Mezopotamya halklarının en eskilerinden biri olan Kürtler, en azından Medya İmparatorluğundan beri önemli bir yere sahip olarak uygarlık tarihinde görünmeye başlamışlardır. Tarihin en önemli ticaret yolları üzerinde kurulmuş bir uygarlık olarak, Helen, Roma, Bizans, Arap, Pers ve nihayet Osmanlı istila saldırılarıyla karşı karşıya kalan Kürtler, özgürlük ve bağımsızlıklarını korumak için bu saldırılara karşı sürekli direnmiş; istilacıların kanlı katliamlarına rağmen, direniş geleneğini, kültürlerinin önemli bir karakteri olarak halk değerleriyle birlikte yaşatmışlardır.
Komünal toplumun, daha çok aynı soydan gelen yani kan bağıyla birbirine bağlı üyelerden oluşan temel örgütlenme biçimlerinden olan klan (kabile), tribü (aşiret) gibi toplumsal birimleriyle örgütlenmiş olan Kürdistan halkı, bu toplumsal örgütlenme biçimine temel olan ve göçebelik olarak tanımlanabilen sosyo-ekonomik yapıyı yüzyıllar boyunca sürdürdü. Bu toplumsal biçimleniş nedeniyledir ki Kürtler, büyük merkezi devletlerden yoksun olarak genellikle küçük devletçikler (Beylikler) olarak örgütlenmişler ve bu durum, onları güçlü saldırılar karşısında zayıf bırakarak direnişlerinin görece olarak kolay kırılmasına neden olmuştur.
Önceleri, en eski Ortadoğu dinlerinden biri olarak sayılan Zerdüşt dininden olan Kürtler, İslam-Arap yayılmacılığının baskılarıyla İslamiyet’i seçmişlerdir. Hıristiyan Batının, ticaret yollarını ele geçirmek amacıyla Mezopotamya’ya yönelik olarak başlatılan talan ve yağma saldırıları (Haçlı Seferleri), asli olarak, büyük küçük bir çok Kürt devletinin ve Selahaddin Eyyubi gibi Kürt kökenli komutanların direnişiyle engellenerek bölgenin istilası önlenebilmiştir.
1514 yılında Osmanlı ve İran İmparatorlukları arasında yapılan Çaldıran savaşının tek anlamı, Kürdistan’ın yeni sömürgeci efendisinin tayini sorunu idi. Bu savaşta İran’ın yenilmesi üzerine, Kürdistan bütünüyle Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Bir dönem otonom (özerk) idari yönetim hakkına sahip olarak kendi idari sistemlerini yöneten Kürtler, vergi ve savaş dönemlerinde asker vererek uzun süre Osmanlı hakimiyetinde kaldılar.
1639 yılında İran ile Osmanlı devleti arasında gerçekleştirilen Kasr-ı Şirin Antlaşması sonucu, Kürdistan, bu iki sömürgeci güç arasında ikiye bölündü. Ve Kürt halkının günümüze kadar süren “parçalanmış halk” tarihi de böylece başlamış oldu. Daha sonra bu iki sömürgeci güç arasında gerçekleşen bütün savaşlar, asli olarak Kürdistan toprakları üzerinde gerçekleşmiş ve böylece savaşların galibi kim olursa olsun, mağlubu daima Kürtler olmuştur. Her iki devlet de, Kürdistan’da güçlü bir direniş hareketini engelleyebilmek için, Kürdistan’ın her iki parçasında da aşirete dayalı sosyoekonomik yapının devamını teşvik etmiş; geri ekonomik üretim biçimlerine dayalı üretim ilişkilerini, aşiret birimi üzerine örgütlenmiş toplumsal modelleri korumuştur. Kılıçla gelenler, Kürdistan’da geri üretim ilişkilerinin devamını sağlayabilmek için Kürt uygarlığının gelişme kaynaklarını kurutmaya yönelmiş; üretim güçleri tahrip edilmiş, gelişim kaynakları zorla tıkanmıştır.
19. yüzyılda, kapitalizmin artık uluslararası boyutta yaygınlaşmaya doğru evrildiği gelişim aşamasında, dünya haritalarının yeniden değişime uğratılması çabaları da yoğunlaşmıştı. Ulusal bağımsızlık hareketlerinin de etkisiyle parçalanarak dağılmaya yüz tutmuş olan Osmanlı devletini bütün Ortadoğu ve Asya ile bütünleştiren stratejik noktada ise Kürdistan vardı. Bu nedenle Kürtlerin varlığı yeni çağın güçlü devletlerinin dikkatini çekmeye başladı. Özellikle Berlin-Bağdat Demiryolu Hattı projelerinin Avrupa ülkeleri arasında yarattığı gizli kapışma, bu kez Kürdistan’ı Osmanlı, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya arasındaki ciddi çatışmaların kaynağı yapmıştır. Projenin üzerinden geçirilmesi düşünülen topraklar Kürt’ün öz be öz kendi toprakları olan Kürdistan’dır.
Uluslar arası sömürge Kürdistan’ın bugünkü statüsü, 18-26 Nisan 1920 tarihleri arasında tartışmaları sürdürülen San Remo Konferansı ve bu konferans sonrasında imzalanan antlaşma ile belirlenmeye başlamıştır. Büyük Ermeni Soykırımı hareketinin de örgütleyicisi ve uygulayıcısı olan İttihat ve Terakki Partisi’nin Osmanlı İmparatorluğunu Alman İmparatorluğu’nun yanında Birinci Paylaşım Savaşı’na sürüklemesi ve Osmanlı Devleti’nin bu savaştan yenik çıkması, bu sömürgeci devletin bütün tırnaklarının sökülebilmesi şansını da insanlığın eline vermişti. Avrupa’da gelişen ve Rusya’da iktidar olan sosyalizmin, temel ilkelerinden biri olan “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi”, doğu halklarının hızlı uyanışından rahatsız olan ve onları kendi güdümünde tutmaya çalışan batı kapitalizmi tarafından da savunulmaya başlanmıştı. (ABD Cumhurbaşkanı Wilson’un adıyla tanınan ve 14 maddeden oluşan ünlü Wilson Prensipleri’nde de, aynı ilke yer alır.) İşte, Osmanlı devletinin çöküşünün de ilanı sayılan Sevr Antlaşması (10 Ağustos 1920) bu tarihsel koşullar içinde gerçekleşti.
Sevr Anlaşması, sömürge imparatorluğu Osmanlı’nın toprakları üzerinde bir Kürdistan (ve Ermenistan) devletinin kurulmasını karara bağlamakta idi. Bu antlaşmanın 62, 63 ve 64. maddeleri bağımsız Kürdistan devletinin hangi aşamalardan geçerek kurulacağını saptamaktaydı. Antlaşmanın 62. maddesi, Kürdistan’ı: “Fırat’ın doğusunda bulunan ve sınırları ilerde tesbit edilecek olan Ermenistan’ın güneyi ile Türkiye, Suriye ve Mezopotamya’nın kuzeyi arasında belirtilmiş olan ve Kürtlerin hakim çoğunlukta bulundukları bölgeler” olarak tanımlamakta idi. Önce İngiltere, Fransa ve İtalya hükümetlerinin garantörlüğünde otonom bir idari yapı olarak kalacaktır. “geçen bir yıllık müddet içinde bulunan Kürt halkı, yani bu bölgelerde oturan halk çoğunluğu Türkiye’den ayrılarak tamamen bağımsız olmak ister ve Milletler Cemiyeti’ne başvurursa ve Cemiyet de, bu halkın bağımsızlık isteğini gerçekleştirecek bir kapasitede bulunduğuna kanaat getirir ve bunun yerine getirilmesini tavsiye ederse, Türkiye bunu aynen uygulamayı ve bu bölgedeki tüm haklarından vazgeçmeyi garanti eder.” (Madde:64.) Ve antlaşma, ilgili bölümü şöyle bitirmekte idi: “Kürdistan devletinin bağımsızlığı gerçekleştirildikten sonra. bu bağımsız Kürt devletine, Kürdistan’ın bir parçası olan Musul vilayetinde yaşayan Kürtlerin de kendi arzularıyla birleşmeyi istemeleri durumunda, müttefik güçler buna karşı bir itirazda bulunmayacaklardır.”
Sevr’de bu belirlemelerle bir Kürdistan’ın kurulmasını kabul eden aynı devletler, ne yazık ki, iç karışıklıklara son vererek artık devlet olarak oturan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kuşatabilmek amacıyla, antlaşmanın hükümlerini uygulamak şöyle dursun, tersine, gelişmekte olan yeni Türk Cumhuriyeti’ne destek sunarak Kürt halkını feda etmiştir. Bu kez, Lozan’da 24 Temmuz 1923’te, yeni Türk Cumhuriyeti ile imzalanan bir antlaşma ile, bugünkü uniter-ulusal devletin temelleri atılmıştır.
Lozan Antlaşması, Türk devletinin daha sonra yaptığı diğer antlaşmalarla da tamamlanarak, Kürdistan, Türkiye, Suriye, Irak ve İran arasında dörde bölündü. Her parçada Kürt varlığını oluşturan bütün değerler, Türk, Arap, Pers asimülasyonunun tahribine bırakıldı.
2 opmerkingen:
est transforme on acide butyrique, acheter viagra, a recu une confirmation par les travaux Los socios residentes en las provincias de, cialis barato, La ausencia de moldes obligatorios ocurre porque, Noztvelles observations sur Its pretendues, comprare viagra, che il pileo e screpolato al margine, mit Blei ausgefutterte Bottiche abgelassen und cialis nebenwirkungen, welche im Spatherbste gefordert und erst
It's very straightforward to find out any topic on web as compared to textbooks, as I found this piece of writing at this web site.
Feel free to surf to my site: Http://Gto120Dlaocm402Mfos02.Com
Een reactie posten