maandag 2 augustus 2010

12 EYLÜL MİLİTARİST REJİMİNDEN, 12 EYLÜL TÜRK İSLAMCI TARİKATLAR REJİMİNE DOĞRU...

12 Eylül anayasa revizyonu Kürtlere yeni bir şey sunmuyor. Kürtler bir sopanın yerine bir diğerini yeğlemekle sadece zaman kaybedebilir. Askerin damgasını vurduğu rejimin Kürtlere yaptığını, İslam' ın rengini vuracağı bir rejimden beklememek saflık olacaktır. İran Müslüman molla rejimi Kürtlere ne verdi? AKP de aynen onların yaptığı gibi yapacaktır.

Kürt halkının, AKP etrafında kümelenen Türk islam sentezcilerinin mutlak hakimiyetininin tesisi için hazırlanan bu anayasa revizyonundan bir çıkarı yoktur. Kürt halkı kendi bağımsızlığı için ayağa kalkmalıdır. Geçmişte her klik dış destek olmadan yaşayamıyordu, dışardan ağa babalar el uzatamayınca allah, wallah diyerek can derdine giriyorlardı. Halk düşmanı askerin elindeki nizamın ayakta kalabilmesi için dış destek şart idi. 90 lara kadar bu destek bedavdan verildi. Sovyetlere karşı jandarma rolünü üstlenen TC klikleri parazit yapıları ile anormal şekilde palazlandılar. Vurduğum vurduk, kestiğim kestik naraları, dış destek kalkınca havada kalmaya başladı. Yaşaması dış desteğe bağlı asalak ordu, dış destek AKP ye kayınca, balığın sudan çıkması gibi can çekişmeye başladı. Bütün askeri darbeleri dış detek ile yapıyorlardı. Halkın sırtından beslenen parazit subaylar yıllarca laikçi geçindi ve şimdi ise açıkça dincilerle işbirliği yapmaya başladılar. Kendilerini din mafyasına teslim ettiler. Kahramanlıkları, sadece Kürt ve diğer Müslüman olmayan mazlum halklara karşıdır. Yüce orducuk dış destek kimdeyse o tarafa kıvırıyor? Zevk ve sefa peşindeki binlerce lümpen subay dış destek AKP ye geçince kendilerini ortaçağ tarikatlarının kucağına attılar. Mehmetçik bir anda Muhametçik oldu. İşte bu türden kadrolar ile ancak dış destekli darbe yapılır. Dış destek olmadan, balığın sudan çıkması gibi yaşayamıyorlar... Dış destek olmadığı zaman da hepsi döküldü işte. Türk İslam sentezcileri de, askerler gibi dış destekli mazbatayı almaktan başka bir şey düşünmüyorlar, mazbata askerden dinciye geçecek ve Kürt halkı yine ayaklar altında kalacaktır. Diğer yandan TC, ABD ve Avrupa'dan, eski yapılanma temelinde gerekli desteği kaybetme noktasındadır. İşte bu noktada sihirli Mazbata mutlaka el değiştirmek zorundadır. Genelkurmay ana kliğinin de AKP nin yanında yer alması bunu ispatlıyor. Fakat bu türden planlarla yeni türden bir dış destek elde etmenin şansı azdır. Şu anda dünya konjonktürü TC gibi devletler için çok şey vaad etmiyor, aksine, şimdiki durum bağımsız bir Kürdistan realitesini hayal olmaktan çıkarıyor.
Genel duruma bakarsak: Türkiye'nin demokratikleşmesi önünde en önemli engellerden bir tanesi, 12 Eylül anyasası ve daha sonraki askeri hakimiyet esasına göre düzenlenen hukuksuzluk kurumları idi. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve HSYK (Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu), kamufule edilmiş diktanın dayandığı nizamın temel taşlarındandır. Bu kurumlara dokunulmadan, Türkiye demokratikleşemez. Çünkü 12 Eylül hukuksuzluğu, hakimiyetinin bekası için her kurumu diğeri üzerinde bir kontrol mekanizması şeklinde örgütlemiştir.

Asker kişiler sivil hukuka tabi olmadığı için zaten bu hukuktan etkilenmiyor. Askerin emir komutaya göre işleyen kendine has bir “hukuku” var. Onların işlerine siviller zaten karışamaz. Son dönemde askeriyenin ana kadroları arasında başlayan çözülme ordu içindeki çelişkinin derinleşmesinin bir ürünüdür. Askeri klikler arasında körü körüne devam eden rant kavgası olmasaydı hiç bir subayın kılına dokunulamazdı. AKP 'ye dayanan klik kendilerine baş eğmek istemeyen çoğu emekli edilmiş bir sürü general ve alt rütbelileri nihai tasfiyeye başladı. Kendisini tarafsız göstermeye çalışan genel kurmay, bütün operasyonlardan sorumludur. İ. Başbuğö Iğsız ve Koşaner gurubu, kimin yakalanması ve kime de dokunulmamasını perde arkasında bilfiil yönetiyorlar. AKP, genelkurmayda geçen bu kadar önemli bilgilere hiç bir zaman ulaşmazdı. Başbuğ çetesi aynen İtihhat Teraki dönemine olduğu gibi önünde kendisine rakip gördüğü diğer klikleri tasfiye ederek iktidara tamamıyla yerleşmek istiyor.
Anyasa Mahkemesi, Yargıtay, Sayıştay, HSYK vb kurumlar sadece siviller için işliyor ve hep askerin elinde sivillere karşı kullanılmaktadır. Şemdinli savcısının görevden alınması bunun açık bir örneğidir. Şimdi askeri kanatlar arasında başlayan bu kavgayı, AKP nin başarılı mücadelesi diye yutturmak abes gelecektir. AKP nin cemaatler adını alan dini mafya çeteleri, hazırlık yaptıkları gelecekteki din diktası için bunu dalaşmayı kullanmakta ve askeriye içinde kendi ordularının temellerini atmaktadırlar. AKP nin amacı demokratik, çetelerden arınmış bir ordu değil, tam tersine kendisine bağlı Osmanlı tipi bir ordudur. Kürt halkı Hamidiye alaylarından az çekmedi. AKP nin hayal ettiği Hamidiye alayları tipi ordu şimdikinden daha kötüdür. Bunların devamı işte şimdiki Köy koruyucuları adını alan ve Kürdistanda katledilen her 100 kişiden 90 nının sormlusudurlar. Hamidiye Alayları koruculuktan daha beterdir. Koruculuk, gibi fakat o zaman bölgede hakim güç olan Ermeni nüfusu yok etmek için kuruldu. Abdulhamit bu alaylara “İstediğiniz kadar Ermeni kesin, mallarını yağmalayın, helaldir. Yeter ki bunu benim söylediğim zaman yapın” dedi. Hamidiye Alayları bu topraklarda 1915’teki tehcirden önce çok büyük bir Ermeni katliamı yaptı. Onları devamı olan koruyucular da aynısını şimdiki hakim güç olan Kürtlere uyguluyor.
Bu durum Türk devleti'nin kuruluş felsefesine de oldukça uygundur
Çünkü Türk devleti Türkiye olarak adlandırılan coğrafya'da yaşayan milletlerin iradesine karşı kuruldu. Askerin süngüsü ile kuruldu. Türk resmi tarihinin yalan iddialarının tersine, yabancı hiçbir güce karşı savaş değil, yerli halkların yokedilmesi temelinde kuruldu. Yabancıların desteği ile yerli halklara karşı kıyım uygulanarak kuruldu. İlk tehcir planı Celal Bayar’ın yönetiminde Batı Anadolu Rumlarına karşı 1914 yılında başlatıldı. Almanların talebi üzerine durduruluna kadar, 1 milyon kadar Rum binlerce yıllık vatanları olan Ege’den kovalanmıştı bile. Bayar hatıralarında bu planın başarı ile uygulanmasından böbürlenerek söz eder. 1915 Ermeni soykırımı, 1916 yılında ise Doğu Karadeniz Pontus Rumları, iç Anadolu’ya zorunlu göçe tabi tutuldu. Arta kalanları da Ankara Hükümetinin 1921 Koçkiri, Palu-Genç ve 1938 de Dersim harekatı sırasında yüzbinlerce Kürdü zorunlu göçe tabi tutması gibi. Uzun yıllar boyunca, Yahudi Holokaustunun arkasında Sinti-Roma halkının ve diğerlerinin yaşadığı soykırımın gölgede kalması gibi, Ermeni Soykırımında da, Süryani, Rumlar ve diğerleri gölgede kaldı. Anadolu' da soykırımlar başlamadan önce yüksek sayıda Rum ve Ermeni ve Kürtler vardı. Araplar, Süryaniler, Keldaniler, Nasturiler, Yahudiler vardı... Mesela Karaim denen Yahudiler Bizans zamanında İstanbul’da yaşıyorlardı. Rumlar, Ermeniler, Kürtler her taraftaydılar. Rumlar özellikle İstanbul, Karadeniz ve Ege sahillerinde, Ermeniler de daha çok Doğu Anadolu’daydılar. Bunların hepsi iç içe geçmiş nüfuslardı. Türkler ise esasen azınlıkta idiler.
Türkler Anadolu’da yaşayan diğer kavimleri nasıl yönetimleri ve etkileri altına aldılar? Dinsel farklılıkların yarattığı zulüm sisteminin içinden gelişen milli zıtlıkların ortaya çıkışı, ilk olarak Ermeni, Rum ve Asuri-Süryani-Keldani-Nasturi ve Ezidi halklarını vurdu.1890’lardan başlayarak bu halklara karşı yok etme kampanyaları geliştirildi ve nihayetinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya’nın yanında 1. paylaşım savaşı talanına katılmasıyla birlikte hemen hemen tümden yok edildiler. İttihat ve Terakki hükümeti tarafından 1915’de gerçekleştirilen Ermeni tehcirinden önce de Ermeni halkı katliamlara uğramış, ancak uygulamaya konulan tehcir politikasıyla tam bir soykırıma tabi tutulmuştur. Tehcir süresince bir buçuk milyon Ermeni, sürgün ve öldürme yoluyla yok edilmiş, kalanlar ise kendilerini, yaşamları boyunca üzerlerinden atamayacakları travma ve acılarla birlikte sürdürmek zorunda kaldıkları bir hayatın içinde bulmuşlardır. Müslüman olmayan diğer milliyetleri yok ederek Türk milletini yaratma eylemi, Osmanlı’da başlayıp Cumhuriyet’le devam eder. Dolayısıyla tüm dünyaca bir insanlık suçu olarak kabul edilmiş olan soykırımın, hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemlerinde işlenmiş olduğunu kabul etmek gerekir. Neticede, içerisinde cumhuriyeti kuran subayların da faili olduğu, 2.5 milyon insan katledilmiştir. Üç milletin Anadolu topraklarındaki varlığına son verilmiştir. 1900’lü yılların başlarında toplam nüfusun 13 milyon civarında olduğu göz önüne alındığında katliamın boyutları ve taşınılan utancın büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
Tehcir ve daha sonra devam eden azınlıkları tasfiyeye yönelik sistematik politikalar, ve toplum içerisinde ne kadar kopuk, ipsiz, berduş, halk düşmanı insan varsa bu devletin büyükleri oldular. Daha sonraki devlet kadrolarını yetiştirme okulları ve askeri okullar halka düşmanlık esasına göre eğitim verdiler ve devlet kadrosu olmak için halk düşmanı olmak şart oldu. Halk düşmanı oldular. Mesela kendini modern diye gösteren Cumhuriyet’in başındaki 300 bin Ermeni ve 450 000 Rumdan da bugün geriye ne kadar Ermeni ve Rum nüfus kalmıştır? 35 bin küsur Ermeni, 28 000 Rum.. Cumhuriyet döneminde de Ermenilere ve bütün gayrımüslimlere yönelik bir “ikinci dalga yok etme” süreci yaşandı. Bu yok etme, illa öldürerek değil, insanların hayatlarını çekilmez hale getirerek, cehenneme çevirerek yapılıyor. Ve sonunda insanlar yurtdışına göç ediyor. Kürt aşiretlerinin elebaşlarını Batı’ya göç etmeye zorlayan 1934’teki İskân Kanunu, Ermenilere de uygulanmış. Mesela Urfa, Diyarbakır, Sivas’taki Ermenilere “hadi siz de İstanbul’a, İzmir’e” deniyor. Ermenilere ve diğer gayrımüslimlere yapılan uygulamalarda, Cumhuriyet dönemi Osmanlı dan daha kötüdür. Sözüm ona hilafet devleti olan Osmanlı’da Ermeniler, Rumlar, Yahudiler devlette en yüksek mertebelere çıkabilirken, laik, seküler, çağdaş TC devletinde bir Ermeninin veya Rumun dışişlerine, askeriyeye, polise girmesi asla söz konusu değil. Bu insanlar bekçi bile olamazlar.

Türkiye'de esmeye başlayan ordu - dinci kavgasının birinci nedeni ABD'nin yeni politikası ve Saddam rejimini yıkmasıdır. Zaten ordu da bunu böyle anladığı için ABD'ye düşmanlık etmekten geri kalmıyor. Türk dinci - asker diktası Irak'ta ABD'ye karşı savaştı ve yenildi. Ordaki yenilgiden sonra Türkiye'de sallanıyor... Ordu sever güçlerin kitle tabanı yok. Rüşvet ve korku ile etrafında topladıkları kitleler hala meseleyi anlamamışlar. Türk medyası'nın bir kısmı ve servetlerini halk düşmanlığı ile elde eden bazı zengin Türk şirketleri, kitlelerin durumu açık anlamalarını engelliyor. Türk milletini yaratma adına işlenen toplu cinayetlerin işlenmesinde, din faktörü yoğun bir biçimde kullanıldığı için, mevcut toplumda marazi bir dinsel nefret egemen hale gelmiş ve toplumun aydınlanması ve demokratikleşmesinin önündeki en büyük engeli oluşturmuştur. İşte AKP buna dayanıyor. Bu nefret temeli günümüze kadar tüketilememiş olan şeriatçılık-laikçilik sahte ikileminin de en sağlam temelini oluşturmuştur.
Bu katliamla yoğrulan dinsel nefretin, Kafkaslardan ve Balkanlardan dinsel motifler öne çıkarılarak sürülmüş olan Müslüman toplulukların taşıdığı nefret ile birleşmesi, toplumumuzun bugüne kadar kendini kurtaramadığı diğer dinlerden insanları aşağılama ve dışında görme kültürüne temel olan en önemli zemini oluşturmuştur.

Sayıları milyonları bulan böylesine büyük ve geniş bir katliamı sürdüren bir halkın, ruh sağlığının yerinde olması beklenemez. Bunun içindir ki, şiddet ailede, okulda, askerde ve hemen hemen tüm toplumsal ilişkilerde en önde gelen ilişki biçimini oluşturmakta ve sağlıksız bir toplumun kendini sürekli üretmesine neden olmaktadır.
Sağlıksız bir toplumun yeniden üretiminin en temel nedenini oluşturan TC devleti, tüm diğer milliyetlere karşı işlenmiş olan soykırımların kefaretini ödemeden ve tarihsel utançlarıyla yüzleşmeden, öldürülenlerin tümünün suçlu olduğuna ilişkin geliştirilmiş olan “düşmanı yok etme edebiyatının” Türklerin ruhunda yarattığı travmayı ortadan kaldırmak mümkün değildir. Bu kadar insanı yok edenin etrafının düşmanlarla çevrili olduğuna inanması için sadece paranoyak olması gerekmez, böylesine bir düşünceye sahip olmak için kendi tarihinin derinliklerinde yatan soykırım utançları zaten ona bu temeli sunmaktadır.

Ermeni soykırımının inkarındaki ısrarın temel nedenlerinden birisi, bu soykırımı kabulle birlikte, diğer katliamların da kabul edilmesinin zorunlu hale geleceği ve TC’nin nasıl kanlı bir miras üzerine kurulu olduğu, neden bu toplumun her dokusunun şiddetle örüldüğü ortaya çıkacak ve bunun bir toplumsal hastalık olarak kabul edilmesi sonucu tedavisi de zorunlu hale gelecektir.
Türkiye'nin insanlık düşmanı bu kurumları, gereğinden fazla yaşadı, gücünden fazla güce sahip oldu. 20 yıl önce yıkılması gerekliydi. Yıkılmadı. Şimdi yıkılabilir.

Militarist kadroların durumu

Laikçi geçinen militarist takımdan tek bir kişi siyasi savunma yapmadı. Mademki laiksiniz, M. Kemal' in ideolojisini savunuyorsunuz, o zaman nerde kaldı İrticaya karşı mücadele? İrticaya karşı mücadele, AKP nin din mafyasına yalvarıp yakarmayla olabilir mi? Fetuş çetesinden Nakşibendiye, Milli görüşten, Nurcudan, Alevici Hacı Bektaş yobazlarına kadar, envay çeşit klik ahtapot gibi bütün toplumu sarmışken ağızlarını kapatan generaller nerdeyse kendi eşlerine de türban takacaklar. Karıları'nın esiri “kahraman” generaller; hasta raporları ve çeşitli bahane va yalanlar ile hapishanden, mahkemeden kurtulma çarelerini arıyorlar. Kimi kilo kaybetti, kimi hafıza kaybetti, çoğu ar ve şeref kaybetti. Nerde kaldı o kadar vergi paraları? Yurtdışından gelen o milyonlara ne oldu? Halkın sırtından beslenen parazit subaylar yıllarca laikçi geçindi ve şimdi ise açıkça dincilerle işbirliği yapmaya başladılar. Kendilerini din mafyasına teslim ettiler. Kahramanlıkları, sadece Kürt ve diğer Müslüman olmayan mazlum halklara karşıdır. Yüce orducuk dış destek kimdeyse o tarafa kıvırıyor? Zevk ve sefa peşindeki binlerce lümpen subay dış destek AKP ye geçince kendilerini ortaçağ tarikatlarının kucağına attılar. Mehmetçik bir anda Muhametçik oldu. İşte bu türden kadrolar ile ancak dış destekli darbe yapılır. Dış destek olmadan, balığın sudan çıkması gibi yaşayamıyorlar... Dış destek olmadığı zaman da hepsi döküldü. Utanmadan lüks otel sayılabilecek hapishanelerden şikayetçi oluyorlar.

Kürt halkının durumu

Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Kürt halkının karşı karşıya bulunduğu sürgün ve katliamlar, Ermeni halkıyla Kürt halkının bu dönem içinde aynı kaderi paylaştıklarına tanıklık ediyor. 1916 yılında binlerce Kürdün yerlerinden yurtlarından edilerek Batı Anadolu’ya sürgün edildikleri gerçeğş var... Kürtlerin takibe uğraması, sürgün ve yok edilmesi bugün de üzerinde yeterince durulmayan konulardan birini oluşturuyor. Kemalist yönetimin Kürtlere karşı izlediği inkarcı ve katliamcı politikası, sürgünler döneminde yaşananlarla ilgili kaynakların bulunmaması ve bunun ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de, bu dönemde gerçekleştirilen sürgünlerin inkarına yol açmıştır. Görgü tanıklarına dayandırılan belgeler, biografiler, hatıralar ve istatistikler sürgünlerin olduğunu ortaya koymaktadır. Bu konuda Osmanlı merkezi hükümetinin Kürdistan’daki Mutasarrıflara ve yerel yöneticilere, Kürt sürgünleriyle ilgili gönderdikleri talimatnameler ve çektikleri şifreli telgrafların çoğu hala Osmanlı arşivindeler. Ermeni soykırımı döneminde sorumlu yöneticilerden biri olan Şükrü Kaya’nın, 1916 yılında gerçekleştirilen Kürt sürgünlerinin de sorumlusu olduğu unutulmamalı. 1916-1918 yılları arasında Osmanlı Arşivinde İskan-i Aşair-i Muhacirin Müdüriyeti Umumiyesi dairesinin resmi istatiklerine göre ve 1918-20 yılları arasında değişik kaynakların aktardıkları bilgilerle birlikte ”İleri“ ve ”Tavsir-i Efkar“ gazetelerinin verilerinde geçen rakamlara bakıldığında, ortalama olarak 1 milyon 270 bin Kürdün sürgün edildiğini, sürgünler ve yer değiştirmeler sırasında yaklaşık 700 bin Kürdün soğuktan, hastalıklardan, açlıktan ve askeri saldırılar sonucu yaşamlarını yitirdiği bilinmektedir.1923’ten sonra, Osmanlı’yı tasfiye edip kendilerini egemen ulus şeklinde örgütleyen Türkler’in Anadolu’nun kadim halklarını Türkleştirmeye ve Kürdistan’ı da assimile ile yoketmeye başlamaları, Kürt ulusunu tarihsel bir tercih yapmaya itmişti; Kürtler, ya kendilerinden vazgeçip Türkleşmeyi ya da Osmanlı döneminde başladıkları ulusal mücadeleye devam etmeyi tercih edeceklerdi. Kürtler, mücadeleyi seçtiler ve Türk devletine karşı, 1924 Nasturi İsyanı ile 1938 Dersim İsyanı arasında yirmiden fazla başkaldırı girişiminde bulundular: Nasturi İsyanı (Temmuz 1924), Şeyh Sait İsyanı (15 Mart 1925), 1. Şemdinli Baskını (Mayıs 1925 ), Eruh İsyanı (1925), Pervari İsyanı (1926), Gayan İsyanı - Çölemerik İsyanı (1926), 1. Ağrı İsyanı (1926), 2. Şemdinli Baskını (1926), Koçuşağı İsyanı (7 Ekim – 30 Kasım 1926), Hakkari Beytuşşebap İsyanı (Şubat 1927), 2. Ağrı İsyanı (1927), Biçar Harekatı (7 Ekim – 7 Kasım 1927 ), Zeylan İsyanı (1930), Tutak İsyanı (1930), 3. Ağrı İsyanı (Eylül 1930), Boran İsyanı (1934 – 35), Abdurrahim İsyanı (1935), Sason İsyanı (1935 – 37), Abdulkudduz İsyanı (1935 – 37) ve Dersim İsyanı ( 21 Mart – 7 Ağustos 1938)

Türk ordusu Kürtleri yok etme felsefesi temelinde kuruldu. Osmanlı/Türk ve birçok batılı kaynaklarda Kürt kıyım sürgünlerinin 1916-1917 arasında Kazım karabekir ve M. Kemal’in ve diğer TC kurucularının, 3. ve 2. ordu denetiminde Kolordu komutanı olarak, Bitlis, Van ve Dersim bölgelerinde, Kürtlerin göçertilmesinde birinci dereceden önemli roller oynadığını, Osmanlı Arşiv kaynaklarındaki belgelerden öğreniyoruz. Yine 1925-1938 yıları arası Palu, Ağrı, Zilan, Koçgiri, Dersim İsyanlarında binlerce Kürtler topluca katledildiler. Yani TC denilen devlet doktrini sırf Ermeni ve Rum kanı değil aynı zamanda Kürt kanı ile yazılmıştır.
Ümmetçilik ideolojisi de aynı amaca sahiptir. Mesela bütün Türk islamcı tarikatları hiçbir Arap devletinin varlığına laf dokundurmazlar, ama bir Kürt devletinden bahsedildiği zaman cinnet geçriyorlar. Türk İslam sentezi Kürt halkını ablukaya alma girişiminin bir sonucudur. AKP bu türden Türk İslamının en büyük temsilcisidir. Türkler zözde İslam derken aslında Arap kardeşiliğini kastediyorlar ve bu Arapları karşı taraftan Kürtlere saldırmanın bir güdüsüdür. Yani Türk İslam sentezi, aynı zamanda bir Türk Arap ittifakıdır ve bu bütün Kürtlere karşı bir ittifaktır. Türk İslam sentezi Kürt düşmanlığı temelinde doktirine edilmiştir. Köy koruyucularına seçilen doktirin de budur.
AKP, Türk islam sentezini savunan tarikat ve örgütlere dayandığı için gelecekte Kürtler açısından büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Evet, hazır herkes bu yanlışlığı görüp kabul ettiğine göre, bir defa daha milyonların ölümüne neden olacak yeni bir yanlışlığa düşmemek için, onun bunun anayasası ile oynanacağına, ciddi şekilde Demokratik Federal Kürdistan devleti için adımlar atmalı ve böylece, geç de olsa hatalar düzeltilmelidir. Şartlar Kürtler açısından en elverişli bir durum sağlıyor. ABD ve AB Kürtlerin harekete geçmesini bekliyor. Eğer tüm Kürdlerin ortak bir bağımsızlık hareketi gelişirse ki bu şimdi mümkündür, ABD ve AB devletleri uzun süredir sürdürdükleri Arap, Türk yanlısı politikalarını değiştirmek durumunda kalacaklardır ve böylece ilk Kürdistan devletinin ortaya çıkması sağlanacaktır.
Türkiye'de yaşayıp da kendini Türk olarak görmeyen, haklarının gaspedildigini düşünen her insan burada hürriyetine kavuşacaktir.

Geen opmerkingen: