ adında eski ve bozuk bir gemiyle Karadeniz’e açılmıştı. Gemi 11 Aralık 1941 tarihinde İstanbul/Sarayburnu açıklarında arızalandığında Yahudiler, Türk hükümetine Filistin’e gitme taleplerini iletti. Ancak Türkiye ne geminin geçişine ne de karaya çıkmalarına izin vermedi. Boğazlar Sözleşmesine aykırı biçimde geminin boğazlardan geçişinin engellenmesi sonucu, yolcular 2,5 ay bir cüzamlı adası gibi denizde karantina altında tutuldular. Gemide bulaşıcı hastalık ve açlık baş göstermişti. İstanbul’daki Musevi cemaatinin ve Kızılay’ın gemiye ulaştırmaya çalıştıkları giyecek ve yiyecek yardımları bu insanların kaderini değiştirmeye yetmedi. Gemiden ancak birkaç nüfuzlu kişi çeşitli gerekçelerle karaya çıkmayı başarabildi.

24 Şubat 1942’de Gemi İstanbul limanından kovularak Karadeniz’e geri gönderildi. Gemi Karadeniz’deki savaş gemilerinden birinin gönderdiği torpil sonucu batarak 760 yolcusuyla birlikte sulara gömüldü. Yolculardan sadece bir kişi sağ olarak kurtuldu. Olayın duyulması üzerine bir açıklama yapan başbakan Refik Saydam sorunu bir cümleyle özetlemekteydi;

„Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekân olamaz."

1942 yılında çıkarılan “Varlık Vergisi”nin ekonomik olarak çökertmeyi hedeflediği toplumların başında gelenlerden biri de Yahudilerdi. Gerçek servetlerinin birkaç katı “vergi” ödemeyi mahkum edilen Yahudi tüccar, işadamı veya küçük esnafı bir gecede bütün mülklerini kaybettiler. Bu vergilendirmelerden “Muhtedi” ya da “Dönme” adı verilen Müslümanlığı seçmiş olan Musevi kökenli insanlar da nasiplerini aldılar. Düzenlemeye göre vergi borçlarını ödeyemeyenler yok pahasına bütün mülklerini kaybettikleri gibi, Erzurum Aşkale’de kurulan sorunlu çalışma kamplarına sevk edildiler. TC, Nazilerden örnek aldığı çalışma kamplarını yürürlüğe koymuş Rum, Yahudi, Ermeni vatandaşlarını ölüm kampları olarak tasarladığı yerlere göndermeye başlamıştı.

Nitekim Türk Devleti, İstanbul Emniyet Müdürü Haluk Nihat Pepeyi ve Azınlıklar Şube Müdürünü 1943 Şubat Ayında Almanya’ya göndererek, özel istekle Sachsenhausen Toplama kampını incelettirmişti. Savaş suçlusu olarak yargılanan kamp doktoru SS Dr. Heinz Baumkotter, mahkemesindeki ifadesine göre “Kampı ziyaret eden Türk heyeti, ülkelerinde de benzer kamplar yapmak istediklerini” belirtmişlerdi. Aynı günlerde yine Nazi Hükümetiyle yapılan görüşmeler sonucu soykırım suçlusu Talat Paşa’nın Berlin “Türk Şehitliği”nde bulunan mezarı açılarak, kemikleri Nazi armalı bir trenle İstanbul’a götürüldü. 1915 soykırımının baş sorumlularından Talat İstanbul’da gösterişli bir cenaze töreni ile karşılandı.

Devlet tüm bu uygulamaları ile etnik yok etme politikasına dayalı mirasını kararlılıkla sürdüreceği mesajını veriyordu.

Ne var ki Almanya’nın yenileceğinin kesinleşmesi üzerine planlar bozuldu. TC Devleti, Nazi Faşizminin yerle bir edilmesinden sonra, 8 Mayıs 1945’te kapitülasyonu koşulsuz kabul eden Almanya’ya, gülünç bir tarzla 25 Şubat 1945’te, “savaş” ilan ediyordu. Aslında bu tavır, “Almancı” ve anti-semitist resmi politikanın üstünü örtme telaşından başka bir anlam taşımıyordu.

Türkiye’deki anti-semitizm sadece bu savaş dönemiyle sınırlı kalmamıştır; 1955 yılında Türkiye’nin pogrom gecelerinden biri olan ve esas olarak İstanbul ve İzmir’de yaşanan 6-7 Eylül olaylarında, Rum ve Ermeni yurttaşlarla birlikte Yahudiler de bu şiddetten nasiplerini almışlardı.

Her kriz dönemlerinde neredeyse bütün bunalımlardan Yahudileri sorumlu tutan, her olayda “Yahudi komplosu” arayan resmi ve hoşgörüyle karşılanan gayri-resmi bir söylem Yahudileri sürekli bir nefret hedefi haline getirmiştir. Yahudilerin kutsal mekânlarına ve tanınmış Şahsiyetlerine onlarca kez saldılar, suikastlar düzenlenmiştir. Sonuncusu 2003 yılı Kasım ayında İstanbul’da Neve Şalom ve Beth İsrael Sinagoglarına yapılan saldırılarda 23 kişi hayatını kaybetmişti. Bu saldırıların Almanya’daki „İmparatorluk pogrom gecesi“ yıldönümü olan Kasım ayına denk getirilmesini, Yahudi toplumuna karşı yapılmış bir „hatırlatma / tehdit“ olarak yorumlamak mümkündür.

Türk toplumundaki „derin“ Yahudi düşmanlığı'nın ne yazık ki bir kısım demokrat çevrelerde de rağbet bulması son derece düşündürücü ve tehlikeli bir boyuta işaret etmektedir.

SKD olarak soykırım ve etnik yok etme politikalarının hedefi ve kurbanı olmuş olan halklardan başlıca olan Yahudi toplumuna karşı girişilen bu kampanyaları geçmişte kalan olaylar olarak görmemek gerektiği inancındayız.

Anti-semitizm halen hem Avrupa’da, hem de Ortadoğu ve Türkiye’de ciddi bir tehdit ve tehlike olma konumunu sürdürmektedir. Buna karşı mücadele bir insanlık görevidir.

Frankfurt, 12 Kasım 2008

maandag 10 november 2008

Kerkük, Küdistan’a Bağlanmadıkça Ne Kürdistan Özgürleşecektir Ne de Kürdler Rahat Yüzü Görecektir!

Tarihsel sorunları zamana yayma, zaman içerisinde gücün, despotizmin ve devletlerarası diplomasinin kirli dehlizlerinde yol alarak sözde çözmeye çalışanlar hep egemenler olmuşlardır. Bu nedenle Kerkük’ün Kürdistan’a bağlanması konusunda ayak diretenler, geçmiş tarihsel deneyimlerinden yararlanarak yine aynı yöntemleri deneyeceklerdir. Soruna, tarihsel arka plan yok sayılarak, sadece bu günün sorunuymuş gibi bir algılama ve kavrayışla yaklaşmak, çözümsüzlüğe ya da sözüm ona çözüm dayatmalarıdır. Bu nedenle, sorunu devletlerarası siyaset arenasında sözde tarafları tatmine yönelik çabalarla çözmeye çalışmak olsa olsa gerçek hak sahiplerinin mağduriyetini getirecektir. Bir sorunun tarihsel oluşu, taraflardan birilerinin gerçek hak sahibi olduğu anlamına gelmez. Birileri fiili güç kullanarak da size ait olan bir şeyi gasp edebilir, ancak bu, gasp edenin, zorbalık yapanın hak sahibi olduğu ve dolayısıyla taraf olduğu anlamına gelmez, en azında felsefi ve etik olarak bu böyledir. Ancak tüm bunlara rağmen uluslar arası hukuku –olumlu bir takım gelişmelere rağmen ne yazık ki tüm uluslar arası örgütler ve mekanizmalarda belirleyici olanlar egemen güçlerdir- ve diplomasiyi de yadsıyamazsınız, çünkü bunu hiç olmazsa dengeleyecek güce sahip olmadığınız müddetçe de bu böyledir.

Evet, çözümün pek kolay olmayacağı bilinmelidir. Sorunla hiç ilgisi olmayanların bile taraf yapıldığı düşünüldüğünde, Kürdlerin de konuyla ilgili referansları kendi tarihleri ve deneyimleri olmak zorundadır. Bu bağlamda Kerkük ve Kürdistan’ın sınırları dışında tutulmuş yerleşim yerlerinin Irak Anayasası’nın 140. maddesi gereğince Kürdistan’a bağlanması sürecinde verilen zaman dolduğu gibi, 6 aylık uzatma süresi de 30.06.2008 tarihinde dolacaktır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Özel Temsilcisi Steffan de Mistura’nın raporu – ki bu rapor tarihsel demografik ve idari gerçeklerle bağdaşmadığı gibi, temsilcinin teknik konulardaki görevini de aşmıştır- yeni bir tartışmanın ve haklı olarak Kürd tarafında yeni bir endişenin doğmasına neden olmuştur.

Kürdistan ve petrol sorunu tüm yakıcılığıyla güncelliğini koruyor.

Musul-Kerkük Sorunu – bana göre emperyal ve egemen güçler için hep petrol ve enerji kaynakları, Kürdler için de Kürdistan ve bağımsızlık sorunu olarak doğru olarak algılanmalıdır- 20.YY’lın başında Alman- İngiliz, I. Paylaşım Savaşı’nda aynı güçler ve onların müttefikleri arasında, Sevr, Paris Barış Konferansı, Lozan görüşmeleri sürecinde Genç Kemalistler ve İngilizler arasında, soğuk savaş döneminde Sovyetler ve Amerika Birleşik Devletleri arasında, daha sonra da Amerika Birleşik Devletleri açısından da hep bir petrol ve enerji kaynaklarına hakim olma sorunu olarak güncelliğini korumuştur.

O halde, Kürdler açısından Kerkük ne ifade etmektedir. Tarihsel arka plana baktığımız zaman, Kürdistan’ın ayrılmaz bir parçası, tarihsel başkenti ve özgürleşmesi olarak kabul görmüş ve algılanmıştır. Bu her şeyden önce tarihsel bir gerçek ve saptamadır. Eğer bu algılamada bir sapma olursa, birilerinin deyimiyle mezarlığında Arap olmayan kent, Arap kenti, Türkmen kenti olmaya başlar.

Özellikle Paris Barış Konferansı sürecinden başlayarak, Kürd önderliklerinin ve örgütlenmelerinin Bağımsız Kürdistan kavrayışı ve ufkundan yosun oluşu, İngiliz askeri ve diplomatik gücünün Ortadoğu’daki petrol ve enerji kaynakları temelinde vazgeçilmez ekonomik stratejileri ile Genç Kemalistlerin Anadolu’da ve Osmanlı’nın doğudaki bakiyesi üzerinde(Kürdistan) kurmayı planladıkları etnik temelli Türk devletinin varlık nedeni, Kürdler’i diplomasi mücadelesinin kaybedeni durumuna getirmiştir.

Her ne kadar Türkiye, Irak devletinin kuruluşuyla Musul vilayeti ve Kerkük’ün Irak sınırları içerisinde kalmasını kabul etmişse de, 1920 yılındaki misakı milli, devletin tarihsel hafızasında sürekli korunarak bu günlere getirilmiş, özellikle 1991 tarihinden sonra ortaya çıkan durum karşısında, Türkiye, Kürdistan’da yaşayan Türkmenlerin haklarını kullanılarak, diplomatik ve askeri her türlü açık gizli müdahaleye baş vurarak bağımsızlık sürecini baltalamaya çalışmıştır.

Kürd siyasal talepleri ve önderleri açısından Kerkük ne ifade etmektedir?

1919 yıllarında Şeyh Mahmut Berzenci’nin- daha sonraları Kemalist hareketin etkisiyle ve kışkırtmalarıyla İngiliz önerilerini reddetmesi ve İngilizlere karşı savaşması konusundaki siyasal kararları tartışmalı olsa da- İngilizlere karşı savaşarak Kerkük’ü almak istemesi, Kerkük’ün Kürdistan toprağı olduğu konusundaki tavrının ve tarihsel duruşun ifadesidir.

Kerkük’ün Kürdistan’ın kalbi olduğu, Kerküksüz bir Kürdistan’ın düşünülmeyeceği siyasal hedefini, Kürd halkının bilincine kazıyan tarihsel şahsiyet ve önderlik, Mustafa Barzani’i olmuştur. Bu siyasal hedef, 11 Mart 1970 Özerklik Anlaşmasının 6. maddesinde kendini şöyle ifade etmektedir. “ Irak Kürdistan’ı, Süleymaniye, Kerkük, Erbil İlleriyle, bu illerin sınırları içerisinde bulunan ve yine nahiye ve köylerinin bütününden, Musul ve Diyala illerinin ise, Kürd halkının yine çoğunlukta bulunduğu kaza, nahiye ve köylerden meydana gelir. İlgili yerlerde yapılacak plebisit ile, buradaki halkın nüfus çoğunluğunun arzusuna uygun tarafa bağlanır. (Serbesti Aralık 2002 – sayı:10) Görüldüğü gibi anlaşmada Kerkük ve bağlı yerleşim yerlerinin plebisite konu edilmediği, Musul ve Diyala illerindeki Kürd nüfusunun çoğunlukta olduğu yerleşim yerlerinin de Kürdistana ait olduğu, ancak buralarda yapılacak plebisit ile hangi tarafa bağlanacağı hususu belirlenmiştir. Ancak bu gün olduğu gibi o zaman tanınan 4 yıllık sürenin sonuna yaklaşıldığında, hiçbir şey yapılmadığı gibi, Kerkük’ün demografik yapısına müdahale edilerek Kerkük’e Araplar yerleştirilmiş, bağlı ilçeler Kerkük’ten koparılarak idari yönden de değişikliklere gidilmiştir. Amaç, anlaşmayı uygulamayarak, Kerkük ve dolayısıyla petrolü Kürdlere teslim etmemek olmuştur. Basçıların dayatmaları karşısında, Mustafa Barzani, o diplomatik, insani ve siyasal duruşunu ifade eden ünlü sözlerini sarf etmek zorunda kalmıştır. “Allah şahittir; savaşı sevmiyorum, çünkü savaş, bir sorunu halletmenin en kötü yoludur. Ancak Baas Partisi bize başka bir yol bırakmadı. Onların bize getirdiği önerinin, onların lehine Kerkük’ten ve başka bölgelerden ödün vermemizden başka bir anlamı yoktur. Bu ise imkansızdır. Bu uğurda her şeye hazırız; hepimizin öldürülmesine karar verilse de…Çünkü ben, Kürdlerin kabrime gelip tükürerek, “ Niçin Kerkük’ü sattın?” demelerinden korkuyorum.(Serbesti Aralık 2002- sayı: 10)

Bu nedenledir ki, 1974 yılında tekrar Baas ırkçılarına karşı savaş başlatılmış ve her şeye rağmen bir ulusun toptan imhası tehlikesine rağmen bu konuda ödün verilmemiştir. Ancak, 1975 Cezayir Anlaşmasıyla tarih, emperyal güçler ve egemen sömürgeci bölgesel devletler açısından Kürdistan ve Petrol sorunu olarak tekerrür etmiştir.Ne yazık ki, bu durum farklı olmakla birlikte, gerek 1991 Raperini ve gerekse ABD’nin 2003 müdahalesi ile de tekrarlanmıştır.

Kürd siyasal talebinin bugünkü önderlik açısından ne ifade ettiğine ve tarihsel duruşla ne kadar uyumlu olduğuna aşağıdaki anekdotlarla devam etmek istiyorum.

Bir heyetle 1993 tarihinde Kürdistan Federe Bölge Başkanı Mesud Barzani ile görüşmemizde, Türkiye’nin Kerkük ve Türkmen nüfusuyla ilgili tezlerine karşı sorulan bir soruya “Kürdistan’ın - güneyi kastederek- tüm nüfusu 4,5- 5 milyondur, buna Türkmen nüfusu da dahildir. Kaldı ki, Türkiye’nin tezlerinin doğru olduğunu varsayalım ve Kürdler’in nüfusunun İstanbul’da Türklerden fazla olduğunu düşünelim, bu durumda orası Kürdistan olur mu? O halde Kerkük Kürdistan’dır Türkmenistan olmaz.

Yine 2005 yılında Saddam Hüseyin ve diğer Basaçsıların yargılanmalarına müdahil olmak amacıyla Diyarbakır Barosu olarak yaptığımız girişimler nedeniyle Kürdistan Federe Meclisi’ni ziyaretimiz sırasında, Kerkük ve Türkmen’ler konusunda gündeme gelen bir soruya karşılık şu anda adını anımsamadığım Türkmen temsilcisi milletvekili, “Allah da Kürdistan’ın sınırını çizmiştir, çünkü Irak da kar en son Mendelli de yağar, bir karış ötesinde yağmaz.” Bu iki anekdotla ortaya çıkan tarihsel gerçek, Türkmen, Arap, Aşuri, Keldani ve Ermeniler’in de yönetime katılacağı bir kent realitesinin ötesinde, Kerkük’ün Kürdistan’ın bir parçası olduğu gerçekliğidir.

Mesut Barzani tüm mülakatlarında olduğu gibi en son 23.06 2008 tarihinde, İtalya’da İl Tempo gazetesine verdiği mülakata da “Kerkük kesinlikle Kürdistan’ın bir parçasıdır, ancak Kerkük’ün kimliği özellikle orada yaşayan uluslara saygı duyularak teşhis edilmelidir.”demiştir.

Tüm anayasal dayanaklar, meşruiyet ve söylemlere rağmen, bu süreç sanıldığı gibi kısa sürede ve Irak Anayasası’nda belirlendiği gibi çözülebilecek mi?

Kürdistan Federe Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani’nin 3 Haziran 2008’de Dubai’de, Kerkük yönetiminde güç paylaşımına hazır oldukları ve çözüm konusunda referandumun şart olmadığı yönündeki açıklamaları ile de Mistrura’nın raporu, Kürd siyasal çevreleri ile uluslar arası siyasi otoriteler nezdinde Kerkük konusunda, tarih tekerrürü mü edecek biçiminde haklı bir tartışma ve kaygıya neden oldu.

Kerkük’ün Kürdistan’a bağlanması stratejisi açısından bakıldığında, Kürd halkının talepleri ile siyasal örgüt ve liderlerin söylemleri arasında bir çelişki bulunmamaktadır. Ancak bu süreç ne kimilerinin dediği gibi kaybedilmiş ne de kazanılmış bir süreçtir ve talep dayatıldıkça da sancılı bir süreç olmaya devam edeceği bilinmelidir.

Bu konudaki tartışmaların ve kaygıların şu ana eksen üzerinden yürütüldüğünü görüyoruz.

Birinci görüş, sorunun BM’ye havale edilmesi, dolayısıyla uluslar arası diplomasi’nin devreye girmesi Kürdlere kaybettirecektir. Irak Anayasası’nın 140.maddesinin yerine getirilmemesi ve sürüncemede bırakılması halinde, Kürdler Bağdat yönetiminden çekilmeli fiili durum yaratarak Kerkük’ü Kürdistan’a katmalıdırlar; çünkü Kürdistan’ın parçalanmasında ve sömürgeleştirilmesinde çıkarlar ve dengeler üzerine kurulu devletlerarası diplomasinin temel hedefi petrol ve enerji kaynaklarına hakim olmak olduğuna göre, değişen fazla bir şeyin olmadığını, petrol ve enerji kaynaklarının yüzyıl açısından önemini yitirmediğini, hatta daha çok ihtiyaç haline geldiğini, dolayısıyla yüzyılın başındaki durumun pek değişmediğini ileri sürmektedirler. Her ne kadar Kürdler nispeten siyasal bir özne olmuşlarsa da, bu konuda belirleyici olan Kürd etnik varlığı taleplerinden çok, yine ekonomik stratejiler olacaktır. Bu nedenle Kürdler, Irak Anayasası’nın 140.maddesinde formüle edilen referanduma dayalı çözümü dayatmalı ve bunu bir an önce gerçekleştirmelidir. Aksi halde devrede olan İran, Türk, Arap diplomasisinin gücü ve zaman, Kürdler’in aleyhine işleyecektir.

İkinci görüş ise, soruna BM’in müdahil olması ve dolayısıyla uluslar arası diplomasinin devreye girmesi Kürdlere kazandıracaktır, çünkü Kürdler’in bu günkü statüleri ve geldikleri nokta, uluslar arası diplomasinin ve Kürd halkının meşru mücadelesinin ulaştığı durum olarak tezahür etmiştir. Burada dünya ile bütünleşmenin, yalnızlıktan kurtulmanın ve güç kazanmanın yolunun uluslar arası diplomasiden geçtiğini kabul etmek gerekir. Her ne kadar bu alanda başta Türkiye olmak üzere İran ve Arap diplomasisi devrede ise de, Kürdler’in de mevcut koşullarda kendini ifade edecek araçlara ve dostlar sahip olduklarını ve artık Kürdler’in 20.YY’ lın başlarında ve 2. Paylaşım savaşı sorası soğuk savaş dönemindeki konumlarını çok aştığını, Kürdler’in kararlılıkla bu süreci işletmeleri gerektiği noktasında olmaktadır.

Bu iki görüşün de kendine göre tarihsel verilere dayalı haklı nedenleri olduğunu kabul etmek gerekir. Birinci görüşte olanların, bu konudaki tarihsel süreci iyi okumaları gerekir. Gerek Şeyh Mahmut Berzenci’nin, gerekse kararlı ve meşru ve bir duruşa rağmen Büyük Barzani’nin, 1991 Raperininin ve en son 2003 müdahalesinin neden Kerkük’ü özgürleştiremediğini ve bunu salt Kürd halkının talepleri, siyasal önderliklerinin söylemleri ile peşmerge gücünün yarattığı kahramanlıklarla fiili olarak çözmeye yetmediğini görmesi gerekir.

İkinci görüşte olanların da, diplomasi ile zaferin Kürdler açısından henüz çok daha yeni olduğunu, çünkü her diplomatik başarının, sorunun asıl sahiplerinin gücüyle orantılı olarak gelişeceğinin bilinmesi gerekir. Her diplomatik zafer, sizin birileri için ne kadar güç – askeri, siyasi ve ekonomik- ifade ettiğinize bağlıdır.

Kürd siyasi hareketleri ve önderlerinin temel referansı; geçmiştir, geçmiş de hep yanı başımızda ve bizimle olacaktır.

Kürd tarihinin deneyimleri veri olarak kullanılmalı ve Kerkük’ün etnik yapısı ile ilgili veriler ne olursa olsun Kerkük’ün Kürdistan’a ait olma stratejisinden taviz verilmemelidir. Baker, Hamilton ve de Mistura raporları ile ortaya çıkan Kürdler’i azınlığa indirgeme mantığı ve çözüm anlayışı, şiddetle reddedilmelidir.

Yine tarihsel süreç değerlendirildiğinde, Birleşmiş Milletler sistemi içerisinde başta ABD olmak üzere kimi devletlerin dünya siyasetinde ve ekonomik döngüsünde etkili oldukları, bu güçlerin bu konumları nedeniyle kendi çıkarlarını da önemseyeceklerini ve bunu sonuna kadar dayatacaklarını kabul etmek gerekir.

Bölge devletleri, başta Türkiye olmak üzere tarihsel verileri kullanmaktan vazgeçmediği ve özellikle Kürdler’in siyasal varlıklarına yönelik tüm argümanları her ne pahasına olursa olsun kullanacakları, bu konuda diplomasinin, gücün gereklerini, her türlü yol ve yöntemi deneyecekleri bilinmelidir.

Arap dünyasının da, başta ABD’nin onlarla olan ekonomik, askeri stratejik tüm çıkarlarını, ayrıca Arap ve İslam dünyasındaki ABD karşıtlığı politikalarını kaşıyacakları ve bu yolla ABD üzerinde Kürdler’in siyasi bir özne olmamaları yönünde etkili olacakları düşünülmelidir.

Mevcut Irak Anayasası’na rağmen Irak’ın siyasal yapısı ve güç dengeleri açısından da bu konuda bir birliğin olmadığını, (Sünniler’in, Şiilerde Fazilet ve El Sadr’ın açık şekilde anlaşmaya karşı olduğu, El Hekim’in de Sistani’in görüşlerini paylaştığı bilinmektedir.) bu bağlamda Allawi, Caferi, Maliki hükümetlerinin (henüz Peşmerge, bütçe, petrol gelirlerinin dağılımı vs… konusunda dahi anlaşma sağlanmazken) de samimi olmadıklarını ve sorunu zamana yayarak kendi tarihsel deneyimlerini kullanmak isteyecekleri unutulmamalıdır.

Kürd siyasal önderliği, bu raporla ortaya çıkan durumun, ABD’nin politikalarından bağımsız olduğu biçiminde bir anlayışa kapılmamalı, sözlü güvenceler adı altındaki güven tazeleyici yöntemlere sapmak yerine, yazılı anlaşmalara dayalı siyasal ve hukuki özne olma noktasında taviz vermemelidir. Ayrıca birileri, bu raporlarla, Kürdler’in sabrını, samimiyetini ve gücünü ölçmeye çalışıyorsa, bunun tüm “diplomatik yenilgilere” rağmen Kürdistan halkının tarihinde saklı olduğunun bilinmesi gerektiği hatırlatılmalıdır.

Sonuç olarak, Irak merkezi hükümetlerinin samimi olmaları halinde, Irak Anayasası ve 140. maddesi, sorunun çözümüne dair tüm argümanları içermekte ve bu konuda başka bir müdahaleyi gerekli kılmayacak şekilde halini mümkün kılmaktadır. Ancak bunun o kadar kolay olmayacağı bilinmelidir. Bu nedenle Kürdistan’da geçmiş hep yanı başımızda, bugün de yarın da bizimle beraber olacaktır. Kürd siyasal önderlikleri, direnme hattında ve tarihin bize emanet ettiği noktada tutunmasını bilemezse, kaybedilecek olan yalnız Kerkük olmaz, bir gelecek olacaktır.

Fahri Karakoyunlu.

Mustafa Kalpak

Yurtdışında açık-yasal bir Kürt partisini kurmak hem mümkün hem de kolaydır!
Şu veye bu ideolojinin Kürt milli meselesine daha çok doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olduğunu lanse etmeden yani peşin İdeolojik doğrular yerine; soruna sınıflar ve ideolojiler üstü bir politik anlayış göstermek daha doğrudur. Koşularımıza uyarlanacak siyasal doğrulardan, günün gerçeklerinden, mümkün olandan hareket etmek soruna doğru bir yaklaşımdır. Örneğin Kürtler oy kullanırken ideolojik değerlere göre oyunu kullanmıyor.

Kürt oylarını Kürt siyasi hanesinde toplaması lazım artık, bu açık-legal çalışmada asıl bir görevdir. Bunun için de toplumsal özgürlüklerin ön koşulu olarak ortak milli örgütlenmelere ihtiyaç vardır. Hem ülke içinde ve hem ülke dışında ortak politik partilere gereksinim vardır. Böylesi örgütlenmeler toplumsal-siyasal iç barışın garantisidir de aynı zamanda.

Ortada kopya edilecek bir model yok. (hiç bir model kendi aslı gibi olamaz).

Modeli kendimiz yaratalım. Kişi olarak politik ideolojilerin bayraktarlıği ile megafonluğu yapmanın Kürt halkına bir yararının olmayacağı kanısındayım.

Toplumsal ve siyasal şekilenmeyi ideolojilere göre biçimlendirmek bana göre toplumsal yaşantıyı ve siyaseti felce sokuyor ve politik mücadele yeteneğini zayıflatıyor. Siyasi elit kesimin önemli bir bölümü içinde halen Kürt davasına olan bağlılık aktif ya da pasif olarak devam ediyor. Fakat ideolojilere bağlılık sönmüş durumdadır. Örneğin bir zamanlar kurtuluş ideoloji olarak kabul edilen Marksist-Leninist ideolojiye artık pek itibar edilmiyor. Bugün de liberal ideolojiyi idealize etmenin bir anlamı yoktur bana göre. İnsanları ortak-milli dava etrafında örgütlenmesi en sağlıklı yoldur.

Bazı çevrelerin azimli kesimi, olaylar karşısında tavır takınarak pratikte siyasal bir kimlik kazanıyor ama ortak toplumsal maddi bir güç haline gelemiyorlar. Gerçekçi olmak gerekir.

Bizdeki ideolojiler kendi sınıf kökleri üzerinde gelişmemiştir. Modern ideolojilerin toplumsal tabanları yoktur ya da çok zayıftır. İdeolojiler yanlızca düşüncede var olmuştur. Bunların da savunuculuğu aydın tabaka yapıyor. Onu da yaşam şekline disipline etmiyor. Özümlemiyor. İdeolojinin düşünceleri kişiye ait olmuyor. Ait olan sadece yüzeysel yanlarıdır. Toplumsal - siyasal yaşamda yaralar açan yıkıcı, saldırgan ve extrem yanlar kendisini daha fazla göstermiştir. Bu da toplumsal gelişmişlik ve kültürel - psikolojik yanımız ile izah edilebilinir. Geriye milli değerler kalıyor. Bu şimdi güçlü ve birleştirici bir rol oynamaktadır.

İdeolojiler toplumun sosyo-ekonomi, sosyo-politik idare şekli ile politik kurallar ve düzeni ile insan değeri, çevre, mülkiyet şekli ile kurumların düzeni vs ile ilgili bir yapılanmaya (kurulu bir düzene) hitab ediyor. Toplum olarak bu seviyede değiliz. Çoğu kere ideolojiler sınıfsal karekterlidir. Bana göre Kürtler için özü sınıfsal ideolojik oluşumlar bir sonraki projedir. Sınıfsal ve ideolojik temel çıkarlar da değil ortak-milli çıkarlar temel esas alınarak yol alınmalıdır. Ulusal gurur olmalı ve Kürtler kendi hakkları için ortak örgütlenebilmelidir. Mücadele hem öz ve hem biçim itibariyle ulusal karekterli olmalıdır. Milli konularda birlik, ideolojik birlikten daha önemlidir.

İdeolojiler değişik değerlere sahiptirler. Toplum yaşamının yönlendirilmesi ve yönetilmesinde önemli bir rol oynarlar. Fakat önce halkın topluluktan, politik-toplum değerleri etrafında toplanması gerekir. Bunun için de Ortak bir milli değerler siyasal-programına ihtiyac vardır. Bu değerler herkes için aynı olmalıdır. En azında kısa ve orta vadede bu böyledir. Uzun vaadede de bu değerlerin ne olması gerektiği elbete tartışılmalıdır. Ayrılıklar birlikte davranmak için sorun haline getirilmemelidir. Gelecek vaadeden nedir? Bunun için ''yüz çiçek açılsın, yüz fikir mücadele etsin'' .

Toplumsal değerler alanı önce kısa ve orta vadede Kürtlerin kültürel hakları ile politik serbestliliği ile ilgilidir. Bir diğer anlatım ile bu Kültürel-otonomi ve siyasal serbestlik alanı ile ilgilidir. Buna minimum haklar veya asgari haklar alanı da denilebilinir. Bu alan aşaması serbest, korkusuz bir ortamın oluşmasına, gerçek anlamda halk iradesinin objektif şartlarının doğmasına ve politik oluşumların halkla yakın temasına vesile olur. Kopenhag Kriterleri, Katılım Ortaklık Belgesi’nin siyasi kriterleri, ülkedeki açık-yasal örgütlenen Kürt partilerin politik programları ve mücadeleleri bu alana hizmet ediyor. Bu aşama Kürtlüğü ve onun toplum, kültürel ve siyasal özeliklerinin dinamizmini ortaya çıkaracaktır . Böylesi bir toplumsal-siyasi alan Kürtlerin etnik, siyasi örgütlenme hakkının maddi ön koşullarını da yaratacaktır. Bu özgürlükler alanı aynı zamanda, kendi kaderini eline almak gibi bir ortamın oluşumuna da hizmet edecektir.

Ortak milli değerler siyasal-programın bir diğer yanı ekonomik ve sosyal kalkınma ile ilgilidir. Bu değerler bana göre serbest toplumsal pazar ekonomisi - ekonomik demokrasi - ile ilgilidir. Bu çok çeşitli mülkiyet hakkının savunulması ve korunması anlamındadır.

Kürt siyasi örgütlerin çoğunluğu bügün Kürtler’in toplumsal ve özgürlük hakları için kısa ve orta vadedeki çıkarlarına bütünüyle farklı bakmıyor artık. Burda bir konsensus sağlanmıştır. Mücadelenin seyri konusunda da bir konsensus sağlanmıştır. Bunun geliştirilmesi lazım. Kültürel özerklik ve siyasal serbestlik için gizli örgütlenme yöntemlerini seçmek veya tercih etmek gereksizdir artık.

Kürt siyasi örgütleri uzun vadede Kuzey Kürdistan için kaderini tayin etmek hakkı (buna maximum haklar veya azami haklar alanı da denilebilinir) ve bu hakkın kulanımına ilişkin en son kararın ne olacağı, K. Kürdistan’ın siyasi -coğrafik yasal statüsünün nasıl bir şekil alması gerektiğini de, yöntem olarak bir halk oylamasına bırakılmalıdır. Buna ilişkin de bir konsensus sağlanmalıdır. Eğer bu hakkın kulanımının nasıl olması gerektiği yönünde belirlemelerden ısrar edilirse ve gerekli görülürse o zaman tayin hakkının kullanımı için farklı çözüm yolların hepsi bir siyasi programda yer almalıdır. Farklı çözüm yolları ortak bir partide yer almaya engel olmamalıdır. Yukarda bahsetiğim sorunun güncelliği uzun bir döneme ilişkindir.

Bügün mücadelenin geçmişteki mahkum edilmiş biçim ve yöntemlerine karşı çıkarken ve gelecekteki biçimlerini savunurken başarılı ve başarısız olmanın sırlarını yanlızca orada aramamak lazım. Diğer başka bir çok neden daha var. (Ayrı bir konu).

Ilegalite ve legalite’yi biraz açmaya çalışacağım. Türkiye`de ki Kürt partileri çifte bir baskı sonucunda kapalı-gizli örgütlenmeyi tercih etmişlerdir.

Birincisi ideolojik bir baskı sonucudur. Kürtlerin mücadelesi ve örgütlenmesi illegal bir biçimde olması gerekir, bu bir gereklilik ve siyasal bir hakkın kullanımı şeklinde algılanmış ve epey idalize edilmiştir. Leninist-Stalinist gibi bir örgütlenme biçimi uygun görülmüştür. Çarlık Rusya’sındaki Marksist’lerin (Bolşevik’lerin) örgütlenme modeli esas alınmıştır. Bu modele rağbet edilmesinin ardında yatan gerçek, modelin Bolşevik’leri iktidara getirmesidir. "Meşruiyet" kavramı illegalite, legalite ise; "kanun boşluklarından yararlanma, kısmi haklar alanı" olarak algılanmıştır. Böyle bir "esnek siyaset" değişen duruma ayak uydurma, tarihin dönemeçlerine bel bağlama, açık-gizli parlementer -parlementer olmayan, yasal-yasal olmayan, silahlı-barışçıl gibi ikircimliğe yol açan, ne istendiği beli olmayan kargaşıklıklara yol açmıştır. Açık-legal örgütlenme ve sivil-legal eyleme pek ittibar edilmemiştir. Örgütte gizlilik esas olmalı ve örgüte üye olanların "devrimci eylemi meslek" edinmiş olmaları gerekir anlayışı hakim olmuştur. Bütün gizli işlerin az sayıda "profesyonel devrimcinin" elinde toplanması ve örgüt üyeliğin çok dar tutulmasi gerektiği inancı egemen olmuştur. Örgüt içi demokratiklik ilkesi "yararsız ve zararlı bir oyuncak" gibi görülmüştür. Örgütün güçlü ve sağlam olması için "Demokratik merkeziyetçilik" ve "Demir disiplin" ilkeleri savunulmuş, çok katı bir emir-komuta siyasal köktencilik mekanizması inşa edilmiştir.

Öte yandan kimi örgütler gizliliği esas alarak sendikalarda, yasal derneklerde, parlementoda "en gerici örgütlerde" basın-yayın alanında vs çalışmayı öngörmüşlerdir. Buna legal, açik demokratik alan denilmiştir. "Öncü" nün sloganı da: "En dar, en gizli temelde örgütlenmek, en geniş halk kitlesi içinde çalışmaktır" olmuştur. İllegal örgütler açık-legal olmak istemiyolar ama açık alanlarda çalışmak istiyorlar. Amaçları legal alanları, kuruluşları kendilerine bağlamak ve gölge örgütlenmeler oluşturmaktır.

İkinci ve önemli bir sebeb de, Türkiye'de ki yasaların Kürt partilerine izin vermediği içindir. Devletin güvenlik güçlerinin baskıları yüzünden Kürt örgütleri gizli örgütlenmek mecburiyetinde kalmışlardır.

Türkiye 'de Kürt sorunu meşrudur - de factum - bir olaydır. Mevcut yasalar ile çelişiyor. Yasaların fiili duruma ayak uydurması lazım.

Legal/açık mücadele yolu ile yeni bir siyasal bilinç yaratılarak izin verilmeyen için, önce yasal bir zemin hazırlanması gerekir. Legal örgütlenme ve mücadele sadece kanunların çerçevesiyle sınırlı bir alan değildir. Örgütlenme hukuki-siyasi-demokratik bir haktır. Burada hukuku, siyasi ve demokratik haklar ile kanunları biribirinden ayırt etmek lazım. Kanunlar anti-demokratik olabilir. Başka bir anlatım ile Kürt örgütlenmelerin gizlisi de meşrudur ve hukukidir.(örgütlenme hakkı). Türk yasalarına göre bu örgütler kanun dışıdır, illegaldır. Eğer Türkiyede fiili durum yasalar ile çelişiyor ise kanunlar hukuksal meşruiyeti temsil edemezler. Bunun içinde sivil ittiatssizlik, pasiv direniş, vergi vermeme, demokratik haklar için sivil ayaklanma ve başka bir çok haklar için örgütlenmek ve bu uğurda mücadele vermek meşrudur, hukukidir.

Kürt kimliğnin anayasal güvenceye bağlanması kısa ve orta vadede bir sorundur. Sorunun legal-açık ve demokratik yolardan çözümü önemli bir aşamadır. Bu durumun yaratılması için açık-sıvil mücadele ve onun araçları olan açık-yasal örgütlenmeler etkili, kalıcı ve sağlıklı sonuçlar yaratabilirler.

Açık-legal örgütlenme sadece bir gereklilik değil aynı zaman da hukuki-siyasi bir hakkın kullanımıdır da. Bunda ısrarlı olmalı ve bunu bir çalışma yöntemi olarak gören bir siyasal kültür felsefesi geliştirilmelidir. Bu yüzden yurt içi ve yurt dışı açık-yasal örgütlenmeler biribirlerini tamamlamalıdır. Bu hususta karşılıklı anlayış ve hoşgörülü olunması gerekir. Önemli olan açık-yasal Kürt partileri bağımsızlıklarını korumasıdır. Buralarda siyaset yapanlar kendi organlarına ve üyelerine karşı sorumlu olmalıdır. Kapalı-gizli Kürt örgütleri bu alanları birer çalışma hücreleri veya onu ele geçirme gibi planları olmamalıdır.Yurt içi ve yurt dışı partiler biribirinden uzak durmalı ama biribirlerini de dışlamamalıdır. Herkes biribirlerinin hükümranlıklarına saygı göstermelidir. Gizli-kapalı Kürt örgütleri yurt dışında kendilerini açıklığa kavuşturup ülke içindekiler ile karşılıklı destek ve dayanışma içersinde olmalıdır.

Bügün Türkiye’de, etnik-siyasal bir coğrafya için herhangi bir statüko talebinde bulunmanın ve bunun için açık-yasal partiler kurmanın şartları yoktur. Var olan, kurulup ta sonradan kapatılan partiler de (bu partiler açık olarak kendilerinin birer Kürt partisi olduklarını söyleyememektedirler) her ne kadar Kürt sorununa ağırlık vermekte ve onu ön planda tutuyor iseler de siyasal programlarını anayasaya göre uyarlamak zorunda kalıyorlar. Etnik hüviyetlerini gizlemek zorunda kalıyorlar. Sıkıştıklarında "Türkiyeli bir partiyiz diyorlar ’’. Yasaklı siyaset yürütmek zorunda kalıyorlar. Kendilerini tam ifade edemiyorlar. Örneğin Türkiye’deki anayasa ve yasalar, Ortak Katılım Belgesi istekleri (örneğin ana dil ile eğitim hakkı) etrafında bir örgütlemeyi dahi redediyor. Bu partiler asgari haklar alanı çerçevesinde bile, hatta onun altında dahi siyaset yaptıkları zaman kurucuları hapis cezaları ile tehdit ediliyor. Partileri kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Elbeteki şartlar Kürtlerin lehine doğru zorlanmalıdır. Böylesi partilere de ihtiyac vardır. Bu insanlar bunca zahmete karşın açık-yasal mücadele yürütüyorlar. Bu kolay bir iş değildir. Yurt için de açık-yasal mücadele veren partileri “ çıtayı aşağıda tutuyorlar’’ diye küçümsememek lazım. En önemli nokta burada, yurt içi partilerin Kürtlerin demokratik-siyasi hakklarının içini boşaltıp, geleneksel devlet politikasına entegre etmemeleridir.

Kapalı-gizli partiler yurt dışında açık parti bürolarını veya şubelerini kurmalıdır artık. Bu hem kolaydır ve hem mümkündür. Yurt dışında kurulacak ortak açık-yasal bir Kürt partisi Avrupa’lılar tarafından sempati ve anlayışla karşılanacaktır. Böyle bir partinin yurt dışında kurulmasının zamanı gelmiştir artık. Zamanı yakalamak önemlidir.

Yurt dışındaki ortak bir parti çalışması çok rahat, korkusuzca, etnik hüviyetini kullanarak, yasaklı bir siyaset yürütmeden, siyasetini sansür etmeden siyasal programını istediği gibi formüle etmede özgürdür. Böyle bir girişim pekala yurt dışındaki örgütlü kuruluşlar tarafından yürütülebilinir.

Bunun için:

Böylesi bir girişim için PNK (Kürdistan Ulusal Platformu) niye insiyatif sahibi olmasın?
PNK yi meydana getiren örgütler yurtdışında kendi aralarında örneğin Partiya Netewe ya Kurdistanê - PNK adı alında niye birleşmesinler?
PNK yi meydana getiren partiler ve örgütler yurt dışında ortak açık ve yasal bir parti de birleşmek için kendilerini niye fesh etmesinler..?
Avrupa devletlerin başkentlerinde PNK'nin niye şube ve büroları olmasın?
Avrupa konusuna gelince:

AB'ye üyelik normlarından biri olan ’’İnsan Hakları ve Stabil bir Demokrasi’’ ve ''Kopenhage Şartları'' Kürtler için ne anlama geldiği bir ''Yol Haritası'' güzergahında toplanması gerekir. Bu hususta sözkonusu örgüt ve kuruluşlarının ortak bir mütabakaya varması gerekir. Ortak mütabakat, bir deklarasyon şeklinde AB´nin remi dillerinde Türkiye`nin adaylığı için birinci derecede karar verecek olan AB üye devletlerine, kurum ve kişilere ulaşabilmelidir.

Ben memnunlukla AB sınırlarının Dicle ve Fırat nehirlerine kadar uzanmasını isterim. Fakat önce Türkiye’de Kürtlerin etnik ve demokratik hakkları konusunda ciddi ve zorunlu reformların adımları atılması gerekir. Buna dair somut bir eylem programının hazırlanması devletin görevidir. Kürt sorununu Türkiye’nin en önemli politik sorunudur. Sorun aynı zamanda Türkiye’nin AB`ye üyelik için görüşmeleri önünde de önemlidir. Türkiye politik taleplerin gereklerini yerine getirmeden AB`ye üye olamaz. AB`ye üyelik yolu Kürt sorunun en temel demokratik hakklarının tanınması ile mesafe alınabilinir.

Onun için Türk devleti ve hükümet lafları bir tarafa bırakıp hemen eyleme geçmeli. Hükümetin Kürt sorunun kısa ve orta vadede çözümü için atacağı adımlar, Türkiyenin Avrupa’nın bir parçası olma hayalinin inandırıcılığını da artacaktır.

Ben aşağıda siyasal haklar programın ana başlıklarını sunuyorum.

Kısa ve orta vadedeki temel politik haklar programı (asgari haklar alanı )

Anayasa dahil tüm mevzuattaki Kürtler’in kimliğini inkar edici düzenlemeler kaldırılmalıdır. Kürt kimliği anayasal ve yasal güvenceye kavuşturulmalıdır. Anayasa ve yasalar etnik, kültür, dil ve din farklılıkların kendilerini özgürce ifade etmeleri önündeki engelerin tümünü kaldırıp Türkiye`nin etnik ve kültürel çoğulculuğunu benimsemelidir.
Anayasa ve yasalardaki Kürtçe basım ve yayın, Kürtçe TV ve radyo yayın hakkları üzerindeki tüm engeler kaldırılmalıdır. Devlet bir Kürtçe Radyo ve Televizyon Kurumu, KRTK kurulmasını üstlenmelidir. Finansmanı vergilerden karşılanmalıdır. KRTK yasalar tarafından güvence altına alınmalıdır. Kürt halkının dil ve kültür hakları ile ilgili programların hazırlama ve yönetim işlerinin bir Kürt Kültür ve Bilgilendirme Genel Müdürlüğü’ne bağlanmalıdır.
Anayasa ve yasalar Kürtçe eğitim hakkını, Kürtçe’nin basın ve yayın dili olarak kullanılmasını, siyasi partilerin seçim propagandalarını ve iç toplantılarını Türkçeden başka Kürtçe veya başka bir dilde yapmasını tam güvence altına almalıdır.
Olağanüstü hal uygulanmasına son verilmeli, geçici köy koruculuğu sistemi kaldırılmalıdır. Boşaltılan ve yakılan köylerden göç ettirilen insanların yerlerine ve yurtlarına güvenli bir biçimde dönüşleri sağlanmalı, zararları devlet tarafından karşılanmalıdır.
Değiştirilen şehir, köy ve mezra isimleri tekrardan değiştirilerek eski isimlerine kavuşturulmaları gerekir. Kürt ana ve babalar yeni doğan çocuklarına istedikleri adı takmakta özgür olmalıdır. Adını istediği gibi değiştirmek kişinin isteğine bırakılmalıdır.
’’Bölücülük ve Ayrılıkçılık gibi suçlardan'' hapishanelerde bulunanların serbest bırakılması, yurt dışında mülteci hayatını yaşamak zorunda kalan Kürtlerin serbestçe dönmelerinin sağlanması, kürt politikacıların üzerindeki ’’siyaset yasağın’’ kalkması gerekir.
İdam cezasının kaldırılması gerekir.
Uzun vadedeki politik haklar programı (azami haklar alanı)

Kürtler kendi etnik, dil, kültür ve sınıf farklılıklarını esas alarak parti kurabilmelidir. Tarihsel olarak Kürtlerin yaşamış oldukları ve halen de yaşamakta oldukları bölgeye Kürdistan denilmesinde hiç bir sakınca yoktur. Siyasi partiler isterlerse sadece Kürtlerin yaşamış oldukları bölgede örgütlenerek seçimlere katılma ve bölgedeki genel oy dağılımına ve oranlamasına göre TBMM de temsil hakkını elde etmelidir. Kürt siyasi partilerinin bölgede bir Kürt Parlementosunun kurulması ve Kürtçenin ikinci bir resmi dill olma istemlerini, ’’bölücülük’’ ve ’’ayrılıkçılık’’ diye nitelendirip, kapatmaları anayasa ve yasalar tarafından önlenmelidir. Bütün bu düzenlemeler anayasa ve yasaların güvencesi ve korunması altında yürütülmelidir.

Kürtler siyasi kaderlerini serbest belirleme hakkını serbestçe savunabilmeli ve praktikte siyasi statülerinin ne olacağını, ilerde bir halk oylamasına bırakmak istemleri, halklar hukuku açısından doğal ve yasal bir hak gibi kabul görülmelidir.

zaterdag 8 november 2008

DTP, AKP ve Kürdler

Bu iki parti etrafında çok konuşacağız, yazacağız. Yeni yılda yapılması kararlaştırılan mahalli seçimler vesilesiyle biz Kürdler açısından bu iki partinin değerlendirilmesi, yerelde iktidarın kime teslim edileceği hususunda fikir beyan edilmesi de tabiidir.

Kürd seçmenin iki parti arasında yarı yarıya bölündüğü; İslamcı, liberal, orta sınıfa dâhil ve geleneksel yapıya yakın olan Kürdlerin AKP'ye yakın durdukları gözlenmektedir.

Çocukları PKK saflarında ölen, fakir, dışlanmış, otuz yıllık savaşta işkence, sürgün, cezaevi ile tanışanların ise DTP'de karar kıldıkları bilinmektedir. Başka türlü olması da mümkün değildir. DTP bir anlamda iktisadi manada tutunamayanların da partisidir. İçlerindeki bazı yöneticilerin iktisadi açıdan tutunabilmesi bu kaideyi değiştirmez.

Elimizde bu veriler varken bir yerel seçim yaşayacağız. DTP'nin mevcudu muhafazası bile başarı sayılacaktır. Çünkü ABD, Federe Kürdistan Yönetimi ve AKP Hükümeti onların tasfiyesi üzerinde anlaşmış gibi.

Bu "şer İttifakı" PKK ile DTP arasındaki gri bölgeyi yok ettiği gibi, dayanışma ihtiyacını da azami düzeyde gerekli kılmaktadır. AKP en kötü hesaba göre Kürd illerinin yarısını alacaktır. Kavga Kürd illerinin diğer yarısı üzerinde sürmektedir.

DTP kaybederse derinden sarsılacak, iç kavgaya tutuşacak ve sathi bir nazarla bakıldığında Kürdlüğün gerilediği şayiası tüm Türkiye sathında dillendirilecektir. Bundan azami istifadeyi Türk devletinin inkâr siyaseti sağlayacaktır. AKP'ye katkısı ise geçici olacaktır.

Bu seçim PKK ile DTP açısından bir dönüm noktasıdır. Geçen seçimde kaybedilen Van ve Bingöl gibi illerin geri alınmaması ve elde yeni şehirlerin kaybedilmesi durumunda iç kavganın kızışacağı ve çatlamalar meydana geleceği aşikârdır.

Bu açıdan AKP hükümetinin DTP'ye yüklenmesi, bu partiyi iterek PKK'ya daha da yaklaştırması, Kürdistan'a fatih veya fetih edasıyla yönelmesi tehlikeli, yanlış ve hem Türkiye'nin hem de Kürdlerin maslahatına aykırıdır.

DTP'nin tüm Kürdleri temsil etmediğini, üzerinde PKK gölgesinin olduğunu, Kürd Kemalistler suçlamasını zaman zaman biz de yapıyoruz. Bunu yaparken; bu kardeşlerimizi Türk solunun yanlış yönlendirmesinden kurtarmak, Kemalist zihniyet ile onların arasını açmak, PKK ve DTP dışında kalıp AKP ve benzeri hareketlerle dirsek temasında olan Kürdlerle ittifaklarını ve bunun üzerinden Kürdlerin ittifakını hedeflemekteyiz.

Aksi halde Kürdlerin DTP'den kaçıp AKP'nin kucağına düşmesini arzulamayız. En doğrusu DTP'nin gücünü muhafaza etmesi, daha iyiye doğru dönüşmesidir. DTP dışındaki Kürdler de kendi partilerini daha güçlendirmeli, partileri yoksa yenilerini kurarak Kürdler arasında demokrasinin, çok sesli ve çok renkli bir toplumun inşası için çaba sarf etmelidirler.

Türkiye'nin dönüşmesi, AKP gibi AB yanlısı partilerin güçlenmesi, Fethullah Hoca Fikriyatının tabana yayılması bizce de olumludur ama bu Türkiye'nin doğrusu olsa da Kürdlerin doğrusu farklıdır. Türkiye'ye demokrasi istememiz doğru ama Kürdlerin özgürlüğünü unutmamız hatadır. Hele biz Kürdlerin kendi doğrumuzu yakalamak için çalışmaması büyük bir hatadır.

AKP ve Fethullah Hoca Türkiye ve Kürdler dışında kalan kesimler için bir şanstırlar. Biz Kürdlerin meselesi ise başkadır. Kürd meselesi dedikleri iktisadi, sosyal veya başka bir mesele değil, siyasi bir meseledir. Siyasetten kastımız da kendi aidiyetimizle siyaset yapmamız için mevcut engellerin kaldırılması, kültürümüz üzerindeki baskı diyeceğim ama inkârın son bulması ve kendi geleceğimizi tayin hususunda fikrimizin sorulmasında düğümlenmektedir.

Bu çerçevede AKP'nin derdimize şifa olmayacağı anlaşılmalıdır. Kendilerini İslamcı olarak tanımlayanların gündeminde Kürdlerin özgürlük talebine ilişkin net bir şey yoktur. Bu meseleyi yanlış bir İslamî anlayış ile tali bir konu olarak görmektedirler.

Anlamadıkları şey ise şudur; (İslam dünya dinidir. Evrensel olan bu dinin bağlıları çoktur. Elbette Kürdlerin ekseriyeti de Müslümanlığa içtenlikle bağlıdır ve şüphesiz Kürdistan İslam coğrafyasının bir parçasıdır.) Türkiye veya başka bir coğrafyaya İslamî bir yönetimin gelmesi Kürd meselesini çözmez, belki çözümünü kolaylaştırır belki de zorlaştırır.

İslam'da inkâr olmadığı doğru olmakla beraber, fiiliyatta bunun farklı tezahür ettiği görülmektedir. Nitekim Kürdistan'ın kadim toprakları Müslüman devletlerin siyasi sınırları içerisinde ve Kürdler de Müslüman kardeşleri tarafından türlü eziyetlere ve katliamlara maruz bırakılmışlardır.

İslam'ın bir hak kaybı vasıtası yapılması, İslamcıların da AKP örneğinde olduğu gibi Kürdlerin hasımları olan rejimlerle entegre edilmeleri için vasıta yapılması hem İslam'a hem de İslamcılara kazandırmaz, kaybettirir.

Kürdler DTP'den memnun olmayabilir. Bu onların en doğal haklarıdır. Bunun neticesinde AKP'ye yamanmak hatadır. DTP'den memnun olmayan Kürdlerin kendi AKP'lerini kurmaları veya DTP dışındaki mevcut Kürd partilerine destek vermeleri daha doğrudur.

Seçim yaklaştıkça saflar netleşecek, çok konuşacağız. Ama neticede hepimiz kararlarımızdan dolayı hesap vermek durumundayız. Kendi zaviyemizden olaylara bakmak ve tutum takınmak en doğrusudur. Başkalarının doğrusu etrafında konuşmak bize zaman ve mevzi kaybettirir.

Barzani'nin bağımsızlık talebi yerinde- İsmail Beşikçi,

Hasan Bildirici: Kürdistan'ı bölüp parçalayan ve sorunu çözümsüz kılan bir sürü Uluslararası müdahale var. Bunları yukarıda sıraladınız. Bu müdahalelerden sonra, Kürtler üzerinde bir dörtlü tutsaklık zinciri oluştu. Amerika'nın Irak'a müdahalesiyle Saddam rejimi yıkıldı. Fakat buradan da bağımsız ve özgür bir Kürdistan çıkmadı. Belki Kürtler istedi, ama ABD öncülüğündeki uluslararası güçler Türkiye'nin ve Arap ülkelerin isteğini göz önüne alarak Irak'ı yine kilitledi, üç benzemezi veya az benzeyeni; Şii, Sunni ve Kürtleri aynı devlet potası içinde eritme yolunu seçti. Amerika beş yıldır tüm gücünü Irak'ın birliğini ayakta tutmak için harcıyor, ama o da ekonomik kriz eşiğine geldi. Öyle görünüyor ki, Kürdistan'ın dört parçadaki sorunun çözülmesi için, ABD öncülüğündeki Batı güçleri Türkiye, Irak, Suriye ve İran'ı Balkanlara çevirmeden bu işin içinden çıkamayacaklar. Sanki dört parçadaki Kürt sorunu Ortadoğu'daki dünya savaşının zemini haline gelecek. Kürt sorununda hiç kimse henüz asıl kozlarını oynamadı gibi geliyor bana... Siz geleceğin Ortadoğusun'da Kürtlere nasıl bir rol biçiyorsunuz? Amerika'nın Kürt sorununda nihai hedefi ne olabilir?



PKK ve diğer Kürt örgütlerinin Kürdistan için istikrarlı bir talebi olmamıştır



İsmail Beşikçi:Kürtler yakın gelecekleriyle ilgili olarak siyasal taleplerde bulunmak durumundadır. Kültürel talepler, kardeşlik söylemi, Kürtlerin bir şey istediği anlamına gelmiyor. Türkiye, Kürtlerin siyasal isteklerine karşı çıkabilir, isteklerin içini boşaltmaya gayret edebilir, isteklerde bulunanlara baskı uygulayabilir. Bunların belirleyici olduğu kanaatinde değilim. ABD’nin ikircikli davranması, AB’nin Türkiye yanlısı, Kürt karşıtı politikaları da belirleyici değildir. Belirleyici olan Kürtlerin siyasal isteklerini kararlı bir şekilde ileri sürmeleridir. Kürtler derken, birinci planda Kuzey Kürtlerinden söz ettiğim herhalde anlaşılıyordur, ama, Güney Kürtlerini de analize katmak gereği ortaya çıkabiliyor, bu da açık. Kuzey Kürdistan’da, Kürtlerin böyle kararlı, istikrarlı bir siyasal istemi olmamıştır. Ne PKK’nin, ne de PKK dışındaki örgütlerin böyle bir istemi olmamıştır. Kürtler kendileri için bir hak, siyasal bir hak istemiyorlar, daha çok hasımlarını rahatlatacak açıklamalar yapıyorlar. “Kürt devletine gerek yoktur, Kürt devleti en çok Kürtlere zarar verir” gibi… Kürtler barış istediklerini vurguluyorlar, halbuki eşitlik istemeleri, bu istemlere vurgu yapmaları gerekir.

“Kardeşlik” anlayışı, bu istemlerin önüne geçen, bu istemleri boğan bir anlayıştır. Kaldı ki, devlet her zaman, “kardeşlik” ileri süren Kürtlere şunu ima etmeye çalışıyor. “Durmadan kardeşlik deyip duruyorsunuz, o zaman neden büyük ağabeyinizi dinlemiyorsunuz?”

En büyük engel Türkiye

Kişi olarak Kürtlerin geleceği konusunda iyimserim. Güney Kürdistan’da Kürt Federe Devleti’nin zamanla ete-kemiğe bürüneceği kanısındayım. Irak, elbette sun’i bir devlettir. 1920’lerde, Milletler Cemiyeti döneminde, emperyal Büyük Britanya’nın, girişimleriyle üç benzemez siyasal kategori devletin zorlayıcı baskı araçlarıyla bir arada tutulmaya çalışılmıştır. Bunun sürekli olması, 1920’lerde kurulan bu anti-Kürt statükonun hiç değişmemesi istenmektedir. Arap yaşam biçimiyle Kürt yaşam biçimi, yaşam değerleri birbirinden çok farklıdır. Şii Arapların ve Sünni Arapların yaşam biçimleri, değerleri ve ülküleri birbirine benzeyebilir, ama Kürt yaşam biçimiyle bunların arasındaki fark çok büyüktür. Bugün bu üç benzemezi, bir merkezi otorite bünyesinde tutmaya çalışan yegane güç Türkiye’dir. Kanımca, Irak’ın kendisi bile, örneğin Şii Araplar ayrı bir Kürt devletini makul karşılayabilmektedir. Türkiye, her niyetini, her projesini yaşama geçirmek için yeterli maddi ve politik güce sahip değildir, ama başkalarının niyetlerinin ve projelerinin yaşama geçmesini her zaman engelleyebilir, bu ABD’nin niyetleri ve projeleri de olsa…Ama, Kürtlerin siyasal istemlerini kararlı bir şekilde dile getirmeleri, Kürtlerin doğal haklarına durmadan vurgu yapılması, Kürtlerin, Kürt toplumu olmaktan doğan haklarının kararlı bir şekilde savunulması Türkiye’nin inkarcı ve imhacı politikalarını aşacak güçtedir.

Barzanin’nin bağımsızlık talebi yerinde

Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin, “Kürt Devleti kurmak Kürtlerin doğal hakkıdır”, “Bağımsız Kürdistan doğal hakkımızdır” söyleminin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Mesut Barzani’nin bu görüşü zaman zaman dile getirmesi dikkate değer bir durumdur. Bu, gelişigüzel bir düşünce açıklaması, herhangi bir düşünce açıklaması değildir, hukuk tarihinde, siyasal düşünceler tarihinde ve devlet nazariyeleri tarihinde sağlam düşünsel temelleri, sağlam düşünsel dayanakları olan bir görüştür. Doğal olan aynı zamanda doğru olandır. Doğal olana karşı olma, insani olana karşı olma anlamına gelir. Doğal hakkın, doğal hukukun zıddı olan reel hukuktur, yani pozitif hukuktur. Pozitif hukuk, reel hukuk ise, inkarı, imhayı, katliamları soykırımları meşrulaştırmaya çalışan bir hukuktur. Bu iki anlayış arasında derin bir çelişki olduğu açıktır. Kürtlerin kararlı, istikralı tutumları, istemleri bu çelişkileri aşacak, reel hukuk anlayışını deşifre edecek, hükümsüz kılacak güçtedir.

Doğal hukuk, kişinin doğumla birlikte kazandığı, sahip olduğu haklardır. Bu haklar tartışılamaz, dokunulamaz, baskı altına alınamaz, devredilemez, engellenemez haklardır. Kişinin doğal hakları, sadece bireysel hakları kapsamaz, kişilerin bir arada yaşamalarından dolayı ortaya çıkan hakları yani kolektif hakları da kapsar. Buna da halkların, milletlerin hakları denebilir. Hukuk tarihinde, siyasal düşünceler tarihinde Locke, Rousseau ve Kant’ın düşünceleri bu bakımdan önemlidir.

Hukuk tarihinde doğal hukukun, tabii hukukun büyük bir yeri vardır. 1689 İngiliz Yurttaşlık Hakları Bildirisi, 1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi, 1789 Fransız İnsan Hakları Bildirisi, 1948 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi, doğal hak, doğal hukuk anlayışının yaşama geçmiş pratikleridir. Bu anlayış şüphesiz Kürtleri de özgürleştirecektir. Mesut Barzani’nin bu yoldaki açıklamaları dikkate değerdir.

Devletin, özgürlükleri kısıtlayıcı bir siyasal yapı olduğu söylenebilir. Fakat çok ağır mağduriyetler, yoksunluklar yaşayan , darmadağın edilmiş, kendilerini değil hep başkalarını yaşamış Kürtler için, kendileri için değil, hep başkaları için yaşamış Kürtler için, devletin gerekli olduğu şüphesizdir. Derlenip toparlanabilmek için bu kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Kürtlerin malları yağma edilecek

“Bir arada yaşamak”tan, “et-tırnak gibi birlikte olmak”tan, “kardeşlik”ten söz ederken, 30 Eylül 2008 tarihinde, Balıkesir’in Altınova beldesinde cereyan eden olayları da dikkatlerden uzak tutmamak gerekir. Bu olaylar sırasında, Kürtler, Kürtlerin işyerleri ve evleri saldırıya uğramış, onlarca ev, işyeri yakılmış yıkılmıştır. Market sahibi bir Kürt, bir tır dolusu malının yağmalandığını, tahrip edildiğini anlatıyordu. 30 Eylül’ün Ramazan Bayramı’nın ilk günü olduğunu da hatırlamak gerekir. Ertesi gün yani 1 Ekim 2008 de, Altınova’da, Kürtlerin aleyhine yürüyüş ve mitingler gerçekleşti. Yürüyüşlere ve mitinglere katılanlar, “Altınova bizimdir, bizim kalacaktır” sloganını içeren pankartlar taşıyorlardı ve bu sloganı sık sık bağırıyorlardı. Bu, ne anlama geliyor? Altınova’da yaşayan Kürtlerin, uzun zamandır orada yaşadıkları dile getiriliyor. 30 yıla yaklaşık bir zamandır orada yaşayan aileler var. Demek ki Kürtler iş kurmuşlar, ev-işyeri sahibi olmuşlar, toprak satın almışlar. Buysa, orada yaşayan Türk kökenli, Balkan kökenli ailelerin gözüne geliyor. Demek ki, Kürtleri rahatsız edip, huzursuz edip oradan kaçırtmanın, orayı terk ettirmenin yolları aranıyor. Kürtler oradan kaçırtıldığı zaman, şu veya bu şekilde oradan uzaklaştırıldığı zaman topraklarına, mallarına-mülklerine el konulacak. Kütlerin malları-mülkleri yağma edilecek…

İnternette, google’da, 2 Ekim 1908 tarihli haberler çok dikkat çekiciydi. Google’un Altınova maddesinde. “doğu kökenliler” den, “doğu kökenlilere yapılan saldırılar”dan söz ediliyordu. “Doğu kökenliler” kavramı haberlerde, haber yorumlarda sık sık kullanılıyordu. Bir okuyucu “Doğu kökenliler” kavramının kullanılmasına şu şekilde itiraz ediyor. “Doğu kökenliler, doğu kökenleler deyip duruyorsunuz. Altınova halkını bize karşı kışkırtıyorsunuz. Ben de doğu kökenliyim, Erzurumluyum ama Türküm. Doğu kökenliler derken bizi hedef gösteriyorsunuz. Doğu kökenliler yerine Kürt sözünü kullanın, böylece hedef kitleyi daha iyi belirlemiş olursunuz.” Balıkesir Valisi Kürtlere saldırıları doğal karşılamış, Demokratik Toplum Partisi milletvekillerinin şehre girmesine engel olmuştu. Gazetecilerin konuşmaya çalıştığı bazı Kürtler de, “abartmayın bu geçici bir olaydır” diyorlardı. Bu Kürtler, “kardeşlik” söylemine fazla inanmış olacaklar. Hem dayak yemişler, hem de “abartmayın” diyorlar.

Kürdistan’daki köklerden kopmak yanlıştır, tapular bir anlam ifade etmeyebilir

Bu, Kürtlerin, dört bir taraftan, çok ağır saldırılarla, kışkırtmalarla karı karşıya olan bir zeminde yaşadıklarını göstermektedir. Bu tür saldırıların Hadırlı’da, (Adana, Seyhan ilçesi), Ödemiş’te, Denizli’de, Datça’da, Manisa ‘da vs. de de gerçekleştiği biliniyor. Burada, Kürtlerin bir yanlışına da değinmek gerekir. Kürdistan’daki bütün malını-mülkünü, taşınmazlarını satıp batı illerine yerleşmek, Kürdistan’daki kökünü tamamen koparmak yanlıştır. Batı’da güvenli bir yaşam yoktur. Türk iş sahipleri artık Kürtlere kolay kolay iş vermemektedir. Aileler evlerini Kürtlere kiraya vermemeye çalışmaktadır. Batı’da edinilmiş mal-mülk için de güvenli bir gelecek yoktur. Yağma ve talan zihniyeti karşısında tapular hiçbir şey ifade etmeyebilir. Yukarıda dile getirmeye çalıştığım market sahibinin PKK ile falan bir ilişkisi yok. Kürtlükle bile ilişkisi kalmamış. Hatta bunlara karşı…Fakat devletin konudaki tavrı şudur: “Sen Kürt olduğunu unutmuş olabilirsin, ama ben unutmam. Şimdi benim için bir tehdit unsuru olmayabilirsin, ama ileride …? Son yıllarda, gerillaya yeni katılımlardan söz ediliyor. Bu katılımların Kürdistan’dan çok Batı illerinden ve Avrupa’dan gerçekleştirilmesi büyük bir olasılıktır

Ege ve Marmara bölgelerine şu veya bu nedenlerle yerleşmiş Kürtlerle bu yörelerde yüz yıla yakın bir zamandır oturan Türklerin siyasal kültürü ve beklentileri arasında çok büyük farklar vardır. Kürtler devletin demokratikleşmesini, insan haklarına riayet etmesini, insan hakları anlayışının güçlenmesini istemektedirler. Bu yörelerde oturan Türklerin ise insan hakları diye bir sorunu yoktur. Bunların önemli bir kısmı devletin otoriter olmasını, totaliter olmasını istemektedir. Otoriter, totaliter devletin kendilerine daha iyi hizmet edeceği kanısındadır. Bu Türk kitlelerin büyük kısmı 1912’de Balkan yenilgisinden sonra, Balkanlardan Anadolu’ya göçenler olduğu biliniyor. Bunların bir kısmı 1915’deki Ermeni soykırımına da katılmış olabilir. Göçertilen Rumlardan ve Ermenilerden kalan taşınmazların önemli bir kısmının da bu insanlara, bu ailelere verildiği yine bilinen bir durumdur. Kürtlerin geleceğe ilişkin beklentileriyle bu Türk kitlelerin geleceğe ilişkin beklentilerinin çok zıt olduğu açıktır. Bu nedenlerle, “bir arada yaşama” artık, Kürtler için gittikçe zorlaşmaktadır. Bu, nüfus yoğunluğu az olan mahallerde, beldelerde özellikle böyledir.


İsmail Beşikçi

Türk decvleti Kürtler için soykırım planları hazırlıyor.

Selahattin Erdem, ‘Kim gider’ başlıklı makalesinde, Türkiye yönetiminin geçmişteki 'Ermeni Tehciri'ne benzer bir 'Kürt Tehciri' politikasını kendi içinde tartıştığını yazdı.

Yeni Özgürpolitika gazetesi yazarı Selahattin Erdem, ‘’Eğer AKP yerel seçimleri kazanırsa ve yine eğer Mesud Barzani ile anlaşırsa Kuzey Kürdistan'da tehcir politikasının uygulanmaya çalışılacağı anlaşılıyor. Yani 'Tayyip'i beğenmeyen Barzani'nin yanına gitsin' denmeye hazırlanıyor. Peki, ikisini de beğenmeyen nereye gidecek?’’ dedi.

Erdem, Erdoğan’ın Van ve Hakkari’de yaptığı konuşmaları değerlendirdiği makalesinde, 'Beğenmeyen çekip gitsin' sözünün Erdoğan'ın faşist-milliyetçi zihniyete iyice oturduğunu bir kanıtı olduğunu söyledi.

Erdem, ‘’Sevmeyenin terk etmesini öngören mantığın da faşistlere ait olduğu biliniyor. Besbelli ki Başbuğ zihniyeti Türkiye yönetiminde iyice yerleşiyor’’ dedi.

TOPLU GÖÇERTEME POLİTİKASI

Erdoğan’ın son açıklamalarının 'Terörle Mücadele Kurulu' toplantılarında alınan bir kararı yansıttığını belirten Erdem makalesinde şöyle yazdı:

‘’Bu sözlerle birlikte neden AKP'nin her şeyi yerel seçimlere bağladığı ve neden Türkiye'nin Mesud Barzani'den bu kadar medet umar hale geldiği çok iyi anlaşılıyor.

'Beğenmeyen çekip gitsin' demek herhalde sadece tehdit amacıyla söylenmiş bir söz değildir. Kürtleri binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan sürmeyi içeren yeni bir politikanın işaretlerini veriyor. Besbelli ki yeni Türkiye yönetimi, geçmişteki 'Ermeni Tehciri'ne benzer bir 'Kürt Tehciri' politikasını kendi içinde tartışıyor. Eğer AKP yerel seçimleri kazanırsa ve yine eğer Mesud Barzani ile anlaşırsa Kuzey Kürdistan'da tehcir (toplu göçertme) politikasının uygulanmaya çalışılacağı anlaşılıyor. Yani 'Tayyip'i beğenmeyen Barzani'nin yanına gitsin' denmeye hazırlanıyor. Peki, ikisini de beğenmeyen nereye gidecek?’’

BARZANİ’YE TEKLİF GÖTÜRÜLDÜ

AKP yönetiminin, İttihat ve Terakki yönetimi gibi, yeni bir soykırıma hazırlandığını söyleyen Erdem yazısı şöyle:

‘’Son 'Terörle Mücadele Kurulu' ve MGK toplantılarında bu hususun tartışılıp kanuna bağlanmış olduğu ortaya çıkıyor. Eğer ABD ve KDP ile anlaşılırsa ve ortam uygun olursa, geçmişte Ermenilerin Erivan'a ve dünyanın dört bir yanına sürülmesine benzer bir biçimde, şimdi de Kürtler bu temelde ezilip bastırılacak! Tayyip Erdoğan'ın sözleri işte bu anlama geliyor.

Türkiye'nin KDP ile bunu tartıştığı, Mesud Barzani'ye bu teklifi götürdüğü anlaşılıyor. Mesud Barzani'nin son İran ve ABD gezilerinin bu temelde gerçekleştiği ortaya çıkıyor. Birdenbire Mesud Barzani'nin Türkiye yönetiminin umudu ve kurtarıcısı haline nasıl geldiği bu temelde daha iyi anlaşılıyor.

YENİ OYUN

Elbette ve hiç kuşkusuz Kürtler için tezgahlanan yeni bir oyundur bu. Başbuğ-Erdoğan yönetiminin hesaplarını ifade ediyor. Demirel-Güreş-Çiller yönetiminin hesaplarını ifade ediyor. Demirel-Güreş-Çiller yönetiminin 1994'te gerçekleştirdiği 'Kürt tehcirini' tamamlamayı içeriyor. Henüz gerçekleşmiş bir durum yok, fakat Tayyip Erdoğan ile Ali Babacan'ın söyledikleri üst üste getirilirse bu sonuç ortaya çıkıyor. Buna karşı ABD ile KDP'nin nasıl bir politika izleyeceği, yani bunu kabul edip etmedikleri de henüz belli değil.’’

Kürtlerin böyle bir oyuna gelmeyeceğini yazan Erdem, ‘’Eğer KDP ve YNK bu oyuna gelirlerse, tarihlerinin en büyük hatasını yapmış olurlar. Böyle bir hataya düşeni ne tarih affeder, ne de Kürt halkı!’’ dedi.

AKP ELI ILE PLANLANAN ISLAM TAKTIGI KURDISTAN DA COPE ATILDI,, KURTLER UYANIYOR

Türkiye Başbakanı Erdoğan, son dönem yaptığı çıkışlarla diktatör görünümünü giderek pekiştiriyor. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi toplumsal uzlaşma kapılarını kapatarak krizlere yol açan Erdoğan, ulusalcı-laik cepheye karşı Kürtlerin verdiği emanet oyların da kalıcı olduğu yanılgısına kapılarak başlattığı yerel seçimler hazırlıklarında kendini ele verdi. Erdoğan, fetihe çıkan bir komutan gibi başladığı bölge gezisi hüsranla bitince, agresifleşti ve milyonlarca Kürde “çekin gidin” dedi. Seçimleri krize çevirerek kazanmayı alışkanlık haline getiren Erdoğan, bu kez de DTP’yi tasfiye etme planını gerçekleştirmek istedi. Stratejisi çöken Erdoğan, Kürt oylarından umudunu kesti ve milliyetçi oylara yöneldi.

Türkiye, yerel seçimler öncesi yine kritik bir dönem yaşıyor. Her seçimi krize çeviren AKP iktidarı, yerel seçim öncesi de yeni bir krize imza atmayı başardı. Bu kez ise hedefte DTP’li belediyeler ve Kürt seçmenler var. 22 Temmuz seçimlerinden sonra CHP ve DTP’nin kalelerini sıralayarak, Diyarbakır, Dersim, Çankaya ve İzmir’i istediğini açıklayan Erdoğan’a, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in “Diyarbakır kaledir düşürülemez” yanıtı vermesi, DTP-AKP savaşında fitili ateşledi.

AKP’NİN DTP KOMPLEKSİ

Türkiye’de seçmenin sisteme yönelik öfkesi ve değişim umuduyla destek verdiği AKP hükümeti, Kürt illerinde de emanet oylarla yakaladığı temsiliyet fırsatını da yine Kürtlere karşı kullanmaya çalıştı. Başbakan Erdoğan’ın, DTP’yi etkisiz göstermek amacıyla “Benim de 75 Kürt kökenli milletvekilim var“ açıklaması da AKP’nin, DTP kompleksini anlatmak için ciddi bir referans oldu. Erdoğan’ın partisindeki 75 Kürt milletvekilinin tamamı bile, DTP’li bir milletvekilinin yarısı kadar bile Kürt sorununa sahip çıkmadı. Bu nedenle AKP’nin Kürt seçmenini temsil ettiği iddiası da ilk günden itibaren anlamsız kaldı.

KÜRT SEÇMEN ÇANTADA KEKLİK DEĞİL

Siyasi Partiler Yasası, seçim barajı gibi engeller nedeniyle DTP’nin bağımsız adaylarla dezavantajlı girdiği seçimlerde, devlet desteğini arkasına alan AKP’nin bu kadar milletvekili çıkarması büyük bir başarı olmadığı gibi, tek başına iktidar olmanın getirdiği avantaj, ekonomik kaynaklar, İslamcı örgütlenme, sağ partilerin gizli ittifakı, devlet ve ordunun bölgede verdiği destek AKP’nin bölgede destek bulmasının önemli faktörleri arasında sayılabilir. AKP’nin önceki seçimlerde değişim umudu ve 22 Temmuz’un olağanüstü koşulları nedeniyle Kürt seçmenden aldığı desteği Mart 2009’da yeniden alması kolay görünmüyor. Bu gerçeği gören Erdoğan, son dönemlerde iyice agresifleşti.

DTP’Yİ TASFİYE PLANI

Kürt sorununda hiçbir adım atmayan, çözümü askere havale eden, vaat ettiği ekonomik yatırımları bile karşılamayan AKP iktidarı, siyasi çözüm olarak de DTP’nin tamamen tasfiyesi projesini uygulamaya koydu. Kürt seçmenin tepki göstereceği endişesiyle DTP’nin parlamento grubunun tasfiyesi konusunda CHP ve MHP’nin çağrılarını dikkate almayan Erdoğan’a göre, sorunun asıl çözüm yeri yerel yönetimlerin ele geçirilmesi. Milli Görüş geleneğinde edindiği bu deneyimini Kürt illerine uyarlamaya çalışan Erdoğan’a göre, AKP önce yerel yönetimleri kazanacaktı, DTP’nin halkla bağı koparıldıktan sonra zaten Kürt sorununu da doğrudan gündemden çıkacağı için Kürtlerin taleplerinin karşılanmasına da gerek kalmayacaktı.

AĞZINDAKİ BAKLAYI ÇIKARDI

Ne var ki Erdoğan’ın, Kürt sorununu tasfiyeyle ‘çözme’ planı, masa başında hazırlandığı gibi gerçekleşmedi. Kürt illerine gittiğinde, zafer kazanmış komutan edasıyla dönmeyi uman Erdoğan, ‘cantada keklik’ gördüğü belediyeleri de artık unutmaya razı olmuşçasına milyonlarca Kürde kapıyı gösterdi: “Tek bayrak, tek millet, tek vatan” diyerek MHP’nin “Ya sev ya terk et” sloganının yeni bir versiyonunu buldu. Erdoğan, “Tek millet dedik, tek bayrak dedik, tek vatan dedik, tek devlet dedik. Buna karşı çıkanın Türkiye’de yeri yok. Buyursun istediği yere gitsin” diyerek sadece ağzındaki baklayı değil, yüzündeki maskeyi de çıkardı. Üstelik bunu Kürt mücadelesinin en hareketli olduğu yerlerden biri olan Hakkari’de yaptı.

AKP’NİN STRATEJİSİ ÇÖKTÜ

Aynı Erdoğan, Kürt gençlerine pompalı tüfekle saldıran bir saldırganı da “Vatandaş kendini savunacaktır” diyerek açıktan destekledi. Bu sözlere başta DTP olmak üzere kamuoyundan sert tepkiler geldi. Çünkü en son Altınova’da sahnelenen Kürtlere yönelik linç girişimi böylece iktidar tarafından teşvik edilmiş de oldu. Erdoğan’ın bu sözleri geçmiş hükümetlerin icraatlarını, faali meçhul cinayetleri, çeteler, derin devlet ve bugün yargılanan Ergenekon yapılanmasının kaynağını hatırlattı.

Bu hatırlatma, AKP’nin bölgedeki imajını yıktığı için yerel seçim stratejisinin çökmesine yol açan bu sözler parti içinde de tepkilere yol açıyor. AKP’li Kürt vekilleri bile Erdoğan’ı savunamayacak hale geldi. Erdoğan’dan çekinen milletvekilleri gerçek görüşlerini ancak kulislerde dile getirebiliyor. AKP’li vekiller, Erdoğan’ın inadına bölgeye giderek, ortamı germesi ve son çıkışların ardından AKP’nin yerel seçimlerde bölgede büyük oy kaybına uğrayacağı itiraf ediyor. İslamcı stratejistler bile Erdoğan’ın bu sözlerini savunmakta zorlandıkları için yalnızca “kişisel çıkışıdır, parti politikası olduğunu sanmıyoruz” diyebiliyor.

KAMUOYU DESTEĞİ AZALIYOR

Erdoğan’ın, devlet olanakları ve olağanüstü güvenlik önlemleriyle gittiği parti kongrelerinin AKP’ye oy kazandırmanın aksine bölgede devletin partisi olduğu imajını pekiştirdi. Erdoğan’ın kongrelere katılması bile bu kadar büyük gerilime yol açarken, yerel seçim sürecinde AKP’nin bölgede karşılaşacağı tepki ve sandıkta çıkacak tablo şimdiden belli: Kapatma davasında son anda kurtulan Erdoğan, Ergenekon davası ve Kürt sorununda Genelkurmay ile uzlaştı ve kamuoyu yoklamalarında zirvede görünen oy yüzdesi de erimeye başladı. Değişim umuduyla sandıkta destek veren Kürt seçmenin sayesinde ulusalcı ve laik kesimlere direnebilen AKP’nin gemisi, yanlış politikalar nedeniyle Kürt illerinde su almaya başladı. AKP acil önlemler almazsa, bunun Türkiye geneline yansıması uzun zaman almayacaktır.

YASAL UYARI: Fırat Haber Ajansı (ANF) servis ettiği haber ve fotoğrafları aboneleri dışında, ajansın izni olmadan kopyalamak veya yeniden yayınlamak yasaktır

vrijdag 7 november 2008

Azadî û Wekhevî

Mafên Mirovan ji Kurdan re, û Aştî ji Kurdistanê re... Human Rights to the Kurds, and Peace to Kurdistan..

media of turkey: under control of fascist government and military...


ok lets talk about turkish media. well, actually there is almost nothing to talk about, because we all know that it is one-sided, and all unders control of fascist tc. and there is one person who almost all media in turkey, aydin dogan! he owns, milliyet, hurriyet( i think i hate this newspaper the most because "ataturk's face with a turkish flag" is its symbol under that reads: "turkey belongs to the turks" and this is its slogan"), posta, fanatik, referans, gozcu and, alas, radikal! radikal is(i think i should say "was") the best newspaper among those! but recently some other columnist have come to the newspaper such as hasan celal guzel, "fascist" would be the best word to describe him shortly! and there are some other guys in the newspaper that lowers its level such as; gunduz aktan, m. ali kislali, even haluk sahin and etc. but it is worth to read radikal even if it is only for the articles of murat belge, ahmet insel, orhan miroglu, altan oymen, and yildirim turker. they are sensitive about thsi kurdish issue and they look at it from an objective ground, as much as i have read and understood from their writings!

and i wanted to show how most of the columnists, journalists in turkey are military-and narrow-minded, in this prospect. when you think of a journalist, you would think that he or she would be questioning everything and write his or her stuff as objective as possible! unfortunately this is not the case in turkey! in turkey i tell you how it works: the military hands out a statement to dogan yayın holding(dyh) and they publish it as if they have researched for it, and digged out to find it out in all newspapers they have. keep in mind that they own almost all the newspapers that most of turkey reads! and here is the outcome; a society that does not respect any kind of human rights when the issue is kurds or kurdistan!!! because they have been told by tv channels(he has many tv channels as well), by newspapers, by magazines, by everything that kurds are the ENEMIES OF TURKS&TURKEY! and naturally the outcome is the way that tc expects. kurd-phobic society!

"ANYTHING KURDISH IS BAD" this is carbed in their minds!

this new guy who transfered to radikal awhile ago, hasan celal guzel is writing great articles to manipulate turkish society(turks). the other day he wrote an article claiming that kurdish population in turkey is between 5 and 8 million(he includes the zazas as well but he says that zazas are not kurds) and he says at most it is 8, ot i think it is about 5 million. and yesterday he wrote another fucked-up article, this one was about how turkey is ignoring the cross-border operation that military should have done awhile ago to northern iraq(south kurdistan). i just dont get it!

how come a columnist, well not just one, most of the turkish columnist want turkey to enter south kurdistan, want a WAR? a fucking war!!!! is it that simple! is it that joyful, tasteful, delighful, enjoyable and easy to go and kill the people, the KURDS? well i think it is!! otherwise why would they want a war in south kurdistan that much, right? so i translated his last article into english! yes i took the time and translated it into english from turkish!!

enjoy it:

westerners and especially americans, have grabbed turkish foreing policy very well.turks's current situation reminds, italians', once, noisy and talkative picture.the ones's, who govern by people's reactions, reactions seem in concordance from this point.when turkish politicas scream, the collocutors are watching, by laughing behind(secretly).if their screams, cries have raised too much, then a call from president(bush), and his secretary of state(condi) is enough to calm them down. you look and see one newspaper has declared pm(recep) " a man like un".and our people are very pleasent by this. people are very happy about bringing americans, europeans, andtalabanis, barzanis to their knees with one statemnt, while doing it without using military force. when it comes to martyrs' funerals,ates dustugu yeri yakar nasilsa(this is an idiom, basically means: nobody understands how it is to be hurt other than the one who is hurt)...

***

it is impossible for turkey to protect its national security and be an effective(deterring) power in the middle east with this "cheap"(useless) foreign policy.lafla peynir gemisi yurumez(another idiom, it is hard to translate them, this basically means: without action words mean nothing). without turkey showing its real power out, there is no way that she will get a resultfrom those statements and phone diplomacy. while ME is in this new, historical, transformation period; turkey's dealing, diverting with "empty"(ineffective) diplomacy is a misfortune(bad luck) for the turkish people, who have been the only owner of this region. while turkey was talking about "cross-border military operation" two weeks ago; today pm is talking about a nato force presence in northern iraq. if koskoca(this means enormous, but in context it means "mighty")turkey, is expecting nato to provide her security against PKK, then why are they feeding an army of 800 thousand? if pm, by this thinks that nato member turkey, will be able to send troops to northern iraq, he should not wait for it. even the leadership of turkey, that has agreed to send troops under some conditions, for a un force in lebonan was not accepted(he is trying to say that westerners dont trust turkey) and they want turkey to share leadership with england and italy.

***

turkey should stop being diverted and put on a sleep, and should realize the cross-border operation.israel's attack on lebonan has created a suitable environment for turkey. turkey has right to do this in every single way. because;
1. PKK's attacks are continueing with its all violence.as we have said it before turkey has right to do this(cross-border operation) by law.(i dont know by which law though, i wish he said the law as well but anyway lets continue)
2. usa is beating araound the bush(diverting turkey)and does not want to solve the PKK issue from the roots. because, on one hand she does not want to offend peshmergas, which she has declared as strategic ally; and on the other hand they want to use the PKKas a tool in iran issue against turkey.
3. the peshmerga leaders in northern iraq, and barzani, talabani, who have become political powers by the help of usa, let alone wanting to make the PKK ineffective(harmless), they, on the contrary support the PKK and use it agains turkey.it does not worth anything that they close down the PKK's representatives symbolically.

***

under this circumstance, turkey, after dealing with its diplomatic relationsfor few days, should realize it s cross-border operation and root out the PKK's camps. otherwise, this quietness will be seen as a weakness, frailty and turkey will not be able protect its national security.

here is the link to the original article : http://www.radikal.com.tr/haber.phphaberno=195198

so, what do you think? i am right,arent i? he is dying to see kurdish blood splitting over!! he is dying to drink kurdish blood! he is blinded by the desire of a "KURDISH GENOCIDE" as they have one armenian genocide not good enough!

i dont know what to say, i am dumbfound by people like this dickhead, fucking fascist son of a bitch!!

and i only, again, want to call upon all people, not only kurds, to see this and to react against this cruel and inhumane treatments that kurds were and are forced to face!!!

it is the time that all human beings, but to the most part kurds should rise up and get what belongs to them!!! and start to live lika HUMAN BEINGS, not like animals, even worse than animals!

biji kurd û kurdistan!
û her biji mirovatî!!
posted by tari ronahi at 9:45 AM 0 comments

KURDISH: an endangered language
i was planning on writing the role of islam(religion generally) on kurds and kurdistan. but i think there is something more urgent to be talked about than that, that is: "the plight of kurdish"

yes what is the situation the kurdish in right now? and especially the bakuri kurds plight? because the başuri kurds are in a very good shape in comparison to bakuri kurds in terms of preservation of the kurdish language and passing it to younger generations, even though they have many arabic words(in fact too much)! why are the bakuris forgetting kurdish, exploiting it, and not teaching to their sons, daughters and newer generations?

this is a big question and a heavy one as well! and it is not an easy question to answer, because it has some answers and at the same has none!

we all know that it was kurds' natural homeland that kept kurds from being assimilated totally in the past! abdullah ocalan has a very good analyses about this in his book called "bir halkı savunmak"(defending a people), even though i should condemn(i know this word is very strong but the danger that is on the kurdish language is as serious as this word or maybe even more serious) him for writing this book in turkish, because he is the leader of the kurds, i understand him, i mean i sympathize with him! i think it was something like that " the mountains, where the kurds live, have protected kurds from melting(being assimilated), but it also has prevented them from developing, because of the invasions, and pillages that have been going on in this sensitive area; kurdistan" i am talking about the assimilation part of this quote; it has protected our language, and culture from disappearing! it, indeed, has done that, the great mountains of kurdistan!

until the end of 1980s the kurdish language was still preserved, because the kurds were still in their villages, and mountains back then. and they had their own little worlds, most of them would not know one single word turkish and the women, in specific, did not know one single word turkish! even though there are some bad sides to this, such as they were not connected to the outer world in any way or this kind of things, it was still good because the kurdish language was still living and it was being passed to the younger generations by our holy mothers! but at the beginning of 1990s, and since then going on, we have been losing the kurdish language, "THE LANGUAGE OF THE KURDS, THE LANGUAGE THAT MAKES KURDS; KURDS, AND THE LANGUAGE THAT WITHOUT IT THERE WOULD BE NO KURDS". and it is mainly because around four or some say five thousand kurdish villages were forcibly evacuated, i should use "they were destroyed by the turkish army" instead. and more than three million people(kurds) were displaced! and of course it had its consequences! they all went to cities, where they were not wanted and most of the time they were ostracized, not employed, and left to death by those nice turks in the outskirts of the metropolitan cities such as stenbol(istanbul), izmir, edene(adana), and enqere(ankara).

so the turks got a great opportunity to do what they have been trying but were not able to succeed for years; assimilation!

all the kurds started to go to school, where they would only speak turkish, and if, in any way someone were to speak kurdish s/he would punished for speaking kurdish and this way it would have a deterring effect on the other children(students) as well! kurdish students were despised and made fun of because of their accent so the families of those kurdish students thought that if they spoke only turkish at home it would help their children and they would be able to speak turkish better, and nobody would be able to fun of them. of course this was not the case for everybody, some would say kurdish is useless, it indeed was in the eyes of tc, and therefore would only teach turkish to their children, because you would get the benefits of government on the level of your turkishness, so if you did not know kurdish that was a plus in your turkishness!

they only watched the turkish tv channels! and especially the mothers were very badly affected by this, because they wree the ones who would stay at home and when they did not have anything to do they would watch the tv and improve their turkish, but after a while they started to use turkish words while speaking kurdish, keep in mind that their children were not taught kurdish, so even if some of those children wanted to learn kurdish they would learn it wrong because their parents would not speak appropriate kurdish! i still cant believe that some kurds would say "qapi qepamiş bike" for "close the door" in kurdish: i have a very hard time understanding this, qepi originally is kapı(it is pronounced liek qepi in kurdish) "qepamiş" means nothing, it is supposed to mean "close", they combine turkish root of "to close" and add a kurdish suffix to it and make it kurdish. when i see people using those words, and killing kurdish it really hurts me very badly!

i think i will tell you a joke about this as well. there is that kurdish guy who is a political asylum seeker in sweden. he gets sick and they call a doctor to come and see what his problem is, but there is another problem this guy does not know swedish so they bring a kurdish-swedish interpreter when the doctor arrives. and the asylum seeker starts to tell his problem: "îçê qulaxê min ağrimiş dikê" and the interpretes does not understand a word of it except "dikê" which is a suffix and means "make, do" when added to the endof a word.so he asks the patient "what did you say? sorry i did not understand you". the patient gets angry and yells "îçê qulaxê min ağrimiş dikê" as if the interpreter does not know kurdish! but he is unaware of the fact that none of the words he uses is kurdish! they are all turkish but just mixed with kurdish suffixes! and in kurdish he should say "nava guhê min di êşê" and in turkish that would be " kulağimin içi ağriyor" which means "inside of my ears hurt".

so do you see the seriousness of losing kurdish? and that refugee, the patient, is a political asylum seeker probably involved in kurdish activities that is why he fled to sweden!

and now they have many campaigns for girls, and it is especially in the kurdistan region of turkey!(can it be because they want to assimilate kurdish girls? because they are the ones that teach kurdish to the younger generations and pass it over!! i am afraid thats the reason). because in the black see region there are many people who dont send their daughters to school, for religious reasons, and nobody is saying anything against it because they are already turks so they dont need to organize campaigns such as "come on girls, let's go to school". but they do need to organize these kind of campaigns in kurdistan because they are not turkified yet! and they are trying their best!!

"In Van, where the nationwide campaign was launched in 2003, poverty and cultural traditions have historically kept girls at home. Up to half of all girls in this eastern province are estimated to be out of school. Yet through the efforts of the campaign, 20,000 girls have enrolled for the first time." this is only in wan(van) city

"But thanks to a major education drive(the campaign), approximately 120,000 girls have enrolled in the last two years."(www.ungei.org/gapproject/turkey_422.html)in the all region, and this number is increasing day by day!

if it was really for the girls's education! there would be nothing to say against, but when you know this is done on purpose to assimilate you and turkify you! it is not possible not to say something against it, if you have one little piece of kurdishness or humanity in you!

and the most dramatic thing about this is that they have succeeded it in a very big part of it! and if they continue like that no wonder they will be able to turkify all the kurds in the next ten or twenty years period! and i am as death serious!

i really feel apathy and sorrow at the moment! we are fighting for this cause we are dying for this cause, the KURDISH CAUSE but we dont do anything for the most important component of this cause, KURDISH LANGUAGE!

it was three weeks ago! my uncle, my cousin, my borther and i went to our village. it was rebuilt but there is nobody from my family in it. but we have relatives in the village, and i really dont like the people in the village because they are closer to the tc than they are to the partî. anyways we went to the river bank in fact but we thought we should give a visit to the village as well and see how everybody was doing! we did so and went to the village!

i wish we did not go though because i was disappointed there! because of the KURDISH of course! we were sitting outside with my aunt (my father's aunt from his mother's side) and there were some girls doing something! and i suddenly realized that they were speaking turkish! so i could not hold it anymore and i asked my aunt " wow! so you speak turkish in the heartland of the kurdistan as well, and in the village too?" and the answer was ruining, very destructive indeed! "thats nothing, wallah when two girls get together they never speak one single word of kurdish! it is only turkish they speak. they speak turkish even with their families at home!"

so i think, it would be very reasonable for me to infer that; tc has suceeded in assimilating the kurdish women into turkish!!! that was what they wanted from the beginning of this fascist country to this day! and i am afraid they reached their aim finally!!!nobody speaks kurdish in their home any more! yes, even in the kurdistan! especially the children, and among the children the girls, play a more important role and they, too speak turkish instead of kurdish, most of them do not even know the kurdish numbers, let alone the other things about kurdish language such as grammar and vocabulary knowledge and etc!

i admit that i am a pessimistic personality! but i am realist as well! and this is the real situation, plight that the kurdish people, and the very important reason of their very existence KURDISH is in!

and i also want to grab your attention to the new TZPKurdî(tevgera ziman û perwerdahiya kurdî-www.tzpkurdi.com) meaning "kurdish language and education movement"! they are aware of this terrible situation and they are working beyond their capabilities to acknowledge the kurds about this vital situation and, hopefully, make them more sensitive about this issue and teach them kurdish!! so far they have founded 8 organizations in the important cities of kurdistan and also stenbol(istanbul) that teach kurdish! and they are working on improving and spreading it to all cities that kurds live in!

unfortunately they need help! and the help they need is not provided to them by the political and cultural organizations of the kurds!! i think they should think about this twice! and should see the fragility of the situation and support this movement to their best ability! even pkk has declared that from now on the official language of the partî will be kurdish, because they understood how important the kurdish language is for the kurdish people! so "i call upon all kurdish political, cultural, and any other organizations to support this important and even holy movement of KURDISH LANGUAGE!" because if we dont do something now, it will be TOO LATE tomorrow !

biji kurd û kurdistan
û her biji zimanê KURDÎ

Link: ,
posted by tari ronahi at 9:36 AM 0 comments

an interesting(dangerous) trip to KURDISTAN!
well that has been a long time that i was trying to write this post, but i kept delaying, and now i want to write it so that everyone will understand the kurds and their situation better, hopefully!

i stayed in the usa for one year as an exchange student some time ago, and my host family that i stayed with wanted to come over to turkey and then see my hometown; they called it southeastern turkey, like the turks like to call it, and i would insist that it was kurdistan(northern kurdistan). so they came to stenbol(istanbul) first and i took them to several good places in stenbol such as sultanahmet, aya-sofya(agia-sophia) museum, grand bazaar, spice bazaar, taksim(square) and etc. shortly they stayed in stenbol for four days, and now the time had come for going to kurdistan, with my saying.

we arrived in amed(capital of kurdistan), they only got to see the walls, second biggest walls in the world after great wall of china. and we headed towards sêrt(siirt) where my family has been staying since they have come to the city from ginyanis, a village of botan. that night we arrived late and they were tired so they just went to sleep. the other day we took a walk of sêrt, çakmak neighborhood in particular because; that place is the most patriotic place in sêrt, almost all of the people living there are real-kurd! not korucu or bêşeref if you know what i am saying. and we stayed for awhile in my uncle's house as well. yes his home is in çakmak too, i am proud of my family they are all patriotic!

and next day we went to eskîf(turks call it hasankeyf) it is in district of êlih(batman). it is one of the very old, and historic places in kurdistan, and in the whole world! unfortunately they(tc;turkish republic) are planning to build a dam; ilisu dam-project. and the only reason to why, they are destroying such a great place that should be in world cultural heritage monumants, and is unique; is of course because this place is KURDISH, so it is kurdish history and as you all know tc would destroy every single thing that has any kind of relation with kurds or kurdish! and very unfortunatley eskif is kurdish too. here is what my host mom has written about that dam shit:

The whole thing about the dam blows my mind, that the EU would not make the cancellation of the dam a condition of EU membership. It seems that though the people and the NGOs convinced the contractor to pull out the first time, there is another company, Siemens of Germany, that is interested in building the dam. It is not just a question of taking away peoples' homes without adequate resettlement policies and infrastructures in place, flooding a historic treasure, but also that it has been demonstrated that there is a far more efficient and less costly way of increasing electrical power simply by upgrading the transmission system. Then there is the fact that the projections for how long the water supply would be able to produce power would only be about 70 years, which does not at all justify the cost. There is of course the question of relations with Syria and Iraq and cutting off there access to the waters from the Tigris and Euphrates. Yet, only one report that I read said it all quite frankly, that with all the evidence against the construction of the dam, it was obvious that the Turkish government's obsession with moving ahead on this project was linked to their attitude and position on Kurds and Kurdistan. Sick! At any rate, I have started a letter to the contractor as part of a campaign to stop the project again.

and actually that dam will not last for 70 years, some scientists say at longest it would be 50 years!
anyway i am coming to the real issue, the issue that made me write this post!

it was about midnight, and we were going to my home with my host family(mother and her daughter) from internet cafe that night. we were very close to my house, suddenly the police came and stopped us and asked for our ids. i gave mine and they gave their ids too, but it was mother's driving license and daughter's student id, so they asked for passports. i told them the story that; they were my host family in the usa while i was an exchamge student in their house and etc... they said no they should see the passports. then i told them that; my house is very close to here so lets just go to my house and we will show everything to you there. there were several cars(transits) full of policemen.(secret police of course, even though i know most of them very well, i could not figure out that they were gizli polis when we passed them) my cousin and my younger brother were with us too. they said no you cant go to home. when i said ok then let my brother and my host sister go to home and get the passports while we are here with you. they again said no. they only let my brother go. i dont know what to think about this thing, because they did not let my host sister go with my brother even though my host mom was going to stay with us !!!!

when i asked why you are keeping us like that and that they give a very bad impression of turkey to those americans, and all that stuff that i thought may free us, which did not work; their answer was " nowadays the thieves number has increased daramatically so we have to control everybody" and also " we want to make sure that those ladies are not ...(protitutes) " .... unfortunately this was just bullshit, because while we were held in the middle of street surrounded by tens policemen, many people, gang menbers and thieves passed by and they said nothing. i know those gang mambers by heart.and the police said noıthing to them because the thieves and the police are friends, indeed very close friends and they work together the thieves steal and the police take its piece, that is how it works here in kurdistan.

i want to say one more thing about that while i have mentioned this: it was two years ago, the governor of sêrt, who was appointed by central government from ankara, he held a meeting with all thieves, gang members and all those fucking assholes, bad guys. he held that meeting because at that time many people were joining pkk again, and the stealing cases had increased so much that the thieves would go and cut people's hands, and behead them for the bracelets, and necklaces that women wore. and do you know what the governor told those guys? it is incredible, you wont believe your ears but thats is what he has told them: " do whatever you want to and no one will even touch(stop) you, i give you guarantee, as long as you dont go to mountains and join the PKK" do you see the irony? they encourage thieves and allt hose fucked-up people to go and behead innocent people fr money but no, they dont let anyone to go and fight for his/her honor!

anyway, while we were held there some people from the apartments around started to scream at us, and curse us saying that: " you have no right to disturb us and wake us up. you sons of bithces ...." when i told the police to tell them that it is the police that are keeping us here and the ones who make the noise, the police said: " no i will tell them later" so that fucking asshole which i know by heart was the police's friend, and he was arab too that was why the police did not say shit to him even though they were the ones who were doing all shit.

anyways my brother finally came and brought the passports and after being kept there for an hour or so we were released.

but it was a great opportunity because this way they , my host family, now understands me and the kurds better. and here is what my host mom has written to me about this incident as well:

"I was telling him(a guy in stenbol) how our little affair with the police gave me a better understanding of the way the Kurdish people are treated and the attitudes of the Turks, but at the same time I was telling him how this is somehow one of the greater flaws of humankind."

and also they were very afraid about me while we were held there, because they said:

"we were very afraid that you would say something about kurdistan and it would all turn into something even worse. we were scared to death when you discussed with that police and you raised your voice when he finally shut you up and (pushed you)."

so yes that is what has happened to us! and i hope they will tell this to everyone they know and this way more people will understand the kurds, and hopefully sympathize with them and maybe will support them in their holy fight against those fascist states that have been surrounding kurdistan and massacring us,kurds for decades!

her biji kurd û kurdistan!
posted by tari ronahi at 9:31 AM 0 comments

i again read some news from internet, and try to read everything about the Kurds' and their current plight. i know that i am not a very optimistic person, in fact i am a very pessimistic person. but when i think of the things that are happening around me, and around the world i cant see anything that would make the world and in specific the situation of the Kurds seem in my eyes better than they do now. even though there still are some hopes and there are some things happening that we can, probably, call "these are good things happening", i still think that we are in a very bad situation, and we should just wake up!

and lets see what happened:şemzînan(şemdinli) trial is (for now) for two of the three accused over. they are sentenced to 39.5 years each, and they are taking the decision to the courts of appeal. we will see whats going to come out of it. even though the sentences seem, quite, reasonable and just in feact they are not. whay are they not? because right after they sentenced those two BOYS of "deep state", or "gladio" they detained sefer yilmaz, too, the owner of the bookstore that wasbombedd. i still cant believe that. he is victim and he is accusing those three bastards for what they did and what they were trying to do, whichresultedd in one innocent person's death, but all of a sudden turkish government captured him and put him in prison too. i think they are taking revenge of those two who are imprisoned now. i am just muted. i cant stand those unjustified acts of this fucked up country.

the soldiers, yes turkish armed forces soldiers, set the mountain cudî on fire. why? because they say the trees, forest is a hide-place for pkk guerillas, so they all should be burtn down in order to HUNT them down. of course there is no one single forest left in the northern kurdistan. there were just some trees, but not forest and now they are being burnt down too. but unfortunatley this fire has spread up to the villages around the cudi. and now the villagers have left their villages because their cultivated lands are burning too. as if more 4000 villages that they have wrecked, destroyed is not enough, they are destroying the only ones that are left in kurdistan. i think what they want is that; they will not let one single kurd live in the region, this way there wont be any kurd and there wont be a kurdish problem. they want to wipe out wholeKurdss and they are doing it. lets if there is any other place that is not, yet, destroyed, and if you see or know one place that is not wiped out please just let trukish armed forces know it, and they will take care of it.

dtp(democratic society party) will make its first congress!!! good luck to them, and i hope that they will get a good result from this congress in terms of support and unity from all delegates and all that stuff.and i also hope that they get prepared for the upcoming elections, because it seems like there will be an early elections. actually no matter what, they should start it now!

the other day some more soldiers and guerillas died. there are some heavy military operations towards guerillas supported with aircraft and all that shit. and soon buyukanit, the father of the şemzînan(şemdinli) event's accuseds, BOYS, will become the chief of turkish general staff! be ready kurdish people, we will have a very tough and rough time in northern kurdistan because of him. he is so fucking fascist! i wish he died now and someone else become the chief of the general stuff instead of him, because i am sure all of the other prospectives are better than sob!

well there are many other news around, and very important ones, but i think those news that i mentioned above are good anough to see the Kurds' current and future situation. and as much as i see it, it looks very negative unless we wake up from our xwewa ji dil, and stand on our feet and start to fight no matter what it will cost, i dont think that we will be fortunate enough to see the good future of the Kurds, of ourselves.

i think this term was used in KAYO, but it is a very clear and good phrase that describes the Kurds, "we are an endangered people". so unless we get under protection, and only thKurdsds are able to do that which they seem very reluctant for it, we will very soon be gone, we wont exist on this earth anymore, at least not in the name of "kurdish". so i again call on you my dear fellow friends, the kurdish people, to wake up from this deep sleep and get on our feet!

IT IS THE TIME TO FIGHT AND GET WHAT BELONGS TO US!
posted by tari ronahi at 9:28 AM 0 comments

you reap what you sow
ps: this was written for my school's newspaper. but i could not publish it, even though it is one of the softest artciles i have written about this issue!! see this fucking country!

“YOU REAP WHAT YOU SOW”

I don’t even know how to start writing this article, because I was planning on writing an article about our school’s overseas performance this year, but something happened when I was about to interview the applicants who got rejected. It was a conversation between me and another student while eating lunch in the dining hall.

It was very disturbing that I still feel irritated. At the beginning I did not know that it would turn into such a path, or I would have avoided it in the first place. But, unfortunately I was in the discussion and had to carry it on until class bell rung. I don’t even remember how it all started since I am still shocked about what that person said.

It was about racism, and how so-called “nationalism” in Turkey, was close to racism. My idea, or the stuff I was defending, was that different languages, cultures, traditions were necessary for an enriched society, and he was saying that: “for stability there must be cultural unity” afterwards to make it clearer would went further and said, “there must be only one language and one culture in this country”. At the beginning it was all calm and in a civilized manner of discussion, even though the discussion manner did not change later on the ideas he had, and did not feel anything wrong about declaring them explicitly would soon made me feel like I was in a torture and I was being tortured by him. Every word that got out of his mouth became a big, sharp spear and hit me in the heart. It was torturous and unbearable to listen to him saying those cruel and wild things.

After we talked how military has big role, in fact a huge impact on Turkey’s policies and everything related. “We need a strong army in order to be able to defend our country against our enemies” said, he. But not even thinking about how much damage the military coups (1960, 1970, 1980, and even 1997) have done to Turkey and the people of Turkey; by taking the democracy from the people, by worsening the bad image of Turkey abroad, by executing many and imprisoning hundreds of thousands of people, by destroying economy, by respecting no human rights or anything even close to this. Not mentioning these things he counter-attacked claiming that those military coup d’états were for the good of the country. And I don’t understand in what ways. Maybe those overthrows of the legal governments my militaristic dictators integrated Turkey with Western World, civilized it, made great progresses on human rights related issues that have been a major problem in this country since from the founding of the country, I really don’t know in what ways they have benefited Turkey other than strengthening military’s role even in daily life, but that was what he said to disprove my claim that they have harmed this country the most.

While listening to him, I was preparing some questions to ask him, this way I would see his approach to democracy and human rights clearly. Then I asked, “What do you think of Hitler’s atrocities against humanity, but the Jews in particular?”, “well, that is a totally different topic.” he replied. I made my statement clearer by “well but he was trying to get rid of the Jews, and the ones who he thought were inferior to Great Aryan Race (blonde, tall, and blue-eyed ones, though he was not like that himself), including Gypsies, Homosexuals and even the Polish. His aim was to create a great empire that would “last a thousand years” as he said to is followers. Do you see that he tried to create a cultural unity, too, by destroying and killing anything, or anybody that was different from the form he wanted it to be? So, is that not almost the same thing with what you have just said about “cultural unity”?” he did not have a concrete answer for this, and I asked another question, “what if the people, with all minorities including the Kurds, Arabs, Assyrians, and many others say that we don’t want to be Turkified? What if they say, ok we are citizens of the Republic of Turkey but we are what we are with our identity, it could be the Kurds or any other minority, what are you going to do in that case?” He thought for some time, but did not answer.

I had had one more question to ask and to understand how he saw the world and how his mentality and perception of the world was, and that question was the hardest question for me to ask, but it was, as much as I understood from the way he answered it, easy for him. “So would you do what Hitler did? Would you force people to be all the same, to make them accept Turkishness?” and afterwards came the horrible, terrible answer, I did not expect I would receive, “Well is there is no any other way…hmm…they should either leave country or become one of us, b becoming a Turk” I could not believe what I was hearing. But that is the fact currently I Turkey that our young minds are entangled with. Such a big pity, that a student, that has been chosen to study in this wonderful school that gives them all opportunities, and he does not even know, understands the importance of respecting other people and their cultures.

Now I see the big destruction of those coups that blocked the road of Turkey to become a modern democracy and as I saw the results. A society, which cannot bear any differences to flourish or just squeeze anybody, anything that is different, I don’t think, is destined to live long. As it is the biggest fear of the so-called protectors “military” of this country. But if they continue to plant those harmful ideas, views in the young, innocent minds of our youth, our future, then the future of this country will be black, and the life-time will be short.

Well, I wish, I could do something to prevent this kind of things from happening, since I know it will cost lots of lives and lots of other things if that guy and the ones like him continue to grow up and get the important position in the society without changing their minds bout human rights, democracy, and humanity itself. The people who share the same ideas with him should not forget this country was founded by the help of the minory(ies) that he want to destroy now. Instead of being grateful, protecting them, giving more rights to them, you try to destroy them there will always be problems such as; PKK.

The only solution to solve problems in a country like Turkey is Democracy; nothing other than Democracy will be able to solve our problems as a country but just worsening it, as it has done for last 83 years. So let’s hope that there won’t be any other heroic “military coup”, as he described it, in future and also that the democratic progression will go on, and soon we will be done with our interior problems and just focus on democratic and economic progression.
posted by tari ronahi at 9:25 AM 0 comments

azadîya gelê KURD!
li çapemeniyê de ev bun çend roj, tim û tim nûçeyên şerê pîs tên. şêrê li ser serê me KURDAN û li ser KURDISTANa me ya rengîn.

heşqu ewqas gund, deşt û daristanên hatîn şewitandin ne bese, hêja jî çiyayên me wek Cudî bi hemu tiştan ve, dar û daristanan, gundan, mirovan û her tiştî ve dişewitine arteşa tirkîya dest xwîn û dest qirêj!

ma ne bese? de bila em birecifin û hişên xwe bênî li ser serê xwe. bila em çevên xwe vekin êdî. ji ber ku em nihu çavên xwe venekin, ê pirr dereng bê. û ti carî em ê nekaribin li xwe hev bidin û azadî ya xwe, azadî ya gelê xwe yê mezlum, û bê guneh bistînî.

erê BESE!
de rabin ser xwe, bese ew dema dirêj li ser çukan, bese ew qas bindestî, zordestî, xulamtî, bese ew xwewa kûr û giran.
BESE ew zilma li ser serê me.
êdi dem dema serhildan û berxwedanê ye.
dem dema azadî standinê ye!
dem dema derxistina dijmin e ji welat.
dem dema AZADÎ yê ye;
ew azadî ya ve bun sed salan zêdetir em şer dikin ser, ew azadî ya dê û bav, kal û bapir, xwiçk û bira yên me hemu li ser hatin kuştin û hêja jî tên kuştin.

BESE!
rabin ser lingan,
bistînin welatê xwe, KURDISTANa xwe ya rengîn, KURDISTANa xwe ya hêja, û bilind.
bese ew qas bindestî, dem dema standina welat e.

de werin! KURDISTAN li benda we ye,
li hêviya we ye!KURDISTANê ne hêlin bê xwedî û bê kes wê carê!
ew qas brindar bun besê ji wê re jî.

her bîjî KURDISTAN !!!!
her bîjî azadîya KURDAN !!!!
posted by tari ronahi at 9:21 AM 0 comments

where are we heading to?
we are again in a very messed-up situation currently. in what direction we are in, where we are heading is again in a blurry position. yesterday hpg gerîlas killed 2 soldiers and wounded 6 (4 soldiers and 2 villagers who were detained by those soldiers accused of helping pkk memebers). and if this current status quo continues more and more news such as this one will come on the tvs, and newspapers.

everywhere seems foggy, as turks say " at izi it izine karismis"- the tracks of dogs are mixed with those of horses, so we dont know what is happening, what is going on, who is who, who is doing what, and etc. we, as the kurdish people should wake up from this deep-state(mood) of sleep. it is time for us to get up on our foot, thats is enough we have been on our knees begging others to help us!!!

realize! no one will help you. you are alone in this sacred war of freedom, in this holy cause. no one will help you, unless they have interests in helping you. splash some water to your tired and wrinkled face, come to back life! die, if it is necessary for an ever-living cause! dont hesitate, think and re-think what your enemies have done to you! how they;

-burned down your villages, forests. 5000 villages only in north,
-forced you out of your country, homeland. four million displaced people,
-killed you, your brothers, sisters, mothers, fathers, sons, daughters ... 40 thousand deaths only in last 20 years,
-assimilated you. you cant even speak your mother-tongue, all of your children are turkified, when asked they say " we are turks" or they are afraid of expressing their identity,
-dont even let you speak your native-language, ban it everywhere,

that is ENOUGH!!! and enough is enough.

go and fight, freedom is not given, it is taken! and you wont be served freedom in a golden plate, unless you go and get it!

now wake up!
get up on your foot!
go and fight for your holy azadî!
and get the azadî that your fathers and mothers have fought for, have died for and are dying for!!!

that is enough !!no more room for patience. they will FINISH US, KURDS!
posted by tari ronahi at 9:19 AM 0 comments

what is the difference between amed(diyarbekir) and istanbul?
i came to istanbul just two days ago for my re-turn orientation. istanbul is the capital city of commerce, culture and politics of turkey, though officially it is ankara.

now lets turn to my question, what is the difference between istanbul, capital city of turkey and diyarbekir, capital city of kurdistan? we passed through diyarbekir on the way to istanbul. There are lots of trash, on the streets and every where. There are lots of young kids, that have been involved in juvenile crimes such as theft, fighting and even killing innocent people for money, worst of drugs etc. There is a huge unemployment rate, officially it is almost 50 %. There are even brothels that were opened by the government so that this can immoral the people, the Kurdish people live in there, this way they would be dealing with this kind of issues instead of fighting for their most basic human-rights. People in diyarbekir, are unhappy, unhealthy, hopeless, they are tired of those all things that were done to them by this unjust, unfair turkish government. There is no infra-structure at all, even sewing is running on the streets making all children sick and unhealthy. There is no government support there to make some good things, like schools, social-cultural clubs, swimming pools etc. though they say that they send most money to kurdistan part, or with their saying south-eastern part, none of it arrives to the region. because government`s fair, honest bureaucrats!!! are used to put all that money in their pockets with the excuse of pkk. which is completely made up by them. what about the limitless amount of money that military can take without even explaining for what it is?

on the other hand istanbul... There is no even need to explain Istanbul's`s situation compare to diyarbekir`s. of course there are some negative things in istanbul, too, but it is really nothing when we compare to diyarbekir.

allright, why is it so? diyarbekir is one of first cities of the world, maybe the first one even. it is almost as important as istanbul, geopolitically and culturally. but why is it in that much terrible situation? can it be because it is a kurdish city besides it is the capital? i think that is the reason. but the diyarbekir is not the only city that is in that much bad shape, maybe it is the worst though. what about the other cities of kurdistan? actually if they are not worse than diyarbekir they absolutaly are not better than diyarbekir. and what is the reason? why one of the prime minister of turkey during the 1920s and 1930s say that we are not going to build roads, schools and factories in the south-eastern of turkey, so that kurds don`t get educated and they would not want their rights, which also includes self-determination right? and why that politician was one of the most important politicians of turkey ever, turks know him well, hìs name was maresal or also known as fevzi cakmak? and why did government practice that policy until 1960s even after his death?

there is an explanation for everything. it is very simple, kurds were never seen as first class citizens, and that is the only reason why we were, are and will be treated this way always.

and there is only one solution to this; independence!
posted by tari ronahi at 9:16 AM 0 comments

nameless
the world,
merciless, meaningless and stupid.
we are in.
no way out.
all stuck here.
there are various kinds of people,
some cool, some weird, some idiot, imbecile.
but the question is;
what am i in this?
i don't really think,
i have an answer for this.
there are lots of people,
think they are smart,
sensitive, or care about others hard.
in fact there are very few.
they don't know what it is,to be sensitive.
am i in an impasse?
i think, ...
yes, i am.
posted by tari ronahi at 9:13 AM 0 comments

is terrorism and rebellion the same thing?
i was thinking last night, because i could not sleep. yes i could not sleep while knowing that some of my people were dying for me, for us as kurdish people. and that question just got stuck in my brain. is terrorism and rebellion the same thing?

terrorism is when a group of people want to make others afraid of them, for ideological and political reasons, and for that aim when they go and kill innocent people, destroy lives indiscriminately-children, old people, women, young-, harm people`s psychological and physical health. this is my terrorism definition and i think this should be the international definition of this word also. for instance the bombings that just several days ago occurred in england and egypt are terrorism, terrorist attacks. because aim was not the guilty people but innocent people, who were not even aware of what was going in the world. in this case the ones that did it, and the ones that made those befooled, deceived people do it are guilty, and terrorist. they should be punished severely, and those kind of attacks should always be condemned by every human being, including muslims.

rebellion, on the other hand is something completely different. rebellion is an:
1. open, armed, and organized resistance to a constituted government. or,
2. an act or a show of defiance toward an authority or established convention.(http://dictionary.com) those are the dictionary definition of word of rebellion. as we can understand from the dictionary meaning a rebellion does not aim innocent people. its aim is usually to change the bad conditions of the people that live in that country or region. there are lots of examples of rebellions. for example the french revolution was a rebellion so was the american revolution-when americans fought against great britain- and even ataturk`s independence war. aim of all those rebellions was to change some things in those societies. it was a common aim. when we look at the pkk*`s case the same thing is happening, a confusion, some people don't know how to name, call the pkk. we should really look at this case deep and we should look at the reasons of that, the causes. why did pkk occur? why is it 29th rebellion against turkish government in just 80 years? why there has always been rebellions, and all of them by the kurds? why does the turkish government look at this case as terrorism but not as human rights issues, or self-determination right? and lastly why does turkish government always use military for the solution, why does she not use other ways such as; looking at it as a problem of economical and cultural rights and find solution in that way? we can increase the numbers of whys, but is it going to make any difference? i don't think so. so that much is enough.

what i am trying to say here is that, we should not look at the pkk as a terrorist group but as rebellion. because there is a huge difference between terrorism and rebellion. otherwise we should call the american revolution and many other good revolts terrorism also. because while americans were thinking that they were right and that they were fighting for their rights, the colonial power of great britain would be thinking that they were terrorists, because they were rebelling against them. besides who can give ma a good example of pkk`s attacks that they killed innocent people. i am not saying that they did not make any mistakes, but when we look at the recent history and actions of the pkk, we will see that they only fight when turkish armed forces fire upon them and try to torture kurdish people. they just defend themselves, and some call it terrorism. how can that happen? so if some one comes and try to kill you and when you defend yourself you are a terrorist, right? i don't think so.

i hope that, we realize it soon and find a solution to the kurdish problem, a good and international solution not just for the kurds in turkey but also for the kurds in iran, and syria as well. i did not mention the iraqi kurds, because right now they are in better conditions in comparison to other parts of kurdistan. but that does not mean that they should not fight for more. i hope this problem will be solved without anymore innocent people`s blood. i don't want to see anymore mothers crying for their dad sons, daughters. it does not matter if it is a pkk guerilla`s mother or a turkish soldier`s. lets hope so and wait to see what will happen.

pkk*: kurdistan worker`s party, (partiya karkeren kurdistane)
posted by tari ronahi at 9:07 AM 0 comments
About Me

Name: tari ronahi
Location: kurdistan, kurdistan
i am a kurdistani. and my struggle is for the kurdish people, and for their cause.

View my complete profile

Links
Google News
Edit-Me
Edit-Me
Previous Posts
media of turkey: under control of fascist governme...
KURDISH: an endangered language
an interesting(dangerous) trip to KURDISTAN!
i again read some news from internet, and try to r...
you reap what you sow
azadîya gelê KURD!
where are we heading to?
what is the difference between amed(diyarbekir) an...
nameless
is terrorism and rebellion the same thing?
Archives
September 2006


--------------------------------------------------------------------------------