vrijdag 24 februari 2012

Nêçîrvan Barzanî

AVESTAKURD Nêçîrvan Barzanî ku ji aliyê parlamentoya Kurdistanê ve ji bo avakirina hikûmeta Kurdistanê hate erkdarkirin bi riya Facebook bang li gelê Kurd kir ku ji bo avakirina hikûmeta nû bîr ûa bawerî û rexneyên xwe li ser avakirina kabîneya nû bînin ziman. Nêçîrvan Barzanî bi riya Facebook bangek li gelê Kurd kir û got ewê bi sîngekî feref li rexne û nêrînên hemwelatiyan guhdarî bike. Barzanî di banga xwe de dibêje, „ezê şad û xweşhal bim eger hûn div ê rûpelê de (mebest Facebook) bîr, boçûn, pêşniyar û rexneyên xwe bînin ziman. Ezê bi sîngekî fereh pêşwaziya li her cure bîrûbaweriyên taze bikim…” Nêçîrvan Barzanî her wiha ji Kurdan daxwaz dike ku ew jî di nava kar de beşdar bibin û bi hev re bigihên ancama projeyan ji bo xizmetkirina herêma Kurdistanê…” Di peyama xwe de Barzanî diyar dike ku ew berjewendiya herêma Kurdistanê dixe pêşiya hemû berjewendiyên din. Serokwezîrê Kurdistanê yê pêşerojê di peyama xwe de dibêje, dive kabîneya 7. ya nû kar ji bo wan pirs û babetên girîng bike ku beşekin di jiyana vî gelî de…” Barzanî dibêje ew bi hêz û geşbînî, bi hemahengî li gel miletê xwe kar dikin. Peyama Nêçîrvan Barzanî bi temamî: Kurdistaniyên birêz, hemwelatiyên xoşwîst û hevalên ezîz Weke min di peyama berê de jî ji bo we birêzan ragehandibû ku kabîneya nû wê ji bo xizmetkirina tevaya pêkhatiyên gelê Kurdistanê bixebite û wê berjewendiyên herêma Kurdistanê di ser hemû berjewendiyên din re bigire. Niha em xwe ji bo pêkanîna kabîneya nû amade dikin. Divê kabîneya 7. kar ji bo wan pirs û babetên girîng bike yên ku, beşekin ji jiyana gelê me û dê di paşerojê jî de bibin bandorek ji bo asodeyî, jiyaneke xweş û dilrehetiyê. Em bi baweriyeke bihêz û ramanên geş bi hemahengî ligel miletê xwe kar dikin. Weke hêzeke xurt, we her demê parastina azadiyê û keramet û xweşiya jiyana gelê Kurdistanê kiriye. We qurbanî dane û ev ava kiriye. Her hûn bûn ku, we îspat kir hûn naxwazin prosesa demokratîk, geşepêdan û aramiya herêma Kurdistanê sist bibe. Hûn em in û em jî hûn in. Gel û desthilat hev temam dikin û ji yek çavkaniyê derketine û ji bo yek pêşerojê dixebitin. Ne mumkune ku, bîr û hizrên cuda bibine hokarê tevlîhevkirina ew hebûna ciwan ya ku herêma Kurdistanê şanaziyê pê dike. Ji ber vê yekê ezê şad û kêfxweş bim eger hûn jî di vê rûpelê de (mebest rûpela Facebook) dîtin, pêşniyar û rexneyên xwe pêşkêş bikin. Ez bi sîngekî fireh pêwaziya hemû fikir û hizrên nû dikim. Ez dixwazim hûn jî, ligel me, ji bo şêwaza karkirin û encamdana proje û awayê pêşkeşkirina xizmetên cuda ji bo herêma me beşdar bibin. Dibe ku ez nikarin bersiva hemû têbînî, dîtin, pêşniyar û rexneyên we bidim, lê belê ez hez dikim ku ji wê yekê dilrihet bin ku gelek bi hûrî hemû bîr û hizrên we dinirxînim û sûdê jê werdigirim. Di heman demê de hûn jî li pey hizr û pêşniyarên nû bigerin, ji bo ku di kabîneya nû de, bi piştgirya hemwelatiyên xwe yên birêz, li ser kar bikin. Hêvî dikim bi zelalî dîtinên xwe bişînin. Hûn dikarin bi çavên rexneyî têbîniyên xwe bibêjin. Ya girîng ewe ku ev kanal dikare me hemûyan bicivîne, em hemû jî bi hev re dikarin baştirîn û zêdetirîn sûdê bigihînin herêma Kurdistanê û pêşeroja gelê xwe ronahî bikin. Hûn jî her şad û serfiraz bin Ligel rêzên min. Nêçîrvan Barzanî Rûpela Nêçîrvan Barzanî li ser Facebook =====================================   Verein der Völkermordgegner e.V. Frankfurt / Main Soykirim Karsitlari Dernegi (SKD); Kontakt: Ali Ertem Tel.: 0049/69/5970813 E-Mail: skd@gmx.net Soykırım inkârcılarından Cezayir halklarına dost olmaz!   TC devleti yetkilileri, kendi insanlık suçlarını inkâr etmek için Cezayir halklarının kanını, masum kurbanlarının anılarını istismar etmeye kalkışmaları ters tepti. Sahte din kardeşliğini, sahte Cezayir dostluğunu gün ışığına çıkardı.  Neden?  1.  Türkiye Cumhuriyeti (TC) devleti genel anlamda soykırım kurbanlarını, özellikle de 1915 soykırımı kurbanlarını, onların geride kalan çocuklarını ve torunlarını hedef alan kin ve nefreti, sınırsız iftirayı, fiili saldırı önleyebilecek hiçbir engelle karşılaşmak istememektedir. Soykırım mağduru halkların, özellikle de Ermeni halkının, dünya çapında yürüttüğü onlarca yıllık mücadelenin harekete geçirdiği kamuoyu, tanınmış uluslar arası kurumları ve birçok devleti soykırımın inkârına karşı tavır almaya zorlamıştır. Fransa’nın bu konuda bir adım daha atarak, sadece Ermeni soykırımını tanımakla kalmayıp, inkârını da yasaklamayı kanunlaştırmak istemesi, TC yetkililerinin sadece başını değil, karnını da fazlasıyla ağrıttığı anlaşılmaktadır.    Tepkilerini ırkçı bir gövde gösterisine dönüştüren yetkililerin, Fransa’ya Ermeni soykırımı ile değil, sömürgeci geçmişindeki  “Cezayir soykırımı” ile ilgilenmesini “tavsiye” etmeleri de bundan ileri gelmektedir.    Fakat bunu yaparken,  Cezayir’in Fransa’ya “hibe” edilmesinde ve bağımsızlığın Cezayir halklarına bu kadar ağır bedellere mal olmasında, Osmanlı imparatorluğunun ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin taşıdığı tarihi sorumluluğu ve suç ortaklığını, her ne hikmetse, hiç hatırlamak istememektedirler.   Eğer Osmanlı imparatorluğu, Balkanlar, Kuzey Afrika, Mezopotamya ve Kafkas halklarının bağımsızlık, hak ve özgürlük taleplerine uygarca cevap vermiş olsaydı, Cezayir’in Fransız sömürgesi olması mümkün olmayacaktı. Kendileri de tıpkı Fransız sömürgecileri gibi ezilen halkların bağımsızlıklarına ve özgürlüklerine düşman olduklarından, egemenlikleri altında bulunan halkların, her türlü hak ve özgürlük istemlerini kana buladıklarını, hatırlamak istememektedirler. Bin bir güçlük ve ağır bedellerle bağımsızlıklarını elde eden halklara karşı hala besledikleri intikam duygularını, her “uygun” ortamda açığa vuran, ilhakçı, fırsatçı (Antakya’nın ilhak edilerek Türkiye sınırları içine alınması ve Kıbrıs’ta TC kulası bir devletin kurulması gibi) politikalarını dün olduğu gibi bu günde devam ettirmelerine kimsenin ses çıkarmasını istememektedirler.   Demokrasiye, özgürlüklere, hiçbir yerde ve hiçbir koşul altında şans tanımadıklarını sanki kamuoyunun bilmediğini sanmaktadırlar.   Cezayir’den Yemen’e, Suudi Arabistan’dan Suriye’ye, yüz binlerce Arap yurtseverin, aydının kanına girdiklerini, kamuoyunun, özellikle de Müslüman kamuoyunun bilmediğini sanmaktadırlar. Müslüman Arap aleminin, genç dimağları zehirlemek için Türk tarih kitaplarına hala “Osmanlı’yı arkadan hançerleyen ihanetçiler” olarak işlendiğinin bilinmediğini sanmaktadırlar.   Fransa’yı Müslüman soykırımı ile suçlayanların, önce kendi ellerinin kanını temizlemeleri, yani kedi katliamcı geçmişleri ile yüzleşmeleri gerekir. Türkiye toplumunun tarihinin karanlık geçmişi ile yüzleşmesi önündeki bütün engelleri kaldırmaları gerekmektedir. Bu anlayışlarla taban tabana zıt Türk devlet politikasını bilen demokratik kamuoyu, kendi tarihleri ile yüzleşmekten kaçan soykırım inkârcılarının, Cezayir katliamını “ucuz” bir çıkar malzemesi yapmaya kalkışmalarından hiç şüphe duymayacaktır.   Nihayet Cezayir Başbakanı Ahmed Uyaha’nın, Türk devlet yetkililerini açıktan uyarması, Cezayir halklarının kanını istismar etmekten ve ucuz Cezayir dostluğundan vazgeçmeye davet etmesi, bunun en açık göstergesidir. (Bakınız: http://haberpan.com/haber/cezayir-soykirim-tartismalarinda-turkiyeyi-uyardi )   2.  Bir nebze etik kaygısı olan, vicdani sorumluluğu büsbütün terk etmeyen bir devlet yöneticisi, bir insanlık suçunu örtbas etmek için bir başka insanlık suçunu kullanmaya kalkışmaz. TC soykırım inkârcıları, yakın tarihimizde devlet egemenliği altındaki Ermenilere, Helenlere, Asuri-Süryanilere ve Ezidilere karşı işlemiş oldukları soykırım suçunun üstünü, Fransız sömürgecilerinin geçmişindeki insanlık suçları ile örtmeye kalkışıyorlar. Akılları sıra Fransa’ya “misilleme” yapıyorlar. Fransa Parlamentosu’nun, Holocaust inkârını yasaklayan „Loi Gayssot“ kanunun çerçevesini genişletme ve Ermeni soykırımının inkârını da aynı yasa kapsamında cezalandırma girişimine karşı “soğuk seferberlik” ilan ediyorlar.   Kanlı karanlık geçmişini inkâr etmeye alışmış ırkçı kalkışmanın sahipleri, dünyanın her yerinde soykırım mağdurlarına iftira atma, hakaret etme, takibat altında tutma, mabetlerine mezarlarına saldırma, fiili sataşma ve hatta mağdur halkların hak ve adalet için direnen aktif unsurlarını katletme özgürlüğü istiyorlar. Bir başka ifadeyle onlar, 1915’ten bu yana gündemde olan soykırım politikasının, devletin ihtiyaç duyduğu her zaman, her yerde istediği gibi uygulamasına, hiçbir gücün ve kamuoyunun, ses çıkarmamasını istiyorlar. Böylesine pervasız soykırımcı ırkçılığın çirkin yüzünü de “düşünce özgürlüğü” örtüsü ile maskelemek istiyorlar. Cezayir'i ise sadece kullanılacak bir malzeme olarak görüyorlar. Sahte Cezayir dostluğu bundan başka hiçbir amaç gütmemektedir.   Bu nedenle TC devlet yetkilileri, insanlık suçlarına karşı çıkmayı, ne ahlaki ne de vicdani bir sorun olarak görüyorlar.     3.  Cezayir halkları, Fransız sömürgeciliğine karşı farklı tarihi dönemlerde savaşmaya başladıklarında Türk egemenliği, ne Osmanlı devleti olarak, nede TC devleti olarak, Cezayir Ulusal Kurtuluş Hareketi’ne hiçbir destek vermemiştir. Tam tersine Türkiye, Cezayir halklarının bağımsızlık mücadelesinin bastırılması için Fransa’nın ihtiyaç duyduğu her türlü desteği sağlamakta hiçbir sorun görmemiştir. Özellikle de 1954’ten 1962 yılına kadar Fransa’nın Cezayir halklarının bağımsızlık mücadelesine karşı topyekûn bir imha savaşı başlattığında Türkiye, Fransa’ya her bakımdan (diplomatik, politik, lojistik) tam destek vermiştir.   ► Türkiye, Cezayir Bağımsızlık hareketinin imhası için sömürgeci Fransa’ya, lojistik (silah ve cephane ulaşımına) destek vermiştir.    ►Türkiye, Cezayir’in Birleşmiş Milletler Cemiyetinde bağımsızlık oylaması gündeme geldiğinde, Fransa lehine tavır belirlemişlerdir.   ►Türkiye, Cezayir Ulusal Bağımsızlık savaşının lideri olan Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FNL) meşruiyetini hiçbir zaman tanımamıştır. Türkiye, Cezayir’in bağımsızlığını Fransa’dan sonra tanımıştır.   ►Türkiye, Cezayir’in ebediyen Fransız sömürgesi kalmasını savunan sömürgeci güçlere bağlı, tescilli katillerden, dönemin “korucu başlarından”, Cezayir halkına ihanet etmiş lejyonerlerden kurduğu kukla hükümeti tanımıştır.   ►Türkiye, Fransa’nın Cezayir Sahrasını açık hava atom denemeleri ile bir radyoaktif çöplük haline getirmesine hiçbir zaman karşı çıkmamıştır.   Bütün bu gerçekler ortada iken TC yetkilileri meclisten “Cezayir soykırımı kararı” çıkarmanın “yaralarını” tartışıyor. Bu ne “yerinde” tavır; bu ne “parlak” zekâ! Bu ne “dahiyane” diplomatik atak! Kelimenin tam anlamı ile “kendi kendini rezil etmek”, bir başka ifade ile “kaldırdığı taşı ayağına düşürmek” buna derler.   TC devlet politikasının, 1915 soykırımını inkâr etmek için ne bayağı yöntemlere başvurduğu gün gibi ortadadır. Eğer ki, “dostluk” buysa, “düşmanlık” denen kavram neyi ifade eder?   4.  İflas Eden inkar Politıkası ve koparılan kof, kuru gürültü   TC devleti, hem ülke içinde hem de ülke dışında, soykırım mağduru halklara düşman ettiği ne kadar kalabalık varsa, ayağa kaldırmaya çalıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Loi Gayssot” kanununun engellenmesi için ırkçı içgüdüleri kışkırtılmış öfkeli kalabalıklara, soykırımın inkarını sıradanlaştıran, popülist mesajlar sunarak, rolünü “iyi” bir şekilde oynamaya çalıştı. Başbakan, kendini öylesine kaybetti ki, Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy’yi “tepelediği” gibi, hızını alamayıp birde baba Sarkozy’ye çarptı!  (Bakınız: http://www.ispartanews.com/haber/9018-soykirimi-bilmiyorsan-git-babana-sor.html )   Sarf edilen sözler, Başbakan’ın sadece bilgisizliğini değil aynı zamanda diplomatik nezaketten de yoksun olduğunu açığa vurdu.   Baba Sarkozy, Başbakana, hiç sinirlenmeden, kendini kaybetmeden, kibarca bir cevap verdi. (bakınız: http://www.hurriyet.com.tr/planet/19532102.asp ) O, sadece kendi elinin temiz olduğunu anlatmaya çalıştı. Başbakan Erdoğan’ın, “benim ecdadım soykırım yapmaz, yapmamıştır” diye Mehmet Talat, İsmail Enver, Dr. Bahattin Şakir ve daha nice soykırım katillerini aklamaya kalkıştığı gibi[1], Fransız sömürgecilerini aklamaya kalkışmadı.   Bu, meselenin bir yanı.   Fransa ile boy ölçüşmeye kalkışıldığında, meselenin çok daha farklı ve önemli başka boyutlarının da varlığı şüphe götürmez bir gerçektir. Bu açıklamanın çerçevesini fazla zorlamadan  da meselenin bu yanına da kısaca değinmekte yarar görüyoruz.   Fransa Cumhuriyeti: Avrupa, Avrupa olalı o topraklar üzerinde var olan, farklı çağların farklı koşullarında, bazen üzerlerine çöken kölelik boyunduruğunun zulmü altında, bazen orta çağ zorbalarının aç bıraktığı, uzadıkça uzayan savaşların getirdiği yıkımın, yoksullukların çıkmazında, yaşam mücadelesi veren, yenilgilerin acısını, zaferlerin sevincin birlikte paylaşan, çürümeye yüz tutmuş kendi despotlarını vakti geldiğinde tarihin çöplüğüne kendi elbirlikleri ile atan; “özgürlük, “eşitlik”, “kardeşlik” için bedel ödenmekte hiç imtina etmeyen; cumhuriyet sözleşmesini kendi aç gözlü ihtirasları uğruna bozan burjuvalarına haddini bildirme cüretini göstermekten çekinmeyen; her ne kadar Prusya militarizminin yardımı ile yenilmiş olsalar da, yine de insanlığın ortak tarihine mal olmuş Paris Komüncüleri geleneğini hala benliğinde, yüreğinde taşıyanları da içinde barındıran toplumsal taban üzerinde durur.   Eski sömürgecilikten, emperyalist yeni sömürgeciliğe evirilen sistem, hassas toplumsal dengeler üzerindedir. Eğer ki, iktidar sahipleri haddini aşar pervasızlaşırlarsa, cevapsız kalmayacağını bilirler. Cezayir meselesinde de Fransa halkının bir duruşu vardır.   Cezayir halklarına topyekûn savaş ilan eden Fransız burjuvazisi, Cezayir’e egemen olmak için her yolu denemiştir. Fakat çizmeyi aştığında yangın Paris sokaklarına sıçramıştır. 200 insanın hayatına mal olan 17 Ekim 1961 kanlı Paris protestosu, Cezayir kurtuluş savaşının Paris’e taşındığının bir göstergesi olmuştur. Cezayir halkının öz gücüne dayanan direnme savaşına başlangıçta kayıtsız kalan Fransa muhalefeti, utanç verici durumu eleştirici bir tavırla yeniden değerlendirmeyi başarmıştır. Her ne kadar farklı bakış açılarına sahip olsalar da dönemin, Simone de Beauvoir, Jean-Paul Sartre, Giséle Halimi, Henri Alleg, Albert Camus, Boris Vian, Jean-Luc Godard gibi medeni cesaretin simge isimleri, (aydın, yazar, sanatkar, gazeteci), meslekten men edilmeyi, yıllarca hapis yatmayı, işkenceyi, ölümü göze alarak, demokratik, devrimci kuruluşlarla, insan hakları ve meslek kuruluşları ile el ele vererek, Fransa halkının büyük çoğunluğunu esarete direnen Cezayir halklarının tarafına kazanmayı başarmışlardır. Hiç tereddütsüz, sömürge Rejiminin kirli savaşına, çok farklı mücadele yöntemleri ile karşı çıkarak, Cezayir’in bağımsızlığını savunmuşlardır. Cezayir’in statüsünü belirlemek için hem Fransa’da hem de Cezayir’de olmak üzere iki ayrı referandum yapılmıştır. Cezayir’de halkın %99’u, Fransa’da ise Fransız halkının %75’i, Cezayir’in bağımsızlığından yana tavır koymuştur. Cezayir’de daha büyük çaplı katliamların, hatta Ermeni soykırımına benzer bir soykırımın yapılmasını, Fransa halkının çoğunluğu, sömürgeci esarete karşı savaşan Cezayir halklarına dost elini uzatarak, birlikte engellemiştir. Bu dayanışmayı kırmak, ne pahsına olursa olsun Cezayir’in sömürge kalması için Fransa ordusu içindeki Vichy rejimi artığı faşist generaller, özel harekâtçıları, işkencecileri, komandoları, Cezayir halklarına ihanet etmiş yerli köy korucularını ve lejyonerleri yanlarına alarak, başarısız bir darbe girişiminde bulunmuşlardır. Fransa halkının büyük çoğunluğu buna karşı çıkarak darbecilerin, hak ettikleri cezalara çarptırılmalarını talep etmiştir. Kaba hatları ile sahte Cezayir dostu ırkçılarımızın boy ölçüşmeye kalkıştığı Fransa gerçeğinin kısa özeti böyledir. Fransa ile boy ölçüştürülen TC ve toplumuz   Biz Kimiz? Hangi zemin üzerine oturtulmuştur TC? Kimlerden oluşur bu cumhuriyetin toplumsal tabanı? Hangi ortak irade anlaşmasına dayanır toplumsal varlığımız? Nerelerden geldik? Nereye varmak istiyoruz?   Sorular çoğalıp, ayrıntılar dallanıp budaklandıkça, cevapları da zorlaşmaktadır. Zira ne bu Cumhuriyetin ne de onun öncesi olan Osmanlının objektif gerçeklere dayanan tarihi olayları yazma diye bir sorun olmamıştır. Zaten yazabilecek ne kendine ait bir alfabesi nede ortak bir dili olmuştur. “Ulus” için kabul ettiği alfabe,  henüz 80 yaşındadır. Ortak dilimizin yaşı, ondan da küçüktür. Cehaletin ve yoksulluğun peçesinde kaderine terk edilmiş Anadolu köylüsü, dilini bile bilmediği egemenlerine meramını anlatmaktan acizdir.   Benliğimize işlenen bir kimlik varsa o da, girdiği her yeri kasırga gibi yıkıp dağıtan, taç için, taht için, iktidar ve mevki için kardeş kafası koparmayı gelenek haline getirmiş asker bir milletin, “asker doğmuş” çocukları olmamızdır. Buna karşılık toplum olarak, halkın inisiyatifine dayanan her türlü devrim sürecine yabancı oluşumuz ise, bizi Fransa toplumundan ayıran “takdire şayan” önemli bir özelliktir.   Çağının yüzlerce yıl gerisinde kalan iktidar erkinin tapındığı devlet denen aygıtın, iflah olmaz bir çürüme sürecine girdiğinde, onun restorasyonu için soyup soğana çevirdiği, adeta çarmıha gerdiği halkların “biraz insaf, biraz merhamet!” hatırlatmasına, soykırım ve sürgünlerden başka bir cevabın bulunamaması, bir başka kayda değer özellik olara görülmelidir.     Bunca ilkelliğe, bunca zorbalığa rağmen egemenliğin, cehaletin karanlığına gömdüğü İslam dinine mensup halkları soykırım suçuna alet etmeyi başarmış olması, “bizim” egemenlerimizi, Fransız sömürgecilerinden ayıran önemli bir özelliktir. Bunda tarihten gelen soygun ve çapulculuk geleneğinin, rolü nasıl yadsınabilir? Bir yanda derin bir sefalet, yoksulluk, diğer tarafta Müslüman olmanın “avantajı” halkı kolayca insanlık suçuna alet etmenin de bir avantajı sayılarak sonuna kadar kullanılması, Fransa sömürgecilerine karşın, bir başka “üstünlük” olarak teslim edilmesi gereken bir farlılıktır.   Ne Osmanlıda nede Cumhuriyet Türkiye’sinde farklı inançlara ve farklı etniklere mensup halkları, gönüllü olarak bir arada tutan ortak irade antlaşması söz konusu değildir. Sadece ve sadece her dönem kaba kuvvetin egemen olduğu esaretin “birliğinden” söz edilebilir. Cehalet ve uygarlığa düşmanlık, esarete başkaldırıyı asla içine sindirememiştir. Bu nedenle ezilen halkların kurtuluş hareketleri, egemen zihniyetin “ayak takımından” hiçbir dönem, onların kaderlerini değiştire bilecek kitlesel bir destek görmemiştir. Tersine daima düşman görülmüştür. Bu nedenle ne Osmanlı ne de onun mirasçısı olan TC, hiçbir zaman hiçbir yerde herhangi bir halkın hak ve özgürlük talebine barışçıl çözüm şansı tanımamıştır. Hiçbir ülkeden el sıkışarak ayrılmamıştır. Ya kafası kırılarak kapı dışarı edilmiş ya da halkların hak ve özgürlük istemleri kana bulanmıştır. Bu gün ulusal haklarını en alt düzeyde talep eden Kürt halkına, TC devletinin beslediği düşmanlık ve hala muhatap kabul etmemesi, bu geleneğin doğrudan bir devamı olarak değerlendirilmesi gerekir.   TC inkâr cephesinin Fransa’ya “ateş püskürerek” tepinmesi bizi yanıltmamalıdır. 2001de soykırım kararı alındığında durum bundan farklı değildi. O günden bu güne Fransız sermayesi ile OYAK ağırlıklı Türk sermayesi ilişkileri görülmedik bir işbirliği ve yoğunluk kazanmıştır. Bundan sonra da durum daha farklı olmayacaktır.   Her şeye rağmen insan olmanın tüm içtenliği ve cesareti ile bu tarihsel varoluş biçimlerini, yöntemlerini sorgulamak, sorunlu olan, insanlık dışı olan ne varsa reddederek, geleceğimizi ortak insanlık mirası üzerinde yeniden inşa etmekten başka çıkar yolumuz yoktur.   -------------------------------------------------------------------------------- Not: Bu yazının hazırlanması için Wikipedia’nın “Algerienkrieg, Simone de Beauvoir, Jean Paul Sartre, Albert Camus ve Der schmutzige Algerienkrieg (Von Werner Balsen und Karl Rössel 1986) yazılarınd yararlanılmıştır.   [1] Başbakan Erdoğan’ın farklı vesilelerle yapmış olduğu konuşmalarda tarihi geçmişimize ilişkin fikir beyanının temelini Ermeni 1915 soykırımının inkârı oluşturmaktadır. Bu noktada zihniyet olarak ittihatçılardan farklı olmadığını göstermektedir. Bakınız: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=968108&CategoryID=81  http://www.turkishny.com/headline-news/56/26384-erdoan-1915te-canakkalede-savaan-bir-millet-soykrmla-yarglanamaz