dinsdag 8 juli 2008

TÜRK GLADYATORU

Türkiye'nin tarihi aydınlatılamayan cinayetlerle, vahşetlerle dolu: Küçük Asya' da Osmanlı' nın kan emici kültürü bir türlü yıkılamadı.Ergenekon soruşturması süreklilik kazanan karanlık olayların aydınlatılması için bir vesile olmalıyken konu hızlıca saptrılmaya çalışılıyor. Genç-palu Seyh Sait, Dersim, Zilan, Koçgiri, 1915 Ermeni soykırımı ve arkasından Karadeniz Rum Pontus halklarının kırımı, askeri darbeler hazırlığı için yapılan kıyımlar, Hrant Dink cinayetinden, Malatya kıyımına, Santoro cinayetinden Kışlalı suikastına kadar üstüne gidilmeyen, gidilemeyen tüm dosyalar ciddiyetle ele alınmalıyken esas GLADYATOR yumruğunu yere vuruyor ve deşifre olmuş bazı emekli subayları göstermelik şekilde tantanayla ortaya sürüp ana gücünü korumaya devam ediyor. Ergenekon soruşturmasıyla tasfiye edilmek istenilen kesimin uçlaşmış ve marjinalleşmiş olmaları dikkat çekicidir. Adeta ‘ipini sermiş, ununu elemiş’ bu kesimlerin geçmiş pratiklerinin ardında ki siyasetle yüzleşilmemesini bir gelişme olarak değil aslında bir tehlike olarak yorumlamak mümkündür. Genelkurmay’ın bu gelişmeler karşısında sözde ‘ordu disiplinine aykırı davranmış’ emekli artıklarının tasfiyesi karşısında kendi itibarını yeniden kurma niyetinde olduğu çok açıktır. Bu sürecin demokratikleşmeye değil itibarını ve otoritesini daha da sağlamlaştırmış bir askeri gücün siyaseten daha inisiyatifli bir hale gelmesine yol açması olasıdır. En azından Kürtlere karşı uygulanacak siyasette böylesi bir sonuç ortaya çıkacaktır. Hem bu soruşturmaya yaklaşımla hükümetle sözleşmesini Org.Başbuğ şahsında yenilemiş hem de otoritesini tekrar kurmuş olacaktır. Emekli askerlerin soruşturmasına onay veren Genelkurmay’ın mevcut başkanının Şemdinli’deki ‘iyi çocukları’ sahiplenmesi başka nasıl izah edilecektir.Gladyator denilen TC derin devleti' nin içeri tıktıkları birer maşadır, pilleri bitmiş emekli ve deşifre olmuş elemanlardır. Bunları tasfiye etmenin zorunluluğu vardır, çünkü bunların bu saaten sonra yapacakları tek şey öne çıkıp arkada ki büyük canavarın yani TÜRK ORDUSUNUN devamlılığını sağlamaktır.
Avrupa pazarlarında akan “eroin” kanalları, her adım başı kurulan camilerin cinayetli, işkenceli paylaşım savaşları mekanı olması, futbol adına Türk bayraklı eylemlerle Avrupa halklarına korku salınması, her neyse, devlet destekli din tacirleri için Kürdistan, hep verimli avlaktı. Dün öyleydi, bugün de böyle. Kürdistan halkı, sülale boyu, güçten güler yüz görmemiş, hep itilmiş, görüldüğü yerde “ben devletim lan” bağırtısı koyuvermiş sivil ya da üniformalı maaşlılar tarafından tokatlanmış, sorgusuz sualsiz öldürülmüş, evi, köyü eğlence niyetine yakılmış fukara Kürt, derdine yanarken, eli tesbihli, gözleri yarı yumuk, dudakları kıpır kıpır kıpırdayan birini görünce, “gaddar polisin yanında, iyi kalpli polis” rolüne çıkmış görevli, “din peçeli rejim muhafızı” olduğunu, aklına bile getirmeden, ona sarılmaya devam ediyor, Allah, din, iman dolu dizgin “devşirmeciliğe” koşuyor, bir insan teslim edenler, döndürülmüş, başkalaştırılmış, ırkçı rejim muhafızı bir tip teslim alıyor, yine de “oğlum okutuldu, Allah razı olsun” demeye devam ediyor. 1980’lerde, “dini terbiye” adına, bir vuruşta, 2 000 Kürt genci toplandı. O da “Allah için”di. Sonra Hizbullah çeteleri (Hizbi Kontra) olarak, kendi halkının, hatta ailesinin tepesinde belirdiler, bunlar. Diyarbakır ve Batman’da bangır bangır Kürtçe müzik bağırtan Ergenekon kontralarına uşaklık yapmaya devam ediyorlar.
Kürtler, Türkler, Aleviler, Lazlar, Rum ve Ermeni kökenli, kimliğini unutmuş Anadolu halkları cahilce faşist AKP müslümanlarına, Sabataycı CHP ve ORDUYA 'ya güveniyor, onların oyunlarına gelmeye devam ediyorlar. Laiklik adına Şafi ve Sunni İslam barbarlığının en büyük savunucularına dalkavukluk yapmanın sonu yoktur. Solu, solun değerlerini, ilkelerini çoktan terk etmiş, üretmeyen, gerici, parazit Osmanlıcı kodamanlar yönetimi sayesinde de nice nice Tayyip’lerin yolu var. TC ordusu, " her köye bir cami, her köye bir imam, her okulda zorunlu din dersi", şeklinde pratikleşen bu somut İslamı 1980 lerde oluşturmaya başlamadı mı* Kenan Evren ve 1981*82 MGK belgelerine bakınız- ?!
Bunların tek amacı, hangi yoldan olursa olsun Zaza, Laz ve Kürtlerin baskı altında tutulmasıdır: AKP, CHP, Fetullah, Hizbullah, ERGENEKON bunun için vardır ve olacaktır, bu noktadan sonra bunların başka bir fonksiyonu da olmayacaktır, Sabataycı militer - sivil elite tabakasınca bunlara verilen görev de budur. Savaşı kürtler başlatmadı. 1980 darbesi kürtlere karşı yapıldı. Gözaltına alınan 900 bin insanın ezici çoğunluğu kürtlerdi. İşkence ve kaybetmelerle, köylerin sivil-savunmasız insanlarına kadar uzanan cinsel saldırı da dahil diğer ağır baskı biçimleri uygulamakla, varolan kürt örgütlerinin de üzerinde kürtlerin tümüne yönelik olarak kapsamı son derece geniş tutulmuş bir baskı çemberi kuruldu. Kürdistan'ın her sokağı, her köyü, istisnasız her evi silahlı denetim ve baskı altına altına alındı. Kürtlere savaşmak dşında hiçbir yol bırakılmadı. Savaşın gerekçeleriyle birlikte savaş hali tarafından oluşturuldu ve yürürlüğe kondu. Zazalar ve Kürtler olarak, Müslümanların ve Askerlerin 170 yıldan beri Anadolu - Mezopotamya halklarına dayattıkları oyunu bozmak için, faşist şovenist dalgaya karşı eşitlik ve özgürlük şıarını yükseltmeli ve kendi bağımsız yolumuzdan ilerlemeliyiz. Kürdistan Zaza Kürt Alevi, demokrat ve ilerici güçler bunun bir yerde güç denemesi olduğunuda unutmadan hareket ederek, aktif rol oynamalı ve güçlerini birleştirerek militer Ergenekon, Köy koruyucuları, Türk polisi ve askeri, Türk İslam faşizminin Kürdistan' dan kovulması için çalışmalıdırlar.
Ne Osmanlıcı Müslüman çetelerin ve askeri darbe şakşakçısı zalimlerin sözcüleri, MHP - CHP... Ne yeşil sermayenin ajanı sahte demokrat, Yavuz Selimci İslamcı AKP... Bu partiler yıllardır kandırdıkları halkımızdan utanmazca destek aramaya devam ediyorlar. Türkiye’de demokratik sistem hiç yoktu ki şimdi bir duvara çarpsın. Sistemin sahiplerinin onu demokrasi gibi sunmaları, kendilerini değilse bile, halkı aldatmaya yönelikti.Çünkü bu ülkede, nüfusun üçte birini oluşturan Kürtler için demokrasi hiç var olmadı. Bugün de sistem, Kürtlerin haklarını tanıyacağına onlara karşı savaşıyor, Kürdistan’ı altüst ediyor.Bu ülkede, nüfusun dörtte birini oluşturan Aleviler hiçbir dönemde inanç özgürlüğüne sahip olmadılar. Onlar için de demokrasi yoktu.Müslüman ya da Hıristiyan; Rum, Ermeni, Gürcü, Laz, Çerkez, Pomak, Boşnak, Arnavut, Arap, Roman ve öteki etnik gruplar, hiç bir dönemde dil-kültür ve inançlarında özgür olmadılar. Onlar için de demokrasi yoktu.Bu ülkede işçiler, emekçiler hiçbir dönemde siyasal, sendikal haklarına tam olarak sahip olmadılar. Onlar için de demokrasi var olmadı.Bu ülkede aydınlar hiçbir dönemde, sistemin uygulamalarıyla çelişen görüşlerini özgürce dile getiremediler. Burada zindanı, işkenceyi tanımamış aydın aydından sayılmaz... Acımasızca yok edilenler, sürgünde ölenler de cabası...Ülkede geçerli sistem uzun dönem militarizme dayalı Kemalist diktatörlüktü. Sözde çok partili yaşama geçildikten ve seçim yoluyla hükümetler değiştikten sonra da demokrasi bir görüntü olmaktan öteye gidemedi. Ülkede darbeler birbirini izledi. 12 Mart ve 12 Eylül’ün ardından ise sistem tam bir faşizme dönüştü.Bugün o faşist çarkın, “Anayasa” adlı polis tüzüğü dahil, tüm kurumları ayakta... Bu Anayasa Mahkemesi de, MGK da, YÖK de bu darbelerin ve faşist çarkın ürünleri.Generaller ülkeyi doğrudan, darbeler ve cuntalar eliyle yönetmedikleri zaman da sivil görünümlü hükümetleri ve parlamentoyu denetlediler. Ordunun sopası hep yürütmenin ve yasamanın, hatta yargının tepesinde oldu. Ülkeyi MGK eliyle ve “gizli anayasa”larla yönettiler. Parlamento, şu Anayasa Mahkemesi tüm yetkilerini resmen elinden alıncaya kadar da hiçbir dönemde özgürce yasa çıkaramadı. Ama bu hükümetlerin ve parlamentonun kendisi de zaten demokrasiyi değil, militarizmi, şovenizmi içselleştirmiş. Sistemin sivillerinin sistemin askerlerinden bir farkları yok.Örneğin 1960 darbesiyle devrilen Menderes ve arkadaşları ne ölçüde demokrattılar? 1959 yılında, yakalayıp Harbiye’nin zemin katındaki karanlık ve rutubetli hücrelere koydukları, bir yıla yakın süre hakim önüne çıkarmadıkları 49 Kürt aydınına yönelik tavırları nasıl bir şeydi? Kürt devleti kurmaya çalışmakla suçlanıp TCK’nın 125. maddesi, yani idam talebiyle yargılanan bu aydınlar ne yapmışlardı? Ne ellerine silah almışlar, ne de açık ya da gizli bir dernek kurmuşlardı. İşin garibi, hükümetin inisiyatifiyle hazırlanan gizli raporda, bu Kürt aydınları komünist olarak gösterilip, Amerika’ya ve NATO’ya komünizmle mücadele ediliyor görüntüsü verilerek yeni mali ve askeri yardımlar isteniyordu...Ya 1955 yılı 6-7 Eylülünde İstanbul’daki Rum ve Ermeni azınlıklara karşı düzenlenen kanlı provokasyon?..Menderes, Bayar ve arkadaşları işte böyle demokratlardı! Ya Menderes’ten sonra gelen siviller?.. Hayatı demagojiyle, halkı aldatmakla geçen, post uğruna her türden katille, faşistle, askeri cunta ile işbirliği yapmaktan geri kalmayan Demirel?.. “Karaoğlan” ve “umut” imajıyla, sol kılıkla sahneye çıkıp, elinde güç varken ülkenin sol ve demokrasi güçleriyle ittifaktan kaçınan, şer güçlerini yatıştırmak için habire sola ve demokrasi güçlerine vuran, Kürt asıllı olduğu halde hayatı boyunca Kürtleri yok sayan Ecevit?.. Önce 12 Eylül cuntasının ekonomi işlerindeki gözdesi, başbakan olduktan sonra da Kürt sorununa çözüm diye, faşist rejimin Kürdistan’ın kırsal kesimini boşaltma projesine sahip çıkan Özal?..Bütün bu baylar, kendi iktidarlarına engel olmadığı sürece ülkede var olan, yığınları ezen, soyan, aç bırakan, yasakçı, işkenceci sistemi demokrasi diye göstermekten geri kalmadılar. Ama böyle bir demokrasi olmazdı, kendilerine yettiği kadarıyla bile yürümezdi. Nitekim yürümedi. Ve tüm bu baylar ikiyüzlülüklerinin, sistemin suçlarına ortak olmanın cezasını şu veya bu şekilde ödediler. Darbelere hedef oldular, zindanlara düştüler; kiminin iktidarı ipte sonuçlandı, kimi suikastlere hedef oldu, kimi zehirlendi...Şimdi de şu AKP’nin ve Bay Erdoğan’la Gül’ün “demokrasi” serüvenlerini izliyoruz. Onlar da aynı anlayışı sürdüyorlar. Kendilerine iktidar yolunu açması koşuluyla militarizmle, faşizmle uzlaşmaya, iktidarı onlarla paylaşmaya dünden razılar. Zaten daha dün, MHP ile birlikte bu sistemin yedek güçleri idiler. Kanlı pazarlarda, Maraş’ta, Malatya’da, ülkenin dörtbir yanında, son olarak Sivas’ta sola ve demokrasi güçlerine karşı sahne aldılar, din ve vatan uğruna öldürüp yaktılar. Bu arada, ABD’nin yeşil kuşak siyasetinin de katkısıyla palazlandılar. Günü geldi, yedek güç olduklarını unutup doğrudan iktidara oynadılar. Ne var ki sistem buna izin vermezdi. Nitekim, önce Erbakan liderliğinde ve Refah Partisi eliyle denenen iktidar maceraları boşa çıkarıldı. Bir benzerini şimdi Erdoğan liderliğindeki AKP yaşıyor. Kendilerini ülkenin ve sistemin asıl sahipleri olarak gören Kemalist-militarist kesim, yüzde 47 oya ve sistemle tüm uyuşma çabalarına rağmen bu fırsatı onlara vermiyor, vermeyecek.Erdoğan da kendisinden öncekilerin, Menderes’in, Demirel’in, Özal’ın yolunu izliyor. Sistemin ekenomik yapısına hiçbir itirazı yok. Emekçilerin hak ve özgürlükleri umurunda bile değil. O işverenlerin safında. Kürtlere karşı tutumu ordununkinden farklı değil. Şemdinli olayında hukukun ayaklar altına alınmasına suç ortağı oldu. Alevilere inanç özgürlüğü tanımak aklının köşesinden geçmiyor; zorunlu din derslerini, Diyanet İşleri Teşkilatı’nı canla başla savunuyor. Hıristiyan aydınlara ve din adamlarına karşı işlenen cinayetlerin hasır altı edilmesine göz yumdu. Sözde demokratik, sivil anayasa girişimini yozlaştırıp türban özgürlüğüne indirgedi. İçerde ve dışarda onca fırtına koparan, düşünce özgürlüğünün önünde bir dikene dönüşmüş 301 maddeyi bile kaldırmaya yanaşmadı.Böyle bir AKP’nin demokratlığına kim inanır?Bu anlayışla ne demokrasi kazanılır, ne de hükümetin ve parlamentonun saygınlığı korunur. Mesele bu ülkede geçerli sistemin demokrasi değil, faşizm olduğunu görüp itiraf etmekte. Eğer demokrasi kazanılacaksa bu sistemin kökünden değişmesi gerekir. Oysa AKP’nin böyle bir derdi yok. Böyle bir AKP’yi savunmak da halkı veya demokrasiyi savunmak değildir. Son dönemde ortalıkta boy gösteren, ‘sivil’ faşizan örgütler kuran, kahramanlık hikayelerini temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp topluma sunan, her tarafa akıl veren ve pervasız bir cürete sahip olan emekli askerlerin tümünün kariyerinin Kürtlere karşı uygulanan savaşta kanlı bir pratiğe dayanması göz ardı edilmemelidir. Elbette bu askerlerin kanlı serüvenleri Ordu-sivil (devlet) işbirliğine dayanan merkezi Kürt siyasetinin pratik bir sonucudur. Ve asıl bu noktada bir yargılama ve hesaplaşma gerekiyor. Görev yaptıkları dönemde Kürt halkına kan kusturanlara, bu suçlarından dolayı hesap sorulmadan, bu kanlı ve kirli sıyaset mahkum edilmeden demokratik bir sürecin gelişmeyeceği açıktır. Mevcut haliyle bu dava iktidar kavgalarının bir parçası olmaktan başka bir anlama gelmeyecektir

PALE

Geen opmerkingen: