dinsdag 29 juli 2008

İstanbul Güngören'deki iki patlama devlet isi.....!!!!

İstanbul Güngören'deki iki patlamada 17 kişi öldü, 154 kişinin yaralandığı terörist saldırı, ABD konsolosluk olayının bir devamıdır, ABD konsolosluk eyleminde gözaltındaki zanlılar, saldırıyı sözümona organize eden Erkan Kargın'ın, devlet içinde görevli bazı kişiler tarafından eylem öncesinde sık sık ziyaret edildiği gerçeği ortaya çıktı. Bunu aydınlatmaya çalışan polis, ilginç bilgilere ulaşıyor. ABD Başkonsolosluğu'nun önünde gerçekleşen saldırıyla ilgili soruşturma derinleşirken birden önü kesildi ve işte onun devamı Güngören katliamı.. Konsolosluk olayında, olayı yöneten 1. eleman korunmaya alındı, eyleme kandırılıp getirilen 3 kişi, başarısız olunca kontrolcu 2. eleman tarafından olay yerinde infaz edildiler: Eylemde öldürülen saldırganların kimlikleri de El Kaide veya PKK militanlarının kimlik özelliklerine uymuyor. Saldırganlar Ülkücü ya da daha önce hırsızlıktan sabıkalı. Bugüne kadar yakalanan El Kaide militanlarının geçmişleri incelendiğinde ya sabıkasız ya da İslamcı eylemlerden gözaltına alınmış kişiler, bu lümpenlerin buraya para için kandırılıp getirildikleri kesin...Bu ise bilinen devlet çetelerinin işi...Eylemi El Kaide'ye bağlayan tek bilgi saldırganlardan birinin isminin daha önce İBDA-C (bu örgüt gene MGK denetiminde taşaron bir örgüttür) ile ilişkilendirilmesi. Ancak Ağrı'daki bir operasyonda Hizbullah'a ait örgüt evinde seri numarası Ümraniye'de ele geçirilen Ergenekon bombalarıyla aynı olan bombalar ele geçirilmişti. Asker sivil elit yönetici devlet çeteleri, DEV-SOL, TİKKO, Hizbullahçıları, Ülkücüleri ve PKK'lıları kullanmaya ve kontrol altında tutmaya devam ediyorlar. SOL, MGK yanlısı kesilen üfürükçü ALEVİLER ve PKK, FAŞİZAN BİR OLUŞUM HALİNİ ALMIŞLARDIR!Sivil - asker çetelerin naylonları sol örgütler, Alevi geçinen çağdışı yobaz kırıntıları, faşist hareketin şimdiki belkemiğidirler. A. Öcalan cezaevinden herkesin gözü önünde örgüt yönetiyor? Devlet çetelerince masum Kürt köylülerine karşı yapılan yüzlerce katliam eylemlerinin hepsine sahip çıktı, böylelikle bu çetelerin paravanası olduğunu da ispatlamış oldu. Ama şimdi Tansu hanım için bunu yapmak istemediğini söylüyor, ona kıyamamış!!! Geçen yıl özel savaş timlerinin açık vermeleri, üstü örtülemeyecek kanlı cinayet zincirlerinin bazı yerlerden kopmaları sonrasında, işte tam bu esnada PKK imdada yetişti. Örgütün eylemlerinde görülmemiş bir artış meydana gelmeye başladı. PKK saldırıyor, şehit cenazeleri artıyor, malum medya da ısrarla bu örgütü ortadan kaldırmak için seçimleri bir kenara bırakıp bir an önce Kuzey Irak'a girmek gerektiğini dillendiriyordu. Medya, 'Kuzey Irak'a girelim' dedikçe PKK eylemlerini arttırıyor, PKK eylemlerini arttırdıkça malum medya 'Kuzey Irak'a girelim' diyordu. PKK her gün 'daha ne duruyorsunuz?' der gibi eylemler yapıyor, Türkiye her sabah bu eylemlerle ve ardından yapılan yorumlarla uyanıyordu. Ancak bütün bu çabalara rağmen TC ve onun PKK si, bazı gerçeklerin ortaya çıkışını engeleyemedi. Genelkurmay Irak Kürdistan'ına PKK bahanesi ile, seferi miljonlarca dollar olan saldırılar yapmaya devam ediyor, ama ne gariptir ki bu saldırılar şimdiye kadar Türkiye bütçesine 100 milyonlarca dollara mal olmasına rağmen karşılığında tek bir PKK merkez komite üyesine bir şey olmamıştır. Bu, danışıklı bir döğüştür. Ergenekon ilişkilerinde, paşalar Panzehir isimli dökümanda yargı süreci reci devam ederken Öcalan'ın medya aracılığı ile mesaj iletmesine imkan verilmesi yerine, yazılı mesajlarının güvenilir kuryeler aracılığı ile iletiminin sağlanmasının daha akılcı olacağı belirtiliyor. Dökümanda 'Öcalan'ın İmralı'daki tutukluluk ve yargı sürecinden yararlanılarak, PKK başkanlık konseyi içinde yer alması sağlanacak kadrolar ile PKK'nın ABD ve AB kontrolünden kurtarılarak doğrudan Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlanmasının sağlanabilmesi gerektiği...' 'Öcalan emekli olmamıştır, ve emekliliğe de kendisini hazır hissetmemektedir' denilen belgede ayrıca, Ocalan'ın Suriye'den ayrılmadan önce JİTEM şefi Küçük'e haber ve mektup göndererek 'Teslim olmak için muhatap arıyorum' dediği vurgulandı. Öte yandan belgelerde PKK ile kurulan ilişkinin DHKP/C ve Hizbullah ile de kurulduğu, Küçük'ün DHKP/C lideri Karataş'la görüştüğü belirlendi. Şimdi ise, ' Savcı beni de dinlesin' diyor Abdullah!!!Türk devleti için en önemli bölge hala İran, Irak sınırdır ve apoculuk özel oılarak o bölgelerde besleniyor. Şemdinli bomabalanması öncesinde oldukça zayıf düşen apoculuk bombaların patlatılması ile güçlendirildi. Diyarbekir’deki bombalama (3 ocak 2008) sonrasında apocuların eyleme sahip çıkması, apocuları oldukça zor durumda bırakmıştı. Kürdistan’ın güneyine düzenlenen kara operasyonu ve Newroz kutlamaları apoculuğun güçlendirilmesi için kullanıldı.Bu Türk devletinin hala apoculuğu tasfiye etmeğe yanaşmadığı anlamına geliyor. Yani Türk devleti içerisinde etkin olan ve Kürdistan’da hakim olan güç, savaşsız bir çözümü kabul etmediğini gösteriyor. ABD, AB ve Kürdistan Bölgesi ve bazı Türk güçlerin kabul ettiği askeri olmayan çözüme karşı yapılan bir harekettir. Olan, Türkiye ve Kürdistan halkına olmaktadır. Türkler için de durum aynıdır. Eğer amaç Kürtleri kırmak ise ve eğer Kürtleri kırmak mümkün olsaydı, Türklerin davranışı anlaşılır olurdu. Fakat ABD ve AB Kürtler ile ilgili talepleri daha yoğun ve daha baskın hale getirirken, Kürtleri kırmak mümkün deiğil ve mümkün olmadığını Türk generalleri de ittiraf ediyor. Kürtler adına davrandıklarını iddia eden apocuları taleplerinde geriletmek amaç olamaz, çünkü apocular Türk devletinden hiçbir şey istemiyor. Abdullah Öcalan için bir şeyleri ister gibi yapıyorlar ama Abdullah Öcalan bir önceki görüşmelerde yerinden memnun olduğunu ve İmralı da kalmakta devam edeceğini söylemişti. Kaldı ki Abdullah Öcalan’ı serbest bıraksalar da gidecek bir yeri yok. Solculuk adına eylemler yapacağını sanan masum gençler 'DEV-SOL yönetimi' diye kendini adlandıran faşist bir komitenin ölüm mangalarınca kullanılıp teker teker öldürülmeye devam edliliyorlar. Sahte sol son 1 mayıs eylemlerinde olduğu gibi direkman MGK için eylem yapıyor? Son eylemlerin de deşifre edilememiş ana çete tarafından gerçekleştirilme ihtimalini artırıyor. Zaten son darbeyi vuracak olan da bu çete olacaktır. Ergenekon, deşifre olmuş marjinallemiş elemanların yemlik olarak ortaya sürülmesidir. Bu eylemlerin amacı, daha fazla detaya girilmesini engellemektir, çünkü ' kendini bilmezler' daha ileri giderlerse feci şeyler olur!. 10 000 lerce faili meçhul cinayetin sorumluları ortaya çıkabilir... Doğrudan masum kitleleri ve memurları hedef alan bu saldırılar aynı zamanda devlet reformları isteyen baş düşman demokratik güçlere bir gözdağı niteliğindedir . Terör ortamına yön verebilmek için `naylon terör grupları` oluşturulmasını amaçlayan Ordu özel savaş birimlerinin yapılanmasının diğer örgütlerle de temasa geçip yönlendirdiği iddiaları kamuoyuna önceden yansımıştı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi`nin incelediği iddianamede, Ergenekon`un sol tandanslı örgütlerin yanı sıra Hizbullah`la olan derin bağlarına da yer verildiği öğrenildi. İddialara göre en somut bağlantı ise 12 Haziran 2007`de Ümraniye`deki bir evde ele geçirilen 27 adet el bombasıyla ortaya konuldu. Ergenekoncuların eylemlerde kullandığı bombaların, Mart 1999`daki Hizbullah operasyonunda ele geçirilen el bombalarıyla aynı kafile ve seri numaralı olduğu tespit edildi.Hizbullah örgütüne yönelik en büyük darbe, İstanbul polisi tarafından 17 Ocak 2000`de indirildi. Örgütün lideri Hüseyin Velioğlu ölü olarak ele geçirildi, yakalanması apaçık ortadayken konuşmasın diye İNFAZ EDİLDİ. Operasyondan iki gün sonra Üsküdar`da bir eve yapılan operasyonla da Hizbullah`ın, eşi görülmemiş bir toplu mezar vahşetine giriştiği ortaya çıktı. Evin kazılan her köşesinden toprağa gömülmüş cesetler çıktı. Ama bu mezarların asıl kazıyıcıları yollarına devam ettiler. Celladın çingenesi fazla açık vermişti!!!Emekli generallerden ve adi katillerden olşan Ergenakonun deniz üstünde görünen büyük buzun görünen kesimidirler, fakat zirvesi değillerdir.Bizim bundan çıkaracağımız sonuçlar arasında, Türkiye' de bugune kadar sol cepheyi perde arkasında Kemalistlerin yönlendirdiği verisidir. Türk solculuğunun pratiği, “Kürtlerin , Zazalarin, Lazların ve diger azınlıkların asimilasyonuna, Kemalistlerin demokrsinin gelişimini, (kafalarda) yerleşmesini dizginlemesine yardımcı oldu. Sahte çarpık solcular, generallerin iktidarı ellerinde bulundurmalarina, statükoyu korumalarına, farklı etnik kimlikteki halklarin asimilasyonuna hizmet etmekten başka bir işe yaramadılar.Bu konuya en güzel örnek “Sabanci cinayeti”dir. Elazığlı büyük DEV-SOLCU Dursun Karataş, Sabanci cinayetinin planlamasi ve icra edilmesinde generaller ile beraber işler çevirmiş, diğer sol örgütlerden masum devrimcileri öldürtmüş, kısaca devletine sadık kalmış bir ajandır. Sonra icracılardan bazı tetikçileri de ağababası gibi kurnazca infaz ettirmiş, ' açlık grevleri' diye bir çok masum insanın Himler' in pratiğine benze şekilde, gönüllüce infazını sağlamıştır. Dursun Faşisti, Şili, Afrika ve Arjantin cuntalarının pratiğinden de geri kalmamış...Sonuç olarak binlerce masum insan kayboldu, sakatlandı, veya kim vurduya gitti, katillerden bazıları da hala bu infazlara devam ediyorlar: bunlardan ne zaman hesap sorulacak?

woensdag 23 juli 2008

Mustafa Elveren (Em.Öğrt.)


  • Euro Atatürkçüleri

    Ergenekon soruşturması kapsamında Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün’ün evinde yapılan aramada; evdeki kasalardan birinde iki buçuk milyon Euro, diğerinde ise yaklaşık aynı değerde çeşitli altın ve ziynet eşyası tespit edildiği polis tutanaklarından anlaşılmıştır. Olayı basında izlerken aklıma birkaç yıl önce TV.de yapılan bir tartışma programını getirdi.
    ATO Başkanı Sinan Aygün, MHP’nin eski milletvekili Rahmetli Mehmet Gül, DTP yöneticilerinden şimdiki Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın katıldığı, isminin son hecesi Türk ile biten TV. Kanalının ceviz kabuğuna benzeyen yamuk sunucusunun sunduğu program bir ara gözümün önüne geldi.
    Beyaz gömleğinin yakasında kırmızı-beyaz kravat, ceketinin yakasına ise, ay-yıldız içine yarleştirilmiş Atatürk rozeti, ayrıca elinde tuttuğu Türk Bayrağı rozetini de Sırrı Sakık’ın yakasına zorla iliştiren Sinan Aygün, Sırrı Sakık ile o programda yaptığı tartışmanın bazı sözlerini hala hatırlıyorum. İşte o sözlerin bir bölümü şöyleydi;
    S. Aygün: -Kınıyormusunuz?
    S. Sakık : -Kınamakla sorun çözülecekse, gelin hep birlikte her iki tarafı da kınayalım. Fakat, sorunlar kınamakla çözülmüyor…
    S. Aygün: -(Elindeki Türk Bayrağı rozetini Sırrı Sakık’ın yakasına iliştirmeye çalışıyor) Bak ne güzel yakıştı değil mi?
    İradesi dışında yakasına takılan rozeti çıkaramama ezikliği içindeki Sırrı Sakık’ın çaresiz proğramın sonuna kadar nasıl kıvrandığını yüz hatlarından anlaşılıyordu.
    Ne tesadüf ki, ATO Başkanı Sinan Aygün de birkaç gün önce “Terör” suçlamasıyla göz altına alınmıştır. Emniyet sorgusuna götürülürken gazeteciler soruyor;
    -Evinizdeki kasada iki buçuk milyon Euro bulunduğu doğru mu?
    -… ?
    -Sayın Aygün Niçin göz altına alındınız?
    -“Atatürk’ü sevmekten”
    -Ama o paraların hiç birinin üstünde Atatürk resmi yoktur.
    -…?
    Adettendir, bu tür paraların kaynağını daha önceden de Tansu Çiller ve benzerleri tarafından hep babadan kalma olarak açıklamışlardı. Sinan Aygün de öyle yaptı. Euro'nun kaynağını, “babadan kalma dükkanın satışından elde edilen gelir ile kızı Burcu'nun düğününde toplanan 30 torba altın olarak” açıkladı.
    Bu ve bunun gibilerin niçin “vatan-millet-sakarya” edebiyatını yaptığını şimdi anladınız mı? Bunlar Euro Atatürkçüleridirler. Atatürk’ün arkasına sığınıp, kasalarını doldurmaya devam ediyorlar. Yani vatanseverliğe devam ediyorlar. Nazım’ın dediği gibi vatanseverlik bu ise, biz de bunlara karşı vatan hainliğine devam edeceğiz.

dinsdag 8 juli 2008

TÜRK GLADYATORU

Türkiye'nin tarihi aydınlatılamayan cinayetlerle, vahşetlerle dolu: Küçük Asya' da Osmanlı' nın kan emici kültürü bir türlü yıkılamadı.Ergenekon soruşturması süreklilik kazanan karanlık olayların aydınlatılması için bir vesile olmalıyken konu hızlıca saptrılmaya çalışılıyor. Genç-palu Seyh Sait, Dersim, Zilan, Koçgiri, 1915 Ermeni soykırımı ve arkasından Karadeniz Rum Pontus halklarının kırımı, askeri darbeler hazırlığı için yapılan kıyımlar, Hrant Dink cinayetinden, Malatya kıyımına, Santoro cinayetinden Kışlalı suikastına kadar üstüne gidilmeyen, gidilemeyen tüm dosyalar ciddiyetle ele alınmalıyken esas GLADYATOR yumruğunu yere vuruyor ve deşifre olmuş bazı emekli subayları göstermelik şekilde tantanayla ortaya sürüp ana gücünü korumaya devam ediyor. Ergenekon soruşturmasıyla tasfiye edilmek istenilen kesimin uçlaşmış ve marjinalleşmiş olmaları dikkat çekicidir. Adeta ‘ipini sermiş, ununu elemiş’ bu kesimlerin geçmiş pratiklerinin ardında ki siyasetle yüzleşilmemesini bir gelişme olarak değil aslında bir tehlike olarak yorumlamak mümkündür. Genelkurmay’ın bu gelişmeler karşısında sözde ‘ordu disiplinine aykırı davranmış’ emekli artıklarının tasfiyesi karşısında kendi itibarını yeniden kurma niyetinde olduğu çok açıktır. Bu sürecin demokratikleşmeye değil itibarını ve otoritesini daha da sağlamlaştırmış bir askeri gücün siyaseten daha inisiyatifli bir hale gelmesine yol açması olasıdır. En azından Kürtlere karşı uygulanacak siyasette böylesi bir sonuç ortaya çıkacaktır. Hem bu soruşturmaya yaklaşımla hükümetle sözleşmesini Org.Başbuğ şahsında yenilemiş hem de otoritesini tekrar kurmuş olacaktır. Emekli askerlerin soruşturmasına onay veren Genelkurmay’ın mevcut başkanının Şemdinli’deki ‘iyi çocukları’ sahiplenmesi başka nasıl izah edilecektir.Gladyator denilen TC derin devleti' nin içeri tıktıkları birer maşadır, pilleri bitmiş emekli ve deşifre olmuş elemanlardır. Bunları tasfiye etmenin zorunluluğu vardır, çünkü bunların bu saaten sonra yapacakları tek şey öne çıkıp arkada ki büyük canavarın yani TÜRK ORDUSUNUN devamlılığını sağlamaktır.
Avrupa pazarlarında akan “eroin” kanalları, her adım başı kurulan camilerin cinayetli, işkenceli paylaşım savaşları mekanı olması, futbol adına Türk bayraklı eylemlerle Avrupa halklarına korku salınması, her neyse, devlet destekli din tacirleri için Kürdistan, hep verimli avlaktı. Dün öyleydi, bugün de böyle. Kürdistan halkı, sülale boyu, güçten güler yüz görmemiş, hep itilmiş, görüldüğü yerde “ben devletim lan” bağırtısı koyuvermiş sivil ya da üniformalı maaşlılar tarafından tokatlanmış, sorgusuz sualsiz öldürülmüş, evi, köyü eğlence niyetine yakılmış fukara Kürt, derdine yanarken, eli tesbihli, gözleri yarı yumuk, dudakları kıpır kıpır kıpırdayan birini görünce, “gaddar polisin yanında, iyi kalpli polis” rolüne çıkmış görevli, “din peçeli rejim muhafızı” olduğunu, aklına bile getirmeden, ona sarılmaya devam ediyor, Allah, din, iman dolu dizgin “devşirmeciliğe” koşuyor, bir insan teslim edenler, döndürülmüş, başkalaştırılmış, ırkçı rejim muhafızı bir tip teslim alıyor, yine de “oğlum okutuldu, Allah razı olsun” demeye devam ediyor. 1980’lerde, “dini terbiye” adına, bir vuruşta, 2 000 Kürt genci toplandı. O da “Allah için”di. Sonra Hizbullah çeteleri (Hizbi Kontra) olarak, kendi halkının, hatta ailesinin tepesinde belirdiler, bunlar. Diyarbakır ve Batman’da bangır bangır Kürtçe müzik bağırtan Ergenekon kontralarına uşaklık yapmaya devam ediyorlar.
Kürtler, Türkler, Aleviler, Lazlar, Rum ve Ermeni kökenli, kimliğini unutmuş Anadolu halkları cahilce faşist AKP müslümanlarına, Sabataycı CHP ve ORDUYA 'ya güveniyor, onların oyunlarına gelmeye devam ediyorlar. Laiklik adına Şafi ve Sunni İslam barbarlığının en büyük savunucularına dalkavukluk yapmanın sonu yoktur. Solu, solun değerlerini, ilkelerini çoktan terk etmiş, üretmeyen, gerici, parazit Osmanlıcı kodamanlar yönetimi sayesinde de nice nice Tayyip’lerin yolu var. TC ordusu, " her köye bir cami, her köye bir imam, her okulda zorunlu din dersi", şeklinde pratikleşen bu somut İslamı 1980 lerde oluşturmaya başlamadı mı* Kenan Evren ve 1981*82 MGK belgelerine bakınız- ?!
Bunların tek amacı, hangi yoldan olursa olsun Zaza, Laz ve Kürtlerin baskı altında tutulmasıdır: AKP, CHP, Fetullah, Hizbullah, ERGENEKON bunun için vardır ve olacaktır, bu noktadan sonra bunların başka bir fonksiyonu da olmayacaktır, Sabataycı militer - sivil elite tabakasınca bunlara verilen görev de budur. Savaşı kürtler başlatmadı. 1980 darbesi kürtlere karşı yapıldı. Gözaltına alınan 900 bin insanın ezici çoğunluğu kürtlerdi. İşkence ve kaybetmelerle, köylerin sivil-savunmasız insanlarına kadar uzanan cinsel saldırı da dahil diğer ağır baskı biçimleri uygulamakla, varolan kürt örgütlerinin de üzerinde kürtlerin tümüne yönelik olarak kapsamı son derece geniş tutulmuş bir baskı çemberi kuruldu. Kürdistan'ın her sokağı, her köyü, istisnasız her evi silahlı denetim ve baskı altına altına alındı. Kürtlere savaşmak dşında hiçbir yol bırakılmadı. Savaşın gerekçeleriyle birlikte savaş hali tarafından oluşturuldu ve yürürlüğe kondu. Zazalar ve Kürtler olarak, Müslümanların ve Askerlerin 170 yıldan beri Anadolu - Mezopotamya halklarına dayattıkları oyunu bozmak için, faşist şovenist dalgaya karşı eşitlik ve özgürlük şıarını yükseltmeli ve kendi bağımsız yolumuzdan ilerlemeliyiz. Kürdistan Zaza Kürt Alevi, demokrat ve ilerici güçler bunun bir yerde güç denemesi olduğunuda unutmadan hareket ederek, aktif rol oynamalı ve güçlerini birleştirerek militer Ergenekon, Köy koruyucuları, Türk polisi ve askeri, Türk İslam faşizminin Kürdistan' dan kovulması için çalışmalıdırlar.
Ne Osmanlıcı Müslüman çetelerin ve askeri darbe şakşakçısı zalimlerin sözcüleri, MHP - CHP... Ne yeşil sermayenin ajanı sahte demokrat, Yavuz Selimci İslamcı AKP... Bu partiler yıllardır kandırdıkları halkımızdan utanmazca destek aramaya devam ediyorlar. Türkiye’de demokratik sistem hiç yoktu ki şimdi bir duvara çarpsın. Sistemin sahiplerinin onu demokrasi gibi sunmaları, kendilerini değilse bile, halkı aldatmaya yönelikti.Çünkü bu ülkede, nüfusun üçte birini oluşturan Kürtler için demokrasi hiç var olmadı. Bugün de sistem, Kürtlerin haklarını tanıyacağına onlara karşı savaşıyor, Kürdistan’ı altüst ediyor.Bu ülkede, nüfusun dörtte birini oluşturan Aleviler hiçbir dönemde inanç özgürlüğüne sahip olmadılar. Onlar için de demokrasi yoktu.Müslüman ya da Hıristiyan; Rum, Ermeni, Gürcü, Laz, Çerkez, Pomak, Boşnak, Arnavut, Arap, Roman ve öteki etnik gruplar, hiç bir dönemde dil-kültür ve inançlarında özgür olmadılar. Onlar için de demokrasi yoktu.Bu ülkede işçiler, emekçiler hiçbir dönemde siyasal, sendikal haklarına tam olarak sahip olmadılar. Onlar için de demokrasi var olmadı.Bu ülkede aydınlar hiçbir dönemde, sistemin uygulamalarıyla çelişen görüşlerini özgürce dile getiremediler. Burada zindanı, işkenceyi tanımamış aydın aydından sayılmaz... Acımasızca yok edilenler, sürgünde ölenler de cabası...Ülkede geçerli sistem uzun dönem militarizme dayalı Kemalist diktatörlüktü. Sözde çok partili yaşama geçildikten ve seçim yoluyla hükümetler değiştikten sonra da demokrasi bir görüntü olmaktan öteye gidemedi. Ülkede darbeler birbirini izledi. 12 Mart ve 12 Eylül’ün ardından ise sistem tam bir faşizme dönüştü.Bugün o faşist çarkın, “Anayasa” adlı polis tüzüğü dahil, tüm kurumları ayakta... Bu Anayasa Mahkemesi de, MGK da, YÖK de bu darbelerin ve faşist çarkın ürünleri.Generaller ülkeyi doğrudan, darbeler ve cuntalar eliyle yönetmedikleri zaman da sivil görünümlü hükümetleri ve parlamentoyu denetlediler. Ordunun sopası hep yürütmenin ve yasamanın, hatta yargının tepesinde oldu. Ülkeyi MGK eliyle ve “gizli anayasa”larla yönettiler. Parlamento, şu Anayasa Mahkemesi tüm yetkilerini resmen elinden alıncaya kadar da hiçbir dönemde özgürce yasa çıkaramadı. Ama bu hükümetlerin ve parlamentonun kendisi de zaten demokrasiyi değil, militarizmi, şovenizmi içselleştirmiş. Sistemin sivillerinin sistemin askerlerinden bir farkları yok.Örneğin 1960 darbesiyle devrilen Menderes ve arkadaşları ne ölçüde demokrattılar? 1959 yılında, yakalayıp Harbiye’nin zemin katındaki karanlık ve rutubetli hücrelere koydukları, bir yıla yakın süre hakim önüne çıkarmadıkları 49 Kürt aydınına yönelik tavırları nasıl bir şeydi? Kürt devleti kurmaya çalışmakla suçlanıp TCK’nın 125. maddesi, yani idam talebiyle yargılanan bu aydınlar ne yapmışlardı? Ne ellerine silah almışlar, ne de açık ya da gizli bir dernek kurmuşlardı. İşin garibi, hükümetin inisiyatifiyle hazırlanan gizli raporda, bu Kürt aydınları komünist olarak gösterilip, Amerika’ya ve NATO’ya komünizmle mücadele ediliyor görüntüsü verilerek yeni mali ve askeri yardımlar isteniyordu...Ya 1955 yılı 6-7 Eylülünde İstanbul’daki Rum ve Ermeni azınlıklara karşı düzenlenen kanlı provokasyon?..Menderes, Bayar ve arkadaşları işte böyle demokratlardı! Ya Menderes’ten sonra gelen siviller?.. Hayatı demagojiyle, halkı aldatmakla geçen, post uğruna her türden katille, faşistle, askeri cunta ile işbirliği yapmaktan geri kalmayan Demirel?.. “Karaoğlan” ve “umut” imajıyla, sol kılıkla sahneye çıkıp, elinde güç varken ülkenin sol ve demokrasi güçleriyle ittifaktan kaçınan, şer güçlerini yatıştırmak için habire sola ve demokrasi güçlerine vuran, Kürt asıllı olduğu halde hayatı boyunca Kürtleri yok sayan Ecevit?.. Önce 12 Eylül cuntasının ekonomi işlerindeki gözdesi, başbakan olduktan sonra da Kürt sorununa çözüm diye, faşist rejimin Kürdistan’ın kırsal kesimini boşaltma projesine sahip çıkan Özal?..Bütün bu baylar, kendi iktidarlarına engel olmadığı sürece ülkede var olan, yığınları ezen, soyan, aç bırakan, yasakçı, işkenceci sistemi demokrasi diye göstermekten geri kalmadılar. Ama böyle bir demokrasi olmazdı, kendilerine yettiği kadarıyla bile yürümezdi. Nitekim yürümedi. Ve tüm bu baylar ikiyüzlülüklerinin, sistemin suçlarına ortak olmanın cezasını şu veya bu şekilde ödediler. Darbelere hedef oldular, zindanlara düştüler; kiminin iktidarı ipte sonuçlandı, kimi suikastlere hedef oldu, kimi zehirlendi...Şimdi de şu AKP’nin ve Bay Erdoğan’la Gül’ün “demokrasi” serüvenlerini izliyoruz. Onlar da aynı anlayışı sürdüyorlar. Kendilerine iktidar yolunu açması koşuluyla militarizmle, faşizmle uzlaşmaya, iktidarı onlarla paylaşmaya dünden razılar. Zaten daha dün, MHP ile birlikte bu sistemin yedek güçleri idiler. Kanlı pazarlarda, Maraş’ta, Malatya’da, ülkenin dörtbir yanında, son olarak Sivas’ta sola ve demokrasi güçlerine karşı sahne aldılar, din ve vatan uğruna öldürüp yaktılar. Bu arada, ABD’nin yeşil kuşak siyasetinin de katkısıyla palazlandılar. Günü geldi, yedek güç olduklarını unutup doğrudan iktidara oynadılar. Ne var ki sistem buna izin vermezdi. Nitekim, önce Erbakan liderliğinde ve Refah Partisi eliyle denenen iktidar maceraları boşa çıkarıldı. Bir benzerini şimdi Erdoğan liderliğindeki AKP yaşıyor. Kendilerini ülkenin ve sistemin asıl sahipleri olarak gören Kemalist-militarist kesim, yüzde 47 oya ve sistemle tüm uyuşma çabalarına rağmen bu fırsatı onlara vermiyor, vermeyecek.Erdoğan da kendisinden öncekilerin, Menderes’in, Demirel’in, Özal’ın yolunu izliyor. Sistemin ekenomik yapısına hiçbir itirazı yok. Emekçilerin hak ve özgürlükleri umurunda bile değil. O işverenlerin safında. Kürtlere karşı tutumu ordununkinden farklı değil. Şemdinli olayında hukukun ayaklar altına alınmasına suç ortağı oldu. Alevilere inanç özgürlüğü tanımak aklının köşesinden geçmiyor; zorunlu din derslerini, Diyanet İşleri Teşkilatı’nı canla başla savunuyor. Hıristiyan aydınlara ve din adamlarına karşı işlenen cinayetlerin hasır altı edilmesine göz yumdu. Sözde demokratik, sivil anayasa girişimini yozlaştırıp türban özgürlüğüne indirgedi. İçerde ve dışarda onca fırtına koparan, düşünce özgürlüğünün önünde bir dikene dönüşmüş 301 maddeyi bile kaldırmaya yanaşmadı.Böyle bir AKP’nin demokratlığına kim inanır?Bu anlayışla ne demokrasi kazanılır, ne de hükümetin ve parlamentonun saygınlığı korunur. Mesele bu ülkede geçerli sistemin demokrasi değil, faşizm olduğunu görüp itiraf etmekte. Eğer demokrasi kazanılacaksa bu sistemin kökünden değişmesi gerekir. Oysa AKP’nin böyle bir derdi yok. Böyle bir AKP’yi savunmak da halkı veya demokrasiyi savunmak değildir. Son dönemde ortalıkta boy gösteren, ‘sivil’ faşizan örgütler kuran, kahramanlık hikayelerini temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp topluma sunan, her tarafa akıl veren ve pervasız bir cürete sahip olan emekli askerlerin tümünün kariyerinin Kürtlere karşı uygulanan savaşta kanlı bir pratiğe dayanması göz ardı edilmemelidir. Elbette bu askerlerin kanlı serüvenleri Ordu-sivil (devlet) işbirliğine dayanan merkezi Kürt siyasetinin pratik bir sonucudur. Ve asıl bu noktada bir yargılama ve hesaplaşma gerekiyor. Görev yaptıkları dönemde Kürt halkına kan kusturanlara, bu suçlarından dolayı hesap sorulmadan, bu kanlı ve kirli sıyaset mahkum edilmeden demokratik bir sürecin gelişmeyeceği açıktır. Mevcut haliyle bu dava iktidar kavgalarının bir parçası olmaktan başka bir anlama gelmeyecektir

PALE