SAYIN FİKRET YAŞARIN KONUYLA İLGİLİ YAZISINI AŞAĞIDA OKUYABİLİRSİNİZ.
DTP ve KADIN KOTASI
Birkaç yazımda, siyaset üreten Kürt elitlerinin sistem, töre ve ümmet sarmalındaki halka -hassasiyetlerini dikkate almadan- politika dayattıklarını vurguladım.
Egemenlik gücünü kadına devretmeye hazır olmayan erkek egemen toplumumuzda parti düzeyinde kadın kotası uygulamasıyla kadını egemen hale getirme girişimi fayda sağlar elbette. Ama Kürt coğrafyası henüz kadın egemenliğine hazır değildir, diye düşünüyorum.
Sadece Kürt coğrafyası değil, ülke bile bu değişime kapalı olduğunu gösterdi!
Türbanlı kadını okula ve meclise sokmayan bir zihniyet egemenliğini kadınla paylaşmaya hazır değildir.
Örneğin: Başbakan Erdoğan, KA-DER başkanına kadın kotasıyla ilgili talepleri için:” Raunda mı olmak istiyorsun, buyur ol ! diyerek tepki gösterdi.
Erkek egemen bir toplumun başbakanından beklenen tepki de böyle olmalıdır, zaten.
Raunda –orta Afrika ülkesi-. 2000 yılında yaptığı yeni anayasaya kadın kotasını koyarak, 2003 yılındaki seçimlerde meclisteki kadın oranını %48 ‘e yükselti .
2000 yılı öncesinde soykırım yaşayan ve sürekli kabile çatışmasına sahne olan bu toplumda kadınlar için hayatın pek bir anlamı yoktu.
Geri kalmış erkek egemen Afrika toplumda kadının tek hakkı erkeğine ve çocuğuna hizmet üretmektir, yani evlilik hakkıdır sahip olduğu tek şey.
Ancak seçimlerden sonra kadın elinin deydiği pek çok şey değişti ve kadının toplum hayatında evlilikten başka, eğitimden adalete kadar her alanda değişim yaşandı ve kadının ne kadar önemli bir faktör olduğu anlaşıldı.
Kısacası Raunda bir devrimi gerçekleştirdi.
Bizde de olur mu ?
Neden olmasın?
Öncelikle bu konudaki yanlış düşüncelerimizi değiştirmek gerekmektedir. Şöyle ki; Kadını siyasal bir kategoriye sokarak, kotanın kadınların siyasal temsil sorununu çözeceğini düşünüyorsak yanlıştır.
Çünkü bu bir haktır.
Eğer demokraside ortak çıkarlar ortak katılımla belirleniyorsa, kadınların kendi sorunlarını kadın düşüncesi ile değerlendirip ifade etmelerine fırsat verilmelidir. Bu, kadını siyasal yönden kategorize etmek ya da temsil sorunu gibi görmekten daha çok insani bir haktır.
Ancak kadına özgü kafamıza kazınan olumsuzluğu bertaraf etmemiz kolay gözükmüyor!
-Yeri gelince kadını dövüyor muyuz?
-Saçı uzun aklı kısa diyor muyuz?
-Kadının karnında sıpası, sırtında sopası eksik olmasın, diyor muyuz?
-Töre olayında erkeği pas edip kadını cezalandırıyor muyuz?
Görüldüğü gibi; Söz ve pratiğimizde kadının yeri pek hoş değildir!
Ama bu sadece bize özgü bir durum değil.
Tevrat, İncil ve Kuranda da kadının mağdur edildiğini duyuyoruz.
Kutsal kitapları tefsir eden erkekler, kendi egemenliklerini pekiştirmek için bu kutsal kitapları bile kullanmışlardır, diyebiliriz.
Anlaşılan o ki, geçmişimizden gelen yanlışları terk etmeden kadına hak ettiği rolü veremeyiz.
Aslında sadece kadın değildir değersiz kılınan !
Üretime katılmayan, yani üretmeyen erkek de değersizdir toplumda!
O halde kadın üretim ve yönetim dengelerinde yerini bulmalı ki değer bulsun ve topluma yön versin.
Nitekim pek çok yetenekli kadın her türlü toplumsal koşullandırmaya ve geleneksel rollere rağmen doktor, avukat yönetici hatta vekil bile olabiliyor ama, erkeklerin oluşturduğu siyasi kulislerin içinde yer almadığı için, siyasal hayatta belirleyici rol oynayamıyorlar.
Sonuç: kadın pasif bir rol seçince, erkek egemenliğini dayatıyor.
Neyse sadede gelelim: Önümüzdeki yerel seçimlerde kadın kotasına yönelen DTP’NİN uygulaması iyi sonuçlar doğurursa, yani kotayla seçilen kadınlar toplumsal dönüşümü sağlayabilir ve önemli uygulamalara imza atarlarsa eğer, kotaya gereksinim haklı bulunur ve diğer partilerde de bu uygulama kabul görür.
Kim bilir, bakarsınız kadın eliyle Kürdisan belediyeleri bir devrim yaratarak siyasi ve fiziki kalkınma ile bu ülke değişime zorlanır.
Ancak şu gerçeği de göz ardı etmemeliyiz!
Kürt kadını henüz yönetim düzeyinde deneyim kazanmadığı gibi, Kürt coğrafyasında kadın yöneticiye erkeğin bakış açısı da henüz olumlulaşmadı.
Salt siyasi bir simge olarak kategorize ediliyor ve sunuluyorsa eğer, zamanlama hatası yapılıyor diyeceğim.
Nitekim seçilenlerin düş kırıklığı yaratması ve beklentileri karşılayacak aktif siyasi reaksiyonu gösterememesi bu endişeleri doğrular niteliktedir.
Erkeklik iç güdüsü müdür bilmiyorum ama, içimden hala bu konuda eksiğimiz var, ya da erkendir diyorum! Yetişmiş eleman konusunda endişeliyim.
Çünkü, milletvekili olmakla belediye başkanı olmak arasında bir fark vardır ve bu fark sorumluluklardan kaynaklanmaktadır.
Siz milletvekili koltuğunda oturup edilgen bir duruşla genel siyaset şemsiyesi altında kaybolabilirsiniz ama belediye başkanlığı makamı edilgenliği kabul etmez..
Dolayısıyla belediye başkanlığına yetişmiş, deneyimi, projesi ve cesareti olanların seçilmesi önem kazanmaktadır.
Kurdistan-post yazarlarından sayın Hasan Bildirici bir yazısında Diyarbakır’a Leyla Zana Belediye başkanı olmalı diyordu. Gerekçesi ise; Leyla Zana’nın Kürt gerçeğini meclise taşıdığını, korkmadan “Kürdistan” diyebileceğini ve bu süreçte bize Zana gibi korkusuz siyasilerin gerektiği yönündeydi.
Eğer hizmeti ikinci plana alıp, kadını kategorize ederek sırf siyaset diyorsak, elbette bu kriter öncelikli olmalıdır. Zaten Kürt açılımıyla ilgili ülke koşulları göz önüne alındığında Hasan Bildiriciye hak vermemek elde değildir. Ancak seçtiğimiz kadın vekillerden ya da kadın belediye başkanlarından kaçı bu yönde tepki geliştirebildi ki…
Sözün kısası Kürt coğrafyası kadın milletvekillerinden umduğunu bulamadığı için, kadın belediye başkanına fazla iltifat etmez.
Mevcutların koltukta oturuyor olması bir şey değiştirmiyor.
İstanbul, İzmir veya Mersin gibi metropollerde kadın belediye başkanına kimse itiraz etmez. Hatta oralarda çok daha iyi sonuçlar doğduracaktır. Ama, Gever (Yüksekova) gibi benzer yerlerde bu uygulama risk faktörü taşır.
Özellikle cemaatler, sistem partileri ve yerli işbirlikçi feodaller DTP’ ye karşı güç birliği yapıyorsa…!
Meydanlardaki kalabalıklara aldanıp “ odun koyarsak kazanırız” yanıltmasın yine!!!
Mevcutlar başarılı ise devam edilmelidir.
Geen opmerkingen:
Een reactie posten