woensdag 19 december 2012

HAYDAR ISIK

AKP, İslamist partidir. AKP, Hanefi mezhepli Sunni İslam diktatörlüğüdür. AKP, neo Osmanlıcı, yayılmacı, İslamist emperyalist hegemonya düşünceli siyasettir. AKP, cami avlusundan yükselip devlet olanaklarını ele geçiren bir zümrenin partisidir. Bu parti kendisini dünya Kürtlerinin en büyük partisi görüyor. Hatta laf gelişi Kürdü kandırmak için „kardeşim" diyen Türk-İslam partisidir. AKP, çiftleştiğini öldürüp yiyen „kara dul kadın" denen örümcektir. AKP, „Kürt kardeşleri" dışarda üşümesin, soğuk yellere maruz kalmasın diye, neredeyse tümünü zindana dolduran partidir. AKP, Kemalistleri çok gerilerde bırakan Kürt soykırımını nihai hedefe götürmeye çalışan Türk-İslam partisidir. AKP, şimdi dinci Kürtleri köklerine saldırtmak için örgütleyen İslamist partidir. AKP, Diyarbakır'ı zapteden İslam kumandanı edasında Kürdü Fis kayalıklarından Dicleye atmasa da, muazzam tarzda hazırladığı F-Tipi zindanlarına doldurarak „Müslüman kardeşliğini" gösteriyor. AKP, zulmün en büyük kalesidir. AKP, gelmiş geçmiş sömürgeci ırkçı partilerin Kürde en büyük tarihi düşmanıdır. AKP, Kemalin partisinden daha vahşi, Baas Partisin'den daha katliamcı , Molla rejiminden daha geri bir rejimdir. AKP, Dersim'de Kürdün soykırımını yapan Kemal Atatürk'ün partisi CHP'yi sağdan soldan geçerek, onların beceremediğini en mümtaz tarzda hayata geçiriyor. Nato'nun ikinci büyük ordusu yine Nato'nun silahlarıyla her gün dağlarımızı bombalıyor, fareler gibi Kürdü zehirliyor. Baraj yaparak, Kürdü yerleşim alanlarından köklerinden kopararak erimeleri için batıya sürüyor. AKP, Kürde hakaret eden partileri geride bıraktı. Filistinli kardeşi için İsrail'e savaş açmayı düşünen, Kürde özgürlüğün kırıntısını bile çok gören siyaset güdüyor. AKP, yaman bir partidir. Helal olsun. Almanların köpeklerine otur dedikleri zaman oturan, yürü dedikleri zaman yürüyen tarzda hazırladıkları Kürtlerle, Kürtleri bitirmek için fevkalade modern yöntem buldular. Kürt hareketine karşı sözde Kürt geçinenleri diasporadan çağırıp anlı şanlı karşıladılar, TRT 6 ve kanal kanal dolaştırıp alternatif yapmak istediler. Tutmadı. AKP, akıllı bir Türko-İslam partisi olunca Osmanlı oyunu boldur. Yeni önlemler aradılar. Şimdilerde Kürtçe Allah anlamında bir parti kurulmasına çalışılıyormuş. Bir zamanlar Hizbullah kurdurmuşlardı. Binlerce Kürt yurtseverini bu katillere işkence ile öldürttüler. „İti ite kırdırmak" demekti devlet için. Eh Kürdün iti de ihaneti de boldur. Bakalım bu kez Allah'ın partisi ne yapacak? Birlikte zikir çektiği AKP'den uzaklaşıp soyuna sopuna sahip çıkacağını sanıyorsanız, yanılırsınız. Allah Partisi hiç bir zaman ulus partisi olmaz. Kaldı ki, dinci partilerin sosyal, demokrat, sivil anlayışları gözlerimizin önünde. Bakın AKP'ye, Mursi'nin Müslüman Biraderlerine, Tunus ve Libya İslamcılarına sonra beğenin içinden birini. Şunu iyi bilmek gerekir. Cami avlusundan sivil düşünce çıkmaz. Cami avlusundan demokrasi hiç çıkmaz. Cami avlusundan iktidar olanlar ne yapmış bakınız. Yırtık ayakkabı ile cami avlusundan siyasete giren Erdoğan kısa sürede Karun kadar zengin oldu. Yetmedi, oğlu, kızı, damadı, velhasıl hanımına selam verip elpençe divan duran herkes zengin oldu. Daha doğrusu, devletin milli hasılasını kendisi gibi düşünenlere peşkeş çektirdi. Bunların içinde Kürtler de var. Ensarioğlu, Çelik ve diğerleri... Yani şu AKP Kürtleri, istisnalar hariç, hemen hepsi çıkar birliği içindeler. Cami avlusundan ekonomik bağımlılığa, birbirlerine sıkı sıkıya bağımlı bir yüzde elli yaratıldı. AKP, Kürdü inkar ve imhada ilerleme yapsa da Kürdün özgürlükçü sesini kısamadı. Sözde Kürt aydınları üzerinden uğraştılar, olmadı. Zindan politikası geliştirdiler, olmadı. „Kardeş" dediler, tutmadı. Şimdi HUDA Partisi kuruluşu yapılacakmış. Tabii yazdığımızı kanıtlama olanağımız olmasa da, yani subjektif olsa da, hani görülen köye klavuz gerekmez derler, cami avlusundan gelenlerin ne yaptıklarını gördük. Kenan Evren faşisti, bir yandan domuz eti yerken, öbür yandan Kürdistan'a Kur'an ayaetleri yağdırıyordu. Hani o ayetler ki, Kemal Atatürk, Türke uygun tefsirini buyurmuştu... O sıralar bu Akıncılar, Erdoğan ve arkadaşları kimden yanaydı? Devleti Ali'den. Şimdi devleti ali ellerinde. Bu durumda Kürde hak hukuk verirler mi? Vereceklerini düşünmek bile abes kaçıyor. Eh bu cami avlusu zihniyeti böyle olunca Kürt cami avlusu zihniyeti farklı mı olur? Ulusal demokratik hakları mı savunur bunlar? İslam, Kürdü köleleştirmede araç yapılmıştır. Bütün sömürgeci, işgalci güçler İslamı Kürde karşı kullanmışlardır. İslam Kürdün prangasıdır. Düşürülüp kimliksizleştirilmesidir. Bizim Allah'ın partisine değil, Kürdün partisine BDP'ye ağırlık vermemiz gerekir. AKP, Kürdistan'da oy kaybedeceğini bildiğinden Kürde karşı yeni oyunlar tezgahlıyor. Kürt halkının uyanan özgürlükçü aydın kesimi, düşüneni, halkı için elini taşın altına koyanı hemen hemen ya içerde, ya dağda, ya da diasporada. Ancak AKP tüm devlet olanaklarıyla korkunç bir dezenformasyon yaratırken, biz onun nasıl ırkçı ve faşist olduğunu dünya kamuoyuna anlatamadık. AKP, dışarda Kürt bırakmadı, ama ABD ve AB onu oldukça demokratik hatta laik görüyor. Avrupa'nın Hıristiyan demokratlarına eşit görüyorlar. AKP, ne yaparsa yapsın, dışarda kendisini temiz gösteriyor. Bütün mesele „terör" diyor. Yani PKK buharlaşsa başka bir sebep bulup Kürdü haksız hukusuz bırakınca, demoktratik iş yaptığını dünyaya kanıtlıyor. Avrupa'da 2 milyon Kürt var diyoruz. Bir azınlık hariç, gerisi gerçekte yaşıyor mu bilinmez. Fetullah'ın Zaman Gazetesi ve AKP-devleti ABD ve AB'de korkunç dezenformasyon, Almanın dediği „getürkt" sahteleştirilmiş enformasyonlar verirken, Kürtler yaşıyor mu? Herkes kendisini ve bağlı olduğu kurumu bir test etsin. Kürtlük için maddi ve manevi bir özveride bulunuyor mu? Sanal alemde palavra atıp kendini tatminden öte ne yapılıyor? Ayrıca Kürdün bir hastalığı var, kendini küçük görür, efendinin söylediğine daima inanır. Bu mentalitede bizim gibi ömrünü halkının özgürlüğüne veren insanı dinlemez. Bizim yazıp çizdiklerimizi okunmaz. Efendiye hayranlık besler. Bir meseleyi anlatmak isteyince mutlaka onun görüşünü getirir. Halkını beğenmez. AKP ve onun terörü anlatılması gerekirken, kendi şahsiyetlerini kötüler. Bu efendilerden biri de Mihri Belli'ydi. Rahmetlik olmadan önce Zaman gazetesine uğramış, siz Müslümanlar, biz komunistler birlik olalım, güneyde feodal Kürtler devlet olmasınlar. Eh bizim özgürlükçü Kürtler de Vallahi Billahi devlet istemiyoruz deyince, bazen ne için bir ömrü harcadığımızı düşünürüm. Devlet olmayan Kürtle herkes oynar. S.S. Önder; Kürtlerle orangutan gibi oynanıyor, demesi yerden göğe kadar haklıdır. Eğer 21.YY yakalayacaksak, bu ırkçı faşist devletlerden kurtulmamız gerekecek. Devleti istemek ve savunmak birincil görev olmalı. Bunun altında bir anlaşma olursa o da tartışılır. Şimdi çok iyi anlaşılıyor ki, AKP, Oslo'ya sadece zaman kazanmak için gitmiş.

Güneybatı Kurdistan icin yardim istenmelidir

Güneybatı'da bir türlü kendinden emin olamayan Kürd siyaseti Türklere karşı bir uluslararası güvence umuduyla sağına soluna bakmaktan vazgeçemiyor. Sağda bir 'hami' bulsa çok mutlu olunacak ama ondan ümit olmadığından acaba uluslararası yardım kuruluşları vasıtasıyla solda benzeri bir imkan olabilir mi arayışına gidiliyor. Böylesi pragmatist ve oportunist (faydacı ve fırsatçı) bir esneklik belki marksist / sol doktriner literatürde terstir, ama Kürd siyaseti açısından ulusal bağımsızlık ilkesine ters düşülmediği sürece doğrudur. Yardım kuruluşları bahsi ise boş, bir kere çemberine girildiği takdirde mahvedici bir bağımlılık ilişkisidir. Bu yazıda buna değinmek istiyorum. Uluslararası yardım işinin kuruluşlar ve çalışanları seviyesinde bir iş sektörü olduğu konusunu bilmekte fayda var. Tüm bu kuruluşların Batılı devletler tarafından finanse edildikleri ise uluorta bilgidir. Finanse edense elbette objektif değil subjektif kriterlerine, çıkarlarına göre finanse eder. Bu sektörde hangi bölgede hangi projenin ne kadar finanse edileceğini donör, bağış yapan belirler. Kurumlar ve çalışanları da finanse edilen yerde, maaş edinilecek yerde yürütürler faaliyetlerini. Tekrarla vurgulayayım: bu sektörde ihtiyaç olunan yerde değil, finanse edilen yerde; donörlerin parasını ödediği yerlerdeki projelerde faaliyet gösterilir. ANF'de çıkan bir yazıda Güneybatı'da çatışma olmadığı için yardım faaliyeti ulaştırılmadığı iddiası vardı. Ya bilmezlikten ya da köylü kurnazlığından dile getirilmiş bir iddia. Herhangi bir donör tarafından finanse edilecek olsa, hadi Şam üzeri olmadı diyelim, Erbil üzeri en az elli tane i-NGO (International non-Governmental Organization: Uluslararası Sivil toplum Örgütü) birbirinden farklı elli projeyle balıklama dalış yaparlardı bölgeye. "Yardım faaliyeti" sektörü rekabetin öylesine yüksek olduğu bir sektördür. PYD'nin çağrısı yardımın neden yapılmadığı üzerine düşünülmediğini gösteriyor. Bu yazıda buna değinmeyeceğim. Neticede uluslararası strateji oyununun bir parçasıdır; o başlık altında yorumlamak, değerlendirmek gerekir. Genel olarak siyaset ve toplum bağlamında uluslararası yardım meselesine biraz değinip yazıyı kapatayım. Yardım gelse ne olur? Kötü ihtimalle Afrika olunur. Yardımlarla yaşamaya alışmış, kendine yeterliğini bu yardımlarla yavaş yavaş ama emin bir şekilde yitirmiş tembel bir toplum oluşur. Kolaycılıktır. Tükeniştir. Yardıma bağlanmak tükenişin kültürüne el değil, kol değil, gövdeyi kaptırmaktır. Bu konuda piyasadan hemen temin edilebilecek onlarca kitap bulunabilir. Kötü ihtimali budur. İyi ihtimal ise, Tamil Kaplanları örneğidir. Güya yardım kuruluşlarından 'çok iyi' faydalanılıyordu. Kurtulmak istediği devletin devlet aygıtlarının sundukları ve uluslararası yardım kuruluşlarının yardımlarıyla ihtiyaçlarına yetişemediği halka temel hizmetleri güya kendi kontrolüyle veren LTTE Sinhalalardan kurtardığı her karış Tamil İlam toprağında her idare işini yüzüne gözüne bulaştırmıştı. Ders: kendi kontrolün altında olmayan kaynaklarla ne kadar akıllı olursan ol manipüle edilirsin. Vanayı tutan hortumdan akan suyu kontrol eder. Eder yani. Kimse boşuna ucu elinde olmayan hortuma su pompalamaz. Kimse anasının, babasının hayrına Tamillere, Kürdlere yardım ulaştırmaz. "Ben onları dolandırırım" diyen de en fazla kendini kandırır, düşeceği kuyuyu kazar. Eğer PKK – PYD bugünkü çatışmalı dönemde bir örnek arıyorsa bunu Afrika'nın ortasında İsviçre benzeri örnek bir yönetim oluşturmuş olan Paul Kagame yönetimindeki Ruanda'da bulabilir. Kagame'nin politik doğru – yanlışına; ABD tarafından Uganda'da yetiştirilip, eğitilip, gönderilip Ruanda'da iktidarı ele aldığına girmeden / değinmeden ülkesini yerel kaynakların doğru yönlendirilmesi ile nasıl kalkındırdığı üzerinde durulabilir. Hem savunma (hatta Kongo örneği, genişleme) hem iç güvenlik, hem sanayi yatırımları ve hem de diplomasi becerisidir Kagame'ninki. Hırstır aynı zamanda. Bu konuda kitaplar piyasada var mıdır bilmiyorum ama internette aranırsa konuya değinen makaleler bulunacaktır (Aramızda öyle okumalar yapanlar olur mu? Uyduruk ve gerçekle alakası hiç olmamış ve olmayacak ideoloji saçmalıkları yerine gerçek politika üzerine okuyanlar?) Qandil'de herhalde ingilizce bilen kadrolar vardır bahsini ettiğimiz alanlarda araştırma yapabilecek; yaşlanmış kadrolara da aktarabilecek. Yazının özü: Biz Kürdlere kolay kurtuluş olmayacak. Kolay olursa o bir kurtuluş olmayacak. Bunu baştan böyle kabul etmeliyiz. Hırsımız öyle bilenmeli. Bu minvalde düşülmüş bir not, kendini öz-yeterlilikle tanımlayanlara da dostça bir eleştiri olmuş olsun. M. Husedin (@MHusedin) mhusedin@yahoo.com
Güney Kürdistan; Tarihi Fırsat, Batı Kürdistan; Tehlikeli Gidişat Kerkük problemi Kürdistan’ın geleceğini belirleyecek düzeyde stratejik bir konu olmasına rağmen; PDK ve YNK işin ciddiyetini kavramaktan uzak ve hala basit çıkarlar uğruna didişmekten, kendilerini boşa çıkartmaktan başka bir sonuç yaratmayan çift başlı yönetim tarzını tamamen bırakmış değildir. Güney Kürdistan; Tarihi Fırsat Batı Kürdistan; Tehlikeli Gidişat -1- Açlık grevlerinin can kaybı yaşanmadan bitirilmesi, son derece önemli bir gelişmedir. Bu arada, Kürt kamuoyunun aylardır açlık grevlerine kilitlenmesi yüzünden gözden kaçırdığı, fakat yol açtığı-açacağı tehlikeler bakımından çok daha duyarlı davranılması gereken Güney ve Batı Kürdistan?daki gelişmeler üzerinde durmak istiyorum. Irak hükümetinin geçen yaz asker gönderdiği Şengal bölgesinde yaşanan tehlikeli gerilimden sonra güçlerini çekmek zorunda kalması, geçmişe göre nispeten daha sakin bir dönemin yaşanmasına neden olmuştu. Fakat birkaç aylık sükunetin ardından, Dicle Kuvvetlerinin yeniden Kürdistan?a konumlandırılmak istenmesi ve bunun ilk ayağı olarak Kerkük mıntıkasına kaydırılması, şayet yakında bir anlaşma sağlanmazsa, eninde sonunda ve kaçınılmaz olarak bir Kürt- Arap savaşına yol açacaktır. Şimdilik, Kürtlerin kararlı davranması ve Amerika?nın bastırması yüzünden Irak hükümeti Dicle kuvvetlerini geriye çekmek zorunda kalmıştır. Lakin cin bir kere şişeden çıkmış ve Irak hükümetinin gerçek niyeti, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Kürtlerin bu saatten sonra Maliki?nin kandırmalarına kulak vererek tedbirsiz davranması ve Kerkük sorununu geçmişte olduğu gibi yıllara yayarak sürüncemede bırakması intihar etmekten başka bir manaya gelmeyecektir. Kürtlerin, Kerkük sorununu -söz verdikleri halde çözmekten ısrarla kaçınan- Merkezi Irak hükümetinin insafına terk etmesi, başından itibaren izledikleri yanlış ve ikircillikli politikanın sonucudur. Kerkük problemi Kürdistan?ın geleceğini belirleyecek düzeyde stratejik bir konu olmasına rağmen; PDK ve YNK işin ciddiyetini kavramaktan uzak ve hala basit çıkarlar uğruna didişmekten, kendilerini boşa çıkartmaktan başka bir sonuç yaratmayan çift başlı yönetim tarzını tamamen bırakmış değildir. Özellikle peşmerge güçlerinin merkezi komuta sistemine kavuşturulmaktan uzak olması, sadece Irak devletine cesaret vermekle kalmamış, aynı zamanda Kürtlerin savaşa hazırlık düzeyini oldukça olumsuz etkilemiştir. Daha önce hemen tüm çevrelerden ısrarla peşmerge güçlerinin mutlaka merkezi komuta sistemine kavuşturulması gerektiği konusunda sürekli uyarı ve dayatmalarda bulunulmasına rağmen, her iki partinin sorumlu bir davranış gösterdiğini söylemek zordur. Her işte bir hayır vardır derler. Beliren tehlike karşısında hiç olmazsa şimdi her iki partinin gerekli sorumlu davranışı göstererek en kısa zamanda peşmerge güçlerini merkezi bir ordu biçiminde örgütleyecekleri ve böylece içinde bulundukları hazırlıksız durumu fazla zorlanmadan aşacaklarını tahmin ediyoruz. Mevcut durumda Kürtlerin en büyük zaafı her iki partinin çelişkili duruşu ve peşmerge güçlerinin merkezi komuta sistemine kavuşturulmamasıdır. Gerekli iradenin gösterilmesi halinde peşmerge güçlerinin düzenli orduya dönüştürülmesi, geçmişten çok daha kolay başarılacak bir görevdir. Çünkü zaten geçen seneden beri peşmerge, polis ve istihbaratın birleştirilmesi konusunda bir karara varılmış ve yetersiz de olsa bazı adımlar atılmıştı. Ayrıca peşmergelerin sahip olduğu silah ve cephane durumu Irak ordusundan ileri olmasa dahi kötü değildir. Buna karşılık Irak ordusu peşmergelere göre daha eğitimsiz ve halktan gerekli desteği almaktan yoksun bir yapıya sahiptir. Maliki yönetimini İran dışında destekleyen bir devlet yoktur. Geçmişte, Saddam döneminde tüm Araplar birlik halinde Kürtlere karşı savaşırken, mevcut durumda Maliki yönetimini hiçbir Sünni Arap partisi desteklememektedir. Aslında Maliki, mensubu bulunduğu Şiilerin bile tam desteğini almaktan yoksun hareket etmektedir. Her an iktidardan düşürülme korkusu içerisinde bulunan Maliki Hükümeti, bir taraftan Kürtlere sataşarak Arapların desteğini arkasına almaya çalışırken, diğer taraftan İran devletinin dayatmalarına boyun eğerek Suriye devletinin ömrünü uzatmak amacıyla problem yaratmaya uğraşmaktadır. Malikinin Kürt- Arap savaşını çıkartmaya dönük çabalarına Amerika?nın sıcak baktığını söylemek güçtür. Kürtler hata yapmazsa, bu gerginliğin sonunda Maliki hükümetinin düşme olasılığı hayli yüksek görünmektedir. Bu aşamadan sonra Amerika?nın Kürtleri geçmişte olduğu gibi feda etmesi hayli zordur. Fakat Kürt yönetimin Amerika?ya güvenmek yerine kendi gücünü esas alması ve buna göre mevzilenmesi daha doğru bir yaklaşımdır. Kaldı ki Kürtlerin sadece Amerika?nın değil, ayrıca Sünni Arap kesiminin desteğini alması dahi mümkündür. Savaşın patlak vermesi halinde Kürtlerin daha avantajlı pozisyonda olduğunu ileri sürmek abartılı bir değerlendirme değildir. Kürt yönetimi hem kendini savunmak ve hem de başta Kerkük olmak üzere ihtilaflı tüm bölgeleri ele geçirmek için gerek duyduğu her türlü argümana sahiptir ve bu sefer eline geçirdiği şansı kesinlikle basit hesaplar uğruna harcamaktan özenle kaçınmalıdır. Daha önce defalarca eline geçen şansı değerlendiremeyen Kürt yönetimi gelinen aşamada ya Kerkük?teki hakimiyetini kaybedecek ya da ebediyen Kürdistan topraklarına resmen bağlayacaktır. Kürt tarafını bundan alıkoyacak Malikinin gücü değil, sadece kendi hata ve yetersizlikleri olabilir. Barzani?nin dediği gibi Kerkük Kürdistan?ın kalbidir. Kürdistan?ın kalbini savunmak sadece Güneyin değil, her dört parçanın görevidir. 19- 11- 2012Nizamettin TAŞ ( Botan Ropjhılat)

donderdag 23 augustus 2012

(Değerli arkadaşlar. Üzerinde yaşadığımız coğrafyada,süregelen trajedi,katliam ve kıyımların,Türk toplum vicdanınıda yeterince karşılık bulamamasının ve "ortadoğuda 40 milyona varan nüfusuyla en temel haklarından mahrum bıraktırılmlş Kürd toplumu" söyleminin Kürd lerde nasıl algılandığı konusundaki sosyolojik tesbitlerimi sizlerle paylaşmak istedim.Katkı ve eleştirilerinizi bekliyorum.(Not:bu yazı,daha önce Gelawej sitesinde yayınlanmıştı) "Türk toplumu" dendiğinde saf bir Türk etnisitesi akla gelmemelidir.Şu an anadolu coğrafyasının batı, güney ve kuzey kesiminde yaşayan toplumun büyükçe bir dilimi, süreç içinde devşirilmiş ve asimile edilmiş başka din,ırk ve etnisitelerden(sonradan müslümanlaşmış/müslümanlaştırılmış; Ermeni,Rum,Yahudi, sırp, Gürcü veya müslüman halklardan; Boşnak,Arnavut,Pomak, Laz,Çeçen,Çerkez)oluşmaktadır.Bu, çok ilginç olduğu kadar, bir o kadar da çelişkili olan durumun; Gerek Osmanlı döneminde ve gerekse Cumhuriyet dönemi boyunca,imparatorluk ve anadolu çoğrafyalarında yaşanan soykırım ve katliamların etkisi büyük olmuştur.Zaman,zaman katliam ve soykırımlarla savunmasız ve aciz kalmış topluluk ve bireyler, kendi çocukların geleceklerini güvenceye almak için, bütün kimliklerinden(dinsel ve etnik) sıyrılarak, Hakim ve muktedir kimliğe(Türk-Müslüman-Sünni) rücu etmişlerdir.Bir topluluğun veya bireyin, dinsel veya etnik kimliğini gizlemek zorunda kalarak, yok sayarak yadsımış olması, bu dram ve trajedilerin psikososyal analizleri, sosyologlar ve sosyal antropologlara mükemmel bir materyal sunmaktadır. (İsmail Beşikçi'nin kulakları çınlasın) Bu sosyal ve etnik analizlere çok özet değinmemin nedeni, özellikle Cumhuriyeti kuran elit tabakanın ve onları takip eden iktidar erklerinin, ezici çoğunluğu anadolu topraklarına ait olamamalarıdır.Osmanlı bakiyesi topraklardan kopup, iktidara yerleşmiş ve burayı kendilerine yurt yapmış, elbise olarak, üzerlerine geçirdiği "Türk" kimliğini, aşırı ırkçı ve milliyetçi bir resmiyet kazandırması yanında, farklılıklara dışlayıcı ve ötekileştirici bir muhteva kazandırmış, (faşizan ve ırkçı eğitim sistemi vasıtasıyla, yalana dayalı resmi tarih ezberlerinin dayatmalarıyla ) ve buna birde düşmanlık ve nefret duygusu kazandırmış, gerçek biyolojik Türkleri de baskı altına almış, karşı çıkışları, her türlü araçlarla sindirmiş ve susturmuşlardır.(Topal Osman ve benzer tetikçiler vasıtasıyla)Bu sosyolojik yapı tam analiz edilmediği içinde, ülke içinde yaşanmış ve yaşanmakta olan kırım, katliam ve toplumsal acıların neden Türk toplum vicdanında karşılık bulamadığı soruların cevabını da bu tesbitlerin içinde bulacaksınız.Bilimsel olduğu iddia edilen bir araştırmaya göre Türkiyede trajik ve dramatik olayların toplum hafızasında, sadece 35 gün kadar canlı kaldığıdır.Almanyada, Amerikada ve Norveç gibi ülkelerde bu tür olaylar toplumda şok etkisi yaratırken, Türkiyede belli başlı rejim borazanı basın yayın kuruluşlarının gerçekleri tersyüz etme marifetiyle bu kıyımları önemsizleştirmesi yanında, doğal afet gibi ülkenin büyük bir kentini ve çevresini (Van depremi gibi) yerle bir eden depremde bile Türk Toplumunun çoğunluğunu fazla etkilememiş hatta, bir kısım insanda memnuniyet belirten sosyal medya paylaşımlarında "oh olmuş", "beter olsunlar" şeklindeki yaklaşımlarının bir kaç haddini bilmez züppelerin işi olmadığı, epey bir duygudaş kitlesine sahip olduğu gün gibi ortadadır.Acıları ayrıştırarak, mağduriyet ve haksızlıklara, kendinden olana(rejimin "bizden" ve makul diye bellettiği guruplar) yardımı ve gözyaşlarını akıtan Türk toplumu, farklıya ve kendi devletinden hak talep edildiği zaman bunları esirgeyen ve tepki gösteren vicdan yoksunu konuma düşmeside bundandır.(ki aynı devlet sürekli kendisinide madur ettiği halde) Bundan dolayıdırki, İsrail devletinin sivil Filistinlilere karşı sergilediği şiddet ve ölümlere (haklı olarak) gözyaşı dökerlerken, buna benzer muameleyi kendi devletleri Kürd çocuklarına, kadınlarına ve gençlerine uyguladığı mezalim karşısında kılı kıpırdamaz, hatta daha beterin olasını isteyen sayısız insan vardır.Osmanlının son döneminden,günümüze kadar süre gelen güç ve iktidar mücadelesinde iki akımın damgasını vurduğu biliniyor.Modernist İttihatçı-Kemalistler ve Osmanlıcı Muhafazakar-dindar kesim.Seçimle kemalistleri yenen ve bütün kalelerini ele geçiren muhafazakar ve dindar kesim, daha önce kendilerini de ezen rejimin kurumlarını demokratik değişim ve dönüşümden geçireceğini kamuoyuna deklere etmelerine rağmen hükümet olup daha sonra da tam iktidara yerleşirlerken, bu kurumları demokratikleştirmek bir yana, eski vesayet rejimini aratır hale getirmeleri şaşırtıcı bir durum değildir.Bu iki kesimin sıfır sorunlu ve demokratik bir ülke yaratma gibi hiç bir zaman çabalarının olmadığı, bütün bu "mücadele" ve "muhalif"liğin sadece kimin iktidarda olmasıyla ilgili olduğunu kanıtlamış oldu. Gerek Osmanlı padişahları ve diğer yöneticileri ve gerekse Cumhuriyet elitlerinin ,içini boşaltıp devletin çıkarlarına payanda durumuna düşürdükleri diyanet isimli bir din kurumu var.Türk toplumunun geneline sirayet eden anlayış devlete aşırı biat kültürüdür.Hala bazı sol ve sosyalist entelektüellerin anlamada güçlük çektikleri sorun da burada. Türk toplumu Batı toplumlarında olduğu gibi birey olmaya ve sekülariteye kapalı bir toplumdur.Devletine halel gelmemesi için işkenceyide adam öldürmeyide son tahlilde içine sindirebilir, sindiriyorda.Devletin, kimler tarafından ve nasıl yönetiliyor olmasıda çok önemli değildir.12 mart darbesinde ve 12 eylül de nice işkenceler ve haksızlıklar yaşamış "yol gösterici" ve "entellektüel" olarak öne çıkmış kişilerin, bizzat kendi köşelerinde yazdıkları devletin bekası için işkencecilerini afettiklerini unutmadık sanırım.Osmanlıda şeyhülislam, Cumhuriyet döneminde de diyanet kurumu sürekli olarak iktidarda olan padişah ve hükümetlere dini fetvalar vererek(kendi kardeşlerini ve çocuklarının ölüm fermanlarını dini kılıfa uydurmak suretiyle)iktidarlarının devamını sağlamışlardır.Kendilerinin seçip iktidara taşıdıkları hükümeti darbeyle devirip, sevdikleri ve saydıkları başbakanın idam edilmesinide (Adnan Menderes) üzülmenin dışında herhangi kitlesel bir tepkinin olmamasıda bu anlayışta yatıyor." kol kırılır yen içinde kalır" misali.Türk toplumunun ezici çoğunluğunun duygu ve inançlarına hitap etmiş olan Erbakanın 28 şubat postmodern darbesiyle iktidardan uzaklaştırılmasında da aynı şekilde kitlesel tepkilerin gösterilmemesi de, Devlete olan biat ve itaat kültürünün ne kadar güçlü olduğunun göstergesi değilmidir?.Güncelliği nedeniyle, devletin güvenlik birimlerinin en tepe noktalarına yapılan atamalarda daha önce işkence, kötü muamele ve tecavüzden suçlu bulunmuş, uluslararası insan hakları mahkemesinde bu konuda Türkiye yi mahkum etmiş karara rağmen adı geçen şahıs hakkında gerek ulusalcı, gerek muhafazakar-dindar kesimin ve gerekse milliyetçi cenahların basın ve yayın organlarında kayda değer eleştiri ve yorumların olmamasının temel nedenide yine bu anlayış ve kültürden kaynaklanmaktadır. Onun içindirki, bunu iyi okuyan Fethullah Gülen ve cemaati, darbecilere şirin görünmek için ,Evren ve şürekasını darbe yaptıklarından dolayı kutlamış, kendi taraftarlarını, sabırlı ve kararlı bir şekilde eğitim yoluyla kurumların başına yönetici olarak geçirtip devleti bu şekilde ele geçirmeyi seçmiş ve bu yolda büyük mesafeler katetmişlerdir.Şu an topluma devlet eliyle belletilen din,müslümanlığın sünni-hanefi yorumudur.Bu yorum, Emevilerden Abbasilere ve onlardanda Osmanlılara geçmiş devlet dinidir.(Özellikle iktidar dinidir).23.07.2012 tarihli taraf gazetesinde Neşe Düzel'in Yedi Tepe Ünv.Siyaset sosyoloji dersi veren Prf.Dr.Cemil Oktay ile yaptığı söyleşide kendisini "Türk" olarak gören büyük çoğunluğun devlet ve din algısını şöyle yorumluyor: "...sünnilik ortodoks bir mezheptir.Dinin nüanslarını fazla sorgulamaz.Sünnilik özellikle iktidarla beraber hareket eder.En önemli prensiplerinden biri iktidara itaattir...Sünnilikte biat kültürü çok güçlüdür...Huzur adına herşeyi kabul etmeye hazır bir anlayıştır sünnilik." 1915 te Ermenilere uyulanan soykırımı, 1920 ve 30 larda Kürd lere yapılan zülum ve katliamları, 1930 ile 55 lerde gayri müslimlere(Rum,Ermeni,Yahudi) uygulanan kaçırtma, mal ve mülklerinin talan edilmesini ve değişik zaman dilimlerinde, Maraş, Çorum, Malatya ve Sivas'ta Alevilere uygulanan katliamları ve nihayet son Kürd savaşında 40 binden fazla insanın öldürülmesi köylerinin yakılıp yıkılmasının Türk toplum vicdanında neden karşılık bulmadığını,bulamadığını şimdi anlayabildikmi? Dolaysıyla, Kürd sorunu ve diğer sorunların muhatabı (ilginç olacak ama gerçek bu) Türk halkı değil,direkt ikdidardır.Biat kültürünün birde olumlu olan bir yanıda var. Muktedirler isterse,basını ve diğer devlet kurumlarını harekete geçirtip,kısa süre toplumu hazır hale getirir, Türkiyenin bütün sorunlarını, isterlerse çok rahat bir şekilde çözebilirler. Birkaç milliyetçi-ırkçı ve ulusalcı kesimin cılız sesleri dışında hiç bir sorunda yaşanmaz.Türk halkı kitlesel olarak hiç bir zaman sokaklara çıkıp kendi devletinden mağduriyet yaşayan kesimlerin hak taleplerini dillendirmez.Devlet versede "niçin veriyorsun?" diye direnmez.İsrail,Fransız,İngiliz ve Alman toplumundan beklenen demokratik davranış, Türk toplumundan beklenemez.Umarım Türk halkı kendisi için söylediklerimin tersini yapar,beni mahcup çıkartır ve özür dilemek zorunda bırakır. Kürd toplumunun sosyolojik ve sosyal psikolojik çözümlenmesi ve analizi çok daha dramatik ve vahimdir.Tarafsız ve objektif tarihçilerin araştırmalarına bakıldığında, binlerce yıl şu an üzerinde bulundukları topraklar üzerinde yaşamış oldukları tesbitleri vardır.Anadolu ve Mezopotamyanın verimli toprakları,barbar ve istilacı imparatorlukların(Makedon,Roma,İslam,Moğol, Haçlılar,Selçuklu ve Osmanlı) iştahını kabartmış, her saldırılarda güçlü olan kavimlerin boyunduruğuna,gerek katliamlarla ve gerekse gönüllü olarak boyun eğmişler.Halife Ömer döneminde, islam ordularının Amed'i almasıyla, gerek zora dayalı ve gerekse zaman içinde de gönüllü olarak Zerdüştlükten islama geçiş yaşanmış, 20 yy'ın başlarına kadar,hakim güç ve impartorlukların gölgesinde, sancak beylikleri ve lokal devletciklerle hayatlarını idame ettirmişlerdir.20.yy'a gelindiğinde,kapitalizmin ve kapitalist üretim ilişkileri toplumsal davranışları değiştirip dönüştürürken, diğer yandan düşünsel ve entellektüel alanda yaşanan devrimsel hareketler,merkezi imparatorlukların yıkılmasına ve yerine ulusal devletlerin kurulmasına yolaçmıştır.Osmanlı imparatorluk coğrafyasında,yaşanan ulusal kurtuluş hareketleri ile kopan etnik topluluklar kendi ulusal devletlerini kurup koparken,merkezi coğrafyada,Ermenilerin bu talepleri,kanlı bir soykırım ile bastırılırken,bu süreci ıskalayan Kürtler, ümmetçi reflekslerle ve tam anlamıyla ne istediklerini kendi toplumuna anlatamadıklarından veya anlatmaya yetersiz kaldıklarından 1919, 1925 ve diğer isyanlar lokal kalarak başarısızlığa uğramıştır.(bu konu çok tartışmalı bir konu olduğu için özet olarak bütün inançlara(Aleviler ve Ezidiler) ve sınıfsal farklılıkları ulusal birlik çatısı altında ikna edemediğinden veya inandıramadığından başarısızlığa mahkum olması kaçınılmazdı.Konumuzun ana teması bu olmadığı için teğet geçmemiz gerekiyor.)Kendi yaşadıkları topraklarda süregelen istilalar ve kanlı savaşlarda, kavimler arasında sürekli değişen "efendiler"in değişik istek ve mizacları, Kürdlerin duygu ve davranışlarını alt üst etmiş, Yılların biriktirdiği bu travmalar,Kürd toplumunun şimdiki kişilik davranışlarının şekillenmesine zemin hazırlamıştır.Türk toplumunda kendini gösteren devlete biat ve itaat kültürü,Kürdlerin devleti olmadığı içinde,azılı ve despot güce ve otoriter yapı ve kişilere boyun eğme ve biat şeklinde kendini göstermiştir.Kürd toplumunun bu eğilim ve zaafını Öcalan çok iyi analiz ederek bütün söylem ve eylemlerinde bunu gözetleyerek diğer tüm Kürd örgütlerini sollamış ve şu anki kitlesel konuma ulaşmıştır.Bu tesbitleri, somut olarak Kürdlerin, stran, kılam ve duygu dünyalarında da gözlemleyebiliriz.Evinde yattığı, yemeğini yediği insanları öldürmüş, eşkiyalıkla insanların mallarını gaspetmiş, onlarca adamı gözünü kırpmadan öldürmüş, zalim katilleri kutsayan ve hayranlık duyan bu kanıksamalar bile Kürd toplumunun güce ve güçlüye ne kadar taptığının kanıtı değilmidir? (her nekadar bu 30 yıllık savaşta biraz değişmiş olsada bu hastalıklı davranış,yer,yer devam etmektedir.) Sık vurgulanan konuların başında "Ortadoğuda 40 milyona ulaşan nüfusuyla bütün temel haklarından mahrum bırakılmış halk" tabiri sık kullanılır.Evet öyledir.Sayın Beşikçi, bunu sömürgeci devletler, emperyalizm ile işbirliği ve çıkarları konusunda çok güzel bilimsel sosyolojik analizlerle izah etmektedir, fakat bunun neden böyle sürüp gittiğini,bu toplumun iç dinamiklerinden kaynaklı yalnış ve anormalliklerin olup olmadığını, Kürd toplum gerçeği konusunda bilimsel sosyolojik analizlerle değerli fikirlerini bekleriz.Acaba "bu kadar mağduriyet yaşayan bir toplumun, hatalarını yüzüne vurmayalım" diyemi düşünüyor?.Kürd toplumunun bu esaretin müsebbiplerinin kendi bünyesine enjekte ettiği, bu kötülük ve yetmezlikleri dahil bütün çıplaklığı ile eleştirilmeli ve sorgulanmalıdır.Biz kürdlerin buna şiddetle ihtiyacı var. Kendisini esaret altında tutan inkarcı,asimilasyoncu, baskıcı yapı ve onların temsilcilerine boyun eğici ve "kuzu" olan Kürd toplumu, Kendi içinde soydaşlarına son derece acımasız, zalim ve güvensiz bir toplumun, bu haliyle esaretten kurtulması mümkünmüdür?.Dünya tarihinde sayısız hak gaspı, katliam ve mezalimler olmuştur.Hakları gasp edilen toplumların mücadelesinde,o toplumun bireylerinde çıkarsal ve mevkisel saiklerle sömürgeci veya baskıcı devletlerle işbirliğine giriştikleride olmuştur fakat,dünyanın hiç bir yerinde mağdur toplumun bir kesimi örgütlenerek, sömürgeci ve baskıcı devlet ile işbirliği halinde hak ve özgürlük talep eden kendi soydaşlarını en vahşi yöntemlerle katlettiği görülmemiştir(Hizbullah örneği).Burnunun dibinde,kendisininde mensubu olduğu soydaşlarını katleden, köylerini yakan, hayvanlarinı telef eden, insan dışkısını yediren, işkence ve tecavüzün alasını yapan,kendisininde yaşamış olduğu şehrin varoşlarına zorunlu göç ettirilmiş bu insanların, hayata tutunmak için, hırsızlık, kapkaççılık, fuhuş ve uyuşturucu batağına düşürülmüş sonderece trajik ve dramatik durumlarını görmezden gelerek, açtığı standlarda yüksek volümlü hoperlörlerle Filistin marşları eşliğinde "İsrail zülmündeki Filistinli din kardeşlerimize yardım yapalım" anonsları çeken(Kürt toplumunun bu kesimi bu kadar ulvi bir enternasyonalist dayanışma içindedirler..!) sayısı bir hayli abarık Kürdlerle bu toplumun neden özgürlüğünü kazanamadığının açık ve bariz kanıtı değilmidir? Çok daha vahimi, eğitimli ve önemli meslek edinmiş Kürdlerin büyük çoğunluğunda normal hayatlarını sürdürüyor iken, kendi vicdanlarında bu durumu çokta dert edinmedikleri görünür bir durum iken, sergiledikleri bu umursamaz tavırları, hangi bilimsel sosyolojik kavramlara açıklanabilir?.Kendi halkı abluka ve açlık altında iken, başka coğrafyalarda mağduriyet yaşayan insanların din hanesine sırf "islam" yazıldığı için,yaşanan acılarda ve mağduriyetlerde ayrımcılık ve çifte standart gözeterek,ölümü göze alıp deniz aşırı yolculuğa çıkıp,baskıcı devletin operasyonuyla hayatını kaybeden (Mavi marmarada İsrail komandoları tarafından öldürülenler) Kürdlerin bu vahim durumunu ve bu kadar büyük bir nüfusa sahip bir topluluğun neden hala esaret altında kıvrandığını yeterince açıklamıyormu? Kürd yerel yönetimlerin fiili olarak uygulamaya koydukları,Kürdçe mahalle bulvar ve caddelere verilen isimlerin,sözde yargı kararlarıyla iptalinden sonra, hükümet partisi içinde yer alan kürd siyasetçi ve millevekillerinin ciddi bir tepki gösteriminde bulunmayıp, gerekirse istifa edeceklerini de deklere etmediklerine göre, bu mağduriyetlerin neden böyle devam ettiğinin yeterince kanıtı değilmidir? Şunu kimse görmüyor:Kürdlerin temel ulusal haklarının iadesi için yapılması gereken mücadelede Kürd toplumunda ciddi algı farklılığı vardır.Kürdlerin halihazır önemli bir kısmının ümmetçi bir yaklaşım içinde olduğu bir vakıadır. Kürd dili, kültürü ve farklılıktan kaynaklanan duygu ve davranişların asimilasyoncu ve inkarcı bir sistem tarafından ezildiği ve aşağılandığı gerçeği bu kesimin halihazırdaki büyük çoğunluğu için çok fazla bir anlam ifade etmiyor.(Vicdanlı ve samamimi müslüman kürtleri tenzih ederim).Onların hayatına anlam katan şey,inandığı dini ve mezhebidir.Onun İçin Kürd sorunu, laik, seküler, solcu ve sosyalist Kürtlerin sorunu olarak algılanıyor(Son zamanlarda bu algı yavaş yavaş değişiyor olmasına rağmen).Peki seküler Kürdlerin (PKK-BDP çizgisi)30 yıllık savaşta toplumun bu şekilde ayrışmasında hiçmi günahları yok? Elbette bu süreçte çokça hatalar,haksız infazlar ve çokça günahlar işlenmiştir.Bu hareketin otoriter ve baskıcı yanlarının yanısıra, kendi içinde yaşadıkları infazlarla da acilen yüzleşmelerinin zamanı gelmiş ve geçiyordur.(bu başlı başına bir araştırma ve yazı konusudur) Ortadoğuda ve bölgemizde, yeni toplumsal yapılanmalar ve harita değişimleri kapıdadır ve gündemi zorluyor.Suriye Kürdleri şimdilik ileri öngürülerini ortaya koyarak ulusal birliklerini kurmuş gözüküyorlar.Türkiye Kürdleri de özgürlüklerine kavuşmak istiyorlarsa, kendi içindeki farklılıklara saygı ve hoşgörü temelinde demokratik yaklaşımlar gösterilmeli, birlik sağlanmalıdır.Bu en başta PKK-BDP yöneticilerine büyük görevler düşüyor.Denizdeki balık kuyruğuna benzer bir şekilde gelen fırsatı Kürdler yine ıskalayacakmıdır? yoksa bu özgürlüğe kavuşacakmıdır? bunu hep beraber yaşayıp göreceğiz.Op.Dr.Gencettin ÖNER Diyarbakır.24.07.2012

maandag 20 augustus 2012

Ortadoğudaki yeni yapılanmalar incelendiğinde bağımsız bir Kürt devletinin kuruluşu için ilk önce akan kanın, katliam ve vahşetin durdurulması hayati derecede elzemdir. Irak'ın ve Suriye'nin Kürt bölgesini içine alacak yeni bir federasyon kurulabilmelidir. İç savaşa sürüklenen Suriye’de tarafsız olduklarını açıklayan Kürtler - fırsatı değerlendirerek - Kobani, Afrin, Amude, Derika Hemko ve Kamışlı’da idareyi hâkimiyetleri altına aldılar. Halk tıpkı Irak’da olduğu gibi özgürleşiyor. Kendi öz yönetimiyle kendi idaresini oluşturmaya çalışıyor. Kim ne derse desin korku bulutları dağılıyor. Ele geçirdikleri bölgelerde idareyi ve giriş çıkışları denetim altına alan Kürtler adım adım devletleşmeye doğru gidiyor. Türk tarafı, bu durumu “beklenmedik gelişme” olarak görüyor. Aslında Suriye'de karışıklık çıktı çıkalı böyle bir risk vardı. Batı Kürdistan halkımız aktuel Suriye siyasetinden olumsuz etkilense, örneğin Suriye'ye yapılan devletler ambargosunu katmerli yaşasa, olası bir savaşta Türk ırkçı sisteminin başat hedefi olsa da, Arap ve Türk ırkçılığını yakından tanıdıkları için kalıcı bir Kürt statüsüne kavuşabilme şansları da vardır. Türk devletinin korkusu bu durumdur. Savaşın boyutlanacağı Suriye'de Kürtlerin ayrılmalarının olanağı artar. Baas sisteminin on yıllardır vatandaş bile görmediği, kendi ülkesinde hüviyetsiz yapılan Kürtlerin Zerdüşt güneşi altına çıkmaları olanağı var. Hatta savaş çıkmasa da Güney halkımız iyi bir örgütlülük yakalamış konumdadır. Pek çok Kürt siyasi partisinin karıştırdığı politik ve toplumsal kaosu PYD düzeltmeye çalışmaktadır. Güney halkının kazanımları iki başlılık nedeniyle, uluslaşmada bilinçsizlik nedeniyle heba edildi. Görünen o ki, Batı Kürdistan halkı birlik olmanın gereğini anlamış durumdadır. PKK ve Barzani bu güçleri ulusal bazda bir anlaşmaya yönelttiğine göre, Türkiye, İran ve Irak'a rağmen, bu parça; ya özgür Batı Kürdistan olur, ya Suriye'den kopup Güney Kürdistan'a bağlanır, ya da Güney değerinde bir federatif kazanıma ulaşabilir. Bağımsız bir Kürdistan kurmaları bu siyasal konjönktürde olanak dahilindedir. Burada sorun düşman değil, Kürtlerdir. Kürtlerin birliği düşmanlarımızı geriletir. Bir de dost ve düşman seçmede düştüğümüz hatalardan ders çıkarabilsek. Örneğin seksenli yıllarda Filistinlerin safında İsrail'e karşı savaşan Kürtler, sonradan Arafat'ın Saddam Hüseyin'i nasıl öpüp sevdiğini görmüş olmalılar. İsrail düşman yapılırken, FKO Saddam cephesinde Kürtlere saldırdı. Benim inancıma göre, Ortadoğu'da bir Kürt-İsrail işbirliği en doğru olanıdır.

vrijdag 17 augustus 2012

Günay Aslan / Özgur Politika: >>>Kürtlerin dönüşü

25 Temmuz 2012 Çarşamba 08:19gunayaslan@hotmail.deBunca mücadele ve bedel ödenerek gelinen bu aşamadan sonra Kürt halkını yeniden karanlığa gömmek artık mümkün değildir. Kürt halkı deyim yerindeyse artık kefeni yırtmış, dünya uluslar ailesi sahnesine çıkmıştır. Kürt siyasetinin bundan sonra yapması gereken Kürt halkını uluslararası demokratik toplumun ayrılmaz bir parçası haline getirecek olan kurumları yaratmak, bu yolda yaratılmış kurumlara da nitelik kazandırmaktır. Henüz bıçak sırtında yürüse de Kürt siyaseti yaşamsal önemi olan tarihi bir zaafiyeti aşmış, birliğini sağlamıştır. Kürt birliğinin toplumsal bir kesimleri içine alacak şekilde yaygınlaşması ve kalıcı olarak kurumlaşması için Ulusal Konferans’ın da behemahal toplanması kaçınılmazdır. Koşullar bunu zorunlu kılmaktadır. Kürt halkı önce kendi iç birliğini tam anlamıyla sağlamalı, ardından da bölge halklarıyla eşitliğe, kardeşliğe, özgürlüğe ve gönüllü birlikteliğe dayalı yeni ilişkiler kurmalıdır. Kürtlerin inkarı ve imhasına dayanan eski statüko artık parçalanmıştır. Ortadoğu’da yeni statüko oluşmakta ve yeni dengeler kurulmaktadır. Kürt halkı ve Kürdistan ülkesi bu dengelerin odağındadır. Bundan böyle herkesin hesabını- kitabını Kürtlerin varlığı ve kendi ülkelerinde söz ve karar sahibi oldukları gerçeğine göre yapmalıdır. Bu saatten sonra buradan geri gitmek,özgürlükten vaz geçmek mümkün değildir. Aksine özgür yaşamın gerekleri hızla yerine getirilecektir. İç ve dış koşullar bağımsız bir devletin kurulmasına izin veriyorsa (bana göre vermiyor) bu değerlendirilecektir. Vermiyorsa şayet, başka bir yol izlenecektir; izlenmektedir. Kürtlerle Türklerin birarada yaşama koşulları Türk devletinin izlediği ırkçı, acımasız ve aşağılayıcı politikalar nedeniyle epey bir aşındı ancak, yine de nesnel süreç Kürtlerle Türkleri federatif bir çözüm modeli etrafında ‘ortak vatanda’ biraraya gelmeye zorluyor. Elbette bu, bu aşamadan sonra Kürtlerden çok Türklerin bir meselesidir. Biraz da onlar düşünmelidir. Kürtlerle eşitlik ve özgürlük temelinde birarada yaşamak istiyorlarsa şayet bunun gereklerini yerine getirmelidirler. Kürt halkının son 10 yılda aldığı mesafe göz önündedir. Bundan 10 ya da 15 yıl sonrasında ortaya çıkacak tablonun nasıl olacağı da bugünden bellidir. 40 milyona varan nüfusu ve özgürlüğe olan susamışlığıyla Kürt halkını esaret altında tutmak artık kimsenin haddi değildir. Şimdi en azından Kerkük’ten Halep’e yeni bir Kürt devleti ortaya çıkmıştır. Biçimi ne olursa olsun; ister bağımsız, ister federal, ister otonom önemi yok; önemli olan Kürd’ün kendi ülkesinde özyönetimin belirginleşmesidir. Önemli olan demokratik Kürt iradesinin Kürdistan’da egemen hale gelmesidir. Dolayısıyla daha fazla kan dökülmeden ve çekilen bunca acıya yeni acılar eklenmeden bu sorunu adilane çözmek gerekmektedir. Kürt siyasetinin sık sık dile getirdiği gibi bu konuda top artık Türk devletinde, onun AKP Hükümeti’ndedir. Kaç gündür Ankara’da yoğun bir hareketlilik gözlenmektedir. Türklerin başkentinde zirve üstüne zirve düzenlenmektedir. Ankara’nın opsiyonlarını açık tuttuğu, askeri hazırlıklarını tamamladığı ve gelişmelere göre tavır alacağı anlaşılıyor. Türk basını Türk devletinin Suriye’deki gelişmelere hazırlıksız yakalandığını yazıyor ama, bu gerçeği yansıtmıyor. Zira, Suriye’nin bu hale geleceği en az iki yıl öncesinden belliydi. Türkiye’nin Suriye’yi Batı’yla uzlaştırma, Amerikan cephesine katma çabası sonuç vermeyince Esad’ın ipi çekildi. Esad sonrasının ne olacağı da tahmin edilmişti. Suriye Kürdistanı’nın da Kürtlerin, özellikle de PKK’nin öncülük ettiği hareketin eline geçeceği öncesinden belliydi. Tarih şimdi hızlı akıyor ama, nesnel süreç sürpriz yapmıyor. Olması gereken neyse o oluyor. Ayrıca tarihsel bir haksızlık gideriliyor. Dört parçaya bölünen ve ülkesi elinden alınan Kürdistan halkı şimdi parçalarını bir araya getiriyor, birleşiyor ve kendi ülkesinde söz sahibi oluyor. Türkiye’nin bunu kabul etmesi, buna saygı göstermesi ve bu ilkel ırkçı politikadan vaz geçerek, Kürtlerle ortak bir gelecek kurması her şeyden önce kendi menfaatinedir. Türkiye için Ortadoğu’da Kürtlerden ve Kürdistan başka sağlam bir müttefik de görünmemektir. Bütün sorun Türkiye’nin geçmişte izlediği ve halen terk etmediği Kürt karşıtı siyasetindedir. Ne ki Türkiye beş yıl kadar öncesinden başlayarak Güney Kürdistan özgülünde bu siyasetini yavaş yavaş terk etti ve orasıyla kalıcı ilişkiler geliştirdi. Güney Kürdistan liderliği şimdi Türkiye’nin bölgesindeki en sağlam müttefikidir. Güney Kürdistan-Türkiye ilişkileri de gittikçe gelişmektedir ve bu ilişkiler artık stratejik önemdedir. Fakat Güney liderliği, özellikle de Barzani aynı zamanda PKK’nin de müttefikkidir! Güney liderliğini bir eli Türkiye’de ama, diğer eli de Kürt siyasetindedir. Dolayısıyla Kürtlerle savaş Ankara açısından akıl karı değildir. Bölgenin ve dünyanın konjöktürü Türk devletine Kürtleri bir kez daha ‘tedip ve tenkil’e fırsat vermiyor. Türkiye’nin Kürtlerle uzlaşmaktan başka bir seçeneği bulunmuyor. Kürtlerle uzlaşmanın yoluysa köklü bir zihniyet değişikliğinden geçiyor. Kürdü köle, kendisini efendi gören ukala zihniyetin değişmesi, eşitlik ve özgürlük temelinde yeni bir ilişkinin kurulması gerekiyor.

vrijdag 10 augustus 2012

SEVR BARIS ANTLASMASI’NIN KURDISTAN DEVLETI’NIN KURULMASINI ÖNGÖREN;

Kürtler dünyaya yüzyıldır bu terör rejimlerinin gerçek yüzünü anlatıyor. Hem de bedel ödeyerek. Katledilerek. Sömürülerek. Tabi ki buna karşı direnerek, “ben de varım” diyerek, kendisine yapılan haksızlığı haykırıyordu. Ama dünya bu çığlığı pis çıkarları için duymazlıktan geliyor ve bu terör rejimlerini sürekli destekliyordu. Bu terör rejimlerinin kendi uluslarını, başka ulusları, insanları nasıl inim inim inlettiklerini bildikleri halde ses çıkarmadılar. Kendi eserleri olan bu zalim rejimlerle, içten gelişen demokratik muhalefeti elbirliğiyle sürekli ezdiler. Kuzey Kurdistana donersek: Kürdistan olmayan bu zorlama taslakta “Modelimiz, Türkiye’nin tüm diğer bölgelerinde de uygulanabilecek bir demokratikleşme modelidir. Türkiye ve Kürdistan’ı ortak vatan olarak görmekteyiz.” Denilerek tam anlamıyla kavramların genetiği de alt üst ediliyor. Kürd halkının Kürdistan´daki resmi devlet otoritesi ile ilişkileri ne olacak? Taslakta Türk ordusu, yargısı, bürokrasisi, il idaresi, valilik, kaymakamlık vb kurumlarına ilişkin herhangi bir değerlendirme bulunmamaktadır. Örneğin valileri kim seçecek, ordu polis gücü nasıl olacak… Bütün bunlara dair somut bir görüş belirtilmiyor.”Halk kendi savunmasını oluşturacak” türünden yuvarlak laflarla Kürd ulusunun statüsü belirlenmiş olmuyor. İki vatan nasıl oluyor? Kürdistan diye bir vatanları olan Kürdler, hangi ahlaki ve insani nedenle Türkiye´yi de ortak vatanları olarak görmeliler? Bu güne dek Dünyada hangi ezilen, sömürge Kürdler adına “dünya globalleşti, ulus-devlet dönemi geride kaldı, Kürdler için devlet gerekli değildir” sözleri de bu akıl tutulmasının sonucudur. Dünyanın bu üçüncü globalleşme dalgasında 10’dan fazla yeni devlet kuruldu. Hiç kimse “ulus-devlet dönemi kapanmıştır, bize yeni devlet gerekmiyor” demedi. Kürdlerin Kürdistan toprağında devletleşmesi mümkün ve gereklidir. Her Kürd siyasetçisi Kürdlerin kendi geleceklerini belirleme hakkını savunmalıdır. Sömürgecilerin Kerkük’ün Kürdistana katılmasını istememelerinin nedeni de Kürdlerin devlet olabilecekleri gerçeğidir. Kürdistan’ın birliği ve özgürlüğü bu nedenle sömürgecilerin korkulu rüyası, kabusudur. Kürdistan sömürgecilerinin Kürdistan’ı egemenliklerinde tutmak için yaptıkları işbirliğinin çok daha fazlasını Kürdler yaşama geçirmelidir. Sömürgecilerin Kerkük saldırganlığına karşı en iyi cevap, yurtsever güçlerin ortak akla dayanan mücadeleci, ulusal birliğini gerçekleştirmektir. Kürd ulusal haklarını kapsayan bir federasyon, şu siyasi koşulları içermek durumundadır: 1. Kürdistan coğrafyasının birliğinin zemini üzerinde ve siyasi ayrılma hakkına sahip olması. 2. Kürdistan federal parlamentosunun, özerk yasa çıkarma yetkisine sahip olması. 3. Kürdistan federal mahkemelerinin bağımsız olması. 4. Kürdistan federal coğrafyasının güvenliğinin, idari ve siyasi olarak Kürdistan Federasyonuna bağlı güvenlik güçleri tarafından sağlanması. 5. Kürdistan coğrafyasının zenginlik kaynaklarının tasarruf hakkına sahip olunması Güney Kürdistan deneyimi gösterdi ki ezen-ulus devletlerle siyasi federasyonlu yaşamak mümkün görünmemektedir. Irak totaliter Baas rejimi yıkıldı ve bu totaliter rejimin muhalifleri ile 1992’den beri oluşan Güney Kürdistan Federal Devletiyle birlikte yeni bir anayasa ile yeni bir Irak Federal Devletini kurdular. Kürdistan Federal Devleti, ortak ve eşit olarak siyasi egemenliği paylaşan ve kurucu bir öğesi olmakla birlikte, Irak Federal Devleti, anayasasına rağmen, Kerkük vb Kürdistan coğrafyası sorunu, Peşmerge, gaz, petrol vb sorunların çözümüne yaklaşmamakta ve hatta yeniden Kürdistan’ı işgale hazırlanmaktadır. Buna karşın bir federal devlete sahip Güney Kürdistan ulusal güçleri, kendi kaderini tayin hakkı ilkesini gündeme taşımıştır. Onun içindir ki demokratik ve ulusal haklar mücadele ile kazanılır ve savunabilecek kadar örgütlülüğü de söz konusu olabilirse kalıcı olabilir. Ancak kalıcı niteliğine sahip haklar demokratik ve ulusal haklardır. Ezen-ulus devletinin istediğinde rafa kaldırabileceği haklar ise demokratik ve ulusal haklar değil, burjuva demokrasisi haklarıdır. Güney Kürdistan deneyimini de akılda tutarak, yukarıda beş madde halinde belirtilen siyasi koşulları içermeyen bir federasyon talebi, bir ulusal/siyasi federasyon değil bir idari federasyondur. İdari federasyon, ulusal hakların değil ancak, kolektif azınlık hakların çözümünü sağlayan bir idari yapılanma olabilir. Ulusal/siyasal federasyon, ezen-ulus devletiyle egemenliği ve /veya iktidarı paylaşmaktır. İdari federasyon, ezen-ulus devletin bir organı ve/veya taşeronu olmaktır. SEVR BARIS ANTLASMASI’NIN KURDISTAN DEVLETI’NIN KURULMASINI ÖNGÖREN; 62, 63 ve 64. MADDELER: “Madde : 62 – Ingiltere, Fransa ve Italya hükümetlerin tayin edecekleri birer üyeden olusacak ve merkezi Istanbul’da olacak üc kisilik bir komisyon kurulacaktir. Bu komisyonun görevi bu antlasmanin imzalanmasindan sonra alti (6) ay icinde, Firat’in dogusunda bulunan ve sinirlari ileride saptanacak olan Ermenistan sinirinin güneyi ile Osmanlinin Suriye ile olan sinirinin kuzeyinde ve Mezopotamya’da yer alan ve halkinin cogu Kürt olan bölgeler icin, antlasmanin 27. Maddesinin II, 2 ve 3 derecelerine uygun olarak, dahili otonomi planini hazirlayacaktir. Herhangi bir sorun karsisinda oybirligine varilmamasi halinde, komisyon üyeleri durumu kendi hükümetlerine ileteceklerdir. Adi gecen plan, bu bölgeler icinde bulunan Süryani, Keldani ve diger etnik, dini topluluklarin tüm azinlik haklarini garanti altina almak zorundadir. Ve bu amacla Ingiliz, Fransiz, Italyan, Acem ve Kürtleri temsilen kurulacak bir komisyon, bizzat yerinde incelemelerde bulunulacak ve gerek Osmanli devleti dahilinde ve gerekse ayni sekilde Iran sinirinda yapilacak bir degisiklik sözkonusu olursa, bu degisiklikler, antlasmanin icerigine uygun bir sekilde gerceklestirilecektir. Madde : 63 – Osmanli hükümeti su andan itibaren, 62. maddesine göre kurulmus bulunan her iki komisyonun bildirecekleri kararlara alnen uymayi ve bu kararlari üc (3) ay icinde uygulamayi üstlenir. Madde : 64 – Eger Komisyonun saptadigi tarihten itibaren gececek en cok bir yillik sürec icerisinde, 62. maddenin kapsami icinde bulunan Kürt halki yani bu bölgede oturan halk cogunlugu, Osmanli devletinden ayrilarak tamamen ‘Bagimsiz’ olmak arzusunu belirtir ve Milletler Toplulugu Cemiyeti’ne basvurursa ve eger Cemiyet bu halkin bagimsizlik istegini gerceklestirebilecek kapasitede bulunduguna inanirsa ve bunun yerine getirilmesini tavsiye ederse, Osmanli devleti bu istege aynen uymayi ve bu bölgedeki bütün hak ve unvanlarindan vazgecmeyi ve kendisini buna göre ayarlamayi simdiden üstlenir. Bu vazgecme isleminin ayrintilari, baslica müttefik güclerle Osmanli devleti arasinda varilacak özel bir sözlesmeye baglanacaktir. Bu vazgecme isi tamamlandiktan ve Kürdistan devletinin bagimsizligi gerceklestirildikten sonra, bu bagimsiz Kürt devletiyle günümüze kadar Kürdistan’in bir parcasi olan Musul ilinde yasayan Kürtlerin kendi istekleriyle birlesmeyi istemeleri halinde müttefik gücler bu birlesmeye karsi hicbir itirazda bulunmayacaklardir.”