donderdag 23 augustus 2012

(Değerli arkadaşlar. Üzerinde yaşadığımız coğrafyada,süregelen trajedi,katliam ve kıyımların,Türk toplum vicdanınıda yeterince karşılık bulamamasının ve "ortadoğuda 40 milyona varan nüfusuyla en temel haklarından mahrum bıraktırılmlş Kürd toplumu" söyleminin Kürd lerde nasıl algılandığı konusundaki sosyolojik tesbitlerimi sizlerle paylaşmak istedim.Katkı ve eleştirilerinizi bekliyorum.(Not:bu yazı,daha önce Gelawej sitesinde yayınlanmıştı) "Türk toplumu" dendiğinde saf bir Türk etnisitesi akla gelmemelidir.Şu an anadolu coğrafyasının batı, güney ve kuzey kesiminde yaşayan toplumun büyükçe bir dilimi, süreç içinde devşirilmiş ve asimile edilmiş başka din,ırk ve etnisitelerden(sonradan müslümanlaşmış/müslümanlaştırılmış; Ermeni,Rum,Yahudi, sırp, Gürcü veya müslüman halklardan; Boşnak,Arnavut,Pomak, Laz,Çeçen,Çerkez)oluşmaktadır.Bu, çok ilginç olduğu kadar, bir o kadar da çelişkili olan durumun; Gerek Osmanlı döneminde ve gerekse Cumhuriyet dönemi boyunca,imparatorluk ve anadolu çoğrafyalarında yaşanan soykırım ve katliamların etkisi büyük olmuştur.Zaman,zaman katliam ve soykırımlarla savunmasız ve aciz kalmış topluluk ve bireyler, kendi çocukların geleceklerini güvenceye almak için, bütün kimliklerinden(dinsel ve etnik) sıyrılarak, Hakim ve muktedir kimliğe(Türk-Müslüman-Sünni) rücu etmişlerdir.Bir topluluğun veya bireyin, dinsel veya etnik kimliğini gizlemek zorunda kalarak, yok sayarak yadsımış olması, bu dram ve trajedilerin psikososyal analizleri, sosyologlar ve sosyal antropologlara mükemmel bir materyal sunmaktadır. (İsmail Beşikçi'nin kulakları çınlasın) Bu sosyal ve etnik analizlere çok özet değinmemin nedeni, özellikle Cumhuriyeti kuran elit tabakanın ve onları takip eden iktidar erklerinin, ezici çoğunluğu anadolu topraklarına ait olamamalarıdır.Osmanlı bakiyesi topraklardan kopup, iktidara yerleşmiş ve burayı kendilerine yurt yapmış, elbise olarak, üzerlerine geçirdiği "Türk" kimliğini, aşırı ırkçı ve milliyetçi bir resmiyet kazandırması yanında, farklılıklara dışlayıcı ve ötekileştirici bir muhteva kazandırmış, (faşizan ve ırkçı eğitim sistemi vasıtasıyla, yalana dayalı resmi tarih ezberlerinin dayatmalarıyla ) ve buna birde düşmanlık ve nefret duygusu kazandırmış, gerçek biyolojik Türkleri de baskı altına almış, karşı çıkışları, her türlü araçlarla sindirmiş ve susturmuşlardır.(Topal Osman ve benzer tetikçiler vasıtasıyla)Bu sosyolojik yapı tam analiz edilmediği içinde, ülke içinde yaşanmış ve yaşanmakta olan kırım, katliam ve toplumsal acıların neden Türk toplum vicdanında karşılık bulamadığı soruların cevabını da bu tesbitlerin içinde bulacaksınız.Bilimsel olduğu iddia edilen bir araştırmaya göre Türkiyede trajik ve dramatik olayların toplum hafızasında, sadece 35 gün kadar canlı kaldığıdır.Almanyada, Amerikada ve Norveç gibi ülkelerde bu tür olaylar toplumda şok etkisi yaratırken, Türkiyede belli başlı rejim borazanı basın yayın kuruluşlarının gerçekleri tersyüz etme marifetiyle bu kıyımları önemsizleştirmesi yanında, doğal afet gibi ülkenin büyük bir kentini ve çevresini (Van depremi gibi) yerle bir eden depremde bile Türk Toplumunun çoğunluğunu fazla etkilememiş hatta, bir kısım insanda memnuniyet belirten sosyal medya paylaşımlarında "oh olmuş", "beter olsunlar" şeklindeki yaklaşımlarının bir kaç haddini bilmez züppelerin işi olmadığı, epey bir duygudaş kitlesine sahip olduğu gün gibi ortadadır.Acıları ayrıştırarak, mağduriyet ve haksızlıklara, kendinden olana(rejimin "bizden" ve makul diye bellettiği guruplar) yardımı ve gözyaşlarını akıtan Türk toplumu, farklıya ve kendi devletinden hak talep edildiği zaman bunları esirgeyen ve tepki gösteren vicdan yoksunu konuma düşmeside bundandır.(ki aynı devlet sürekli kendisinide madur ettiği halde) Bundan dolayıdırki, İsrail devletinin sivil Filistinlilere karşı sergilediği şiddet ve ölümlere (haklı olarak) gözyaşı dökerlerken, buna benzer muameleyi kendi devletleri Kürd çocuklarına, kadınlarına ve gençlerine uyguladığı mezalim karşısında kılı kıpırdamaz, hatta daha beterin olasını isteyen sayısız insan vardır.Osmanlının son döneminden,günümüze kadar süre gelen güç ve iktidar mücadelesinde iki akımın damgasını vurduğu biliniyor.Modernist İttihatçı-Kemalistler ve Osmanlıcı Muhafazakar-dindar kesim.Seçimle kemalistleri yenen ve bütün kalelerini ele geçiren muhafazakar ve dindar kesim, daha önce kendilerini de ezen rejimin kurumlarını demokratik değişim ve dönüşümden geçireceğini kamuoyuna deklere etmelerine rağmen hükümet olup daha sonra da tam iktidara yerleşirlerken, bu kurumları demokratikleştirmek bir yana, eski vesayet rejimini aratır hale getirmeleri şaşırtıcı bir durum değildir.Bu iki kesimin sıfır sorunlu ve demokratik bir ülke yaratma gibi hiç bir zaman çabalarının olmadığı, bütün bu "mücadele" ve "muhalif"liğin sadece kimin iktidarda olmasıyla ilgili olduğunu kanıtlamış oldu. Gerek Osmanlı padişahları ve diğer yöneticileri ve gerekse Cumhuriyet elitlerinin ,içini boşaltıp devletin çıkarlarına payanda durumuna düşürdükleri diyanet isimli bir din kurumu var.Türk toplumunun geneline sirayet eden anlayış devlete aşırı biat kültürüdür.Hala bazı sol ve sosyalist entelektüellerin anlamada güçlük çektikleri sorun da burada. Türk toplumu Batı toplumlarında olduğu gibi birey olmaya ve sekülariteye kapalı bir toplumdur.Devletine halel gelmemesi için işkenceyide adam öldürmeyide son tahlilde içine sindirebilir, sindiriyorda.Devletin, kimler tarafından ve nasıl yönetiliyor olmasıda çok önemli değildir.12 mart darbesinde ve 12 eylül de nice işkenceler ve haksızlıklar yaşamış "yol gösterici" ve "entellektüel" olarak öne çıkmış kişilerin, bizzat kendi köşelerinde yazdıkları devletin bekası için işkencecilerini afettiklerini unutmadık sanırım.Osmanlıda şeyhülislam, Cumhuriyet döneminde de diyanet kurumu sürekli olarak iktidarda olan padişah ve hükümetlere dini fetvalar vererek(kendi kardeşlerini ve çocuklarının ölüm fermanlarını dini kılıfa uydurmak suretiyle)iktidarlarının devamını sağlamışlardır.Kendilerinin seçip iktidara taşıdıkları hükümeti darbeyle devirip, sevdikleri ve saydıkları başbakanın idam edilmesinide (Adnan Menderes) üzülmenin dışında herhangi kitlesel bir tepkinin olmamasıda bu anlayışta yatıyor." kol kırılır yen içinde kalır" misali.Türk toplumunun ezici çoğunluğunun duygu ve inançlarına hitap etmiş olan Erbakanın 28 şubat postmodern darbesiyle iktidardan uzaklaştırılmasında da aynı şekilde kitlesel tepkilerin gösterilmemesi de, Devlete olan biat ve itaat kültürünün ne kadar güçlü olduğunun göstergesi değilmidir?.Güncelliği nedeniyle, devletin güvenlik birimlerinin en tepe noktalarına yapılan atamalarda daha önce işkence, kötü muamele ve tecavüzden suçlu bulunmuş, uluslararası insan hakları mahkemesinde bu konuda Türkiye yi mahkum etmiş karara rağmen adı geçen şahıs hakkında gerek ulusalcı, gerek muhafazakar-dindar kesimin ve gerekse milliyetçi cenahların basın ve yayın organlarında kayda değer eleştiri ve yorumların olmamasının temel nedenide yine bu anlayış ve kültürden kaynaklanmaktadır. Onun içindirki, bunu iyi okuyan Fethullah Gülen ve cemaati, darbecilere şirin görünmek için ,Evren ve şürekasını darbe yaptıklarından dolayı kutlamış, kendi taraftarlarını, sabırlı ve kararlı bir şekilde eğitim yoluyla kurumların başına yönetici olarak geçirtip devleti bu şekilde ele geçirmeyi seçmiş ve bu yolda büyük mesafeler katetmişlerdir.Şu an topluma devlet eliyle belletilen din,müslümanlığın sünni-hanefi yorumudur.Bu yorum, Emevilerden Abbasilere ve onlardanda Osmanlılara geçmiş devlet dinidir.(Özellikle iktidar dinidir).23.07.2012 tarihli taraf gazetesinde Neşe Düzel'in Yedi Tepe Ünv.Siyaset sosyoloji dersi veren Prf.Dr.Cemil Oktay ile yaptığı söyleşide kendisini "Türk" olarak gören büyük çoğunluğun devlet ve din algısını şöyle yorumluyor: "...sünnilik ortodoks bir mezheptir.Dinin nüanslarını fazla sorgulamaz.Sünnilik özellikle iktidarla beraber hareket eder.En önemli prensiplerinden biri iktidara itaattir...Sünnilikte biat kültürü çok güçlüdür...Huzur adına herşeyi kabul etmeye hazır bir anlayıştır sünnilik." 1915 te Ermenilere uyulanan soykırımı, 1920 ve 30 larda Kürd lere yapılan zülum ve katliamları, 1930 ile 55 lerde gayri müslimlere(Rum,Ermeni,Yahudi) uygulanan kaçırtma, mal ve mülklerinin talan edilmesini ve değişik zaman dilimlerinde, Maraş, Çorum, Malatya ve Sivas'ta Alevilere uygulanan katliamları ve nihayet son Kürd savaşında 40 binden fazla insanın öldürülmesi köylerinin yakılıp yıkılmasının Türk toplum vicdanında neden karşılık bulmadığını,bulamadığını şimdi anlayabildikmi? Dolaysıyla, Kürd sorunu ve diğer sorunların muhatabı (ilginç olacak ama gerçek bu) Türk halkı değil,direkt ikdidardır.Biat kültürünün birde olumlu olan bir yanıda var. Muktedirler isterse,basını ve diğer devlet kurumlarını harekete geçirtip,kısa süre toplumu hazır hale getirir, Türkiyenin bütün sorunlarını, isterlerse çok rahat bir şekilde çözebilirler. Birkaç milliyetçi-ırkçı ve ulusalcı kesimin cılız sesleri dışında hiç bir sorunda yaşanmaz.Türk halkı kitlesel olarak hiç bir zaman sokaklara çıkıp kendi devletinden mağduriyet yaşayan kesimlerin hak taleplerini dillendirmez.Devlet versede "niçin veriyorsun?" diye direnmez.İsrail,Fransız,İngiliz ve Alman toplumundan beklenen demokratik davranış, Türk toplumundan beklenemez.Umarım Türk halkı kendisi için söylediklerimin tersini yapar,beni mahcup çıkartır ve özür dilemek zorunda bırakır. Kürd toplumunun sosyolojik ve sosyal psikolojik çözümlenmesi ve analizi çok daha dramatik ve vahimdir.Tarafsız ve objektif tarihçilerin araştırmalarına bakıldığında, binlerce yıl şu an üzerinde bulundukları topraklar üzerinde yaşamış oldukları tesbitleri vardır.Anadolu ve Mezopotamyanın verimli toprakları,barbar ve istilacı imparatorlukların(Makedon,Roma,İslam,Moğol, Haçlılar,Selçuklu ve Osmanlı) iştahını kabartmış, her saldırılarda güçlü olan kavimlerin boyunduruğuna,gerek katliamlarla ve gerekse gönüllü olarak boyun eğmişler.Halife Ömer döneminde, islam ordularının Amed'i almasıyla, gerek zora dayalı ve gerekse zaman içinde de gönüllü olarak Zerdüştlükten islama geçiş yaşanmış, 20 yy'ın başlarına kadar,hakim güç ve impartorlukların gölgesinde, sancak beylikleri ve lokal devletciklerle hayatlarını idame ettirmişlerdir.20.yy'a gelindiğinde,kapitalizmin ve kapitalist üretim ilişkileri toplumsal davranışları değiştirip dönüştürürken, diğer yandan düşünsel ve entellektüel alanda yaşanan devrimsel hareketler,merkezi imparatorlukların yıkılmasına ve yerine ulusal devletlerin kurulmasına yolaçmıştır.Osmanlı imparatorluk coğrafyasında,yaşanan ulusal kurtuluş hareketleri ile kopan etnik topluluklar kendi ulusal devletlerini kurup koparken,merkezi coğrafyada,Ermenilerin bu talepleri,kanlı bir soykırım ile bastırılırken,bu süreci ıskalayan Kürtler, ümmetçi reflekslerle ve tam anlamıyla ne istediklerini kendi toplumuna anlatamadıklarından veya anlatmaya yetersiz kaldıklarından 1919, 1925 ve diğer isyanlar lokal kalarak başarısızlığa uğramıştır.(bu konu çok tartışmalı bir konu olduğu için özet olarak bütün inançlara(Aleviler ve Ezidiler) ve sınıfsal farklılıkları ulusal birlik çatısı altında ikna edemediğinden veya inandıramadığından başarısızlığa mahkum olması kaçınılmazdı.Konumuzun ana teması bu olmadığı için teğet geçmemiz gerekiyor.)Kendi yaşadıkları topraklarda süregelen istilalar ve kanlı savaşlarda, kavimler arasında sürekli değişen "efendiler"in değişik istek ve mizacları, Kürdlerin duygu ve davranışlarını alt üst etmiş, Yılların biriktirdiği bu travmalar,Kürd toplumunun şimdiki kişilik davranışlarının şekillenmesine zemin hazırlamıştır.Türk toplumunda kendini gösteren devlete biat ve itaat kültürü,Kürdlerin devleti olmadığı içinde,azılı ve despot güce ve otoriter yapı ve kişilere boyun eğme ve biat şeklinde kendini göstermiştir.Kürd toplumunun bu eğilim ve zaafını Öcalan çok iyi analiz ederek bütün söylem ve eylemlerinde bunu gözetleyerek diğer tüm Kürd örgütlerini sollamış ve şu anki kitlesel konuma ulaşmıştır.Bu tesbitleri, somut olarak Kürdlerin, stran, kılam ve duygu dünyalarında da gözlemleyebiliriz.Evinde yattığı, yemeğini yediği insanları öldürmüş, eşkiyalıkla insanların mallarını gaspetmiş, onlarca adamı gözünü kırpmadan öldürmüş, zalim katilleri kutsayan ve hayranlık duyan bu kanıksamalar bile Kürd toplumunun güce ve güçlüye ne kadar taptığının kanıtı değilmidir? (her nekadar bu 30 yıllık savaşta biraz değişmiş olsada bu hastalıklı davranış,yer,yer devam etmektedir.) Sık vurgulanan konuların başında "Ortadoğuda 40 milyona ulaşan nüfusuyla bütün temel haklarından mahrum bırakılmış halk" tabiri sık kullanılır.Evet öyledir.Sayın Beşikçi, bunu sömürgeci devletler, emperyalizm ile işbirliği ve çıkarları konusunda çok güzel bilimsel sosyolojik analizlerle izah etmektedir, fakat bunun neden böyle sürüp gittiğini,bu toplumun iç dinamiklerinden kaynaklı yalnış ve anormalliklerin olup olmadığını, Kürd toplum gerçeği konusunda bilimsel sosyolojik analizlerle değerli fikirlerini bekleriz.Acaba "bu kadar mağduriyet yaşayan bir toplumun, hatalarını yüzüne vurmayalım" diyemi düşünüyor?.Kürd toplumunun bu esaretin müsebbiplerinin kendi bünyesine enjekte ettiği, bu kötülük ve yetmezlikleri dahil bütün çıplaklığı ile eleştirilmeli ve sorgulanmalıdır.Biz kürdlerin buna şiddetle ihtiyacı var. Kendisini esaret altında tutan inkarcı,asimilasyoncu, baskıcı yapı ve onların temsilcilerine boyun eğici ve "kuzu" olan Kürd toplumu, Kendi içinde soydaşlarına son derece acımasız, zalim ve güvensiz bir toplumun, bu haliyle esaretten kurtulması mümkünmüdür?.Dünya tarihinde sayısız hak gaspı, katliam ve mezalimler olmuştur.Hakları gasp edilen toplumların mücadelesinde,o toplumun bireylerinde çıkarsal ve mevkisel saiklerle sömürgeci veya baskıcı devletlerle işbirliğine giriştikleride olmuştur fakat,dünyanın hiç bir yerinde mağdur toplumun bir kesimi örgütlenerek, sömürgeci ve baskıcı devlet ile işbirliği halinde hak ve özgürlük talep eden kendi soydaşlarını en vahşi yöntemlerle katlettiği görülmemiştir(Hizbullah örneği).Burnunun dibinde,kendisininde mensubu olduğu soydaşlarını katleden, köylerini yakan, hayvanlarinı telef eden, insan dışkısını yediren, işkence ve tecavüzün alasını yapan,kendisininde yaşamış olduğu şehrin varoşlarına zorunlu göç ettirilmiş bu insanların, hayata tutunmak için, hırsızlık, kapkaççılık, fuhuş ve uyuşturucu batağına düşürülmüş sonderece trajik ve dramatik durumlarını görmezden gelerek, açtığı standlarda yüksek volümlü hoperlörlerle Filistin marşları eşliğinde "İsrail zülmündeki Filistinli din kardeşlerimize yardım yapalım" anonsları çeken(Kürt toplumunun bu kesimi bu kadar ulvi bir enternasyonalist dayanışma içindedirler..!) sayısı bir hayli abarık Kürdlerle bu toplumun neden özgürlüğünü kazanamadığının açık ve bariz kanıtı değilmidir? Çok daha vahimi, eğitimli ve önemli meslek edinmiş Kürdlerin büyük çoğunluğunda normal hayatlarını sürdürüyor iken, kendi vicdanlarında bu durumu çokta dert edinmedikleri görünür bir durum iken, sergiledikleri bu umursamaz tavırları, hangi bilimsel sosyolojik kavramlara açıklanabilir?.Kendi halkı abluka ve açlık altında iken, başka coğrafyalarda mağduriyet yaşayan insanların din hanesine sırf "islam" yazıldığı için,yaşanan acılarda ve mağduriyetlerde ayrımcılık ve çifte standart gözeterek,ölümü göze alıp deniz aşırı yolculuğa çıkıp,baskıcı devletin operasyonuyla hayatını kaybeden (Mavi marmarada İsrail komandoları tarafından öldürülenler) Kürdlerin bu vahim durumunu ve bu kadar büyük bir nüfusa sahip bir topluluğun neden hala esaret altında kıvrandığını yeterince açıklamıyormu? Kürd yerel yönetimlerin fiili olarak uygulamaya koydukları,Kürdçe mahalle bulvar ve caddelere verilen isimlerin,sözde yargı kararlarıyla iptalinden sonra, hükümet partisi içinde yer alan kürd siyasetçi ve millevekillerinin ciddi bir tepki gösteriminde bulunmayıp, gerekirse istifa edeceklerini de deklere etmediklerine göre, bu mağduriyetlerin neden böyle devam ettiğinin yeterince kanıtı değilmidir? Şunu kimse görmüyor:Kürdlerin temel ulusal haklarının iadesi için yapılması gereken mücadelede Kürd toplumunda ciddi algı farklılığı vardır.Kürdlerin halihazır önemli bir kısmının ümmetçi bir yaklaşım içinde olduğu bir vakıadır. Kürd dili, kültürü ve farklılıktan kaynaklanan duygu ve davranişların asimilasyoncu ve inkarcı bir sistem tarafından ezildiği ve aşağılandığı gerçeği bu kesimin halihazırdaki büyük çoğunluğu için çok fazla bir anlam ifade etmiyor.(Vicdanlı ve samamimi müslüman kürtleri tenzih ederim).Onların hayatına anlam katan şey,inandığı dini ve mezhebidir.Onun İçin Kürd sorunu, laik, seküler, solcu ve sosyalist Kürtlerin sorunu olarak algılanıyor(Son zamanlarda bu algı yavaş yavaş değişiyor olmasına rağmen).Peki seküler Kürdlerin (PKK-BDP çizgisi)30 yıllık savaşta toplumun bu şekilde ayrışmasında hiçmi günahları yok? Elbette bu süreçte çokça hatalar,haksız infazlar ve çokça günahlar işlenmiştir.Bu hareketin otoriter ve baskıcı yanlarının yanısıra, kendi içinde yaşadıkları infazlarla da acilen yüzleşmelerinin zamanı gelmiş ve geçiyordur.(bu başlı başına bir araştırma ve yazı konusudur) Ortadoğuda ve bölgemizde, yeni toplumsal yapılanmalar ve harita değişimleri kapıdadır ve gündemi zorluyor.Suriye Kürdleri şimdilik ileri öngürülerini ortaya koyarak ulusal birliklerini kurmuş gözüküyorlar.Türkiye Kürdleri de özgürlüklerine kavuşmak istiyorlarsa, kendi içindeki farklılıklara saygı ve hoşgörü temelinde demokratik yaklaşımlar gösterilmeli, birlik sağlanmalıdır.Bu en başta PKK-BDP yöneticilerine büyük görevler düşüyor.Denizdeki balık kuyruğuna benzer bir şekilde gelen fırsatı Kürdler yine ıskalayacakmıdır? yoksa bu özgürlüğe kavuşacakmıdır? bunu hep beraber yaşayıp göreceğiz.Op.Dr.Gencettin ÖNER Diyarbakır.24.07.2012

maandag 20 augustus 2012

Ortadoğudaki yeni yapılanmalar incelendiğinde bağımsız bir Kürt devletinin kuruluşu için ilk önce akan kanın, katliam ve vahşetin durdurulması hayati derecede elzemdir. Irak'ın ve Suriye'nin Kürt bölgesini içine alacak yeni bir federasyon kurulabilmelidir. İç savaşa sürüklenen Suriye’de tarafsız olduklarını açıklayan Kürtler - fırsatı değerlendirerek - Kobani, Afrin, Amude, Derika Hemko ve Kamışlı’da idareyi hâkimiyetleri altına aldılar. Halk tıpkı Irak’da olduğu gibi özgürleşiyor. Kendi öz yönetimiyle kendi idaresini oluşturmaya çalışıyor. Kim ne derse desin korku bulutları dağılıyor. Ele geçirdikleri bölgelerde idareyi ve giriş çıkışları denetim altına alan Kürtler adım adım devletleşmeye doğru gidiyor. Türk tarafı, bu durumu “beklenmedik gelişme” olarak görüyor. Aslında Suriye'de karışıklık çıktı çıkalı böyle bir risk vardı. Batı Kürdistan halkımız aktuel Suriye siyasetinden olumsuz etkilense, örneğin Suriye'ye yapılan devletler ambargosunu katmerli yaşasa, olası bir savaşta Türk ırkçı sisteminin başat hedefi olsa da, Arap ve Türk ırkçılığını yakından tanıdıkları için kalıcı bir Kürt statüsüne kavuşabilme şansları da vardır. Türk devletinin korkusu bu durumdur. Savaşın boyutlanacağı Suriye'de Kürtlerin ayrılmalarının olanağı artar. Baas sisteminin on yıllardır vatandaş bile görmediği, kendi ülkesinde hüviyetsiz yapılan Kürtlerin Zerdüşt güneşi altına çıkmaları olanağı var. Hatta savaş çıkmasa da Güney halkımız iyi bir örgütlülük yakalamış konumdadır. Pek çok Kürt siyasi partisinin karıştırdığı politik ve toplumsal kaosu PYD düzeltmeye çalışmaktadır. Güney halkının kazanımları iki başlılık nedeniyle, uluslaşmada bilinçsizlik nedeniyle heba edildi. Görünen o ki, Batı Kürdistan halkı birlik olmanın gereğini anlamış durumdadır. PKK ve Barzani bu güçleri ulusal bazda bir anlaşmaya yönelttiğine göre, Türkiye, İran ve Irak'a rağmen, bu parça; ya özgür Batı Kürdistan olur, ya Suriye'den kopup Güney Kürdistan'a bağlanır, ya da Güney değerinde bir federatif kazanıma ulaşabilir. Bağımsız bir Kürdistan kurmaları bu siyasal konjönktürde olanak dahilindedir. Burada sorun düşman değil, Kürtlerdir. Kürtlerin birliği düşmanlarımızı geriletir. Bir de dost ve düşman seçmede düştüğümüz hatalardan ders çıkarabilsek. Örneğin seksenli yıllarda Filistinlerin safında İsrail'e karşı savaşan Kürtler, sonradan Arafat'ın Saddam Hüseyin'i nasıl öpüp sevdiğini görmüş olmalılar. İsrail düşman yapılırken, FKO Saddam cephesinde Kürtlere saldırdı. Benim inancıma göre, Ortadoğu'da bir Kürt-İsrail işbirliği en doğru olanıdır.

vrijdag 17 augustus 2012

Günay Aslan / Özgur Politika: >>>Kürtlerin dönüşü

25 Temmuz 2012 Çarşamba 08:19gunayaslan@hotmail.deBunca mücadele ve bedel ödenerek gelinen bu aşamadan sonra Kürt halkını yeniden karanlığa gömmek artık mümkün değildir. Kürt halkı deyim yerindeyse artık kefeni yırtmış, dünya uluslar ailesi sahnesine çıkmıştır. Kürt siyasetinin bundan sonra yapması gereken Kürt halkını uluslararası demokratik toplumun ayrılmaz bir parçası haline getirecek olan kurumları yaratmak, bu yolda yaratılmış kurumlara da nitelik kazandırmaktır. Henüz bıçak sırtında yürüse de Kürt siyaseti yaşamsal önemi olan tarihi bir zaafiyeti aşmış, birliğini sağlamıştır. Kürt birliğinin toplumsal bir kesimleri içine alacak şekilde yaygınlaşması ve kalıcı olarak kurumlaşması için Ulusal Konferans’ın da behemahal toplanması kaçınılmazdır. Koşullar bunu zorunlu kılmaktadır. Kürt halkı önce kendi iç birliğini tam anlamıyla sağlamalı, ardından da bölge halklarıyla eşitliğe, kardeşliğe, özgürlüğe ve gönüllü birlikteliğe dayalı yeni ilişkiler kurmalıdır. Kürtlerin inkarı ve imhasına dayanan eski statüko artık parçalanmıştır. Ortadoğu’da yeni statüko oluşmakta ve yeni dengeler kurulmaktadır. Kürt halkı ve Kürdistan ülkesi bu dengelerin odağındadır. Bundan böyle herkesin hesabını- kitabını Kürtlerin varlığı ve kendi ülkelerinde söz ve karar sahibi oldukları gerçeğine göre yapmalıdır. Bu saatten sonra buradan geri gitmek,özgürlükten vaz geçmek mümkün değildir. Aksine özgür yaşamın gerekleri hızla yerine getirilecektir. İç ve dış koşullar bağımsız bir devletin kurulmasına izin veriyorsa (bana göre vermiyor) bu değerlendirilecektir. Vermiyorsa şayet, başka bir yol izlenecektir; izlenmektedir. Kürtlerle Türklerin birarada yaşama koşulları Türk devletinin izlediği ırkçı, acımasız ve aşağılayıcı politikalar nedeniyle epey bir aşındı ancak, yine de nesnel süreç Kürtlerle Türkleri federatif bir çözüm modeli etrafında ‘ortak vatanda’ biraraya gelmeye zorluyor. Elbette bu, bu aşamadan sonra Kürtlerden çok Türklerin bir meselesidir. Biraz da onlar düşünmelidir. Kürtlerle eşitlik ve özgürlük temelinde birarada yaşamak istiyorlarsa şayet bunun gereklerini yerine getirmelidirler. Kürt halkının son 10 yılda aldığı mesafe göz önündedir. Bundan 10 ya da 15 yıl sonrasında ortaya çıkacak tablonun nasıl olacağı da bugünden bellidir. 40 milyona varan nüfusu ve özgürlüğe olan susamışlığıyla Kürt halkını esaret altında tutmak artık kimsenin haddi değildir. Şimdi en azından Kerkük’ten Halep’e yeni bir Kürt devleti ortaya çıkmıştır. Biçimi ne olursa olsun; ister bağımsız, ister federal, ister otonom önemi yok; önemli olan Kürd’ün kendi ülkesinde özyönetimin belirginleşmesidir. Önemli olan demokratik Kürt iradesinin Kürdistan’da egemen hale gelmesidir. Dolayısıyla daha fazla kan dökülmeden ve çekilen bunca acıya yeni acılar eklenmeden bu sorunu adilane çözmek gerekmektedir. Kürt siyasetinin sık sık dile getirdiği gibi bu konuda top artık Türk devletinde, onun AKP Hükümeti’ndedir. Kaç gündür Ankara’da yoğun bir hareketlilik gözlenmektedir. Türklerin başkentinde zirve üstüne zirve düzenlenmektedir. Ankara’nın opsiyonlarını açık tuttuğu, askeri hazırlıklarını tamamladığı ve gelişmelere göre tavır alacağı anlaşılıyor. Türk basını Türk devletinin Suriye’deki gelişmelere hazırlıksız yakalandığını yazıyor ama, bu gerçeği yansıtmıyor. Zira, Suriye’nin bu hale geleceği en az iki yıl öncesinden belliydi. Türkiye’nin Suriye’yi Batı’yla uzlaştırma, Amerikan cephesine katma çabası sonuç vermeyince Esad’ın ipi çekildi. Esad sonrasının ne olacağı da tahmin edilmişti. Suriye Kürdistanı’nın da Kürtlerin, özellikle de PKK’nin öncülük ettiği hareketin eline geçeceği öncesinden belliydi. Tarih şimdi hızlı akıyor ama, nesnel süreç sürpriz yapmıyor. Olması gereken neyse o oluyor. Ayrıca tarihsel bir haksızlık gideriliyor. Dört parçaya bölünen ve ülkesi elinden alınan Kürdistan halkı şimdi parçalarını bir araya getiriyor, birleşiyor ve kendi ülkesinde söz sahibi oluyor. Türkiye’nin bunu kabul etmesi, buna saygı göstermesi ve bu ilkel ırkçı politikadan vaz geçerek, Kürtlerle ortak bir gelecek kurması her şeyden önce kendi menfaatinedir. Türkiye için Ortadoğu’da Kürtlerden ve Kürdistan başka sağlam bir müttefik de görünmemektir. Bütün sorun Türkiye’nin geçmişte izlediği ve halen terk etmediği Kürt karşıtı siyasetindedir. Ne ki Türkiye beş yıl kadar öncesinden başlayarak Güney Kürdistan özgülünde bu siyasetini yavaş yavaş terk etti ve orasıyla kalıcı ilişkiler geliştirdi. Güney Kürdistan liderliği şimdi Türkiye’nin bölgesindeki en sağlam müttefikidir. Güney Kürdistan-Türkiye ilişkileri de gittikçe gelişmektedir ve bu ilişkiler artık stratejik önemdedir. Fakat Güney liderliği, özellikle de Barzani aynı zamanda PKK’nin de müttefikkidir! Güney liderliğini bir eli Türkiye’de ama, diğer eli de Kürt siyasetindedir. Dolayısıyla Kürtlerle savaş Ankara açısından akıl karı değildir. Bölgenin ve dünyanın konjöktürü Türk devletine Kürtleri bir kez daha ‘tedip ve tenkil’e fırsat vermiyor. Türkiye’nin Kürtlerle uzlaşmaktan başka bir seçeneği bulunmuyor. Kürtlerle uzlaşmanın yoluysa köklü bir zihniyet değişikliğinden geçiyor. Kürdü köle, kendisini efendi gören ukala zihniyetin değişmesi, eşitlik ve özgürlük temelinde yeni bir ilişkinin kurulması gerekiyor.

vrijdag 10 augustus 2012

SEVR BARIS ANTLASMASI’NIN KURDISTAN DEVLETI’NIN KURULMASINI ÖNGÖREN;

Kürtler dünyaya yüzyıldır bu terör rejimlerinin gerçek yüzünü anlatıyor. Hem de bedel ödeyerek. Katledilerek. Sömürülerek. Tabi ki buna karşı direnerek, “ben de varım” diyerek, kendisine yapılan haksızlığı haykırıyordu. Ama dünya bu çığlığı pis çıkarları için duymazlıktan geliyor ve bu terör rejimlerini sürekli destekliyordu. Bu terör rejimlerinin kendi uluslarını, başka ulusları, insanları nasıl inim inim inlettiklerini bildikleri halde ses çıkarmadılar. Kendi eserleri olan bu zalim rejimlerle, içten gelişen demokratik muhalefeti elbirliğiyle sürekli ezdiler. Kuzey Kurdistana donersek: Kürdistan olmayan bu zorlama taslakta “Modelimiz, Türkiye’nin tüm diğer bölgelerinde de uygulanabilecek bir demokratikleşme modelidir. Türkiye ve Kürdistan’ı ortak vatan olarak görmekteyiz.” Denilerek tam anlamıyla kavramların genetiği de alt üst ediliyor. Kürd halkının Kürdistan´daki resmi devlet otoritesi ile ilişkileri ne olacak? Taslakta Türk ordusu, yargısı, bürokrasisi, il idaresi, valilik, kaymakamlık vb kurumlarına ilişkin herhangi bir değerlendirme bulunmamaktadır. Örneğin valileri kim seçecek, ordu polis gücü nasıl olacak… Bütün bunlara dair somut bir görüş belirtilmiyor.”Halk kendi savunmasını oluşturacak” türünden yuvarlak laflarla Kürd ulusunun statüsü belirlenmiş olmuyor. İki vatan nasıl oluyor? Kürdistan diye bir vatanları olan Kürdler, hangi ahlaki ve insani nedenle Türkiye´yi de ortak vatanları olarak görmeliler? Bu güne dek Dünyada hangi ezilen, sömürge Kürdler adına “dünya globalleşti, ulus-devlet dönemi geride kaldı, Kürdler için devlet gerekli değildir” sözleri de bu akıl tutulmasının sonucudur. Dünyanın bu üçüncü globalleşme dalgasında 10’dan fazla yeni devlet kuruldu. Hiç kimse “ulus-devlet dönemi kapanmıştır, bize yeni devlet gerekmiyor” demedi. Kürdlerin Kürdistan toprağında devletleşmesi mümkün ve gereklidir. Her Kürd siyasetçisi Kürdlerin kendi geleceklerini belirleme hakkını savunmalıdır. Sömürgecilerin Kerkük’ün Kürdistana katılmasını istememelerinin nedeni de Kürdlerin devlet olabilecekleri gerçeğidir. Kürdistan’ın birliği ve özgürlüğü bu nedenle sömürgecilerin korkulu rüyası, kabusudur. Kürdistan sömürgecilerinin Kürdistan’ı egemenliklerinde tutmak için yaptıkları işbirliğinin çok daha fazlasını Kürdler yaşama geçirmelidir. Sömürgecilerin Kerkük saldırganlığına karşı en iyi cevap, yurtsever güçlerin ortak akla dayanan mücadeleci, ulusal birliğini gerçekleştirmektir. Kürd ulusal haklarını kapsayan bir federasyon, şu siyasi koşulları içermek durumundadır: 1. Kürdistan coğrafyasının birliğinin zemini üzerinde ve siyasi ayrılma hakkına sahip olması. 2. Kürdistan federal parlamentosunun, özerk yasa çıkarma yetkisine sahip olması. 3. Kürdistan federal mahkemelerinin bağımsız olması. 4. Kürdistan federal coğrafyasının güvenliğinin, idari ve siyasi olarak Kürdistan Federasyonuna bağlı güvenlik güçleri tarafından sağlanması. 5. Kürdistan coğrafyasının zenginlik kaynaklarının tasarruf hakkına sahip olunması Güney Kürdistan deneyimi gösterdi ki ezen-ulus devletlerle siyasi federasyonlu yaşamak mümkün görünmemektedir. Irak totaliter Baas rejimi yıkıldı ve bu totaliter rejimin muhalifleri ile 1992’den beri oluşan Güney Kürdistan Federal Devletiyle birlikte yeni bir anayasa ile yeni bir Irak Federal Devletini kurdular. Kürdistan Federal Devleti, ortak ve eşit olarak siyasi egemenliği paylaşan ve kurucu bir öğesi olmakla birlikte, Irak Federal Devleti, anayasasına rağmen, Kerkük vb Kürdistan coğrafyası sorunu, Peşmerge, gaz, petrol vb sorunların çözümüne yaklaşmamakta ve hatta yeniden Kürdistan’ı işgale hazırlanmaktadır. Buna karşın bir federal devlete sahip Güney Kürdistan ulusal güçleri, kendi kaderini tayin hakkı ilkesini gündeme taşımıştır. Onun içindir ki demokratik ve ulusal haklar mücadele ile kazanılır ve savunabilecek kadar örgütlülüğü de söz konusu olabilirse kalıcı olabilir. Ancak kalıcı niteliğine sahip haklar demokratik ve ulusal haklardır. Ezen-ulus devletinin istediğinde rafa kaldırabileceği haklar ise demokratik ve ulusal haklar değil, burjuva demokrasisi haklarıdır. Güney Kürdistan deneyimini de akılda tutarak, yukarıda beş madde halinde belirtilen siyasi koşulları içermeyen bir federasyon talebi, bir ulusal/siyasi federasyon değil bir idari federasyondur. İdari federasyon, ulusal hakların değil ancak, kolektif azınlık hakların çözümünü sağlayan bir idari yapılanma olabilir. Ulusal/siyasal federasyon, ezen-ulus devletiyle egemenliği ve /veya iktidarı paylaşmaktır. İdari federasyon, ezen-ulus devletin bir organı ve/veya taşeronu olmaktır. SEVR BARIS ANTLASMASI’NIN KURDISTAN DEVLETI’NIN KURULMASINI ÖNGÖREN; 62, 63 ve 64. MADDELER: “Madde : 62 – Ingiltere, Fransa ve Italya hükümetlerin tayin edecekleri birer üyeden olusacak ve merkezi Istanbul’da olacak üc kisilik bir komisyon kurulacaktir. Bu komisyonun görevi bu antlasmanin imzalanmasindan sonra alti (6) ay icinde, Firat’in dogusunda bulunan ve sinirlari ileride saptanacak olan Ermenistan sinirinin güneyi ile Osmanlinin Suriye ile olan sinirinin kuzeyinde ve Mezopotamya’da yer alan ve halkinin cogu Kürt olan bölgeler icin, antlasmanin 27. Maddesinin II, 2 ve 3 derecelerine uygun olarak, dahili otonomi planini hazirlayacaktir. Herhangi bir sorun karsisinda oybirligine varilmamasi halinde, komisyon üyeleri durumu kendi hükümetlerine ileteceklerdir. Adi gecen plan, bu bölgeler icinde bulunan Süryani, Keldani ve diger etnik, dini topluluklarin tüm azinlik haklarini garanti altina almak zorundadir. Ve bu amacla Ingiliz, Fransiz, Italyan, Acem ve Kürtleri temsilen kurulacak bir komisyon, bizzat yerinde incelemelerde bulunulacak ve gerek Osmanli devleti dahilinde ve gerekse ayni sekilde Iran sinirinda yapilacak bir degisiklik sözkonusu olursa, bu degisiklikler, antlasmanin icerigine uygun bir sekilde gerceklestirilecektir. Madde : 63 – Osmanli hükümeti su andan itibaren, 62. maddesine göre kurulmus bulunan her iki komisyonun bildirecekleri kararlara alnen uymayi ve bu kararlari üc (3) ay icinde uygulamayi üstlenir. Madde : 64 – Eger Komisyonun saptadigi tarihten itibaren gececek en cok bir yillik sürec icerisinde, 62. maddenin kapsami icinde bulunan Kürt halki yani bu bölgede oturan halk cogunlugu, Osmanli devletinden ayrilarak tamamen ‘Bagimsiz’ olmak arzusunu belirtir ve Milletler Toplulugu Cemiyeti’ne basvurursa ve eger Cemiyet bu halkin bagimsizlik istegini gerceklestirebilecek kapasitede bulunduguna inanirsa ve bunun yerine getirilmesini tavsiye ederse, Osmanli devleti bu istege aynen uymayi ve bu bölgedeki bütün hak ve unvanlarindan vazgecmeyi ve kendisini buna göre ayarlamayi simdiden üstlenir. Bu vazgecme isleminin ayrintilari, baslica müttefik güclerle Osmanli devleti arasinda varilacak özel bir sözlesmeye baglanacaktir. Bu vazgecme isi tamamlandiktan ve Kürdistan devletinin bagimsizligi gerceklestirildikten sonra, bu bagimsiz Kürt devletiyle günümüze kadar Kürdistan’in bir parcasi olan Musul ilinde yasayan Kürtlerin kendi istekleriyle birlesmeyi istemeleri halinde müttefik gücler bu birlesmeye karsi hicbir itirazda bulunmayacaklardir.”

maandag 6 augustus 2012

KURDNAS

Syria’s Kurds Unite Defying Assad and the Opposition David Pollock, Senior Fellow at the Washington Institute for Near East Policy published today, an important commentary on the resolve of Syria’s Kurds seeking autonomy and unity defying both Assad and the opposition. Entitled, “Syria's Kurds Unite against Assad, but Not with Opposition” Pollock has thrown down the gauntlet to the Obama Administration to consider a Federated Syrian alternative protecting the mosaic of minorities in Syria: the Alawi, Kurds, Druze, Christians and secular Sunni. Given the agreements reached in mid-July by Syrian Kurds under the auspices of KRG President Masoud Barzani forming a Supreme Kurdish Council could set the stage for recognition of this alternative future for a post-Assad Syria. Presently an Islamist coalition composed of Turkey, Qatar and Saudi Arabia is supporting the fractious Syrian National Council and Free Syrian Army seeking to establish a Sunni Muslim Brotherhood dominated central state. The Obama Administration has given tacit support to this without recognizing the rights of minorities who would comprise a working majority in a Federated Syria. Pollock in his tag line for this WINEP report notes: A sudden political shift among Syria's three million Kurds, who now control much of the country's border with Turkey, provides an opportunity for the United States to better coordinate its policy with regional allies and to encourage the Syrian opposition to respect minority rights. He notes the significant developments that have overcome differences among Syria’s Kurds: In early July the president of the neighboring Kurdistan Regional Government (KRG) in Iraq, Masoud Barzani, summoned Syrian Kurdish leaders from both main rival factions to his headquarters in Salahaddin, Iraq, just outside Erbil, in yet another attempt to hammer out an accord. This time the attempt succeeded, despite reported opposition from die-hard PKK supporters both inside the PYD and among the Syrian Kurdish PKK fighters in the Qandil mountains near the Iraq-Turkey-Syria borders. Underlying this surprising success is the increasingly prevalent perception, even among his erstwhile allies, that Syria's President Assad is losing his grip on power. The PYD-KNC agreement signed July 11 has not been officially published, but its main points were read out to the author in Istanbul two days later by one of the senior participants in the negotiations. First, the PYD and the KNC will stop fighting each other, and instead join together in a new Supreme Kurdish Council for their region of Syria. Second, the PYD will henceforth focus exclusively on the Kurdish issue inside Syria, not across the border in Turkey -- clearly implying that the party now promises to cease any practical support to the PKK. Third, the newly unified Syrian Kurds will expel Syrian government officials and security forces from their area -- where, until just two weeks ago, many regime institutions had been operating almost normally, despite the turmoil elsewhere in the country. So far, against all previous expectations, this intra-Kurdish accord is largely holding. Syria's Kurds have stopped fighting against each other. The PYD's break with the PKK is not definitive, but events and interested onlookers are pushing in that direction. And within the past two weeks, Syrian regime forces withdrew or were expelled from one Kurdish town after another, although some skirmishes are still being reported in Qamishli and other eastern border areas. Some local Kurds are helping Aleppo resist the Syrian regime siege, though on the whole Syria's Kurds are now concentrating on securing their own areas. Pollock presents evidence of the fractious Syrian opposition views of this unified Kurdish minority. He concludes by suggesting that this development might lead to US and regional recognition of minority rights in the region. He notes: It is good news that Syria's Kurds are moving to patch up with each other and with two neighboring U.S. friends -- with the KRG, and even with Turkey -- while turning against Assad's regime. Ironically, however, this important positive shift is also raising tensions with the majority Arab groups inside the Syrian opposition . . . Ideally, Washington should advise Syrian opposition figures that, since they need to attract the country's minorities, their best course is to engage more creatively with those groups -- not try to impose on them some particular "vision" of a future Syria, however "pluralistic." . . . The price, well worth paying, is for Washington to adjust its policy by prodding the Syrian opposition toward greater recognition of Kurdish rights -- and offering increased U.S. support to the Syrian opposition as a crucial incentive. Looking further ahead, U.S. help in planning for a post-Assad transition should pay urgent attention to deconflicting Arab and Kurdish political claims and aspirations inside Syria. This is every bit as acute an issue as the much more widely recognized Alawite one; the Kurds are about the same percentage of Syria's total population. We can assure Pollock that the Supreme Kurdish Council would welcome an opportunity to present in Washington, the case for a Federated Syria based on the demonstrated unity and resolve of minority Kurds he has attested to in his analysis. Since 2006, The Kurdistan National Assembly of Syria (KURDNAS) has been an effective advocate for both unity and Kurdish autonomy in a Federated Syria recognizing minority rights. This despite threats against KURDNAS from the Assad regime. It has developed a strong presence in the Kurdish Disapora in the US, Canada, Europe, Asia and the Syrian Kurdistan region. Perhaps the reason Kurdish unity in Syria emerged was that the street in the region has been behind the KURDNAS message that finally got through to the leaders of the various factions that formed the Supreme Council.
Kurdistan National Anthem…Long live Kurds! Hey enemy, the Kurdish nation is alive with its language Can not be defeated by the weapons of any time Let no one say Kurds are dead Kurds are living Kurds … March 21 A traditional holiday celebrating the deliverance of the Kurdish people from a mythical tyrant is under threat… It is Newroz festival today. Newroz means ‘new day’ in Kurdish. They say this ‘new day festival’ is being celebrated in all Eastern cultures but for Kurdish people it means a lot more than a new day that says spring is coming. Once upon a time, there was a cruel commander whose name was Dehak (Zuhak), in Mesopotamia. Maybe he wasn’t called cruel before, maybe he was a good man, but there was something which made him to do bad things. It was his illness. He was near death. A doctor said he could live longer if he would eat the brain of a young boy every day. He was afraid of death, ethe wanted to live longer but didn’t think that his victims might also want to live and was afraid. He began to execute them one-by-one everyday. He searched for new ones, and went on killing and living longer. Kurds around the world celebrating the New Kurdish year “NEWROZ’ Kawa a Kurd who was an ironworker, had a son too. He loved his son like every father but was brave. He decided to play a dangerous game. He preferred to be killed to seeing his son die at Dehak’s hand. He shared his plan with the citizens. He said: “I’m taking my son to (Zuhak) Dehak’s house. I will take my sledgehammer with me. I’m going to kill him and rescue my son. If I succeed, I will make a fire on the mountainside as a sign of victory, if I don’t, you will know both of us are dead.” Kawa and his dear son went to Dehak’s house. Dehak (Zuhak) was grinning, a new victim came and would give his life for Dehak that day. Kawa, for the sake of his son’s life, hit his sledgehammer on Dehak’s head, hit many times until sparks flew and those sparks became a big fire that could be seen from the mountain. Newroz then became a celebration of a new day, coming after the dark. The powerful commander lost his life by the hand of an ordinary ironworker to give life to those young innocent people. It was a sign of victory and hope for many generations since then. Today Kurdish people light fires everywhere to mark the occasion. It is not a sign of victory,www.ekurd.netbut the hope that victory will one day come. They want to be independent in their own country under the name of Kurdistan. They want to speak Kurdish everywhere, to learn and teach it to their children at schools, and learn Kurdish history and literature.. As it stands, they can’t even use their Kurdish names. The current injustice is bigger than Dehak’s. Although every Turkish national day is celebrated, and Newroz isn’t counted as a holiday. Students, teachers, doctors and nurses are not allowed leave to celebrate. If they do go, they will be questioned. People are being assimilated. Kurdish culture is dying. The cruelty is bigger now than it ever was before. There are Kawas but not many because courage is also dying. Newroz means ‘a new day’ but Kurdish people still hope for a real new day. Re-Published from eKurd.net archive 2007 http://ekurd.net/mismas/articles/misc2010/3/state3685.htm ….. The Kurds have no friends but the mountains
Sunday 5 August 2012 August 6, 2012 by sks Filed under News, Syrian Revolution Leave a Comment Syrian Observatory for Human Rights: More than 100 Syrians have been reported, and verified, as dead so far today (Sunday 5/8/2012). The dead include 65 unarmed civilians, 7 rebel fighters, 1 defected soldier, and no less than 29 members of the Syrian regular forces. 65 unarmed civilians: - In Reef Dimashq province 26 people have been killed. A father and son from Homs province were killed by the bombardment on Dahiyyat Qudseyya. 15 civilians were killed in the city of Irbeen from wounds they received during yesterday’s military operations. 2 civilians were killed by regime fire in the Shifouniya area. A woman died of wounds received a week ago by the bombardment of Dareyya. Another woman was killed by the regime bombardment on Ein Terma today. 3 civilians were killed by the violent bombardment on the town of Zamalka. 1 civilian was killed by a sniper in the city of Douma. The name of a civilian killed yesterday by the regime bombardment on Harasta was documented today by the SOHR. -In Aleppo province 6 civilians killed. 2 civilians from the town of Retyan, Reef Aleppo, were killed by regime forces stationed at the al-Kindi checkpoint after they were detained. 4 civilians, including a child, were killed by the bombardment on the neighbourhoods of al-Sha’ar, al-Marjeh and al-Muwasalat in the city of Aleppo. -In Idlib province 9 civilians were killed in the province. 8, including 2 children (boy, girl) and 3 women, were killed by the bombardment on the cities of Ariha and Ma’arat al-Nu’man and the town of Kafarsanjeh. 1 civilian was killed by regime forces on the road to the town of Saraqib, Reef Idlib. -In Dera’a province 7 civilians were killed. A man died after midnight from wounds he received in the town of Busr al-Harir. A civilian was killed after being shot by regime forces in the Tel Shihab border area. A civilian was killed by a sniper in the city of Busra al-Sham. 1 civilian was killed by the bombardment on the town of Nahta al-Ghab, Reef Dera’a. 1 civilian from Dera’a was killed by the bombardment on the town of al-Maliha. A civilian was killed when regime forces stormed the town of al-Yaduda. 1 civilian was killed by pro-regime fighters in the town of al-Sheikh Miskeen. -In Deir Izzor province 5 killed. 1 civilian died from wounds he received during gunfire in the Dummar neighbourhood of Damascus. 1 civilian was killed in the Tadamun neighbourhood of Damascus. 2 civilians were killed by the regime bombardment on the neighbourhoods of al-Jubeila, al-Ummal and al-Huweika in Deir Izzor city. A child was killed by the bombardment on the city of al-Mayadeen. A woman was killed by the bombardment on the town of Sheheil, Reef Deir Izzor. -In Homs province 3 civilians were killed. 1 by the regime bombardment on the Khaldiya neighbourhood. A young man was shot dead by a military checkpoint on the Damascus-Homs highway. A woman was killed by the bombardment on the city of Rastan. -In Hama province a child was killed by the regime bombardment on the village of Hurbinafseh. -In Damascus 4 civilians were killed by regime guns in the al-Tadamun neighbourhood. **4 unidentified bodies were found in the Tadamun neighbourhood of Damascus** —– 7 Rebel fighters: Aleppo prov: 4 rebel fighters were killed. 1 during clashes with pro regime gunmen in the Sayyed Ali area, 2 by regime fire in the Jam’iyat al-Zahra’, Aleppo city. 1 by clashes in the Heydariya neighbourhood. Homs prov: A rebel fighter was killed by an ambush set up for him in the city of Homs. Idlib prov: A rebel fighter was killed by the bombardment in the province. Deir Izzor prov: 1 rebel fighter killed by gunfire in the city of Deir Izzor. —– A defected soldier was killed during clashes in Deir Izzor. No less than 29 members of the Syrian armed forces were killed during clashes in Homs, Aleppo and Dera’a
AVESTA KURD - Hikûmeta Herêma Kurdistanê ji bo avakirina avahiya Konsulxaneya Emerîkî bi awayekî fermî perçek erd terxan kir. Hokûmeta Herêma Kurdistanê li paytextê li Hewlêr, di merasîmeke taybet de girêbesta dayîna perçek erd ji bo Emerîka di navbera Berpirsê Têkiliyên Derve yê Hikûmeta Herêma Kurdistanê Felah Mistefa û Konsulê Emerîka Aleks Laskrîs hat îmzekirin. Der barê dayîna perçek erd de, Konsulê Emerîkî Aleks Laskrîs axaftinek kir û got ku "Dayîna perçek erd ji bo avahiya Konsulxaneya Emerîka li Herêmê, pêngaveke dine ji bo pêşxistina têkiliyên dîplomatîk yên di navbera Emerîka, Herêma Kurdistanê û Îraqê ye." Konsolê Emerîkî ev pêngav weke pêngaveke bi girîng bi nav kir. http://www.avestakurd.net/nceyn-rojane/kurdistan-percek-erd-da-emerka-h974.html Nûçeyên dinNêçîrvan Barzanî: Em xizmeta gelê xwe dikin Kemal Burkay: "Qendîl guhdarî Ocalan nake" Hevdîtina serokê PYD Salih Mislim û serokê AZADÎ Mistefa Cuma li Hewlêrê PKKê êrîşa gund kir, 2 kes mirin 1 birîndar bû Ev zarok dinyayê nas dike (Vîdyo) Bazirganiya di navbera Tirkiyê û Kurdistanê de Dr. Fûad Hisîn serdana serokê PYD kir Ji vî sûretî wêdatir "îronî" dibe! Serokê PYD wê bi serok Barzanî re bicive Bûyera Efrînê ne Karê Kurdan e Tatlises televîzyon û otêlên xwe difroşe Can: Hevdîtina dewletê bi Ocalan re berdewam e Bihayê vî kevirî 2 milyon dolare Nizamettin Ariç bang li ciwanên Kurd kir Di nava 2 mehan de tê avakirin Hunermend Xalid Sofî zewicî Sedam Husên bûye bela serê Mihemed Beşer Esed: Buhayê derketina xwepêşandanê 100 dolare Divê Rûsya û Çîn bedel bidin Li kampa penaberên Sûriyê 2 kes mirin FIFA'yê laçik pejirand Li Kobanî bi hezaran derketin meşê Dewleta Kurdî dê bandorê li welatên din jî bike Karayilan, hevdîtina Zana û Erdogan nirxand Munaf Telas ji rêjîma Sûriyê perçe bû ye?