maandag 9 januari 2012

Kürt Halkı, Türk Devletleri’ne (Osmanlı ve uyduruk Türkiye’ye) asla iradesini teslim etmedi Türk Devleti Mustafa Kemal’den beri Kürdistan’da inanılmaz bir faşizan tırmanış sergilemiştir. Bu tırmanış 1980 Darbesi sonrası tam bir beyaz soykırıma dönüşmüştür. Bütün sömürgeci devletler, emeği sömürdükleri, halkların onurları ile pervasızca oynadıkları, yerlileri yok saydıkları, aşağıladıkları için iğrençtirler. Bir zamanların imparatorlukları, işgal ettikleri ülkelerin insanlarını eze eze sindirdiler, köleleştirdiler ve iliklerine kadar sömürüp çöpe attılar. Düşünün neolithic çağdan beri dünya uygarlığının temellerini atan yörelerinden biri olan Hindustan Halkı, soysuz İngilizlere “sahip” diye hitap etmek zorunda bırakılmıştı. Ben sömürgeci güçleri hep “uygarlık yutan makina” olarak görürüm. Sömürgecinin uymak zorunda olduğu bir uluslararası hukuk yoktur. Kurulan bütün uluslararası kurumlar hep sömürgecilerin değirmenine su taşımışlardır. İşte Milletler Cemiyeti, işte Birleşmiş Milletler Örgütü.. Çin’in eski lideri, sözde “komünist” Mao, “Büyük milletler küçükler aleyhine (toprak açısından) büyüme hakkına sahiptirler” demiş ve Tibet’i yutmuştu.. Araplar “İslam’ın kılıcı”nı kullanarak Kuzey Afrika’daki Kiptîler’i (Egiptis) yutarak asmile etmiş, büyük Mısır Uygarlığı’nı ve önasyada özellikle Kürt uygarlığını tarihten silmişlerdi. “İslam’ın kılıcı” Araplar aynı şeyi Osmanlı’dan önce Anadolu’da, Suriye’de, bugün “Irak” adı verilen uyduruk devlette de tekrarlamışlardı. Berberiler hala hak talebi ile mücadele etmiyorlar mı (el-Mehdi’nin Fas’taki direnişini okuyunuz)? Kürdistan’da “İslam” adı altında gerçekleştirilen zulüm, yazılı olmayan edebiyatla zamanımıza kadar taşındı. Anglo saksonlar ve İberikliler (İspanyollar ve Portekizliler) Amerikayı bir baştan bir başa kan gölüne çevirmediler mi? Orada bir denge halinde yaşayan insanların kökünü kazıdılar. Ama ardından kendileri haklı gösteren kitaplar, çocuk romanları ve western filmlerle insanların kafalarını karıştırdılar. Fakat benim gördüğüm kadarı ile Ortadoğu’ya Çin’den gelmiş olan Türkler kadar zalim, fırsatçı, kirli, inkarcı bir başka sömürgeci yoktur. Sömürgeleştirdikleri sekiz ulusu yutmuş, yok veya asimile etmiş, Kürdistan’ı ise hiç bir haklı gerekçeye dayanmadan ilhak etmişlerdir. Bunda tarihin akışı boyunca Kürt Önderleri’nin tümünün teslimiyetçi bir “gerçekçiliğe soyunmaları” önemli rol oynamıştır. Kürt Önderleri eğer Libyalı Ömer Muxtar gibi, Marockolu el-Mahdi gibi davranmış olsalardı yine de asılmak suretiyle idam edileceklerdi. Ama bıraktıkları miras, “zayıf olduklarını, yenilebileceklerini bile bile ölüme merhaba” demek olacaktı. O kahrolası feodal yapımız ve ona bağlı olarak biribirimizin boğazına sarılmamız Neolithic Çağ’dan beri değişmez karekterimiz olmuştur. Bundan dolayı Asya Tipi Üretim Biçimi’nin ürünü yapısı ile Türk talancılığı muvaffak olmuş, dünya uygarlığına beşiklik eden yurdumuzu başta Araplar olmak üzere pekçok talancı imparatorlar işgal etmişlerdir. Kürd’ü yenilgiye mahkum eden bu feodal kafa, modern çağdaki partilere de yansımış bulunuyor. YNK-PDK ayrışması ideolojik mi, feodal ayrı durma mı siz karar verin.. Evet, feodal kafanın yarattığı yıkımın en bariz örneği olan ve 1514’te cereyan eden İran ile Osmanlı Şah ve Padişahları’nın karşılaşması hakkında çok şey yazıldı, çizildi. Fakat bu savaştan önce sınırın her iki tarafında, başta feodal Beyler olmak üzere Kürt Halk kitlelerine karşı uygulanan aşağılık bir zulüm vardı. Şah İsmail en aşağısından 11 Kürt feodal beyini sırf Sün’i oldukları için zindana kapatmıştı. Osmanlı’nın “Gaddar Selim” adlı padişahı ise Şeyhül-İslam Nurettin el-Hamza’nın 1512 de hazırladığı fetvayı yürürlüğe koydu. Bu fetvada, kızılbaşlar kâfir ve dinsiz olarak tanımlanmış, onları öldürmenin vacip ve farz olduğunu söylenmişti mühür altına almıştı. Sonuçta en aşağısından 40 Bin kızılbaş Kürt katledildi. Ama yine de İdris-i Bitlisi’nin Sultan Selim’e onaylattığı antlaşma KÜRDİSTAN’IN İLHAKI ANLAMINA GELEN BİR TEK CÜMLE İÇERMİYORDU. Bu belgede; -Kürdistan Beylikleri ilişkilerinde ve içişlerinde tamamen bağımsız olacaklardı. -Osmanlı İmparatorları İslam’ın koruyucuları sayıldıklarından, İslam’ın birliğinin (Sün’ilerin birliğinin) temsilcileri olduklarından onlara biat edilecekti.. -Osmanlı İmparatorları’nın Doğu seferlerinde Kürt Beyleri onları para ve asker vererek destekleyeceklerdi. Selim’in yerine padişah olan oğlu Süleyman bu belgeyi tanımama eğilimindeydi. Bunun için Kürdistan’a saldırdı, ama ummadığı bir yenilgi alarak Selim’işn belgesinin bir benzerini yayınladı. Aynı belgeye bağlılık 1840’da da teyit edilmişti. 1806’ya geldiğimizde Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmaya yüz tuttuğu günlere varırız. Bu tarihi başlangıç olarak alırsak, Türkler’in ülkemizi parça parça yutmaya çalıştığı, buna karşı direnişlerin sergilendiği günleri görürüz. Nerede tümü iç ihanet yüzünden yenilgiye uğrayan bu direnişlerin hiç biri “teslim antlaşması” ile sonuçlanmamıştır. Kısacası 1514 iradesi hukuki açıdan hala geçerlidir. Eğer bir gün uluslararası hukuk geçerli olursa Kürdistan’ın mevcut devlet çerçevesini tanımaması Kürt İnsanı’nın en tabii hakkıdır. Fakat biz şunu unutmuyoruz: Uluslararası ilişkilerde tek geçerli kural güçtür, güçlülüktür. Şu anda bu köprüden geçiyoruz, ama “ayıya dayı” deme şansı olmadan.. 2011-10-04 A Sirac Kekuyon

Geen opmerkingen: