maandag 14 april 2008

Mezopotamya halkları

Mezopotamya halklarının en eskilerinden biri olan Kürtler, en azından Medya İmparatorluğundan beri önemli bir yere sahip olarak uygarlık tarihinde görünmeye başlamışlardır. Tarihin en önemli ticaret yolları üzerinde kurulmuş bir uygarlık olarak, Helen, Roma, Bizans, Arap, Pers ve nihayet Osmanlı istila saldırılarıyla karşı karşıya kalan Kürtler, özgürlük ve bağımsızlıklarını korumak için bu saldırılara karşı sürekli direnmiş; istilacıların kanlı katliamlarına rağmen, direniş geleneğini, kültürlerinin önemli bir karakteri olarak halk değerleriyle birlikte yaşatmışlardır.

Komünal toplumun, daha çok aynı soydan gelen yani kan bağıyla birbirine bağlı üyelerden oluşan temel örgütlenme biçimlerinden olan klan (kabile), tribü (aşiret) gibi toplumsal birimleriyle örgütlenmiş olan Kürdistan halkı, bu toplumsal örgütlenme biçimine temel olan ve göçebelik olarak tanımlanabilen sosyo-ekonomik yapıyı yüzyıllar boyunca sürdürdü. Bu toplumsal biçimleniş nedeniyledir ki Kürtler, büyük merkezi devletlerden yoksun olarak genellikle küçük devletçikler (Beylikler) olarak örgütlenmişler ve bu durum, onları güçlü saldırılar karşısında zayıf bırakarak direnişlerinin görece olarak kolay kırılmasına neden olmuştur.
Önceleri, en eski Ortadoğu dinlerinden biri olarak sayılan Zerdüşt dininden olan Kürtler, İslam-Arap yayılmacılığının baskılarıyla İslamiyet’i seçmişlerdir. Hıristiyan Batının, ticaret yollarını ele geçirmek amacıyla Mezopotamya’ya yönelik olarak başlatılan talan ve yağma saldırıları (Haçlı Seferleri), asli olarak, büyük küçük bir çok Kürt devletinin ve Selahaddin Eyyubi gibi Kürt kökenli komutanların direnişiyle engellenerek bölgenin istilası önlenebilmiştir.
1514 yılında Osmanlı ve İran İmparatorlukları arasında yapılan Çaldıran savaşının tek anlamı, Kürdistan’ın yeni sömürgeci efendisinin tayini sorunu idi. Bu savaşta İran’ın yenilmesi üzerine, Kürdistan bütünüyle Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Bir dönem otonom (özerk) idari yönetim hakkına sahip olarak kendi idari sistemlerini yöneten Kürtler, vergi ve savaş dönemlerinde asker vererek uzun süre Osmanlı hakimiyetinde kaldılar.
1639 yılında İran ile Osmanlı devleti arasında gerçekleştirilen Kasr-ı Şirin Antlaşması sonucu, Kürdistan, bu iki sömürgeci güç arasında ikiye bölündü. Ve Kürt halkının günümüze kadar süren “parçalanmış halk” tarihi de böylece başlamış oldu. Daha sonra bu iki sömürgeci güç arasında gerçekleşen bütün savaşlar, asli olarak Kürdistan toprakları üzerinde gerçekleşmiş ve böylece savaşların galibi kim olursa olsun, mağlubu daima Kürtler olmuştur. Her iki devlet de, Kürdistan’da güçlü bir direniş hareketini engelleyebilmek için, Kürdistan’ın her iki parçasında da aşirete dayalı sosyoekonomik yapının devamını teşvik etmiş; geri ekonomik üretim biçimlerine dayalı üretim ilişkilerini, aşiret birimi üzerine örgütlenmiş toplumsal modelleri korumuştur. Kılıçla gelenler, Kürdistan’da geri üretim ilişkilerinin devamını sağlayabilmek için Kürt uygarlığının gelişme kaynaklarını kurutmaya yönelmiş; üretim güçleri tahrip edilmiş, gelişim kaynakları zorla tıkanmıştır.
19. yüzyılda, kapitalizmin artık uluslararası boyutta yaygınlaşmaya doğru evrildiği gelişim aşamasında, dünya haritalarının yeniden değişime uğratılması çabaları da yoğunlaşmıştı. Ulusal bağımsızlık hareketlerinin de etkisiyle parçalanarak dağılmaya yüz tutmuş olan Osmanlı devletini bütün Ortadoğu ve Asya ile bütünleştiren stratejik noktada ise Kürdistan vardı. Bu nedenle Kürtlerin varlığı yeni çağın güçlü devletlerinin dikkatini çekmeye başladı. Özellikle Berlin-Bağdat Demiryolu Hattı projelerinin Avrupa ülkeleri arasında yarattığı gizli kapışma, bu kez Kürdistan’ı Osmanlı, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya arasındaki ciddi çatışmaların kaynağı yapmıştır. Projenin üzerinden geçirilmesi düşünülen topraklar Kürt’ün öz be öz kendi toprakları olan Kürdistan’dır.
Uluslar arası sömürge Kürdistan’ın bugünkü statüsü, 18-26 Nisan 1920 tarihleri arasında tartışmaları sürdürülen San Remo Konferansı ve bu konferans sonrasında imzalanan antlaşma ile belirlenmeye başlamıştır. Büyük Ermeni Soykırımı hareketinin de örgütleyicisi ve uygulayıcısı olan İttihat ve Terakki Partisi’nin Osmanlı İmparatorluğunu Alman İmparatorluğu’nun yanında Birinci Paylaşım Savaşı’na sürüklemesi ve Osmanlı Devleti’nin bu savaştan yenik çıkması, bu sömürgeci devletin bütün tırnaklarının sökülebilmesi şansını da insanlığın eline vermişti. Avrupa’da gelişen ve Rusya’da iktidar olan sosyalizmin, temel ilkelerinden biri olan “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi”, doğu halklarının hızlı uyanışından rahatsız olan ve onları kendi güdümünde tutmaya çalışan batı kapitalizmi tarafından da savunulmaya başlanmıştı. (ABD Cumhurbaşkanı Wilson’un adıyla tanınan ve 14 maddeden oluşan ünlü Wilson Prensipleri’nde de, aynı ilke yer alır.) İşte, Osmanlı devletinin çöküşünün de ilanı sayılan Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920) bu tarihsel koşullar içinde gerçekleşti.

Sevr Anlaşması, sömürge imparatorluğu Osmanlı’nın toprakları üzerinde bir Kürdistan (ve Ermenistan) devletinin kurulmasını karara bağlamakta idi. Bu antlaşmanın 62, 63 ve 64. maddeleri bağımsız Kürdistan devletinin hangi aşamalardan geçerek kurulacağını saptamaktaydı. Antlaşmanın 62. maddesi, Kürdistan’ı: “Fırat’ın doğusunda bulunan ve sınırları ilerde tesbit edilecek olan Ermenistan’ın güneyi ile Türkiye, Suriye ve Mezopotamya’nın kuzeyi arasında belirtilmiş olan ve Kürtlerin hakim çoğunlukta bulundukları bölgeler” olarak tanımlamakta idi. Önce İngiltere, Fransa ve İtalya hükümetlerinin garantörlüğünde otonom bir idari yapı olarak kalacaktır. “geçen bir yıllık müddet içinde bulunan Kürt halkı, yani bu bölgelerde oturan halk çoğunluğu Türkiye’den ayrılarak tamamen bağımsız olmak ister ve Milletler Cemiyeti’ne başvurursa ve Cemiyet de, bu halkın bağımsızlık isteğini gerçekleştirecek bir kapasitede bulunduğuna kanaat getirir ve bunun yerine getirilmesini tavsiye ederse, Türkiye bunu aynen uygulamayı ve bu bölgedeki tüm haklarından vazgeçmeyi garanti eder.” (Madde:64.) Ve antlaşma, ilgili bölümü şöyle bitirmekte idi: “Kürdistan devletinin bağımsızlığı gerçekleştirildikten sonra. bu bağımsız Kürt devletine, Kürdistan’ın bir parçası olan Musul vilayetinde yaşayan Kürtlerin de kendi arzularıyla birleşmeyi istemeleri durumunda, müttefik güçler buna karşı bir itirazda bulunmayacaklardır.”

Sevr’de bu belirlemelerle bir Kürdistan’ın kurulmasını kabul eden aynı devletler, ne yazık ki, iç karışıklıklara son vererek artık devlet olarak oturan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kuşatabilmek amacıyla, antlaşmanın hükümlerini uygulamak şöyle dursun, tersine, gelişmekte olan yeni Türk Cumhuriyeti’ne destek sunarak Kürt halkını feda etmiştir. Bu kez, Lozan’da 24 Temmuz 1923’te, yeni Türk Cumhuriyeti ile imzalanan bir antlaşma ile, bugünkü uniter-ulusal devletin temelleri atılmıştır.

Lozan Antlaşması, Türk devletinin daha sonra yaptığı diğer antlaşmalarla da tamamlanarak, Kürdistan, Türkiye, Suriye, Irak ve İran arasında dörde bölündü. Her parçada Kürt varlığını oluşturan bütün değerler, Türk, Arap, Pers asimülasyonunun tahribine bırakıldı.

KURT TARIHINDEN BOLUMLER

Kürtler, Mezopotamya'nın yerlilerinden olup Zagros dağlarından, Toros dağlarına kadar uzanan coğrafyada yaşayan 20-30 milyon kişiden oluşan etnik gruba mensup ve Hint-Avrupa dili konuşan halklardan biridir.
Kürtler, dini bakımdan çok heterojen bir halk olup aralarında birçok farklı dine mensup gruplar vardır. Kürtlerin çoğunluğu Sünni Müslüman olup Islamiyeti kabul etmiştir. Türkiye ve İran sınırları içinde yaşayan Kürtlerin çoğunluğu sünni, diğerleri alevidir.(irandaki alevi kürtlere ehl-i hak denir.). Ayrıca Şii,Yezidi, Yahudi, Zerdüşt ve Hıristiyan Kürtler de vardır.
Kürtçe, Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İrani kolunun kuzey-batı İrani grubuna ait bir dildir.1 Kürtçe, dünyada tahminen 30-40 milyon insan tarafından konuşulmaktadır. Kürtlerin konuştuğu lehçeler şöyle sıralanabilir: Kurmanci, Sorani ve Kelhuri. Ayrıca Zazaca da lehçelerden biridir.
Kürtçe, bugün Türkiye, İran, Irak, Suriye, Sovyetler Birliği, Lübnan gibi değişik devletlerin sınırları içinde yaşamakta olan Kürtlerce konuşulur. Kürtçe Irak'ta resmi dil olarak tanınmıştır. Dil içerisinde, Farsça, Arapça ve Türkçe kelimeler bulunmaktadır.
Kürt edebiyatı; halk edebiyatı ve yazılı edebiyat olarak ikiye ayrılır. Sözlü edebiyat, yani halk edebiyatının tarihi binlerce yıl öncesine kadar dayanıyor. Yazılı edebiyat ise bin yıl öncesine kadar dayanıyor. Hemadani Baba Tahir (935-1010), Kürt edebiyatının ilk yazılı örneğini, bin 100 yıl önce İran'da Arap alfabesiyle Kürtçe yazmıştır.
Kürtçe'nin eski ve güçlü edebi ürünlere sahip diğer bir lehçesi de Kurmanci lehçesidir. Kurmanci lehçesiyle bu güne kadar ulaşmış şiirler yazan Kürt şairleri arasında ilk akla gelenler: Elîyê Herîrî (1425-1495), Feqîyê Teyran (1590-1660), Melayê Cizîrî (1570-1640) ve Ehmedê Xanî (1650-1707)'dir. Ehmedê Xanî'nin Mem û Zîn adlı ünlü eseri ilk kez 1730'da çevrilip yayımlanmıştır.
Kürtler yoğun olarak Toros ve Zagros dağlarının kesiştiği, Mezopotamyayı da içine alan, Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğusu, Irak'ın kuzeyi, İran'ın Kurdistan, Batı Azerbaycan, Azerbaycan (Zengilan, Laçin, Kubadli, Kelbecer) Kermanşah ve Loristan eyaletlerinde yaşarlar.

Tarih

Kürdistan, Ortadoğu’da 550.000 kilometrekare yüzölçümüne sahip, 1639 tarihli Kasr-ı Şirin, 1923 Lozan Antlaşması’yla dört parçaya bölünmüş bir ülkedir. Eski istatistiklere dayanılarak yapılan tahminlere göre Kuzey Kürdistan’da (Türkiye parçasında) 20 milyon; Doğu Kürdistan’da (İran parçasında) 10 milyon; Güney Kürdistan’da (Irak parçasında) 5 milyon; Güney-Batı Kürdistan’da (Suriye parçasında) 1,5-2 milyon kadar olmak üzere toplam 35 milyonun üstünde bir Kürt nüfusu vardır. Bu rakamlarda, zorunlu olarak egemen devletlerin nüfus sayımları esas alındığı için gerçek nufusun bu rakamlardan daha yüksek olduğuna inanılmaktadır. Zira Kürtler için bağımsız bir nufus sayımı yapmanın koşulları yoktur. Kürtler, Yunan ve diğer Batılı tarihçilerin anlatımlarına göre Medlerin varisleridirler. Coğrafik olarak Yukarı Mezopotamya diye anılan Med ülkesi, kuzeyde Ağrı Dağı ile Urmiye Gölü’nün batı yakasından başlayarak Zağros dağları doğrultusunda aşağı Mezopotamya’nın sınırlarına kadar giden bölgenin Dicle ve Fırat nehirlerinin kapsadığı alan olarak tarif edilmektedir. Uygarlığın merkezi sayılan Mezopotamya’da Sümer, Babil uygarlıklarının oluşmasında katkısı bulunan halkların varislerinden biri de Kürtlerdir. Kürtlerin ataları olan Medlerin siyasi olarak en belirgin biçimde tarih sahnesinde görülmeleri yaklaşık olarak 3000 yıl önceye yani M.Ö. 1000 yıllarına rastlar. Asur İmparatorluğu’nun egemenliği altında yaşamak zorunda kalan Mezopotamya halklarından biri olan Medler, M.Ö. 700 yıllarından itibaren bu köleci imparatorluğa karşı mücadeleye önderlik etmeye başlar ve diğer halkların da desteklerini alıp köleci Asur İmparatorluğunu yıkmayı başarıp M:Ö. 612 yılında Med İmparatorluğu’nu kurarlar. Büyük İskender’in istilasına kadarki dönemde Perslerle ortak egemenlik içinde yaşayan Medler bu dönemden sonra sırasıyla , önce Makedon egemenliği, M.S. 30 ile 476 yılları arasında ise Doğu Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altında dağınık, yarı fedaratif aşiretler biçiminde varlıklarını sürdürdüler. Orta Çağ’da ve özellikle İslam dininin Ortadoğu’ya egemen olmasıyla birlikte Kürtler sırasıyla İran Safevi, Emevi, Abbasilerin egemenliğine girdiler. Ancak tüm bu dönemlerde Kürtler, fiiliyatta bazen bağımsız bazen de otonom bir şekilde, bir yapılanma içerisindeydiler. Otonomi mi olacak, bağımsız bir ilişki mi olacak bunu, İşgalcilerle beyliklerin güç dengeleri belirledi. Birçok devlet ilan ettiler. Uzun süre varlıklarını sürdürmüş olan, 10. ve 11. yüzyıllarda kurulmuş olan Mervani ve Şeddadi devletlerini buna örnek olarak gösterebiliriz. Selçuklular ile Osmanlıların egemen oldukları dönemde Kürt egemenleri, Bey, Mir gibi ünvanlarla anılmışlardı. Selçuklu sultanları ile Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman gibi Osmanlı padişahları Kürt beyleriyle çeşitli anlaşmalar imzalayıp onların coğrafik hudutlarını ve içişleriyle ilgili egemenlik haklarını tanımışlardı. Buna karşılık Kürt beylikleri de savaşlarda, Osmanlı padişahlarının emri altında ve ganimette de ortak bir şekilde savaşmayı kabul etmişlerdi. Bu durum 19. yüzyılın ilk yarısına kadar sürdü, Kürt beyleri kendi bölgelerinde iktidar sahibiydiler, Kendi içlerinde kamu düzeni için gerekli yasalarını koyup uygulayabildiler. İdari, hukuki ve ekonomik işlerini İstanbul’dan bağımsız olarak yürütmeye özen gösterdiler. Kürt beyleri veraset yoluyla ve geleneksel yöntemleriyle başa gelme kuralından taviz vermediler. Birçok yerde vergiler, bu beyler adına toplandı, kadılar bu beyler tarafından atandı. Ancak buna rağmen dışişlerinde Osmanlı İmparatorluğu’na bağlıydılar ve bu çerçevede ilişkilerini sürdürüyorlardı. 19. yüzyılın başlarında Osmanlı hükümdarları, İmparatorluğun dağılma sürecine girmesi ve pek çok ulusun bağımsızlığını kazanmasının yarattığı korkuyla eski sistemi terkedip merkezileşme politikasını izlemeye başladılar. Kürt beyliklerinin otoritelerini ortadan kaldırıp Kürdistan’a merkezi vali, kadı tayin etmek, kendi adlarına vergi almak istediler. Kürtler bunun anlamını iyi biliyorlardı. Hemen itiraz ettiler. Ancak Osmanlı sultanları, tek egemen olmak, iktidarı başkalarıyla paylaşmak istememeleri, Osmanlı topraklarının büyük bir kısmında olduğu gibi Kürdistan’da da tepkiyle karşılandı. Kürtler bu duruma isyan ettiler. Tüm dünya çapında gelişen ulusçuluğun etkisiyle 19. yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlılık yerine Türklük ön plana çıkarılmıştı. Kürtler de bu dönemde ulusal bir uyanış içerisindeydiler. Ancak Kürdistan’da görülen pek çok dinsel ve mezhepsel çelişki, Kürt toplumunun feodal yapısı, Osmanlı idaresinin pek çok sinsi politikasıyla birleşince, ulusal uyanış ve merkezi idareye yönelik rahatsızlıklar sebebiyle çıkan isyanlar, aynı takvime denk gelemedi. Mir Abdurrahman Baban, Bedirxan Bey, Yezdinşer, Şeyh Ubeydullah Nehri ve başka bir çok bölgesel önder komutasındaki Kürtlerin başkaldırıları, ciddi başarılar kazanmalarına rağmen, kitlesel ve coğrafik olarak yeterince geniş bir alana yayılamadıklarından bir dönem sonra kanlı bir şekilde bastırıldılar. 20. yüzyıla gelindiğinde İttihat ve Terakki Partisi iktidarı ele aldı ve Türkçülüğe doğru son hızla gidildi. 1. Dünya Savaşı fırsat bilinerek Ermenilerin sonu getirildi. Artık Osmanlının egemenliğindeki topraklarda aykırı sesler istenmiyordu. Hükümet, bir Kürt hareketinin örgütlenebileceği kuşkusu içinde idi. İttihat ve Terakki iktidarı vakit kaybetmeden bir Göç Kanunu çıkardı. Kürtler kitleler halinde batıya sürüldü. Savaştaki ölümler bu göçlerle birleşince Kürtler yüzbinlerce insan kaybettiler ve derin bir açlık ve sefaletle karşı karşıya kaldılar. I. Dünya Savaşı, ardından imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu getirdi. Mütareke ile birlikte Kürt illeri de işgale uğradı. Savaş, aynı zamanda Kürtlerin örgütlenmelerini de hızlandırmıştı. ABD Başkanı Wilson’un dünyaya duyurduğu 14 prensip, Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan tüm halkları olduğu gibi Kürtleri de ilgilendiriyordu. Ezilen milletlere ve milli azınlıklara bir takım hakların verilmesinin öngörüldüğü bu ilkeler, Kürt toplumunu da yakından ilgilendiriyordu. Kürtler, birçok ilinde hızla bir araya gelip örgütlenmeye başladılar. Etkin Kürt aristokrat ailelerinin desteğinde ve bürokrat-asker kökenli Kürt şahsiyetlerinin önderliğinde Kürdistan’ı hedefleyen pek çok örgüt kuruldu. Ancak bunların geniş kapsamlı bir Kürdistan kurtuluş proğramları yoktu. İstanbul’daki İngiliz, Amerikan ve Fransız yetkilileri de Kürdistan sorunu ile ilgili olarak bu örgütlerle ilişki içerisindeydiler ve görüş alışverişinde bulunuyorlardı. Kürt örgütçüleri şu anda olduğu gibi o dönemde de Batılı devletlerin temsilcilerine bir Kürt sorununun bulunduğunu ve çözülmesi gerektiğini anlatabilmek için çaba harcıyorlardı. O yıllarda da Kürtler Batılı devletlere dertlerini anlatabilmenin sıkıntılarını yaşamışlardı. Ancak Kürtlerin ve Kürt siyasetçilerinin bu çabaları çelişkilerin sadece diplomasiyle çözülmediği, çoğu zaman güçle çözüldüğü bu dünyada, doğal olarak bir sonuca ulaşamadı. Amerika ve batılı devletler, sorunu çözebilecek yaklaşımı gösteremediler.

Sait Aydoğmuş

Kürt Politik Liderlerin TC'ine "Saygı" Yarışı Neye İşaret Ediyor? Kürt Politik liderler, halkımıza saldırı ve tehditleri doruk noktasına çıkmış bulunan TC’ine ve O’nun, Meclis gibi bazı temel kurumlarına ”saygı” yarışına girmiş bulunuyorlar. İnsanın kendi ülkesini işgal edip kendisini ve toplumunu her bakımdan adeta felc eden; sömüren, zulmeden, işkenceden geçiren, sürgün eden, evini, köyünü yakıp yıkarak zorla göçerten, öldüren sömürgeci bir devlete ve onun temel kurumlarına, hem de tüm bu uygulamaların arttığı bir dönemde, ”saygı” gösterdiğini beyan etmesi, bu konuda biribirleriyle adeta yarışa girmesinin hayra yorulamayacak bir ”hikmet” i olsa gerektir. Bu yazımda Kürdistan’daki politik durumu özetleyerek, anılan ”saygı” yarışının ”hikmet” ini irdelemeye çalışacağım.* * * * Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesi, bazı yönleriyle dört parçada da, yakın tarihinin en elverişli koşullarını yaşamaktadır. Kürtler, tüm parçalarda verdikleri ulusal mücadeleleriyle daha da özgürleşip uluslaşmalarını derinleştirmektedirler. Güney Kürdistan’da bu süreç, elverişli uluslararası koşuların da desteğiyle devletleşme aşamsına varmıştır. Bu devletleşme, Kürdistan çapında, özgürleşmeye ve uluslaşmaya özel bir hız ve nitelik kazandırmış bulunmaktadır. Günümüzde bellibaşlı uluslararası güçlerin, bölgemizde, 1920’ler sonrasında oluşturulup ağırlıkla Kürtler’in boynuna esaret zinciri olarak astırlan statükoyu bozma politikaları ve buna ilişkin somut girişim ve müdahaleleri, özellikle ABD eliyle sürmektedir. İçinde bulunduğumuz aşamada, Kürt politik hareketindeki güçleri ve etkinliklikleri nedeniyle öne çıkmış bulunan Güneyli Kürt yöneticileri ile PKK yöneticilerinin öznel tutum ve niyetleri ne olursa olsun; yaşanmakta olan bu süreç, dört bir yanda, Kürtler’in uluslaşma süreçlerini objektif olarak derinleştirmekte, onların da, her ulus gibi devletleşip, ulusal olarak tam anlamıyla özgürleşme iradelerini güçlendirmektedir. Tüm bunlar, sıkça dile getirdiğimiz şaibe ve yanlışlarına rağmen PKK’nin hegemonyasında olan Kuzey’deki Kürt ulusal hareketini, TC için daha da travmatik bir duruma getirmiş bulunmaktadır. TC’nin ırkçı faşizan bir milliyetçi söylemle ”Bayrak sendromu” ve linç girişimleri eşliğinde metropoldeki Kürtlere yönelik olarak sürdürdüğü tehdit ve fiili saldırılar, Kürdistan parçalarının birleştiği üçgende ”tezkere” ile daha da kapsamlılaştırılıp hızlandırılarak, adı konmamış bir savaşa dönüştürülmüş bulunmaktadır. Bu travmatik tehditlerin, saldırıların ve savaşın görünürdeki hedefi, Güney’deki devletleşme ve PKK’nin oradaki varlığı gibi görünmekte, gösterilmektedir. Ancak asıl neden, bunların yanısıra, Türkiye’nin kendi siyasal sınırları içindeki Kürt ulusal sorunu ve bu sorunun vardığı aşamadır. Güney’e ve PKK’ye ilişkin tutum bu asıl nedenin birer sonucudur. Bu bağlamda Güneyli Kürtler, şunu çok iyi bilmelidirler ki; Kuzeyli Kürtler, ulusal sorunlarını esaslı bir çözüme kavuşturmadıkça, salt Güney’den yayılan ulusal ”hava” nedeniyle de olsa, bölge üzerinde emperyal emelleri de bulunan Türkiye tarafından rahat bırakılmayacak; kendilerine yönelik baskı ve saldırılar devam edecektir. Yine Kuzeyli Kürtler de iyi bilmelidirler ki; kendi ulusal mücadelelerini, kendi toprakları üzerinde siyasal, hukuksal ve yönetsel bir egemenliğe dönüştüremedikçe, ne kendileri üzerindeki baskı, zulüm ve sömürü ortadan kalkacak ne de başta Güney olmak üzere Kürdistan’ın diğer parçaları, Türkiye’nin ve diğer sömürgecilerin baskı ve saldırılarından kurtulacaktır. * * * *Tüm bu elverişli ve açık politik koşullara rağmen, Kuzey Kürdistan’daki Kürt ulusal hareketi, yakın tarihinin en büyük siyasal erozyonu, entegrasyonu ve dolayısıyla tasfiyesi ile karşı karşıya bulunuyor. TC’nin ve özellikle Ordu’nun “Tezkere” ile yarattığı planlı ve kontrollü krizin, Güneyliler’e ne kaybettirip kazandıracağı henüz belli olmamakla beraber, Kuzey Kürtleri için bir tasfiye ve dolayısıyla entegrasyon planına dönüştürülmüş olduğunun ciddi işaretleri görünüyor. Zira, Kürt ulusal davasınının liderleri ve politikacılarının çoğu, ulusal varlıklarını red ve inkârın ötesinde, imha etmek isteyen TC’ye ve kurumlarına “saygı” yarışına girmiş bulunuyorlar. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, Kürt uluslaşmasına ve devletleşmesine, sürekli bir biçimde saldırarak, TC’ye ve onun resmi ideolojisi olan Kemalizme övgüler dizdiğini öteden beri biliyoruz. Güneyli liderlerin de, son yıllarda, Türkiye’nin saldırgan ve hakaretamiz tutum ve söylemine karşı benimsedikleri yerinde ve haklı tepkisel söylemi, son günlerde terkederek , bunu, TC’nin asla haketmediği pozitif bir söylemle değiştirtiklerini görüyoruz. Yanısıra, bu hafta başında, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ile görüşen ve içlerinde HAKPAR genel başkanı Sertaç Bucak ile KADEP genel başkanı Şerafettin Elçi’nin de bulunduğu Kürt asıllı politikacılardan oluşan heyetin tümünün, görüşmede “Türkiye’nin bütünlüğüne saygı” çerçevesinde görüş arzettiklerini, Şerafettin Elçi’den öğrenmiş bulunuyoruz. DTP’li Milletvekili Hasip Kaplan ise, hemen anında anılan bu toplantıya veryansın ederek, “Kürt sorununun böylesi yabancı mekanların kapalı kapıları ardında değil, TBMM gibi yüce bir kurumun çatısı altında görüşülüp karara bağlanması gerektiğini” belirtti. Ardından DTP Meclis Gurubu’nun başkanı Amet Türk’ün zehir zemberek demeci geldi: “ABD’nin sabah kahvaltısını aydınlara vererek bu sorunu çözmeye çalışması aslında Türkiye’ye hakarettir. Meclis’e hakarettir. Kendileri kim oluyor da bu konuda Meclis’i dışlayan, kendilerine göre sanki sorunu çözecekmiş gibi bir tavırla herkese babalık yapan, bunu örgütleyen bir duruşu sergiliyorlar... Aslında Türkiye’nin bu konuda uyarılar yapması lâzım. ABD Büyükelçiliği’nin Kürtlerin siyasi partilerine kahvaltı vererek Kürt sorununu tartışmasını anlamakta zorlanıyoruz. AB büyükelçileri de devlet tarafından bize yönelik çağrılar yapıyorlar. Dışlayıcı bir süreçle karşı karşıyayız”. O Meclis ki, TC’nin Kürtlere yönelik süregelen tüm uygulamalarını yasalaştırdığı için TC adına bu uygulamaların esas sorumluluğunu taşıyor. Yine o Meclis ki, Kürt halkı tarafından seçilip gönderilmiş bulunan DTP milletvekillerini, hergün Kürtlük adına aşağılayıp horluyor ve geçmişte olduğu gibi onları yaka-paça kapıdışarı etmekle tehdit ediyor. ABD Elçisi ile görüşmede, sınırlarına saygı duyulan O Türkiye ki, Kürdistan’daki işgali ile tüm Kürt ulusal değerlerinin red ve inkârını temsil ediyor ve tarihi boyunca da Kürtler için sömürü, zulüm, ölüm, sürgün ve işkence anlamına geliyor. Kürt ve Kürdistan sorunun uluslararasılaştığı bir dönemde, Kürtler’in boyunlarında asılı bulunan esaret zinciri olan bölgedeki statükoyu, kendi çıkarları için de olsa bozmayı önüne koyan, bu bağlamda Güney’deki devletleşmeye vesile ve teminat olan ABD’yi suçlayıp süreçten dışlamaya yeltenerek, buna karşın Türkiye’yi ve kurumlarını kutsamak; günümüzde Diyap Ağa’nın Kürt tarihinde bilinen o uğursuz rolüne soyunmak değilse eğer, büyük bir politik körlük, bilgisizlik ve vefasızlık örneğidir. Tüm bunlar, insana “Hırsızın hiç mi suçu yok?!” dedirtecek cinstendir.Özellikle son aylarda, Kürt ve Kürdistan’a karşı ırkçı, faşizan ve milliyetçi bir kampanya eşliğinde hortlatılan militarist uygulama ve tehditlerin sürdüğü bir ortamda, bu “saygı” yarışı, Kürt uluslaşmasına ve Kürtler’in özgürleşmesine hizmet etmek yerine, anılan kampanyanın sahiplerinin yani TC’nin değirmenine su taşımaktadır. Zira TC’nin şimdilerdeki amacı, gelinen aşamada, artık Kürt ulusal davasını yoketmekten çok, onu çarpıtmak , marjinalleştirmek ve giderek Kürtleri her yönüyle Türklere entegre etmeyi sağlamaktır. Bu politika karşısında, Kürt ulusal hareketinin ve politikacılarının görevi, Kürtler’in özgürleşme ve uluslaşma sürecini hızlandırıp derinleştirecek politikalar ortaya koymak ve buna uygun tutumlar takınmaktır. Bu da, herşeyden önce, Kürtleri, biribirlerinin tasfiyesini desteklemek yerine, mümkün olan en geniş anlam ve kapsamda, TC’nin karşısına örgütsel bir “taraf” olarak çıkarmayı gerektirmektedir. Bu örgütsel “taraf” ın asgari politik müştereği, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı olabileceği gibi, şimdilik Türkiye’ye, Kürtler’in ulusal varlıklarının resmen kabul ettirilmesi de olabilir. Açıktır ki, bu ikinci alternatifin hem ulusal hem de uluslararası desteği çok daha geniş olacaktır. Kim ki bunu yapmaz da, kişisel ve örgütsel çıkarları için, Kürtler olarak, birbirleriyle yarışırsa, Sömürgeci ve işgalci Türkiye’ye ve onun kurumlarına “saygı” yarışı içinde taleplerini ulusal talepler olmaktan çıkarırsa (ki, PKK ve çevresi, taleplerini azınlık talepleri olmaktan da çıkarmış bulunmaktadır), Kürt ulusal davasına hizmet etmek yerine, Diyap Ağa’nın günümüzdeki rolünü oynayıp, Devlet olarak TC’nin çok yönlü entegrasyon planına, bilinçli veya bilinçsiz hizmet etmiş olcaktır. TC’nin entegrasyon planı, kandırmacalar, tuzaklar, komplolar içeren çok ince bir plandır. Red, inkâr ve imha ile dile getirilip uygulanan “sopa politikası” nın yanında, bu plan, “havuç politikası” olarak, son çeyrek asırda, hep yedekte bekletilmekte; gerektiğinde bazı yanlarıyla devreye sokulmaktadır. Son günlerde kimi Kürt ve Türk yazarlar da sıkça dile getirdiler: TC’nin mirasına konduğu ve bu mirası önemli oranda yaşattığı Osmanlılar, dış baskılar nedeniyle “Gavur”lara artık açıkça “Gavur muamelesi” yapamaz duruma düştükleri zaman, halka, sokak telalları vasıtasıyla şu çağrıyı iletmişlerdi: “Ey ahali Gavura Gavur demek artık yasaktır” . Bunun anlamının “gavura gavur muamelesi yapın ama taktik gereği ona gavur demeyin!” demek olduğunu, daha sonra, Osmanlı’da ve TC’de “Gavur” denilenlerin başına getirilenlerden biliyoruz. Entegrasyon politikası da esasta böyle bir şeydir: Uluslararası ve ulusal koşulların zorlamasıyla, bizleri artık red, inkâr ve imha etmekte zorlanan TC, bizlere sosyal, kültürel ve siyasal olarak içi boşaltılmış statüsüz bir kavram olan “anayasal vatandaşlık” nitelemesiyle “Kürt” diyerek, sonuçta bizi zaman içinde Türkleştirip yoketmeyi amaçlamaktadır. Kürt ulusal hareketi, uluslararası müttefiklerinin ve dostlarının da yardımlarıyla hep birlikte bu oyunu bozmak zorundadır.* * * *Yazımı, Kuzey’deki Kürt hareketinin bu hale ne tür canbaz bir planla ve kimler tarafından getirildiğinin kısa ve özet hikayesini, hepimizce yaşandığı için, anlatmak yerine, sadece hatırlatmakla sonuçlandıracağım. Bu “hikaye” çok parçalı olduğu için, parçaların ayrıntısını bilenler, hikayeyi yazmaya devam ederlerse, tarih bilincimizi hep beraber derinleştirir ve böylece de tarihimizin sıkça tekerrür etmesini engellemeye çalışmış oluruz.PKK’nin, Türk egemenlik sistemini radikal talep ve tutumuyla adeta salladığı 1980’li yılların sonu ile 90’lı yılların başında, Turgut Özal başkanlığındaki TC’nin, ikili bir plan uyguladığını görüyoruz. TC, bir taraftan, o zamanlar ağırlıkla Suriye ve İran denetimindeki PKK yönetiminin tek “kadir-i mutlak” ı olan Abdullah Öcalan’ın etrafını, doğrudan ajanları, etkinliğindeki yazarları, politikacıları, gazetecileriyle sardırıp, onu dezinformatif bilgilerle yanıltmaya çalıştı. Bu yanıltmalarla PKK’nin zaten varolan yanlışlarını büyütüp, adım adım etkisizleşmesini sağlayarak ve etkisizleştirdikçe de onu zora sokarak, politik anlamda ehlileştirmeye çalıştı. Bu dönem, Türk Ordusu’nun Kürdistan’daki birliklerinin en modern silahlarla donatıldığı, Özel Harekat Timleri ile profesyonel savaşçıların yaratılmaya çalışıldığı, Kürd’ü Kürd’e karşı kullanmak için Köy Koruculuğu müesesinin kurdurulduğu, Kürdistan’dan zorla göçü sağlatmak uygulamasının, yaygın barajlar inşa etmeyi teşvike kadar vardırıldığı ve tüm bunların yanısıra siyasetin sınırlarının sözde “federasyon da tartışılabilir” e kadar genişletildiği, kısacası “sopa ve havuç politikası” nın, Turgut Özal tarafından büyük bir cesaret ve ustalıkla uygulandığı bir dönemdir.Diğer tarftan, yine bu dönemde, TC, tüm bunların yanısıra, ayrı kollar ve yollarla PKK’ye altenatif ama “ehil” bir Kürt politik hareketi yaratmaya çalıştı. O dönemde oluşturulmaya çalışılan bu “ehil” hareketin tüm kollarının da bellibaşlı programatik prensipleri ve söylemi, son dönemlerde belli bir kesimce dillendirilenlerle enteresant bir benzerlik hatta aynılık arzetmektedir: O günlerde, Başbakanlık Psikolojik Daire Başkanlığı’nın girişimiyle Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin Kapalı kapıları ardında yapılan toplantıda, bir profesörün yönetim ve yönlendiriciliğinde Fransa’nın ve İsviçre’nin kimi şatolarında yapılan toplantılarda ve İsveç’ten transfer edilen Kürt hareketinin bellibaşlı bir kadrosunun yönetiminde “Realite” adı altında İstanbul’da yayınlanan bir derginin sayfalarında dile getirilip oluşturulmaya çalışılan programatik çerçeve hep aynıydı: “Türkiye’nin bütünlüğüne” diğer bir ifade ile “Misak-ı Milli sınırı” na saygılı olmak adı altında, Kürt ve Kürdistan sorunun toprak, vatan, devlet, iktidar gibi kavram ve amaçlarla bağını kesmek; sorunu, “yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle” ilişkilendirerek çözmeye çalışmak. Açıktır ki, değişik kollar olarak belli bir organizasyon içinde pararlel yürütülen bu anılan girişim, bazı uluslararası güçlerin de yardımıyla esasen Türkiye tarafından organize edilip yönlendiriliyordu. Ancak bu girişimin değişik kollarında yer alanların, toplantılarına katılanların büyük çoğunluğunun devletle doğrudan, organik bir ilişkileri yoktu elbette. Bu kişilerin çoğu, kendi politik görüş ve istikballeriyle örtüştüğü için bu girişimin değişik kollarında yer almışlardı. Kimileri, daha işin başında şu veya bu nedenle bu girişimi red veya terk etti.Ancak, diğer taraftan yürütülmekte olan ve Abdullah Öcalan’ın paketlenip Türklere teslim edilmesiyle sonuçlanan PKK’nin ehlileşme süreci başarıya ulaştırıldığı için, bu girişim, bir nevi gereksizleşti ve bu nedenle de “açığa” alındı. Kürt hareketini daha da ehlileştirmeyi amaçlayan benzer bir planın, çok farklı koşullarda yine devreye sokulmak istendiği anlaşılıyor. “Ehlileştirme” amacı değişmiş değil, ama koşullar artık çok farklı. O günden bugüne TC hayli yol katetmiş durumda.Şimdilerde, “Türkiye’nin bütünlüğüne” , diğer bir ifade ile “Misak-ı Milli sınırı” na saygılı olmak adı altında, Kürt ve Kürdistan sorunun toprakla, vatanla, devlet ve iktidar kavramlı amaçlarla bağını kesmek; onu “yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle” ilişkilendirerek çözmeye çalışmak; TC’nin Kürt hareketini ehlileştirme kulvarında, artık Abdullah Öcalan’ın Kürtler için hiçbirşey istemeyen PKK’sinin ardından nal toplamaktır. Kuzey’de, çıtayı böylesine yerde süründüren PKK’nin en kitlesel hareket olması ise, Türkiye’nin bu alandaki politik ustalığının ve başarısının teslimini gerektirir.Bu politikayı başarısız kılarak Kürt ulusal hareketini başarıya ulaştırmak, PKK ile çıtayı alçatlma yarışına girerek değil, uluslaşmaya ve devletleşmeye hangi koşullarda, hangi ulusal müşterekler ve politikalarla ulaşılacağının doğru ve isabetli saptanmasıyla mümkün olacaktır. Açıktır ki, böylesi bir politik saptamanın çıtası, her koşulda, kendi ülkesinin işgaliyle çizilen sınırlara “saygı” duyulmasını dışlamak durumundadır.

donderdag 10 april 2008

David Rose

AN INCOVENIENT PATRIOT

Love of country led Sibel Edmonds to become a translator for the F.B.I. following 9/11. But everything changed when she accused a colleague of covering up illicit activity involving Turkish nationals. Fired after sounding the alarm, she's now fighting for the ideals that made her an American, and threatening some very powerful people.
In Washington, D.C., and its suburbs, December 2, 2001 was fine but cool, the start of the slide into winter after a spell of unseasonable warmth. At 10 o'clock that morning, Sibel and Matthew Edmonds were still in their pajamas, sipping coffee in the kitchen of their waterfront town house in Alexandria, Virginia, and looking forward to a well-deserved lazy Sunday.
Since mid-September, nine days after the 9/11 attacks, Sibel had been exploiting her fluency in Turkish, Farsi, and Azerbaijani as a translator at the F.B.I. It was arduous, demanding work, and Edmonds--who had two bachelor's degrees, was about to begin studying for her master's, and had plans for a doctorate--could have been considered overqualified. But as a naturalized Turkish-American, she saw the job as her patriotic duty.
The Edmondses' thoughts were turning to brunch when Matthew answered the telephone. The caller was a woman he barely knew--Melek Can Dickerson, who worked with Sibel at the F.B.I. "I'm in the area with my husband and I'd love you to meet him," Dickerson said. "Is it O.K. if we come by?" Taken by surprise, Sibel and Matthew hurried to shower and dress. Their guests arrived 30 minutes later. Matthew, a big man with a fuzz of gray beard, who at 60 was nearly twice the age of his petite, vivacious wife, showed them into the kitchen. They sat at a round, faux-marble table while Sibel brewed tea.
Melek's husband, Douglas, a U.S. Air Force major who had spent several years as a military attaché in the Turkish capital of Ankara, did most of the talking, Matthew recalls. "He was pretty outspoken, pretty outgoing about meeting his wife in Turkey, and about his job. He was in weapons procurement." Like Matthew, he was older than his wife, who had been born about a year before Sibel.
According to Sibel, Douglas asked if she and Matthew were involved with the local Turkish community, and whether they were members of two of its organized groups--the American-Turkish Council (A.T.C.) and the Assembly of Turkish American Associations (A.T.A.A.). "He said the A.T.C. was a good organization to belong to," Matthew says. "It could help to ensure that we could retire early and live well, which was just what he and his wife planned to do. I said I was aware of the organization, but I thought you had to be in a relevant business in order to join.
"Then he pointed at Sibel and said, `All you have to do is tell them who you work for and what you do and you will get in very quickly.'" Matthew could see that his wife was far from comfortable: "She tried to change the conversation to the weather and such-like." But the Dickersons, says Matthew, steered it back to what they called their "network of high-level friends." Some, they said, worked at the Turkish Embassy in Washington. "They said they even went shopping weekly for [one of them] at a Mediterranean market," Matthew says. "They used to take him special Turkish bread."
Before long, the Dickersons left. At the time, Matthew says, he found it "a strange conversation for the first time you meet a couple. Why would someone I'd never met say such things?"
Only Sibel knew just how strange. A large part of her work at the F.B.I. involved listening to the wiretapped conversations of people who were the targets of counter-intelligence investigations. As she would later tell investigators from the Justice Department's Office of the Inspector General (O.I.G.) and the U.S. Congress, some of those targets were Turkish officials the Dickersons had described as high-level friends. In Sibel's view, the Dickersons had asked the Edmondses to befriend F.B.I. suspects. (In August 2002, Melek Can Dickerson called Sibel's allegations "preposterous, ludicrous and slanderous.")
Sibel also recalled hearing wiretaps indicating that Turkish Embassy targets frequently spoke to staff members at the A.T.C., one of the organizations that Turkish Embassy targets frequently spoke to staff members at the A.T.C., one of the organizations that the Dickersons allegedly wanted her and her husband to join. Sibel later told the O.I.G. she assumed that the A.T.C.'s board--which is chaired by Brent Scowcroft, President George H. W. Bush's national-security advisor--knew nothing of the use to which it was being put. But the wiretaps suggested to her that the Washington office of the A.T.C. was being used as a front for criminal activity.
Sibel and Matthew stood at the window of their oak-paneled hallway and watched the Dickersons leave. Sibel's Sunday has been ruined.
Immediately and in the weeks that followed, Sibel Edmonds tried to persuade her bosses to investigate the Dickersons. There was more to her suspicions than their peculiar Sunday visit. According to the documents filed by Edmonds's lawyers, Sibel believed Melek Can Dickerson had leaked information to one or more targets of an F.B.I. investigation, and had tried to prevent Edmonds from listening to wiretaps of F.B.I. targets herself. But instead of carrying out a thorough investigation of her allegations, at the end of March 2002 the F.B.I. fired Edmonds.
Edmonds is not the first avowed national security whistle-blower to suffer retaliation at the hands of a government bureaucracy that feels threatened or embarrassed. But being fired is one thing. Edmonds has also been prevented from proceeding with her court challenge or even speaking with complete freedom about the case.
On top of the usual prohibition against disclosing classified information, the Bush administration has smothered her case beneath the all-encompassing blanket of the "state-secrets privilege"--a Draconian and rarely used legal weapon that allows the government, merely by asserting a risk to national security, to prevent the lawsuits Edmonds has filed contesting her treatment from being heard in court at all. According to the Department of Justice, to allow Edmonds her day in court, even at a closed hearing attended only by personnel with full security clearance, "could reasonably be expected to cause serious damage to the foreign policy and national security of the United States."
Using the state-secrets privilege in this fashion is unusual, says Edmonds's attorney Ann Beeson, of the American Civil Liberties Union. "It also begs the question: Just what in the world is the government trying to hide?"
It may be more than another embarrassing security scandal. One counter-intelligence official familiar with Edmonds's case has told Vanity Fair that the F.B.I. opened an investigation into covert activities by Turkish nationals in the late 1990's. That inquiry found evidence, mainly via wiretaps, of attempts to corrupt senior American politicians in at least two major cities--Washington and Chicago. Toward the end of 2001, Edmonds was asked to translate some of the thousands of calls that had been recorded by this operation, some dating back to 1997.
Edmonds has given confidential testimony inside a secure Sensitive Compartmented Information facility on several occasions: to congressional staffers, to investigators from the O.I.G., and to the staff from the 9/11 commission. Sources familiar with this testimony say that, in addition to her allegations about the Dickersons, she reported hearing Turkish wiretap targets boast that they had a covert relationship with a very senior politician indeed--Dennis Hastert, Republican congressman from Illinois and Speaker of the House since 1999. The targets reportedly discussed giving Hastert tens of thousands of dollars in surreptitious payments in exchange for political favors and information. "The Dickersons," says one official familiar with the case, "are only the tip of the iceberg."
It's safe to say that Edmonds inherited her fearless obstinacy from her father, Rasim Deniz, who died in 2000. Born in the Tabriz region of northwestern Iran, many of whose natives speak Farsi (Persian), Turkish, and Azerbaijani, he was one of the Middle East's leading reconstructive surgeons, but his forthright liberal and secular opinions brought him into a series of conflicts with the local regimes. One of Sibel's earliest memories is of a search of her family's house in Tehran by members of SAVAK, the Shah's secret police, who were looking for left-wing books. Later, in 1981, came a terrifying evening after the Ayatollah Khomeini's Islamist revolution, when Sibel was 11. She was waiting in the car while her father went into a restaurant for takeout. By the time Deniz returned, his vehicle had been boxed in by government S.U.V.'s and Sibel was surrounded by black-clad revolutionary guards, who announced they were taking her to jail because her headscarf was insufficiently modest.
"My father showed his ID and asked them, `Do you know who I am?,'" Sibel says. "He had been doing pro bono work in the slums of south Tehran for years, and now it was the height of the Iran-Iraq war. He told them, `I have treated so many of your brothers. If you take my daughter, next time I have one in my operating room who needs an amputation at the wrist, I will cut his arm off at the shoulder.' They let me go."
It was time to get out. As soon as he could, Deniz abandoned his property and his post as head of the burn center at one of Tehran's most prestigious hospitals, and the family fled to Turkey.
When Sibel was 17, she wrote a paper for a high-school competition. Her chosen subject was Turkey's censorship laws, and why it was wrong to ban books and jail dissident writers. Her principal was outraged, she says, and asked her father to get her to write something else. Denis refused, but the incident caused a family crisis. "My uncle was mayor of Istanbul, and suddenly my essay was being discussed in an emergency meeting of the whole Deniz tribe. My dad was the only one who supported what I'd done. That was the last straw for me. I decided to take a break and go to the United States. I came here and fell in love with a lot of things--freedom. Now I wonder: was it just an illusion?"
Sibel enrolled at a college in Maryland, where she studied English and hotel management; later, she received bachelor's degrees at George Washington University in criminal justice and psychology, and worked with juvenile offenders. In 1992, at age 22, she had married Matthew Edmonds, a divorced retail-technology consultant who had lived in Virginia all his life.
For a long time, they lived an idyllic, carefree life. They bought their house in Alexandria, and Sibel transformed it into an airy spacious haven, with marble floors, a library, and breathtaking views across the Potomac River to Washington. Matthew had always wanted to visit Russia, and at Sibel's suggestion they spent three months in St. Petersburg, working with a children's hospital charity run by the cellist Mstislav Rostropovich. Sibel's family visited America often, and she and Matthew spent their summers at a cottage they had bought in Bodrum, Turkey, on the Aegean coast.
"People said we wouldn't last two years," Sibel says, "And here we still are, nearly 13 years on. A lot of people who go through the kind of experiences I've had find they put a huge strain on their marriage. Matthew is my rock. I couldn't have done it without him."
In 1978, when Sibel was eight and the Islamists' violent prelude to the Iranian revolution was just beginning, a bomb went off in a movie theater next to her elementary school. "I can remember sitting in the car, seeing the rescuers pulling charred bodies and stumps out of the fire. Then, on September 11, to see this thing happening here, across the ocean--it brought it all back. They put out a call for translators, and I thought, Maybe I can stop this from happening again."
The translation department Edmonds joined was housed in a huge, L-shaped room in the F.B.I.'s Washington field office. Some 200 to 300 translators sat in this vast, open space, listening with headphones to digitally recorded wiretaps. The job carried heavy responsibilities. "You are the front line," Edmonds says. "You are the filter fro every piece of intelligence which comes in foreign languages. It's down to you to decide what's important--`pertinent,' as the F.B.I. calls it, and what's not. You decide what requires verbatim translation, what can be summarized, and what should be marked `not pertinent' and left alone. By the time this material reaches the agents and analysts, you've already decided what they're going to get." To get this right requires a broad background of cultural and political knowledge: "If you're simply a linguist, you won't be able to discern these differences."
She was surprised to discover that until her arrival the F.B.I. had employed no Turkish-language specialists at all. In early October she was joined by a second Turkish translator, who had been hired despite his having failed language-proficiency tests. Several weeks later, a third Turkish speaker joined the department: Melek Can Dickerson. In her application for the job, she wrote that she had not previously worked in America. In fact, however, she had spent two years as an intern at an organization that figured in many of the wiretaps--the American-Turkish Council.
Much later, after Edmonds was fired, the F.B.I. gave briefings to the House and Senate. One source who was present says bureau officials admitted that Dickerson had concealed her history with the A.T.C., not only in writing but also when interviewed as part of her background security check. In addition, the officials conceded that Dickerson began a friendship at the A.T.C. with one of the F.B.I.'s targets. "They confirmed that when she was supposed to be listening to his calls," says one congressional source. "To me, that was like asking a friend of a mobster to listen to him ordering hits. She might have an allegiance problem. But they seemed not to get it...They blew off their friendship as `just a social thing.' They told us `They had been colleagues at work, after all.'"
Shortly after the house visit from the Dickersons, Sibel conveyed her version of the event to her supervisor, Mike Feghali--first orally and then in writing. The "supervisory language specialist" responsible for linguists working in several Middle Eastern languages, Feghali is a Lebanese-American who had previously been an F.B.I. Arabic translator for many years. Edmonds says he told her not to worry.
To monitor every call on every line at a large institution such as the Turkish Embassy in Washington would not be feasible. Inevitably, the F.B.I. listens more carefully to phones used by its targets, such as the Dickersons' purported friend. In the past, the assignment of lines to each translator has always been random: Edmonds might have found herself listening to a potentially significant conversation by a counter-intelligence target one minute and an innocuous discussion about some diplomatic party the next. Now, however, according to Edmonds, Dickerson suggested changing this system, so that each Turkish speaker would be permanently responsible for certain lines. She produced a list of names and numbers, together with her proposals for dividing them up. As Edmonds would later tell her F.B.I. bosses and congressional investigators, Dickerson had assigned the American-Turkish Council and three other "high-value" diplomatic targets, including her friend, to herself.
Edmonds found this arrangement very questionable. But she says that Dickerson spent a large part of that afternoon talking with Feghali inside his office. The next day he announced in an e-mail that he had decided to assign the Turkish wiretaps on exactly the basis recommended by Dickerson.
Like all his translators, Edmonds was effectively working with two, parallel lines of management: Feghali and the senior translation-department bosses above him, on one hand, and, on the other, the investigators and agents who actually used the material she translated. Early in the new year, 2002, Edmonds says, she discovered that Dennis Saccher, the F.B.I.'s special agent in charge of Turkish counter-intelligence, had developed his own, quite separate concerns about Dickerson.
On the morning of January 14, Sibel says, Saccher asked Edmonds to come into his cramped cubicle on the fifth floor. On his desk were printouts from the F.B.I. language-department database. They showed that on numerous occasions Dickerson had marked calls involving her friend and other counter-intelligence targets as "not pertinent," or had submitted only brief summaries stating that they contained nothing of interest. Some of these calls had a duration of more than 15 minutes. Saccher asked Edmonds why she was no longer working on these targets' conversations. She explained the new division of labor, and went on to tell him about the Dickersons' visit the previous month. Saccher was appalled, Edmonds says, telling her, "It sounds like espionage to me."
Saccher asked Edmonds and a colleague, Kevin Taskasen, to go back into the F.B.I.'s digital wiretap archive and listen to some of the calls that Dickerson had marked "not pertinent," and to re-translate as many as they could. Saccher suggested that they all meet with Feghali in a conference room on Friday, February 1. First, however, Edmonds and Taskasen should go to Saccher's office for a short pre-meeting--to review their findings and to discuss how to handle Feghali.
Edmonds had time to listen to numerous calls before the Friday meeting, and some of them sounded important. According to her later secure testimony, in one conversation, recorded shortly after Dickerson reserved the targets' calls for herself, a Turkish official spoke directly to a U.S. State Department staffer. They suggested that the State Department staffer would send a representative at an appointed time to the American-Turkish Council office, at 1111 14th St. NW, where he would be given $7,000 in cash. "She told us she'd heard mention of exchanges of information, dead drops--that kind of thing," a congressional source says. "It was mostly money in exchange for secrets." (A spokesperson for the A.T.C. denies that the organization has ever been involved in espionage or illegal payments. And a spokesperson for the Assembly of Turkish American Associations said that to suggest the group was involved with espionage or illegal payments is "ridiculous.")
Another call allegedly discussed a payment to a Pentagon official, who seemed to be involved in weapons-procurement negotiations. Yet another implied that Turkish groups had been installing doctoral students at U.S. research institutions in order to acquire information about black market nuclear weapons. In fact, much of what Edmonds reportedly heard seemed to concern not state espionage but criminal activity. There was talk, she told investigators, of laundering the profits of large-scale drug deals and of selling classified military technologies to the highest bidder.

woensdag 2 april 2008

ALİ HAYDAR KOÇ

Arnold Toynbee

Kürt tarihinde sürecini tamamlamış tarihi bir çok olayın tam olarak anlaşılması için, olayı dışarıdan izleyen dönemin tarihçilerinin,yaşananlar hakkındaki incelemeleri, tamamlayıcı bir rol oynamaktadır. Kürt arşiv ve kütüphanelerinin olmayışı/yetersizligi, bu tamamlayıcı bilgilere dair vesiklari birarada/kolaylıkla bulmak mümkün değildir. Örneğin; Kürt tarihinde hemen hemen bütün olaylar daha tam olarak incelenmemiştir. Özellikle Kürdistan’da 1925-1938 yılları yaşanmış Kürt milli hareketleri ile, Kürtlere karşı gerçekleştirlen soykırımlar, bu konuya en iyi örnekleri teşkil etmektedirler. Bu dönem hakkındaki bilgileri, dünyanın değişik arşivlerinde bulmak mümkündür. O dönemde İngiltere’nin ekonomik çıkarlarından dolayı, Kürdistan ile ilgilenmesi ve bu nedenle Kürtler hakkında biriktirdiği bilgileri arşivlemesi, günümüz tarihçileri için, birer önemli vesika özelliği taşımaktadır. Şeyh Sait isyanı hakkında İngiltere’deki (Londra) arşivlerde fazlasıyla arşiv vesikaları bulunmaktadır. Ki bu vesikaların bir kısmının hala Hindistan’da olduğu da bilinmektedir.
20.yy’ın başında, Kürt topraklarının paylaşılmasını sağlayan İngiletere,Fransa ve Türkiye: “bölgede yaşayan halkın cahil olduğu ve sınır işlerinden anlamadığı”fikri üzerinde anlaşarak, Kürtleri aşağılıyordular. İngiliz ve Fransızların bu aşağılama siyaseti, daha sonraki yıllarda, Türklere, Farslara ve Araplara, devredildi. Bu haksız paylaşıma isyan eden Kürtler ise, soykırıma tabi tutuldular. Örneğin:Şeyh Sait ve Seyit Rıza ne başka toplumları soykırıma tabi tuttular, ne başka ulusların topraklarını ilhak ettiler, ne başka milletleri göçertmeye zorladılar, ne başka toplumların insanlarına hakaret edip, cezalandırdılar, ne de yabancı toprakları işgal edip köyleri, kasabaları ve şehirleri yaktılar, ne başka ulusların liderlerinin cesetlerini yaktılar/yokedip sakladılar, kısacası iki Kürt lider bunlardan hiçbirini yapmadığı gibi,insanlığa ve torunlarına karşı utanacak hiç bir şeyde yapmadılar.Sadece kendi topraklarını işgalden ve hakarette uğrayan milletlerini kötü durumdan kurtamak için, Kürt milli hareketlerine öncülük yaptıklarından dolayı,idam edildiler.
1925’ten beri, Şeyh Sait isyanı hakkında tarihçiler, sosyalbilimciler, diplomatlar,siyasetciler ve gazeteciler tarafından bir çok araştırma ve inceleme yapıldı. Bu konu ile ilgili 2004 yıllında Denge Kurdistan’nın internet sitesinde geniş bir giriş yazısı ile yayınladığım bir makaleyi kısaltarak, Dema Nu gazatesinde yayınlanmasını uygun gördüm. Bu yazımda, Şeyh Sait isyanının dışarıda nasıl anlaşıldığına dair o dönemde İngiliz diplomat ve tarihçi Arnold Toynbee’nin 1925’te Şeyh Sait isyanı hakkında yazdığı “Arnold Toynbee,Uluslararası İlişkilere Bakış –1925, İslam Dünyası (Oxford Üniversitesi yayını, Londra, 1927) Barış sürecine kadar-Şubat’tan Nisan 1925‘e kadar Türkiye’de başlayan Kürt ayaklanması” adlı makalesini kaynaklarıyla birlikte İngilizceden Türkçeye çevirerek, iki bölüm halinde aşağıda olduğu gibi yayınlıyorum:
“Şubat’tan Nisan 1925‘e kadar Türkiye’de başlayan Kürt ayaklanması:
Ulusal Birlik Kongresi Şubat 1925’te Brüksel kararalarını görüştüğü esnada, Türkiye’nin doğusunda ciddi bir ayaklanma başladı. Kürtlere ait olan bu bölge Türkiye sınırları içindeydi ve başka devletlerde bunu kabul ediyordu. Ayaklanmayı Palulu Şeyh Sait yürütüyordu. Şeyh Sait bölgede etkin olan Nakşibendi tarikatındandı. Şeyh Sait’in tekkesi inançlı bir çok insanın uğrak yeriydi ve ailesinin dini prestiji etraftaki Kürt ağalarıyla yapılan evliliklerle daha da güçlendirilmişti.Özellikle Fırat’ın yukarı bölgesindeki [2] Dersim dağlarında yaşayan Zaza aşiretleriyle olan ilişkileri güçlüydü. Ayaklanmanın iki olası nedeni vardı [3]: Birinci nedeni Ankara hükümetinin merkezi Türkleştirme politikasına karşı bir Kürt Ulusal Muhaleftini oluşturarak kürt ulusal çıkarlarını korumaktı. İkinci neden ise, Türk hükümetinin batılılaşma yaklaşımına karşı duyulan kızgınlık ve bu durum aynı zamanda bölgedeki ağa ve din adamlarının sahip oldukları ayrıcalıklarla birlikte, Türkiyenin doğusunda yaşayan geri kalmış, cahil ve fanatik insanlar, ki bu insanlar bundan dolayı onların peşinden gidiyordu, üzerindeki etkilerini kaybedeceklerinden korkuyorlardı.
Bu iki etken isyanın çıkmasında etkili olmuş olabilir. Ama nedenların ne kadar etkili oldukalarını kestirmek oldukça zor. Çünkü ayaklanma öncesi ve ayaklanma esnasında elde edilen bütün bilgiler Türk kaynaklarına dayanıyordu. Türk hükümeti de ayaklanmanın ulusal yanını bir kenara bırakarak, daha çok gerici olanını ön plana çıkarıyordu [4]. Ayaklanmanın asıl nedeni ise, jandarmaların Şeyhin iki müridini tutuklamak istemesiydi. Şeyh ise buna karşı çıkmıştı. 23 Şubat 1925 tarihinde ayaklanmanın büyümesinden dolayı, Ankara hükümeti Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki 12 il ve Erzurum’un bir kısmında Olağanüstü Hal ilan etti [5] . Ayaklananlar Harput’un bir kısmını ele geçirirken, Diyarbakır, Ergani ve Malatya da ise başarısız oldular [6]. Ayın sonuna doğru ise ayaklanmanın genişlemesi durduruldu [7]. Ama bu pek de kolay olmadı. Bölgenin dağlık ve bu mevsimde her tarafın karla kaplı olması gerilla savaşına uygundu. Türk askerlerinı taşıyacak tek Tren hattı ise Bağdat hattıydı. Bu hat fransızların yönetiminde olan Suriye sınırları içerisindeki Halep şehrinin içinden geçiyordu. Fransa ve Türkiye arasında 20 Ekim 1921’de yapılan antlaşma uyarınca (10. maddeye göre) Fransızlar asker nakliyatına izin verdiler [8].
Şeyh Said bu takviye yardımı gelmeden önce Diyarbakır’a saldırdı. 7 ve 8 Mart 1925’te ki bu saldırının bastırılması ayaklanmanın gidişatını belirledi. [9] Mart’ın son haftasında ise Türkler karşı atağa geçtiler [10] . Genel Kurmay’ın amacı ayaklanmayı çember altına alarak, gerilla mücadelesi için uygun olan bu bölgede böylesi bir savaş tarzının yayılmasını engellemekti [11] . 8 Nisan’da ayaklanma bastırıldı ve Bingöl bölgesindeki kuvvetler dağıtıldı [12] . Genç ise, 12 Nisan’da tekrar ele geçirildi. Şeyh Sait ve 34 arkadaşı kaçmak isterken yakalandılar. Geri kalanlar ise silahlarını bıraktılar [13] . Askeriye 28 Nisan’da ayaklanmanın bastırıldığını açıkladı [14] ...“
“Şeyh Sait ve 29 arkadaşının davası 27 Mayıs’ta Diyarbakır’da Doğu İlleri İstiklal (Bağımsız) Mahkemesi’nde başladı [15] . Bu mahkeme Şeyh ve 40 kişiye (9 ayrı Şeyh dahil olmak üzere) [16] idam cezası verdi ve Doğu illerindeki bütün tekkelerin kapatılmasını kararlaştırdı [17]. Karar hemen yerine getirildi18]. Türk hükümeti kürt ayaklanmasını büyük bir enerjı ve kurnaz bir politika ile bastırdı; fakat askeri olarak bu başarı, sivil politikanın prensipleriyle bağdaşmıyordu [19] . Bu kadar çok insanın idam edilmesi kabul edilebilir bir yanı yoktu ve diplomsi çerçevesi içerisinde aynı şey geçerlidir. Ayaklanma hükümetin şimdiye kadar ki politikasında bir takım şeylerin yanlış olduğunun da göstergesiydi. Hükümet otoritesini tekrar sağlamak için ne kadar sertliğe başvurmuş olsada, sonra ki politikası da bir o kadar yapıcı ve barışçıl olmalıydı.
Örneğin İngilizler 1920 yılında Irak’ta ki ayaklanmayı bastırdıktan sonra, Arap milliyetçiliğini kabul ederek, burdaki İngiliz hükümetini devre dışı bırakmıştı. Türk hükümeti ise, 1925 Kürt ayaklanmasına neden olan merkeziyetçilik, batılılaşma, laikleşme ve Türkleştirme politikasını ayaklanmacılara karşı daha da sertleştirdi. Bitlis, Muş ve Şemdinan bölgelerindeki direnişçiler tamamen ortadan kaldırıldı. Özellikle Dersimli Zazaların sistematik bir şekilde sürgün politikasına maruz kaldıkları görülüyor. Goyan Kürtleri ve Keldanilere karşı alınan bu şiddetli önlemler, Bürüksel Hattı’nın yakınlarından geçiyordu ve aynı zamanda Musul sorunundan dolayı tartışan parlamenterler üzerinde önemli bir etki biraktığı gibi, tartışma konusunuda teşkil ederek Türkiye için dezavantaj sağlayan bir siyasi etki bırakmıştı.
Kaynaklar:[1] The Times,3 Mart 1925. İstanbul Tanin’den alıntı. Süleymaniyeli Şeyh Mahmud Berzenci’nin bakış açısının karşılaştırılması[2]. Murat ve Karasu [3]. bakınız 9 Mart 1925 tarihli Le Temps [4]. İsmet Paşa 7 Nisan 1925‘te TBMM yaptığı bir konuşmada ayaklanmanın gerici, özellikle dini tarafını ön plana çıkardı. (Derleme 28 Nisan 1925, The Times); Olağan üstü hal Bölge Valisi Hilmi Bey’in, 11 Nisan 1925 tarihli Tanin; Şeyh Said’in dava tutanaklarından, 29 Mayıs 1925 tarihli The Times. Türk hükümeti Brüksel Hattı’nın güneyinde kalan Kürtleri egemenliği altına almak için uğraşırken, bu hattın kuzeyinde kalan Kürtler ise bağımsızlığını kazanmak için silaha sarıldılar. Türk hükümeti ayaklanmaya destek veren İstanbul ve Ankara‘daki muhalefeti bastırmak için, ayaklanmanın ulusal tarafını bir kenara bırakarak daha çok ilericilik ve gericilik arasındaki farkını öne çıkarıyordu. Ayaklanmanın bastırılmasında bir çok ünlü Türk aydını baskılara maruz kaldı.Örneğin Tanin’in sahibi Hüseyin Cahid Bey 17 Nisan 1925 tutuklandıktan sonra 7 Mayıs 1925;te Çorum’a ömür boyu sürgüne gönderildi. (The Times, 20 ve 29 Nisan, 7 ve 9 Mayıs 1925).
Fakat 1925‘te İstiklal mahkemeleri tarafından cezalandırılan katı bir batılılaşma yanlısı olan Hüseyin Cahid Bey ne de muhalefette bulunanların Şeyh Sait ya da ayaklanma ile her hangi bir şekilde bağlantıları olduğu konusunda yeterli delil yoktu. Fakat dini ve gerici etkenlerin Kürt ayaklanmasında, Kürt milliyetçiliğinden daha güçlü olduğu konusunda bazı deliller mevcut. (The Manchester Guardian, 29 Subat 1925).Ulusal komite Süleymaniye’nin Kürtlük bilincinin yeri olduğunu belirtiyordu. Kuzeybatı’daki Kürtlük bilinci ise giderek zayıflıyordu. (bakınız sayfa 506). Bundan yola çıkarak, Kürt ulusal ruhu giderek zayıflıyordu ve Dersim Zazaları ise izole edilmişti. Diğer taraftara ise bu ayaklanma Türk nüfusunun bulunduğu ve Kürtlere nazaran daha gerici ve tutucu olan Erzurum, Trabzon ve Samsun’da yayılmadı. Bundan kısa bir süre sonra (Kasım 1925) kendi güçleriyle (The Times 26 kasim 1925) Ankara hükümetinin batılılaşma politikasına karşı ayaklandılar. (bakınız yukarıdaki bölüm 1, Paragraf (ii) (e),).
Bu konuda daha fazla bilgi sahibi olan bir Türk arkadaştan alınan bazı bilgilere göre, ayaklanmanın gösterildiği gibi gericilik ile ilericilik arasında değil, Türkler ile Kürtler arasındaki bir çatışma olduğunu destekleyen belgeler mevcut. Ayaklananlar Harputa girdiklerinde, şehirdeki herkes ikinci bir seçimde İlericilik Partisinden milletvekili adayı olan Nuri Efendi’nin önderliğinde karşı çıktılar. Gerçekten de ayaklananlar Harput’a girdikten bir gün sonra, iki ayrı parti üyesi olan burdaki halk ve hatırı sayılır kişiler tarafından şehirden sürüldüler. Harput’un Doğu Anadolu’nun en gerici şehirlerinden biri olduğu düşünüldüğünde, burdaki halk ayaklanmasının dini bir yanı ve muhalefetin bunlarla bir bağlantısının olmadığını, ayaklanma ile bir bağlantısının olmadığını ispatlamak için çaba gösterdiler. [5] The Times, 25 Subat 1925.[6] İbid 28 Subat 1925.[7] İbid 2 Mart 1925.[8] Le Temps 1 Mart 1925. Fransız askeri makamları Türk askerlerine geçiş izni verdiklerinde, Musul sınırlarının kötüye kullanılmaması için önlem aldılar [9].
The Times 11 Mart 1925.[10] İbid 28 Mart 1925.[11] The Times 1 Nisan 1925.[12] Türkisch Communique, 9 Nisan 1925. Orient Moderne, V, 5, S. 239-240 ff; The Times ve Le Temps, 13 Nisan.[13] Offizielle Türkische Communique von 15. April 1925. In Orient Moderne S. 240; The Times, 16 ve 17 Nisan; Le Temps 17 Nisan 1925. Tutanaklarda Şeyh Sait kendisini Mücahit olarak tanımladı. (İnanç koruyucusu olarak).[14] Orient Moderne, S. 239-240. Savaş yasası 1 Mayıs’ta kaldırıldı. Fakat bu galiba doğru değildi.[15] The Times 29 Mayıs 1925. Bakınız The Manchester Guardian, 21 Mayıs.[16] Bunlardan biri eski osmanlı senatörü Hakkari’ye bağlı Şemdinan‘da bulunan Nehrili Şeyh Ubeydullah’ın oğlu Seyit Abdulkadir idi. (Orient Moderne, V, 5, S. 242, 6, S. 281) ve Irak’a hakim olan İngilizlerin 1923 Revanduz Kaymakamı yapılan kuzeni Sait Taha. [17] The Times, 30 Haziran 1925. [18] İbid, 1 Temmuz 1925.[19] İdamlar Musul’da ki Kürtler üzerinde, Türkiye için hiçte avantaj sağlamayan baskı yarattığı bildirildi. (The Times 17 Agutos 1925). Iraka hakim olan İngilizler, Türk hükümetine rağmen Kürt ağalarına Irak’ta iltica etmelerine izin verdi. Bakınız 1925 tarihli Irak raporu S.22”

DOGU PERINCEK MILITER CETELERLE EL ELE

Yazar Adı: Senol Onay Yazar İletişim: horgeneral@mynet.com
Bana, “Gelmiş geçmiş en büyük Türk, kimdir,” diye sorsaydınız, hiç düşünmeden Doğu Perinçek derdim, ki sormadığınız halde bile mevzuya daldığıma dikkatinizi çekerim. Bugün, reklamlardan izlediğim, pardon haberlerden öğrendiğim kadarıyla, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan büyük ve muhterem siyasetçimizin bir yanına dikkatinizi çekmek istiyorum. Hayatı boyunca alınteri akıtmadan, emekle haşırneşir olmadan, emek savaşçılığı yapabilmek her babayiğidin harcı olamaz, ki bu vatandaş İşçi Partisi Genel başkanlığı da yapıyor. Dünyanın tüm casuslarının, ajanlarının ve karakteri bozuklarının ne yaptıklarını karıştırmayalım; ben Doğu Perinçek’ten bahsediyorum. Onun iyi bir kişi olduğunu anlatabilmenin ne kadar zor olduğunun farkındayım. İçinizden, “Yahu kardeşim! Bu adam kadar fırıldak birisi olamaz. Dün sağcıysa bugün solcu olan; dün öyle diyorsa bugün tam tersini söyleyen; dava arkadaşlarının nefretini kazanan bir adamı bize öveceksen, senin yedi sülaleni, gelmişini, geçmişini, nokta nokta yaparım,” diyeceğinizi bilmez miyim? Sövün sövmesine, ama önce dinleyin; hem laf aramızda, kime söveceğinizi de bilirsiniz. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağılmadan önce, dünyanın iki büyük devi arasında devam eden soğuk savaşa paralel olarak, en büyük tehdidin sosyalizm olduğu günleri hatırlayalım. Söylemesi ayıptır, ben de sosyalizmden nefret ederim. Neden derseniz, haftanın altı gününde bodybuilding yapıp kas çıkartmak için bir taraflarını yırtan biriyim. Süper bir antrenmanla aynı güzellikte diyet programından da önemli olan konu, dinlenmektir; yani yeterince uyumanız gerekir, yoksa kas çıkartmak yerine oğlumun zoppilini tutarsınız. Kas demek, eğer benim gibi hiçbir suplement kullanmadan çıkartılıyorsa, sağlık demektir. Yani, formülüze edersek, mermi gibi bir bünyeye kavuşmanız için en önemli şey uyumaktır. Bakın buradan nereye geçeceğim? Toplumların da sağlıklı olabilmesi, süper bir gelişim sergileyebilmesi için uykuya ihtiyacı vardır. Kenan Evren ve Turgut Özal gibi muhterem büyüklerimiz sağ olsun, halkımız derin uykulara dalmış halde yıllardır uyuyor. Melül melül bakmayın, hala sosyalizmden neden nefret ettiğimi anlayamadınızsa, bunu size kimse açıklayamaz. Bu vatandaş uyumalı diyorum, angut musun arkadaş? Göbek kası dahil kas çıkartarak sağlığına kavuşacak yetmiş milyonu anlatıyorum. Doğu Perinçek, işte bu korkunç sosyalizm tehlikesine karşı imdadımıza yetişerek, solun kökünü neredeyse kökünden kuruttu. Hikmetine sual olunmaz totemlerim öyle yaratmışlar, adam, müthiş bencil, çıkarlarına düşkün ve yanındakilerin kolaylıkla nefret duygularını çekebilen birisi, ki doğuştan olan bu özelliğine bayılıyorum. Kuş uçmaz, kervan geçmez bir dağbaşında, kuduz köpekle ikisini yanyana direğe bağlasalardı, eminim kuduz köpek öfkesinden kudururdu. İşte böyle bir adam! En büyük tehlike sosyalizme karşı onu kullananları tebrik etmek istiyorum. Adam, sol bir örgüte girdiğinde; iki aya kalmadan oradakilerin tamamı, “Ben böyle davanın şeyine korum, bu adamla aynı yolda yürüyecek kadar alçalmadım,” deyip, arkasına bile bakmadan partisini terkediyordu. Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarının ikisinin toplamından da etkili bir imha gücüne sahip sayın Perinçek, medarı iftiharımızdır. Çok şükür artık rahat uyuyabiliyoruz, ama günümüz dünyasında bazen narkoz niyetine futbolu devreye sokuyorlar. Bir keresinde, Fenerbahçe stadında gözleri açık uyuyan elli bin kişiyi görmeseydim, bu işe ben de inanamazdım. Yapıcı özellikleri nedeniyle kahraman seçme devri geride kaldı. Mühim olan yıkmaktır ve bu işin üstadı azamı da Doğu Perinçek’tir. Onun olduğu yerde ot bitmez, kuş uçmaz, dereler kurur, köpekler havlamaz. Geçmişte en büyük tehlike olarak gördüğümüz solun anasını belleyen Perinçek’e yeniden ihtiyacımız var. Şimdi çeteler, mafyalar ve karanlık işler çeviren bazı örgütlerle mücadele sıkıntısı yaşanıyor. Hiç kafayı takmaya gerek yok; onların arasına Perinçek’i salsınlar yeter, derim. Misal, Ergenekon çetesine Perinçek’in de üye olduğunu farzedelim; iki ay içinde o örgütte bir totem kulu kalırsa puşt olayım! Hrant Dink cinayeti, yok bilmem ne cinayeti benzeri tüm karanlık işler çevirenlerin arasına Perinçek’i sokalım, sorun kendiliğinden çözülür. Keşke Ak Parti’ye girebilseydi, de adamlar yüzde on barajının altında kalsalardı, diye düşünebilirsiniz, ama ben bunu istemem, çünkü başta da vurguladığım üzere sağlıklı bir bünye için uykunun nasıl bir ihtiyaç olduğunu iyi bilirim. Ak Parti’nin hakkını yemeyelim, sayelerinde süper uyuyoruz. Bugün düğün bayram yapma günüdür. Sevinmeyen enayidir, çünkü Doğu Perinçek, artık vatanı milleti çok sevdiğini söyleyen, ama bunu babamın da anamı sevdiğini söylemesinin akabinde çok ayıp şeyler yaptığı türden eylemlerle hayata geçiren örgütlerin arasına karışmıştır. Tamamının kökünü kurutması çok yakındır. Boru mu bu! Koskoca Doğu Perinçek... Onun yanına kuduz köpeği bağlasanız durmaz dedim, varın gerisini siz anlayın. Memleketin anasını belleyenlerin arasına girdiği için kendisini tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.

dinsdag 1 april 2008

KÜRDİSTAN İÇİN ACİL EYLEM PLANI

İçinde bulunduğumuz sürecin Kürt Halkı açısından ne derece önemli olduğunu her fırsatta vurgulamaktan geri kalmıyoruz.Ama şu nokta kesin ki pek birşey de yapmıyoruz,erteliyoruz yada yapan var zaten deyip kendimizi vicdanen rahatlatıyoruz.Kimi zaman da tıpkı benim de yaptığım gibi bir yazı yada çağrıyla...Hep Kürdistan'ın uygarlıklar beşiği olduğunu tarihimizin geçmişin derinliklerine indiği vurgulayıp duruyoruz -Ki doğrudur-.Peki Kürt Uygarlığının mirasçıları olan bizler neden kendimizde harakete geçecek özgüveni bulamıyoruz.Bir maç izlemek için saatlar harcanabilirken neden bir tepki e-maili bile yazmaya üşeniyoruz.Aşağıdaki Kürdistan için acil eylem planı maddeleri tek bir kişinin harakete geçmesi ile olacak şeyler değil ama bir başlangıç olsun.Herkes eksik gördüğü şeyleri eklesin.Bir forumda tartışalım bunları ve harakete geçelim yada geçirtelim.Gerçekten bu dönemi doğru değerlendirip sağlam bir strateji belirlersek Kürdistan'ın geleceği için gerekli kırılma noktası oluşturmuş olur ve gelecek Kürdistan için daha aydınlık ve Kürdistan Ulusal Mirası'nın geleceğe ve tabii ki sonsuzluğa taşınması,geliştirilmesi daha garantili bir zeminde gerçekleşir.Kürtlar ellerindeki en büyük kolaylılardan biri olan internetin nimetlerinden yeterince faydalanmıyor.Özelliklede tek başına bireyler bu konu üstünde yoğunlaşmalıdırlar.Önerilerde ağırlıla bu yöndedir.Bugünler de Kürt Ulusu içimde Kürdistan Bağımsızlığı duyarlılğı daha iyi bir noktaya gelmiş durumda.Nizammettin Taş,Hüseyin kaytan gibi eski Demokratik Cumhuryiet konseptinden olanların son çıkışları gerçektende gelecek için umut veriyor Kürt Halkına.Artık Kürt Ulusu bağımsız bir Kürdistan olmadan varlığımızı sürdürmemiz ve medeniyetimizi geliştirmemiz mümkün olmadığını görmeye başlıyor.Dünya globalleşiyor bağımsız devletler dönemi kapanıyor diyenlerin söylemlerinin ulus-devletlerine en bağlı kaynaklardan çıktığı şüphesiz... İşte Kürdistan için acil eylem planı1-KÜRT MEDYASI ALANINDA;-Öncelikle Avrupa da bağımsız,ulusal,modern ve bağımsızlıkçı bir Kürt ulusal televizyonu ve radyosu kurulmalıdır. Şu anda KOMKAR,PSK,Gel-Arge, ve Şivan Perwer tarafından yürütülen çalışma desteklenip geliştirilebilir.Bunun için bir internet sitesinin açılması oldukça faydalı olur.(Bu internet sitesini açacak olan Kürt bir maddenin gerçekleşmesini sağlamış olacak)-Özgür Kürdistan'da ki sayısı 15 e varan ve karasal vericiden yayın yapan Kürt TV leri uydu üzerinde geçmelidirler.-İnternette bağımsız bir Kürt server oluşturulmalı ve yeniden bir yapılandırılmaya gidilmeli ve internet sitelerinin,portalların sayısı arttırlmalıdır.-Ulusal bir medya oluşturulmalıdır. Mevcut medya, yukarda da değindiğimiz gibi genellikle tek tek partiler tarafından oluşturulan ve bunun sonucu, ister istemez, onların propaganda ihtiyaçlarına cevap veren, bu nedenle yeterince nesnel olamayan niteliktedir. Kimi örgütlerin geçmişte ellerindeki bu türden olanakları, aşırı abartma, kişi putlaştırma başka yurtsever örgüt ve kişilere çamur atma, beyin yıkama biçiminde kullandıklarına tanık olduk ve hala da oluyoruz. Dolayısıyla, gerekli olan tüm yurtsever kesimlerin sesini duyuracak, ulusal mücadeleye sözcü olacak, düzeyli, halkın istemlerine cevap verecek, geniş kitlelerin ilgisini çekecek türden medya araçları yaratmamız gerekmektedir. Sonuç olarak, Kürt halkının saflarında bu türden ulusal medya özlemi giderek yaygınlaşıyor. Böylesi bir medya bilgilendirme işlevinin yanında, ulusal bilincin yaygınlaşmasına ve ulusal birliğin güçlenmesine katkı sunacaktır. -Kürt medya organları ekonokmik durumlarını yeniden Dünya konjöktürüne uygun biçimde yapılandırmalı ve idolojik kalplardan kurtulmalıdırlar.-Özgür Kürdistan da KERKÜK merkezli bir Kürt uydu TV si kurulmalıdır.2-ÖZGÜR KÜRDİSTAN(FEDERE KÜRDİSTAN DEVLETİ) İÇİN;-Yüzbinlerce şehid ve onlarca yıllık mücadelenin ardından Güney Kürdistan elde edilen tarihi kazanımlar tüm Kürt Ulusunun kazanımlarıdır.Kürdistan Parlementosu,Kürdistan Hükümeti ve Kürdistan Federe Devleti hepimizindir ve sahip çıkılmalıdır.-Özgür Kürdistan'daki en önemli sorun Kerkük sorunudur.PDK ve YNK nin bu konudaki çalışmaları yerinde ama yetersizdir.Türkiye'nin piyonları olan bir kısım Türkmenlerin aldıkları önemli destekle bugün Kerkük'ün Kürdistan sınırları içerisine dahil edilmemesi için diplomatik faaliyetler yürütmektedirler.Türkmenler bile -ki ırakta 80 yıldır esnaflık yapıyorlar- bu faaliyetlerde bulunurlarken biz boş durmamalıyız.Kürdistan için tarihi öenm taşıyan ve bir Kürt şehri olan Kerkük için Kürdistan'ın diğer parçalarında ve Dünyada diplomatik faaliyetlet yürütmeliyiz.3-4 dilde bir web sayfası açılarak bilgilendirme ve BM,ABD,Türk medya ve devlet kurumlarına,uluslar arası medya organları ve kurumlarına vs... (Windowsa Kurdi kampanyasındaki gibi) hazır ve imzalı e-mail'ler yollanabilir bir içerik oluşturulabilir ve çok etkili olur(Bu internet sitesini açacak olan Kürt(ler) bir maddenin daha gerçekleşmesini sağlamış olacak(lar)-Özgür Kürdistan'ın 5-7 sene içinde bağımsızlığa kavuşması hedeflenmeli ve referandum vs... çalışmalar bu doğrultuda yürütülmelidir.Yine diğer maddedeki gibi 3-4 dilde bir web sayfası açılarak bilgilendirme ve BM,ABD,Türk medya ve devlet kurumlarına,Kürt kurumlarına,uluslar arası medya organları ve kurumlarına vs... hazır ve imzalı e-mail'ler yollanabilir.-Bizim komşu halklar gibi dost yada soydaş devletlerimiz yok ama Özgür Kürdistan'ın bağımsız Kürdistan olması diğer parçalar için gelecekte aynı etkiyi yaratacaktır.3-KUZEY KÜRDİSTAN İÇİN;-PWDK nin "Kuzey Kürdistan için Kuzey Kurdistan Ulusal Konseyi, oluşacak muhataplık kurumunun resmi ifadesi olabilir. Böyle bir oluşuma en azından bir Hazırlık Komitesi oluşturarak başlamak ve kamuoyuna deklere etmek yerindedir. Türkiye ve Avrupa başta olmak üzere değişik coğrafyalarda bulunan çok sayıda değerli Kürt aydını, siyasetçisi, hukukçusu, sanatçısı ve şahsiyeti böyle bir çalışmada yer almaya layık ve görevlidir. Oluşacak Konseyin en az 60 kişi olması ve yüzü aşacak bir bileşime varması hedeflenebilir. Zamanı rahat kullanma gibi bir lüksümüzün olmadığı düşünülürse..." makuldur veüstünde durulmalıdır.Ayrıca PSK,PDK-BAKUR ve diğer ulusal Kürt örgütleri güçlerini birleştirmelidirler.Artık particilikle kaybedecek 1 dk. mız bile yoktur.-Hedef Güney Kürdistan için bağımsızlık,Kuzey ve Doğu Kürdistan için Federal yapılanma olmalıdır.Daha sonra bağımsız güney Kürdistan Devleti ile birleşme mümkün olabilir.Ama öenmli olan Kürdistan'ın bağımsızlığıdır.4-KÜRT DİLİ,KÜLTÜR VE SANAT ALANINDA;-Kürt Müziği dünyadaki en iyi müziklerden biridir.Bunu tüm dünyaya göstermeliyiz.-Kürt Müziğinde yer tarz ve alanda çalışmalar yapılmalı ve kitlesel iletişim araçlarının özelliklede internet'in avantajı kullanılmalıdır.-Profesyonel,kitlesel konser ve çalışmalar yapılmalıdır.-Kültür,sanat alanında ulusal bir çizgi izlenilmeli en basitinden artık bir Kürtçe albüm kapağında veya bir Kürt sanatçının web sayfasında Türkçe yada başka bir dile yer verilmemelidir.Metin-Kemal Kahraman,Rojin,Nilüfer Akbal gibi Kürtçe lehçelerinin birer ayrı dilmiş gibi gösterme eğiliminde,kasetlerinde kendi dillerinin lehçelerinin kullanmak yerine türkçe şarkı okumayı tercih eden sanatçılar uyarılmalı yada prim verilmemelidir.Artık kimse albümümde 3 dile şarkı söyledim Kürtçe,zazacaisoranice diyememelidir.Kurmanci ne dadar Kürtçe ise zazakî ve güney kurmancîsî de o kadar Kürtçedir. -Ulusal Kürt sineması, tiyatrosu geliştirilmelidir.Yeni Kürt Kültür merkezleri oluşturulmalıdır. Buralarda Kürt dili, tarihi, edebiyatı ve folkloru üzerine bilimsel akademik çalışmalar yapılmalıdır. Kürt kültüründen hareketle, çağdaş bir kültürel düzeye çıkacak çalışmalar yapılmalıdır. Zengin olan sözlü Kürt edebiyatı yazılı hale getirilmelidir. Sinema ve tiyatronun serpilip gelişmesine çalışılmalıdır. -Güney Kürdistan'ın da latin alfabesine geçmesi için kampanya başlatılmalıdır.Bu kampanyada hemen bir web sayfasıyla başlatılabilir.(Bu internet sitesini açacak olan Kürt(ler) bir maddenin daha gerçekleşmesini sağlamış olacak(lar)-Kürt dilini, tarihini, sanatını, kültürünü tanıtacak ve her sene tekrar edecek merkezi bir Kürt festivali düzenlenmelidir. -Kürt ulusal günleri merkezileştirilmeli ve kitlesel olarak kutlanmalıdır5-APO VE PKK ZARALARINI GİDERME,DİPLOMASİ VE YENİDEN ÖRGÜTLENME İÇİN;-Aponun PKK eliyle yürüttüğü ve 15 yıl süren savaşın sonuçları ortada. Dört bin Kürt köyü ve onlarca kasaba yakılıp yıkıldı. 3-4 milyon Kürt köyünü-kasabasını, hatta büyük bir bölümü yurdunu terk etmek zorunda kaldı. 35-40 bin insanımız yaşamını yitirdi. Halkımız büyük acılar çekti. Kürdistan ekonomisi dibe vurdu. Bir kazanım da elde edilmedi.Ve şu anda imralıya bağlı kitle Türkiyelileşme yani Kürtlüğe elveda çalışmalarına canı gönülden destek vermektedirler.Apo ise Kürt Halkına,liderlerine,değerlerine ve tarihine rahat rahat hakarete devam etmektedir.Bu durum Kürt halkının saf kitlelerine makul bir biçmde izah edlimeli ve bu konuda herkes bilgilendirilmelidr.-Avupada yeniden örgütlenilmeli,asimilasyonun önünü kesmek için uğraşılmalı en azından herkes Kürtçe konuşmalı ve çocuklarına öğretmelidir.Bu en büyük sorunudur.Kürtçe bilmemenin izahı ve bahanesi olamaz ve Kürtçe bilmeden de ben Kürdüm demek çok yerinde değildir.-Avrupa da lobiler kurulmalı ve idolojik ayrılılara yer vermeden top yekÜn çalışılmalıdır.Bu konudada web siteleri ve başka medya organları da kullanılmalıdır.-Stratejik araştırma yapacak ve buna uygun projeler üretecek bir merkez kurulmalıdır. Uzman kişilerden oluşturulacak bu merkez, Kürt toplumsal yapısını, Kürt tarihini ve bugüne kadar sürdürülen Kürt politikalarını, bilimsel bir açıdan ele alıp irdeleyen, bundan hareketle Kürt politik çalışmalarını sağlıklı ve netice alıcı bir kanala yöneltecek projeler yapmalıdır. -Daha önce Avrupada Kürt partileri arasında Kürdistanlı Örgütler Platformu oluşturuldu ve bu birlik daha sonra, 1999 yılında Kuzey Kürdistan Ulusal Platformu'na (PNK-BAKUR) dönüştü. 2002'de DEM-KURD (Avrupa Kürtleri Demokratik Örgütler Koordinasyonu), 2002'de İNİSİYATİF (Avrupa Kürt İnisiyatifi), yine 2002'de son olarak, bütün bu kurumları kapsayan PLATFORM (Avrupa Kürt Platformu) kuruldu. Bu çalışmalar aktifleştirilmeli ve halka yeterince duyurulmalıdır.6-KÜRT EKONOMİSİ VE ASKERİ ALANLARINDA-Ekomomi ve askeri güç tüm bu maddelerin gerçekleşebilmesi için temel unsurlardır.Kürdistan(Güney) ekonmik ve askeri olarak güçlenir ve Dünya güçlerinin burada menfaatleri olduğu kanısı yarataılabilinirse muhatap alınma çok daha fazla olur.Ama bu konuda ben pek fazla yetkin değilim bu konudaki öneriler eklenmelidir.7-İNTERNET VE TEKNOLOJÎ ALANINDA-Her konuda-eğitim, sağlık, edebiyat, eğlence, bilim, teknik, müzik, kül tür, sanat, siyaset, tarih vs... - geniş içerikli KÜRTÇE ve diplomasi amaçlı diğer dillerde web siteleri açılmalıdır. Bu konuda sınır yok. 1000, 100000, 100000, 10000000...... -Başta windows ve Office olmak üzere (eğitim,çizim yazı,media vs... tüm programlar) tüm bilgisayar programları Kürtçeye çevrilmelidir.-Ulusalararası internet sitelerinde Wikipeidada olduğu gibi BBC de dahil olmak üzere tüm web sayfalarında Kürtçe bölümlerin açılması için çaba gösterilmilidir.-Tüm Kürtçe bitki isimleri vb... literatürlere sokmak için açlışmalar yürütülmelidir.-Tüm Kürt tarih,resim,gazte,dergi,belge vs... arşivlenerek internete aktarıklmalı Ulusal Kürt Arşivi oluşturulmalıdır.Bu 30 maddeyi gerçekleştirmemiz bizi dünyadaki en önemli güçlerden ve ileri toplumlarından bir olma yolunda çok ileri bir noktaya vardıracaktır.Kürt Ulusu artık lütfen bunları yazıda bırakmasın,ekleyin-çıkarın değerlendirelim,tartışalım ve derli-tolu olarak yeniden yayınlayıp gerekli Kürt merkezlerine gönderelim hatta bunun için bir internet sitesi açalım 5-10 site açmak bir halk için bu kadar zor olmamalı. Kırılma noktası oluştutursak bu iş tamamdır.Kürt halkı ileride pişman olmamak için ittifakını hemen şimdi yapıp hem Dünya güçlerinin oyununa gelmemeli hem de faşist Kürt düşmanı Türkiye'nin oynadığı adi oyunu boşa çıkarmalıdır. BU TÜM KÜRT HALKININ GÖREVDİR.Artık güzel günler Kürdistan'ı bekliyor.KUZEY KÜRDİSTANGörüş ve Önerileriniz İçinrebiwarkurdo@yahoo.comEK------------------------------------------------------------KÜRDİSTAN'IN ŞU ANKİ GENEL DURUMUKÜRT MEDYASIKürt Uydu televizyonları : Kurdistan TV, KURDsat TV, ZAGROS TV, Seher TV, Me TV, Roj TVGüney Kürdistan'da yayın yapan diğer TVler; GULAN TV, XAK TV, PERWERDE TV, TELEVİZYONÎ GELÎ KURDİSTAN, PUK TV, S TV, U TV, KCP TV, KTV, KTV-DUHOK...Kürt Uydu radyoları : Dengi Geli Kurdistan,Kurdistan Radio, Newa Kurd Radio, Dengê MezopotamyaKürt Gazeteleri-Bazıları- : Xebat(Özgür Kürdistan), Kurdistanî Nwê(Özgür Kürdistan), Peyama Kurd(Avrupa), Hawlatî(Özgür Kürdistan), Evro(Özgür Kürdistan), Mîdya(Özgür Kürdistan), Dema NÛ(Kuzey Kürdistan), Agirî, Kurdistan, Rojhilat(Doğu Kürdistan), A Welat(K Kürdistan), Emro,Aso, Alay Azadî(Özgür Kürdistan)..........Bazı Kürt Haber Portalları : KERKUK KURDISTANe-Kd(Kurdî), KURDISTAN NEWSLINE-PUK-Eng, STANA AZAD, KDP_INFO-Kd, ROJNAME.COM-Kd, RIZGARÎ ONLINE-Kd, KURDISTAN MEDIA-Kd, KURDISTANNET.ORG-Kd-, KURD MEDIA-Eng-Kd, AMUDE-Kd, AVESTAKURD-Kd, DENGÊ KURDISTAN-Kd, XOYBUN-Kd, NASNAME ONLINE-Tr-Kd, PÊYAMNÊR-Kd, DENGÊ KURDISTAN(VOK)-Kd, PUK MEDIA-Kd-Eng, KURDISTAN MEDYA-Kd, DENGÊ KURD-Kd, ROJEV-Kd, GELAWÊJ-Kd, NEWROZ.COM, HABERKURD.COMBazı Kürt Dergileri : Güney Kürdistan da-NÛBÛN(DICLE),XEWN, J.NWÊ, GULAN, RAMAN, KARWAN, XAK, SÎXURME, PEYV, VEJÎN, DUHOK, METÎN, LALÊŞ, ŞÎROVE, ZANKO, SERWERAN, ZIANAWA, HENGAW, NUSERÎ KURD, TÊKIST, PEYAM, MEDANÎYÊT li başur nêzî 500 kovar derdikeve. Kuzey Kürdistan - DENG, KEVAN,WAR, KOVARA W, ZEMBÎLFIROŞ, KULÎLKA CIWAN, ÇIRUSK, ELEZÎZ, SERBESTÎ-Tr, TÎROJ, TÎGRÎS, KÜRT SOLU-Tr, VATE, NÛBIHAR, DEM, NUBÎN, GULA TAMARA, DERGÛŞKÜRT PARTİ VE ÖRGÜTLERİKürdistanın tüm parçalarındaPDK, YNK, PZK, PKSK, PSK, PSK-BAŞUR, PDK-BAKUR, PADEK, PDK-ROJHILAT, PSDK, PWD, HÎK, KNC, PDK-L, KOMKAR, KOMJIN, PLATFORM, INSIYATİF, YEKÎ TÎ, PNK-BAKUR, DEM-KURD, KOMCIVANÖzgür Kürdistandaki örgütlenmeler.YXK, YJK, YRK, YWK, YMK, Navenda Tendurîstiya Kurdistanê, KÜRDİSTAN FEDERE DEVLETİKÜRDİSTAN PARLEMENTOSUhttp://www.kurdistan-parliament.org/ http://www.geocities.com/CapitolHill/Congress/1154 KÜRDİSTAN HÜKÜMETİhttp://www.krg.org/http://www.kurdistan.ws/KÜRDİSTAN BAKANLIKLARIWezareta Rewşenbirîhttp://www.roshnbiri.org Wezareta Aborî û Pişesazîhttp://www.kurdistancorporation.com KDCKÜRDİSTAN BİLİMLER AKADEMİSİ-HEWLÊRSAZÎYA POSTAYÊ KURDISTANÊ-PULÊN KURDISTAN,KOMÎTEYA ÇALAKÎ A KURDISTAN,PAYTEXTA KURDISTANA AZAD-Kerkûk,HÊZÊN LEŞKERÎYA KURDISTANÊ,KÜRT YÖNETİMLERİYALATA KURDISTAN LE ROJHILATÎ KURDISTANhttp://www.iranonline.com/iran/kurdistan/imagesŞAREDARÎYÊN LI BAKURÊ KURDISTANÊ http://www.dehap.com.trhttp://www.dogubayazit-bld.gov.tr/OTONOMÎYA ÇANDÎ YA KURD LI RUSYAhttp://www.KÜRDİSTAN ÜNİVERSİTELERİhttp://www.uni-dohuk.net/ ZANKOYA DUHOK http://www.salun.org/ ZANKOYA SELAHADDÎN http://www.univsul.com/ ZANKOYA SULEYMANİYEhttp://www. ZANKOYA KOYÊhttp://www.kums.ac.ir/index.htm ZANKOYA KERMANŞAHhttp://www. ZANKOYA KURDISTANBAZI KÜRT YAYIN EVLERİWEŞANÊN ARAShttp://www.kurdistan.nu/pirtuk_kitap.htm WEŞANÊN DENGhttp://www.komkar.com WEŞANÊN KOMKARhttp://www.pencinar.com/ WEŞANÊN PENCÎNARhttp://welcome.to/nudem WEŞANÊN NUDEMhttp://www.apec.nu/ WEŞANÊN APEChttp://www.mukriyani.org/ WEŞANÊN MUKRÎYANÎhttp://www.sardam.net WEŞANÊN SERDEMhttp://www.mezopotamya.de WEŞANÊN MEZOPOTAMYAhttp://www.kurdishinstitute.org WEŞANÊN Enstituya Kurdî http://www.nefel.com WEŞANÊN NEFEL http://home.swipnet.se/diljen/ WEŞANÊN DILJENWEŞANÊN BAJARhttp://www.? WEŞANÊN AVESTA http://www.garmyan.com WEŞANêN GERMÎYAN(GÜNEY KÜRDİSTAN)KÜRT MÜZİK ŞİRKETLERİhttp://www.stranmusic.com/ STRAN MUSÎK-Kompanyaya Muzîka Kurdîhttp://www.garmyan.com GERMÎYAN-Kompanyaya Muzîka Kurdîhttp://www.chwarchira-art.com ÇAR ÇIRA-Kompanyaya Çand û Muzîka Kurdîhttp://www.kommuzik.com KOM MUZÎK-Kompanyaya Muzîka Kurdîhttp://www.mirmusik.com MÎR MUZÎK-Kompanyaya Muzîka Kurdîhttp://www.sesplak.com SES PLAK-Kompanyaya Muzîka Kurdîhttp://www.hurmuzmusic.com HURMUZ MUZÎK--Kompanyaya Muzîka Kurdîhttp://www.mezopotamya.com NÇM-Navenda Çanda Mezopotamya-Beşa MuzîkêKÜRT EKONOMİSİhttp://www.kurdistancorporation.com Kurdistan Development Corporation Limited. http://www.btinternet.com/~kurd.oil KURDISH OILhttp://www.karsaz.org KARSAZhttp://www.kurd-com.de/ KURD-COM TELEFONhttp://www.nefel.com/bazar/kocagroub.htm KOCA GROUB http://www.chwarchira-art.com ÇAR ÇIRAhttp://www.dengekurd.com/acn/acn.htm ACN Mobilehttp://www.kurdistan-ag.de/ KURDISTAN-AGhttp://www.acc-elecronic.com ACC-KURDISTANhttp://www.astera.org/ ASTERAhttp://www.kurdan.dk/ KurDan Consult & Service KÜRDİSTAN TARİHİhttp://www.bakhawan.com HEWRÊNAME-Li Ser Dîroka Kurdistan Erşiwek Zor Mezin.http://hem.passagen.se/antoloji1/ http://www.knn.u-net.com/kurd4.htmhttp://www.xs4all.nl/~tank/kurdish/htdocs/his/index.htmlhttp://www.mtholyoke.edu/acad/intrel/kurds.htmhttp://www.prio.no/html/osce-kurds.htmhttp://search.britannica.com/bcom/search/results/1,5843,,00. html?p_quhttp://www.nistiman.com/KÜRT ENSTİTÜLERİhttp://www. ENSTÎTUYA KURDÎ-AMED(DÎYARBEKIR)http://www.kurdishinstitute.org ENSTÎTUYA KURDÎ-STENBOLhttp://www.kurdishinstitute.be ENSTÎTUYA KURDÎ-BRUKSELhttp://www.institutkurde.org ENSTÎTUYA KURDÎ-PARIShttp://www.kurd.org ENSTÎTUYA KURDÎ-WASHINGTONhttp://members.aol.com/kurdins ENSTÎTUYA KURDÎ-BERLINhttp://www.kurdistanir.com/index.asp ENSTÎTUYA KURDISTAN-TEHRANhttp://www.kurdit.se/kurdinst/index.html ENSTÎTUYA KURDÎ-SWEDENhttp://www.hevgirtin.com AKADEMÎYA KURDÎ YA KAWA-KURDISTANA BAŞURhttp://www.clark.net/kurd KURD-ACADEMIChttp://welcome.to/kurdish-academic5C KANhttp://www.geocities.com/kurdishsn KSNhttp://kca10.tripod.com/ KCA-KURDISH CULTURAL ASSOCIATIONhttp://www.afro.uu.se/kurser/kurd.htmlKÜRT SİNEMASIhttp://www.bahmanghobadi.com MALPERA DERHÊNERA KURD BEHMAN QUBADÎhttp://www.mezopotamya.com NÇM-Sînema http://www.kurdishfilmfestival.com KURDISH FILM FESTIVALhttp://www.kurdfilmfestival.com KURD FILM FESTIVALhttp://www.kurdistanprees/kurdfilm/ KURD FILMhttp://www.cinekurd.com CINE KURD http://www.dewran.da.nu DEWRAN-SÎNEMAhttp://www.yarafilm.com/ YARA FILMhttp://www.babylonia-berlin.de/kurdisches-filmfestival FESTIVALA FILMÊN KURDÎhttp://www.troygift.com/mm-vcd_dvd_KurdishFilms.htm VCD_DVD-FILMÊN KURDÎhttp://www.an-erkennen-kurd.de/festival KURD FESTÎVALhttp://newrozfilms.com/ NEWROZ FÎLMKÜRT ANSİKLOPEDİLERİhttp://www.kurdistanweb.org/ ANKSLÎKPEDÎYA KURDISTAN-Çavkanîhttp://www.bakhawan.com/ BAXAWAN-Çavkanîhttp://www.kirmashan.com/ ZANÎNNAMEY KURDISTANhttp://meta.wikipedia.org/upload/4/4f/Wikipedia-logo-kurdish .png WIKIPEDIA-KURDISTANBAZI KÜRT İNTERNET SAYFALARI,PORTALLARIhttp://directory.google.com/Top/World/Kurdish GOOGLE-KURDISHhttp://www.kurdishworld.com DMOZ-KURDÎ-Kurdish World Web Directoryhttp://www.ekurd.net E-KURDhttp://www.kurdistan-net.com KURDISTAN-NEThttp://www.kurdistannet.net KURDISTANNET.NEThttp://www.kurdistan.dk KURDISTANhttp://www.rojname.com ROJNAMEhttp://www.kurdland.com KURD-LANDhttp://www.kurdish.com KURDISH PORTALhttp://www.duhok.net DUHOK.NET http://www.webkurd.com/ WEB-KURDhttp://www.4kurdistan.com/ 4 KURDISTANhttp://www.bakhawan.com/ BAXAWAN PORTALhttp://www.ekurdistan.net E-KURDISTANhttp://www.kurdistanmonitor.com KURDISTAN MONITORhttp://www.kurd.com KURD.COMhttp://www.zaxo.net ZAXO.NEThttp://www.tirej.com TÎREJhttp://www.kurdayeti.net KURDAYETÎ http://www.kurdish-web.com/ KURDISH-WEBhttp://www.kurdistanlife.cjb.net KURDISTAN LIFEhttp://www.knn.u-net.com/index.htm KNNhttp://www.kurdcity.com/ KURD CITYhttp://www.vivakurdistan.com VIVA KURDISTANhttp://www.kurdayeti.net/Kurdistanicom-2.htm KURDISTANICOMhttp://www.kurdonline.com KURD ONLINEhttp://www.akakurdistan.com/ aka-KURDISTANhttp://www-personal.usyd.edu.au/~rdemirb1/PUBLIC/ KURDISTAN WEB RESOURCEShttp://www.xs4all.nl/~tank/kurdish/htdocs/facts/ KURD Û KURDISTANhttp://home.nordnet.fr/~sdara/ THE KURDISH TRIBUNE http://www.e-kurd.tk/ EKURD.TKhttp://www.koerdistan.pagina.nl/ KURDISTAN PAGINAhttp://www.kurdnetwork.com/ KURD NETWORKhttp://users.libero.it/hetaw/ PORTALÎ HETAWhttp://3ashan.net/ 3ASHAN NUÇE Û ÇANDhttp://xozga.com/ XOZGA.COMhttp://www.kurdinfo.dk/ KURDinfo.DKhttp://www.xelkedondurma.com/ XELKÊ D.http://www.duhokland.com DUHOK-LAND http://www.kurdistan.net/ KURDISTAN.NEThttp://www.ekurd.de EKURD.DEhttp://kurdistanweb.8m.com/ KURDISTANWEB http://www.geocities.com/kurdistanz/ KURDISTANZhttp://medlem.spray.se/kurdistanares/hobbies3.htmlKURDISTAN AREShttp://www.kurdi.8k.com/ KURDÎ.8khttp://www.yesna.de/ YESNAKÜRT BİLGİSAYAR PROGRAMCILIĞIhttp://www.windowsakurdi.com/ WÎNDOWSA KURDÎhttp://www.linux-ku.com/ KURDISH LINUXhttp://i18n.kde.org/teams/ku/ LÎNIXA KURDÎhttp://www.kurdmcse.com KURD MCSEhttp://www.kurdpc.com KURD PC http://www.kurdsoft.com KURD SOFThttp://www.kurdish-phpnuke.0wnt.co.uk/community/ KURDISH PHP-NUKEhttp://www.kurdishnuke.de KURDISH NUKEhttp://www.kurdistan-webmaster.com KURDISTAN-WEBMASTERhttp://www.isc.com.au/ KURDÎ WEBhttp://www.kurditgroup.org/ KURD IT GROUPhttp://www.zanest.com/ PC CENTERhttp://www.geocities.com/asosha/ ASOŞAhttp://www.kurdish-web.com/ KURDISH WEB http://www.demhat.de/ DEMHAThttp://www.kurdistan.kurd.mobilixnet.dk/ KURD MOBÎLhttp://www.zkurd.org/ Z-KURDhttp://www.dengureng.com/ DENGURENG.COMhttp://www.ekurd.net/host/index.htm KURD NET Serverhttp://www.ekurd.net/belas/belas1.htm PROGRAMÊN KURDÎ-BELAŞhttp://www.kurdtech.com/ KURD TECHhttp://www.kurdishonline.net/ KURDISTAN CENTRAL NETWORKhttp://www.dimdim.nu DIMDIM.NUhttp://www.jimarok.com JIMAROK-STATÎSTÎKÊN BI KURDÎhttp://kurdit.net KURDÎT NET

yasar

Kerkuk urtlerindir. Burada Kürtler çoğunlukta. Kerkük nüfusunun %62'den fazlası Kürt, %25'i Türkmen geri kalanlar ise Araplar ve Asuriler. Bu rakamlar şu anki durum için geçerli. Saddam rejimi döneminde zorla Kerkük’ten çıkartılan Kürtler geri dönerlerse ve Kerkük’e yerleştirilen Araplar da geri gönderilirlerse –ki, zaten şu anki Anayasa da bunu gerektiriyor- o zaman Kürtlerin nüfusu daha çok artar.