woensdag 21 december 2011

-Kürtler, Ortadoğu’da, kendi konumlarının ve Türk, Arap, Fars, Ermeni, Süryani gibi komşularının konumlarının bilincine varmak durumundadır. Bugün, herhangi bir Kürt’e, “Kürtlerin dünyadaki nüfusu ne kadardır?” diye sorsak, “en az kırk milyondur” der. “ Bu kırk milyonun, neden, uluslararası ilişkilerde hiç adı yoktur?” diye sorsak, sağlıklı bir cevap veremez. Kırk milyon Kürt’ün, neden, Birleşmiş ...Milletler’de, Avrupa Birliği’nde, Avrupa Konseyi’de, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nda, İslam Konferansı’nda, İslam Kalkınma Örgütü’nde hiç adı yoktur? 2004 Atina Olimpiyatları’na 204 devlet katıldı. Bunlar arasında, nüfusu bir milyonun altında olan pek çok devlet vardır. Nüfusu beş milyonun altında olan devlet sayısı belki de 60-70 civarındadır. Nüfusu 50 binin altında olan, hatta bunun çok altında olan devletler bile vardır. Ve bunların çoğunun ülke genişlikleri Kürdistan’ın bir kasabası kadar bile değildir. O zaman Kürtler kendi konumlarının bilincine varmak durumundadır.

Örneğin Luxemburg, Avrupa Birliği’ne üye devletlerden biridir. Nüfusu 450 bin civarındadır. Avrupa Birliği’nin, “Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devletine karşıyız”, “Ortadoğu’da sınırların değişimine karşıyız” gibi kararları vardır. Bu kararlarda Luxemburg’un da imzası vardır. Bu durumda, nüfusu 450 bin civarında olan Luxemburg, nüfusu 40 milyon civarında olan Kürtlerin geleceğini belirlemiş olmuyor mu? Burada adaletsiz bir durum yok mu? Bu ilişkilerde siyasi ahlak var mıdır? Bu çelişkili durum neden, Kürtlerin kafasında bir kıvılcım çaktıramıyor? Uluslar arası nizam, 1920’lerde, nasıl, böylesine adaletsiz bir şekilde, Kürtlerin aleyhine kurulabilmiş? Bu durumda Kürtlerin söyleyebileceği bir şey yok mu? Kürtlerde neden bir aydınlanma gerçekleşemiyor?“
-Bütün bunların yanında, Kürtlerin zaaflarının da dikkate alınması, irdelenmesi gerekir. Bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanın hedefi olan bir ulus, birçok zaafı olan bir ulustur. Düşmanları, onun bu zayıf tarafından yararlanarak onu bölmüşler, parçalamışlar, paylaşmışlar, yok etmeye çalışıyorlar. Bu zaaflar nelerdir? Kürtler, neden bu zaafların üstesinden gelememişler?

Bugün dünyada 206 devlet var. 2008 Pekin Olimpiyatları’na 206 devlet katıldı. 2004 Atina Olimpiyatları’na 204 devlet katılmıştı. Bu devletlerden 193′ü Birleşmiş Milletler üyesi. Bu devletlerin çok büyük bir kısmının nüfusu bir milyondan az. Bu devletlerin toprak genişlikleri de çok küçüktür. Bazıları, belki, Kürdistan’ın bir beldesi kadar büyüklüktedir. Nüfusu bir milyondan az olan belki 40 devlet var. Kürtler ise, Ortadoğu’da, toplam olarak 40 milyondan fazla nüfusa sahiptir. Ama, Kürtlerin küçücük bir siyasal statüye sahip olmamaları dikkate değer bir durumdur. Bu, 1920′lerde, dünya nizamının Kürtlerin çok çok aleyhine kurulduğunu göstermektedir.

Bugün, Avrupa Birliği 27 üyelidir. 27 üyeden, Lüxemburg, Kıbrıs, Malta, gibi devletlerin nüfusu bir milyondan azdır. Lüxemburg’un, 1950′lerde, AB’nin 6 kurucu üyesinden biri olduğu bilinmektedir. Slovenya, Slovakya, Estonya, Letonya, Litvanya devletlerinin nüfusu 2-3 milyon arasında değişmektedir. Avrupa Birliği’nde, sadece, Almanya’nın, Fransa’nın, Italya’nın, Ingiltere’nin, Ispanya’nın nüfusları Kürtlerin Ortadoğu’daki toplam nüfuslarından fazladır. Belki, Polonya’nın nüfusu Kürtlerin toplam nüfusu kadardır. Geriye kalan 21 AB üyesi devletin nüfusları Kürtlerin nüfusundan azdır.

Avrupa Konseyi’nin 50′nin üzerinde üyesi vardır. Andorra, Monaco, San Marino, Liechtenstein gibi devletlerin nüfusları 10 binle 30 bin arasında değişmektedir. Bunlar bağımsız devletler olup Avrupa konseyi dışında Birleşmiş Milletler’in de üyesidir. Bunlar 1920′de dünya nizamının nasıl Kürtlerin aleyhine kurulduğunu gösteriyor.

Gerek Avrupa Birliği’nin, gerek Avrupa Konseyi’nin, “Ortadoğu’da bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasına karşıyız, Ortadoğu’da sınırların değişmesine karşıyız” şeklinde kararları var. Bu kurumlar bunu, “… ama Kürtler bulundukları devletlerin sınırları içinde bazı haklara sahip olabilsinler” demek için söylüyorlar. Kararlarına, bağımsızlığın olamayacağı vurgu- lanarak başlanıyor. Peki, Kürdistan’nın bölünmesi, parçalanması ve paylaşılması konusunda bu örgütlerin bir görüşü yok mu? Avrupa Konseyi için, “Avrupa’nın vicdanı” denir. Avrupa’nın vicdanı’nın bu konudaki görüşü nedir? Onbin nüfuslu Andorra’nın 40 milyon Kürt’ün geleceğinin belirlemesine rol sahibi olması konusunda Avrupa’nın vicdanı ne düşünüyor? Kürtleri statüsüz bırakan bu dünya nizamında büyük bir adaletsizlik yok mu? Kaldı ki Kürtler, 200 yıldır özgürlük için mücadele ediyor. Yukarıda sözü edilen devletlerin hiç birinin özgürlük için bedel ödemeleri söz konusu bile değildir.

Bu ilişkiler çerçevesinde dünya nizamının, uluslar arası nizamın yoğun bir şekilde eleştirisi gerekir. Bu çerçevede, üniversiteler, basın-yayın kurumları, hukuk kurumları, sivil toplum kurumları eleştirilmelidir. 40 milyon olacaksın, uluslar arası ilişkilerde, uluslar arası kurumlarda adın anılmayacak. Hak-hukuk özgürlük söz konusu olduğu zaman Kürtlerin adı anılmıyor. Kürtlerin adı sadece “terör” söz konusu olduğu zaman anılıyor. “Terörün başı ezilecek”, “terörün kökü kazınacak” vs. şeklinde. Kürtlerde aydın, Kürtlerin aleyhine kurulan bu statükonun ne kadar bilincindedir? Bu ilişkilerin de irdelenmesi gerekir.

Sayin Hozat belediyesi yetkilileri,

Hozatın bir caddesinden bir Dersim katilinin, Abdullah Alpdoğanın, adını sildiğiniz için çok teşekkürler. Çok sağolunuz. Onun yerine verdiğinz isim Zazaca olsaydı daha iyi olurdu. Biraz daha cesaret gösterip daha doğrusunu yapabilseydiniz, daha iyi olurdu! Mesela, 'Özgürlük Caddesi' yerine "SERBESTİYE CADDESİ! verebilirdiniz, çok iyi olurdu, lütfen bunu değiştirin "Serbestiye Caddesi" yapın!

Ikinci önemli konu:
Lütfen Dersime, DERSİM için bir şeyler yapanların, yani Dersime faydası olan, Dersimi kalkındıran, Dersimin dili (Zazaca) için, dini (ALEVİLİK) için bir şeyler yapan sahıslar adını verin sokaklara, mahalelere, caddelere, parklara.... Yada tarihi isimlerden, efsanelik isimlerden bazı evliyaları, sahısları bu yerlere layik görün: Mesela
- Pir Sultan Avdal (Pir Sultan Abdal),
- Pir Kalmem SIR,
- Ana Jêle,
- Pir Seyit RIZA,
- Pir Duzgın Bava, (Tr. 'düzgün'le alakası yok, Zazaca (Dezgeh: keramet, keramatli, ocak/ocaklı anlamına geliyor).
- Pir SUREDAR,
- Pİr Dewres Cemal,
- Pir Bomê SUR (Bava Mansur olmamalı),
- Pİr Sarê Saltuk (Sarı Saltık olmamalı, Türkçedeki sarı değil, sarê: baş/vaya ahali anlamına geliyor)

Yada
Bu eski Dersim efsanelerinin yanı sıra Zazaca için çok değerli araştırmalar yapan ve 1903 yılında bu bölgeyi gezen Alman bilim adamı 'Oskar Mann ve Karl Hadank ' isimleri verilir. Bu kıtap 1932 yılında Almanyada yayınlanıyor ve bugün halen Zazacanın en önemli bir bilimsel kaynağıdır, 300 sayfalık bir kitaptır. Bizim özbenliğimizde yeni ve anlamı çok büyüktür.
Veya C.M. Jocobson, M. Sondanato bunlar Zazacanın Alfabesini sağlamlaştıran ve henüz hayatda olan bilim adamlarıdır. Aynı anlamda Dersimli dilbilimci Dr. Zülfü Selcan, Prof. Ludwig Paul bunların Zazacaya katkıları eşsizdir, biz Dersimliler için çok büyük bir değere sahiptir. Öncellikle bunların adı Dersim caddelerine, okullarına ve Üniversiteye layıktır. Aynı zamanda yurt dışında ilk Zazaca PİYA ve AYRE gibi dergileri yayınlayan değerli yazarımız Ebubekir PAMUKÇU´nun adı memleketimizin okullarına, caddelerine, meydanlarına, köprülerine layıktır. Umarım bu yönde düşünürsünüz!

Deniz Gezmiş, Hrant Dink, Nazım Hikmet, Nelson Mandela veya Musa Anter vs. vs. ..... bunlar değerli sahıstırlar, am bunların Dersimle ne alakası var? Bunların Dersimle ne direkt/doğrudan, ne de başka herhangi bir bağı yok ki! Dersim onların çalışmalarında ve hayatlarında herhangi anlam teşkil etmiyor ki! Dersim bunların hayatında herhangi bir değere sahip değil. Onların Dersimle ve Dersimin onlarla herhangi bir ilişkisi yok!
Yukarda saydigimiz bu tür isimlerle Dersimin değerlerini ve özbenliğini artıramazsınız. Bunu yapmakla en fazla, en fazla kendi içinizdeki kompleksleri, zavalılık hisslerini, aşağılık komplekslerini ve boşluğu artırırsınız.

dinsdag 20 december 2011

'Kürtçe konuşursan öldürürüm'

Kürtçe konuşması yasaklanan Dersimli Fatma İçli, 70 yaşında bulduğu kardeşinden Alevi olduğunu öğrendi. Kuzenine ilk kez 80 yaşında sarılabildi.


Fatma İçli (solda) ancak 70 yaşında kuzeni Huriye Aslan ile buluşabildi.

SERKAN OCAK

16/12/2011
Kaynak: Radikal Gazetesi

“...Bir yüzbaşının evine getirdiler. Saçımı tıraş ettiler. Banyoya sokup yıkadılar. Kısa elbiseler, ayakkabı getirdiler. Kısa çorap giydirdiler. Başıma lengerli şapka... Kürtçe biliyorduk sadece. Yüzbaşı geldi silahı çıkardı; ‘Bir daha Kürtçe konuşursan seni öldürürüm’ dedi.”
Dersimli Fatma İçli, 1938’de ailesini kaybettikten sonra yaşadıklarını ‘İki Tutam Saç: Dersim’in Kayıp Kızları’ belgeselinde böyle anlatıyor: “Bizi bir mağaraya topladılar. Taradılar. Hasan amcam dağda geziyor. ‘Etrafımızı asker sardı’ dedi. Bir iki akrabamız orada vuruldu. Babam, ‘Anan vuruldu’ dedi. Gece kalkıp suya gittiğinde asker taramış. Beni Ovacık’ta bıraktı. Bir yüzbaşının evine getirdiler. Saçımı tıraş ettiler... ”

Kimim ben?
Dersim’den böyle koparılan Fatma İçi, yıllar sonra Adıyaman Kahta’da bir evlilik yapar. Eşi yaşlı. “Kimsin? kimlerdensin” diye sormaz hiç. O da onu soranlara “Yer yarıldı içinden çıktım” der!
Ama dayanamaz, bir gün ‘toprağım’ dediği Dersim’in yollarına düşer. Ama hangi köyden olduğunu hatırlayamaz. Kayıplarını arayanlarla karşılaşır, ama kendi ailesini yine bulamaz. Çaresiz geri döner. Bir poşet toprakla. Çocuklarına da nasihatte bulunur: “Kimseyi bulamadım. Ölürsem yüzüme sürün, vatanına, toprağına hasret gittin dersiniz...”
2000’li yılların başında sonunda anne ve babasıyla kalan kardeşi Hasan Ergin’e ulaşır. Hasan Ergin, bacısını gözündeki yara izinden tanır. Ölmeden kardeşini bulduğu için seviniyor Hasan amca da... Fatma teyzenin çocukları da yıllar sonra bir dayılarının olduğuna seviniyor. Bu kavuşmanın en dramatik anıysa Fatma İçli’nin 70 yıl sonra Alevi olduğunu öğrenmesi. Yıllar sonra bulduğu kardeşi Hasan, bacısı Fatma’ya “Ben Aleviyim” der. Fatma İçli de ağabeyine, “Sen Aleviysen, o zaman ben de Aleviyim” karşılığını verir.

Askerler gülüyor ben ağlıyordum!
Huriye Aslan, Dersim’de 1938 yazında, 8-9 yaşlarındaydı:

* “Babaannemin yanında yatıp kalkıyordum. Babaannem 1938’de vuruldu mu, ne oldu bilmiyorum. Kaybettim. Ormanda kalıyoruz. Asker bastı. Yengem, amcam, herkes çocuğunu alıp kaçtı. Ben kaçamadım. Askerler beni yakaladı. Doğru Ovacık’a götürdü. Kamyon asker dolu, kimi gülüyor, kimi konuşuyor, ben ağlıyorum.”

* “Genç bir kadının yanına götürdüler. Saçımı kestiler. Keloğlan yaptılar beni. Kadın beni aldı. Yıkadı. Götürdü, bir askere teslim etti. Asker beni trene aldı. Ne yapıyorlar, nereye götürüyorlar, hiçbir şey anlamıyorum.
3 gün 3 gece gittim. Samsun’a vardık.”

* “Samsun’da beni verdiler bir hanıma. Köpeğin biriydi. Merdiven başında battaniye verdi. Bir katını altıma serdim, bir katını üstüme. Mutfakta yemek yiyordum. Evin hizmetçisine talimat verdi. ‘Kürt kızının bulaşıklarını bizim bulaşıklarla yıkama, ayrı yıka’ dedi. Kendimi öldürmek istedim. Çocuktum, kaçtım. Polise gittim, ağladım, ‘Beni öldür, oraya verme’ dedim. Sonra başka birine teslim ettiler...”

* “Zengin bir adamdı. Yemeği ve her şeyi ben yapıyordum. Adamın eşi beni kıskanıyordu. Samsun’da kızlar nasıl geziyorsa ben de öyle gezmek istiyordum ama kadın bırakmıyordu. Adam kalbinde beni istiyordu. Beni tek görünce yakalayıp öpüyordu, dizinin üstüne oturtuyordu... Okula gitmek istedim. ‘Ne olur beni de okula verin’ diye yalvardım. Hayır dediler, ‘Seni Kuran okuluna vereceğiz’ dediler. Aç da kaldım, dayak da yedim...”

‘Şimdi dünya âlem bilsin istiyorum’
Fatma İçli kuzeni Huriye Aslan ile ‘Dersim’in Kızları’ belgeseli aracılığıyla, 2008 yılında buluştu. Şaşkınlık ve gözyaşı dolu bu buluşma belgesele de yansıyor. Belgeselde tüm hikâyesini paylaşan Fatma Teyze, “Bugüne kadar ben biliyordum, şimdi dünya âlem bilsin” diyor. Ya bilinmeyen, izleri hiç bulunmayan kızlar? Belgeseli hazırlayan Kazım ve Nezahat Gündoğan, bu nedenle belgeseli şu satırlarla sonlandırmış: “Yanınıza yörenize bir bakın, tanıdığınız ihtiyar bir kadın, Dersim’den koparılmış bir kızın son hali olabilir...”

Güzel ve sağlıklılar subaylara verildi
Belgesel için 2005’te çalışmaya başlayan Kazım Gündoğan, çocuklara yönelik politika hakkında da şu bilgilere ulaşıyor:
“Devlet Türkleştirmek ve Sünnileştirmek amacıyla bu çocukları bir politika dahilinde ailelerinden koparıyor. Uygulama iki biçimde yapılıyor. İlki Elazığ Kız Enstitüsü. Bu resmi olan. Diğeri de gayri yasal uygulama. Katliama katılan rütbeli askerlere talimat veriliyor. Her subay bir ya da iki kız çocuğu götürüp kendi evinde ya da eşrafa vererek öz Türk kültürüne kazandıracak diye. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, bir konuşmasında bunu dile getiriyor. Ulus birliği yaratmak için ailenin önemine dikkat çekiyor. Kadının soy taşıyıcılığındaki rolünü vurguluyor. Kız çocuklarının bu amaç için uygun olduğunu belirtiyor.”
Çocukların toplama merkezlerine götürüldüğünü anlatan Gündoğan, “Önceleri biz de ‘Vicdan sahibi subaylar götürecek tabii ki’ diye bakıyorduk ancak öyle değilmiş” diyor:
“Sağ kalanları Elazığ ve Erzincan’a topluyorlar katliamdan sonra. Güzel ve sağlıklı kız çocuklarını subaylar alıyor. Subaylar seçiyor. Batıdaki ailelerine gönderiyorlar. Güzel ve sağlıklı olmayanlar da kara vagona bindirilip her istasyonda bir ya da iki kız çocuğu bırakmak şartıyla batıya kadar dağıtıyorlar. Eşrafa veriyorlar kızları. Cumhuriyete model olacak ailelere veriliyor.”

Kız okula, Kürt kızı kursa
Gündoğan kızlara yapılanları şöyle özetliyor: “Medenileştirmek adına, kısa giysiler, şapkalar giydiriliyor. Hiçbiri okula verilmiyor. Kuran okullarına götürülüyor. Kendi çocuğunu Kuran kursuna göndermemesine rağmen, Dersim kızını okula değil de Kuran kursuna gönderdiler. Evlatlık kavramı da Medeni Kanun’a göre değil. Hiçbirinin miras gibi hakları yok.”
12 Eylül cuntası, Meclis'teki Dersim
dilekçelerini yok etmiş

HABİB GÜLER

15.12.2011
Kaynak: Zaman Gazetesi

Dersim olaylarına ilişkin TBMM'deki şikayet dilekçelerinin, 12 Eylül 1980'de yönetime el koyan cunta tarafından yok edildiği ortaya çıktı. Meclis Dilekçe Komisyonu, CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün'ün açıklamalarıyla başlayan tartışmalar üzerine Dersim olaylarının TBMM'ye yansımasını araştırmak için arşivlere indi.Karar defterlerinden o dönem Meclis'e 200'ün üzerinde ailenin başvurduğunu tespit eden Meclis bürokratları, başvuru dilekçelerinin ise yok edildiği gerçeğiyle karşılaştı. Meclis Dilekçe Komisyonu Başkanı AK Parti Çanakkale Milletvekili Mehmet Daniş, yeni başvuru olması durumunda konuyla ilgili bir alt komisyon kurabileceklerini söyledi.

Dersim tartışmaları, olaylarla ilgili arşivleri de gündeme getirdi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, sık sık hükümete 'arşivleri açın' çağrısı yaparken, Başbakan Tayyip Erdoğan bir süre önce bazı arşiv belgelerini açıklamış ve devlet adına olaylar sebebiyle özür dilemişti. TBMM Dilekçe Komisyonu da Dersim olaylarıyla ilgili Meclis arşivlerini inceleme kararı aldı. Yapılan kapsamlı araştırmada, 200'ün üzerinde dilekçe verildiği belirlendi. Başvuruların büyük çoğunluğu, olaylardan sonraki yıllarda yapılmış ve genel olarak Tunceli'den batı illerine göç edenlerin yaşadıkları sıkıntılar ve memleketlerine dönme taleplerini içeriyor. Ancak başvuru metinlerine ulaşılamadı. Bu metinlerin, 1980'de iş başına gelen askeri yönetim tarafından yakılarak yok edildiği tespit edildi.

Dilekçe Komisyonu Arşivi'nin cumhuriyet insanının yaşantısı ve sorunlarını yansıtan bir sosyal laboratuvar olduğuna işaret eden Komisyon Başkanı Daniş, şu bilgiyi aktardı: "Dilekçe Komisyonu'na Dersim olaylarıyla ilgili çok sayıda şikayet başvurusu yapılmış. Söz konusu dilekçelerle ilgili komisyon karar cetvellerinden kısa özetleri, başvuranların kimlik bilgileri ile verilen karara ilişkin bilgi edinilmekte. Kayıt defterlerinden ise başvurunun tarihi, kısa özeti ve konuya ilişkin yazışma yapılıp yapılmadığı hakkında bilgi bulunuyor. Ancak dilekçe dosyaları imha edildiği için söz konusu dilekçeler ve bunlara ilişkin yapılan yazışma metinlerine ulaşılamadı."

Meclis'e o dönem gelen başvuruların daha çok Dersim olaylarının cereyan ettiği Tunceli bölgesinden batı illerine göç ettirilen kişilerce yapıldığını da belirten Daniş, "Başvuru konuları, daha çok batıya nakillerinin haksızlığından şikâyet. Vatandaşlar, memleketlerinde bıraktıkları malları üzerinde tasarruf yetkilerinin uzatılması veya yenilenmesi, bıraktıkları emlak üzerinden tasfiye müddetinin uzatılmasını istiyor. Memleketlerine dönüşlerine izin verilmesi, bu mümkün olmadığı takdirde iskan vaziyetinin düzeltilmesini talep ediyorlar." diye konuştu. Söz konusu başvuruların bir kısmı toplu olarak yapılmış. O dönemki Dilekçe Komisyonu üyeleri, başvuruların çoğunu yaptığı yazışmalarla ilgili bakanlıklarca incelenmesini istemekle yetinmiş. Birçok başvuru da direkt reddedilmiş.

Mehmet Daniş, komisyon olarak Dersim olaylarını yeniden mercek altına alabileceklerini de söyledi. O dönem ailesi kaybolanların başvuru yapmaları halinde TBMM bünyesinde Dersim alt komisyonu kurabileceklerini ifade ederek, "Vatandaşlar, 'o dönemde kimler nereye sürüldü? Kaybolan akrabalarımız öldü mü, yaşıyor mu, mezarları nerede bilmiyoruz. Mallarımıza ne oldu?' diyerek bize başvururlarsa konuyu komisyon gündemine alırız. Yoğun başvurular üzerine bir alt komisyon kurabiliriz." şeklinde konuştu.
Paris Büyükelçisi'nin dönüş bileti hazır

Kaynak: Milliyet Gazetesi

Paris Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu, soykırım yasa teklifinin görüşüleceği 22 Aralık Perşembe günü Fransa'yı terk edecek şekilde uçak biletini cebine koydu.

Dışişleri Bakanlığı’na Paris Büyükelçiliği’nden gelen kripto, 22 Aralık Perşembe günü Fransız Meclisi’nde görüşülecek sözde Ermeni soykırımını inkar edene para ve hapis cezası verilmesini içeren yasa tasarısının arkasında Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nun olduğunu ortaya koydu.

Kriptoya göre, Türkiye’nin siyaset ve iş dünyasında yaptığı tüm girişimlere rağmen, çok olağanüstü bir gelişme olmadığı takdirde, tasarının Meclis’ten geçmesi bekleniyor. Büyükelçi Tahsin Burcuoğlu’nun da buna göre hazırlıklarını yaptığı ve 22 Aralık günü Fransa’yı terkedecek şekilde uçak biletinin cebinde olduğu anlaşıldı.

Kriptoya göre Fransa’daki son durum özetle şöyle: 2001’in Türkiye’si değil Hürriyet'in haberine göre, Paris Büyükelçisi Burcuoğlu, tasarıyı hazırlayan Halk Hareketi Birliği’nin (UMP) önde gelen isimleriyle bir dizi görüşme yaptı ve şu mesajı verdi: “Şunu çok iyi bilin ki Türkiye 2001 yılındaki Türkiye değil. Eğer, ‘Tasarı geçer ilk zamanlar Türkiye sertleşir daha sonra saman alevi gibi söner’ diye düşünüyorsanız çok büyük yanılgı içinde olduğunuzu bilin. İlişkiler tahmin edeceğinizden çok daha büyük yara alacak ve ne yazık ki bu kalıcı olacaktır. Şunu da unutmayın ilişkilerin gerilmesi, hep Fransa’nın anlamsız çıkışlarından kaynaklanıyor.” İş dünyası çok kızgın Başta Renault, Carrefour olmak üzere Türkiye’de büyük yatırımları olan Fransız şirketlerin yöneticileri de Fransa yönetimi uyarıyorlar. Özellikle Türkiye’nin nükleer enerjisine yatırım yapmayı düşünen şirketler yönetime karşı infial içindeler. Enerji şirketleri, tüm boyutlarıyla ele alındığında 40-50 yıllık bir işi kaybedeceklerini biliyorlar. Ellerinden bir şey gelememesinin sıkıntısı içindeler.

Geçme eğilimi çok yüksek Görüşmelerden ve UMP’den cevaben yazılan mektuplardan, tasarının çok olağanüstü bir durum olmaz ise geçeceği anlaşılıyor. Yaptığımız temaslar ve yazışmalardan elde ettiğimiz izlenim, daha önce de ilettiğimiz “Tasarının arkasında Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle çok büyük oy endişesi taşıyan, bu nedenle Ermeni diasporasının oylarına büyük önem veren Nicolas Sarkozy’nin olduğu” notunu bir kez daha teyit ediyor. Sarkozy, Ermenistan’a yaptığı ziyarette söylediklerinin bu kez Ermeni diasporasınca iyi not edilip, takip edildiğinin farkında.

Terk için her şey hazır Tasarı geçerse, büyükelçi Burcuoğlu’nun aynı gün içinde uzun süreli istişarelerde bulunmak amacıyla Türkiye’ye dönmesini sağlayacak her türlü hazırlık yapıldı. Bunun için sadece Ankara’dan gelecek resmi talimat beklenecektir. Bu arada TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Volkan Bozkır başkanlığındaki Türk parlamenter heyeti, siyasi boyutta son girişimleri yapmak ve gereken mesajı vermek için dün Paris’e gitti.

Bozkır başkanlığındaki heyet, bugün Fransız Ulusal Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı UMP’li Axel Poniatowski, Sosyalist Parti (PS) Milletvekili Pierre Moscovici, Merkezi Birlik Senatörü Nathalie Goulet ve Ulusal Meclis Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Michel Diefenbacher ile görüşecek. Heyet yarın da Sarkozy’nin Dış Politika Danışmanı Büyükelçi Jean? David Levitte, Dışişleri Bakanı Alain Juppé, Fransız Ulusal Meclisi UMP Grup Başkanı Christian Jacob ve Fransız Ulusal Meclisi Başkanı Bernard Accoyer (UMP) ile biraraya gelecek. Heyetin Çarşamba günü Türkiye’ye dönmesi bekleniyor.
Kürdistan: Türk Devleti Depremden Beter, Uluslararasi Yardima Hayir
Posted by Basindan on 11/11/2011, 14:10:05

Yardım teklifine şok yanıt!

11 Kasım 2011
Kaynak: Milliyet Gazetesi


Kosova Genç İzciler Birliği Derneği’nin Türkiye İzcilik Federasyonu Arama Kurtarma Ekibi’ne Van’daki enkaz çalışmalarında “Sizlere çalışmalarınızda yardımda bulunmak için gelmek istiyoruz” tüm masraflar her şey bizden sadece cevap bekliyoruz, talebine Türkiye İzcilik Federasyonu’ndan gelen “Kosova Genç İzciler Birliği’ni tanımamaktadır. Söz konusu teklifinizi olumlu karşılayamayacağımızı belirtmek isteriz” cevabı Kosovalı Genç İzciler Birliği’nin hayal kırıklığına uğrattı .

İlk olarak Türkiye Cumhuriyeti Kosova Büyükelçiliğine Van’daki çalışmalara katılmak için başvuruda bulunduklarını söyleyen Kosova Genç İzciler Birliği Derneği Başkanı Kazım Opoyan, büyükelçiliğin Türkiye İzcilik Federasyonu’yla irtibata geçmelerini söylediklerini ifade etti. Konuyla ilgili mikrofonlarımıza konuşan Kosova Genç İzciler Birliği Derneği Başkanı Kazım Opoyan, Van’da yaşanan depremle ilgili enkaz çalışmaları ve diğer yardımlar için Türkiye İzcilik Federasyonu Arama Kurtarma Ekibi’ne yazı yazdıklarını tüm masrafların her şeylerin kendilerin ait olacağını sadece yönlendirmeleri için destek istediklerini söyledi. Her şeyi ayarladıklarını hatta işlerde çalışan arkadaşlarının işyerlerinden izin aldıklarını söyleyen Opoyan, Türkiye İzcilik Federasyonu Arama Kurtarma Ekibi’nden gelen yazıya çok üzüldüklerini söyledi. Amacımız Kosova halkı olarak Van’da yaşayan kardeşlerimizin yanında olmak diyen Opoyan, “onlara hem yardımcı olmak hem de üzüntülerini birlikte paylaşmaktır” dedi



55
Nationalrat
Conseil national
Consiglio nazionale
Cussegl naziunal

Rapport de la Commission de politique extérieure du 31 octobre 2011

Réunie le 31 octobre 2011, la Commission de politique extérieure du Conseil national a procédé à l’examen préalable de la pétition visée en titre, déposée le 4 juillet 2011 par M. Ismail Parmaksiz.

L’auteur de ladite pétition invoque l’aide de l’Assemblée fédérale afin que le massacre perpétré au Dersim en 1937 et 1938 soit reconnu comme étant un génocide.

Proposition de la commission

Par 11 voix contre 5 et 1 abstention, la commission propose de ne pas donner suite à la pétition.

Pour la commission :
La présidente Christa Markwalder

1. Objet de la pétition
2. Considérations de la commission

1. Objet de la pétition

L’auteur de la pétition demande au Parlement de s’engager afin que :

le massacre de Dersim (1937-1938) soit reconnu en tant que génocide ;
la République de Turquie présente ses excuses aux victimes et à leurs descendants ;
les habitants qui ont été déplacés au moment des faits et leurs descendants jouissent d’un droit à la réintégration ;
les habitants qui ont été déplacés au moment des faits et leurs descendants soient assistés dans leur éventuelle quête de réintégration ;
une assistance financière soit prévue pour le processus de réintégration susmentionné ;
les survivants du massacre, les personnes déplacées et la deuxième génération des descendants soient indemnisés ;
le massacre soit relaté dans les livres d’école et les archives notamment, ainsi que dans l’histoire de la Turquie, et présenté dans les musées ;
des efforts soient déployés pour encourager la réconciliation entre les populations concernées ;
l’endroit où Seyid Riza, son fils et ses compagnons sont enterrés soit révélé publiquement ;
le nom de tous les villages et villes kurdes soit rétabli, en particulier celui de Dersim (qui s’appelle aujourd’hui Tunceli, en turc)
tous les projets de construction de barrages qui entraîneraient l’inondation de villes, de lotissements, de lieux historiques et de zones agricoles kurdes soient suspendus.

2. Considérations de la commission

La commission a pris connaissance des événements qui ont eu lieu au Dersim en 1937 et 1938. Elle estime qu’il est important de soumettre les faits qui se sont déroulés alors à un travail d’analyse historique.
La commission pense que la contribution de la Suisse doit consister à mener un dialogue constructif et une politique active en vue de promouvoir les droits de l’homme et le travail de mémoire historique. Eu égard au fait que la Suisse s’engage déjà, au sein de diverses organisations internationales, en faveur de minorités religieuses et ethniques, elle propose de ne pas donner suite à la pétition.

——————–

11.2023 n Petition Parmaksiz Ismail. Anerkennung des Völkermordes in Dersim, ehemalige Provinz der Türkei, 1937/38

Bericht der Aussenpolitischen Kommission vom 31.

Oktober 2011

Die Kommission hat an ihrer Sitzung vom 31. Oktober 2011 die am 4. Juli 2011 von Herrn Ismail Parmaksiz eingereichte Petition vorgeprüft.

Die Petenten fordern die Bundesversammlung auf, Unterstützung zu leisten, dass die Massentötung von Dersim von 1937/38 als Völkermord anerkannt wird.

Antrag der Kommission

Die Kommission beantragt mit 11 zu 5 Stimmen bei 1 Enthaltung, der Petition keine Folge zu geben.

Im Namen der Kommission
Die Präsidentin: Christa Markwalder

1. Inhalt der Petition
2. Erwägungen der Kommission

1. Inhalt der Petition

Die Petenten fordern vom Parlament:

Die Anerkennung der Massentötung von Dersim (1937-38) als Völkermord
Entschuldigung der Türkischen Republik bei den Opfern und deren Nachkommen
Recht auf Wiedereinbürgerung für vertriebene ehemalige Einwohner und deren Nachkommen
Unterstützung bei der Wiedereinbürgerung für vertriebene ehemalige Einwohner und deren Nachkommen, wenn diese es wünschen
finanzielle Unterstützung für die Wiedereinbürgerung
Abfindung für die Überlebenden, Vertriebenen und die zweite Generation der Nachkommen
Dokumentation bspw. in Schulbüchern, Museen, Archiven und in der türkischen Geschichte
Förderung der Versöhnung
Bekanntgabe des Ortes wo Seyid Riza, sein Sohn und seine Gefährten begraben sind
Umbenennung aller kurdischen Dörfer und Städte im Speziellen Dersim (heute Tuncelli)
Stopp aller Projekte zum Bau von Staudämmen, die kurdische Städte, Siedlungen, kulturelle Städte und landwirtschaftliche Felder überfluten würden.

2. Erwägungen der Kommission

Die Kommission hat von den Ereignissen von 1937/38 in Dersim Kenntnis genommen. Sie ist der Ansicht, dass eine historische Aufarbeitung dieser Ereignisse wichtig sei.
Von Seiten der Schweiz soll ein konstruktiver Dialog und eine aktive Politik zur Förderung der Menschenrechte und der Vergangenheitsaufarbeitung geführt werden. Angesichts der Tatsache, dass sich die Schweiz in internationalen Gremien für religiöse und ethnische Minderheiten einsetzt, beantragt die Kommission, der Petition keine Folge zu geben.

===============

Dersim: l’offense redoublée d’Erdogan

Posted by Laurent Leylekian – transfert on 16/12/2011, 15:28:52

Dersim: l’offense redoublée d’ErdoganPublié par Laurent Leylekian
Source:
http://eurotopie.leylekian.eu/Il est excuses plus insultantes encore que l’offense qu’elles sont censées racheter. En matière d’obscénité politique, force est de reconnaître que le Grand Turc vient de repousser les limites: Selon plusieurs dépêches de presse de son pays, Recep Tayyip Erdogan, le Premier ministre a récemment déclaré : “S’il y a des excuses à présenter au nom de l’Etat (…) je voudrais présenter mes excuses et je présente mes excuses” à propos des massacres de masse commis en 1938 par l’armée de la République kémaliste naissante dans la région reculée du Dersim.


Willy Brandt – Varsovie, 1970.

Nul doute que les zélateurs d’Ankara sauteront des deux pieds sur l’opportunité et sur la méconnaissance de la réalité turque par les Occidentaux pour présenter ces “excuses” comme un indice révélateur des “progrès de la Turquie” et autres billevesées. Parmi les extrapolations aventureuses qu’ils en tireront, se trouvera sûrement la prophétie que ces “excuses” pourraient constituer un prélude à une prochaine demande de pardon à propos du génocide des Arméniens. Bref, on entendra sous peu formulée la comparaison pour le moins osée entre l’actuel homme fort d’Ankara et l’ex-chancellier allemand Willy Brandt qui s’était agenouillé avec sincérité, courage et dignité devant le mémorial du Ghetto de Varsovie en 1970 et qui avait effectivement engagé son pays dans une démarche de contrition et de réparation .

Un contexte de rivalité politique: les Islamistes jettent l’opprobre sur les Kémalistes


Dersim 1938 – les soldats de la République et leurs victimes enchaînées comme des bêtes avant exécution.

Or rien n’est plus éloigné de la vérité. Passons rapidement sur la grossière minimisation du nombre de victimes des massacres du Dersim telle que conçue par Erdogan: il ne s’agit pas de 10 000 victimes, ni même de 13 806 morts selon un décompte aussi précis que fantaisiste mais de 50 à 80 000 morts, hommes, femmes et enfants tués au cours de prétendues opérations de “pacification”. En fait, le crime principal des habitants du Dersim était de s’être toujours montrés rétifs au processus de turquification – un processus d’ingénierie sociale renforcé depuis les Jeunes-Turcs – de n’avoir pas participé à la curée 20 ans auparavant – lors du Génocide des Arméniens – et d’avoir largement protégé ces derniers dans le cadre d’une conception tolérante et pacifique de l’Islam propre à l’alévisme. Si cette région qui était depuis longtemps dans le collimateur des autorités ottomanes n’a finalement été ravagée qu’en 1938, ce ne fut d’ailleurs pas dû à une quelconque mansuétude antérieure des pachas turcs mais parce que ni les Ottomans, ni les kémalistes qui leur succédèrent n’eurent suffisamment de puissance politique et militaire pour le faire auparavant.

Les “excuses” du Premier Ministre turc ne tombent donc pas dans le vide mais participe d’un contexte. En reconnaissant a minima les massacres du Dersim, Erdogan noircit un peu plus le tableau de ses adversaires kémalistes du parti républicain (CHP) . Son adresse constitue d’ailleurs une réponse de politicien roué à une attaque du leader du CHP – Kemal Kilicdaroglu, lui-même originaire du Dersim et qui souhaitait que “la Turquie affronte son passé”. La réponse d’Erdogan mérite d’être intégralement reproduite: “Est-ce moi ou vous qui devrait s’excuser ? S’il y a des excuses au nom de l’Etat et s’il y a une telle opportunité, je peux le faire et je m’excuse. Mais s’il y a quelqu’un qui devrait s’excuser au nom du CHP, c’est vous car vous êtes du Dersim. Vous avez déclaré que vous étiez honoré d’être du Dersim. Maintenant, sauvez votre honneur”.

Et d’ajouter “Le Dersim fait partie des évènements les plus tragiques de notre histoire récente. C’est un désastre qui doit maintenant être évoqué avec courage. Le parti qui devrait être confronté à cet incident (sic !) n’est pas le parti au pouvoir de la Justice et du Développement [l'AKP]. C’est le CHP qui est derrière ce désastre sanglant et qui devrait se confronter à cet incident (re-sic !) et son président est de Tunceli.” [NdT : nom actuel du Dersim]

Manœuvres et arrière-pensées politiques


Le résultat des élections législatives de 2011. la tâche rouge à l’Est de la Turquie représente le Dersim. Les “indépendants” en vert ont en fait voté pour le parti kurde BDP. En jaune, la réalité d’une Turquie islamiste.

Et voilà comment – à peu de frais – le tribun d’Ankara parvient dans un même mouvement à jeter une opprobre, certes justifiée, sur ses opposants politiques tout en passant sous silence les exactions actuelles de son propre gouvernement contre les Kurdes – ceux-là même qui prirent part naguère au Génocide des Arméniens et aux massacres du Dersim. Rappelons au passage que les principales voix discordantes de Turquie – celles qui pourraient se montrer critiques à l’adresse de la politique de plus en plus brutale et autoritaire du régime Erdogan – ont été mises sous les verrous il y a moins de deux mois. Rappelons aussi – cela pourrait avoir échappé – que le Dersim est la seule circonscription électorale de Turquie orientale qui vote CHP. Ceci s’explique d’une part parce que les habitants originels du Dersim – Alévis – se sont toujours montrés méfiants vis-à-vis de l’Islam orthodoxe sunnite et donc attachés à la laïcité, quoique artificielle qu’elle puisse être en Turquie, et d’autre part parce que suite aux massacres, l’Etat turc a procédé à une véritable colonisation intérieure de la région en y implantant des populations qui étaient au kémaliste ce que le komsomol était au bolchevisme. La déclaration d’Erdogan peut donc aussi être interprétée comme une manœuvre de séduction à l’égard de ces populations dans un contexte où le leadership des islamistes de l’AKP est aujourd’hui sérieusement entamé non seulement vis-à-vis des Kurdes à l’Est mais également vis-à-vis des classes moyennes turques.

Les massacres du Dersim questionnent la République turque,

le Génocide des Arméniens met en cause la nation turque

Voilà donc le pourquoi du comment de ces “excuses” et de leur sincérité. Il ne faut donc pas s’attendre au même type d’excuses – par ailleurs à bon compte – vis-à-vis du Génocide des Arméniens. Car si les deux opérations furent assez similaires d’un point de vue opérationnel, si ceux qui participèrent au premier furent aussi impliqués dans le second, comme par exemple l’infâme Sükrü Kaya, là s’arrête la similitude et le contexte des deux tueries fut en fait assez différent : Les massacres du Dersim furent essentiellement un acte d’affirmation de la République turque et on peut donc faire confiance à Erdogan pour les fustiger; le Génocide des Arméniens fut l’acte de création de la nation turque dont il ne faut pas escompter qu’il soit regretté par n’importe lequel des dirigeants passés ou actuels de Turquie.

Pour ceux qui auraient quelques doutes en la matière, la fin de l’intervention d’Erdogan est également révélatrice. Accusé comme de bien entendu par le CHP de préparer un demande de pardon pour le Génocide des Arméniens, le sanguin Erdogan a vertement répliqué “vous me mettez dans le même panier que la Diaspora arménienne. Honte à vous : Comment osez vous me comparer à la Diaspora arménienne”. C’est sûr : le “bon Turc” Erdogan n’est certainement pas prêt à battre sa coulpe en reconnaissant que la création de l’identité de son peuple s’est faite sur le cadavre d’un autre.

=====================







“S’il y a des excuses à présenter au nom de l’Etat, alors je présente mes excuses”. Par ces mots, le premier ministre turc Recep Tayyip Erdogan a reconnu officiellement les massacres du Dersim commis par l’armée turque en 1937-38, au cours d’une campagne de répression particulièrement sanglante. “L’incident le plus tragique de notre passé récent”, selon Erdogan, qui répondait à une demande de son opposant Kemal Kiliçdaroglu, qui demandait que “la Turquie affronte son passé”. Ces déclarations de M. Erdogan, la semaine dernière, au Parlement, documents à la main (voir la vidéo), ont fait couler beaucoup d’encre. Mais c’est surtout la polémique politicienne qui occupe les commentateurs, prenant le pas sur la dimension historique de cet acte de repentance, même incomplet.

Les réactions ont d’abord été sceptiques. Ses détracteurs et le parti kémaliste CHP, taxent M. Erdogan d’”hypocrisie”. Le premier ministre a bien sûr son propre agenda. Et cette reconnaissance surprise lui permet de discréditer un peu plus le CHP, son principal parti d’opposition, empêtré dans ses contradictions, incapable de solder un héritage encombrant. Le CHP, parti fondé par Atatürk et parti unique jusqu’en 1945… A la fin des années 30, sous la présidence d’Atatürk, les chefs du gouvernement, Ismet Inönü puis Celal Bayar, ont eux-même supervisé les opérations du Dersim.

Des opérations planifiées depuis la fin des années 20 pour écraser dans le sang cette région rebelle, peuplée de Kurdes et de Zazas, alévis, mais aussi d’Arméniens, islamisés ou non, qui y avaient trouvé refuge au moment du génocide de 1915. La petite ville de Dersim est alors rebaptisée Tunceli, la main de bronze, du nom de l’opération militaire. Le nom d’usage jusqu’à aujourd’hui pour cette province.

Erdogan s’est en fait engouffré dans une brèche ouverte par le CHP lui-même. Le 9 novembre, le député CHP de Tunceli, Hüseyin Aygün, (photo) brise la glace et met en cause une politique d’Etat. “Pas vraiment un scoop, écrit Jean Marcou sur le blog de l’Ovipot. “Mais venant d’un député du CHP, même de Tunceli, il surprend, bien sûr, et fait l’événement”. Ces déclarations ont provoqué des remous jusqu’au sein du parti. Un groupe de députés a demandé l’exclusion d’Aygün. Le président du CHP, Kemal Kiliçdaroglu est lui-même originaire de Nazimiye, dans la région de Tunceli et des membres de sa propre famille ont été victimes des massacres et des déportations. En novembre 2009, le vice président du CHP de l’époque, le diplomate Onur Öymen, avait soulevé la réprobation après une sortie, justifiant les massacres de 1937-38.

A trop se laisser distraire par cette polémique, on en aurait presque oublié que ce n’est pas seulement M. Erdogan qui a reconnu les massacres, mais, fait beaucoup plus signifiant, à travers lui, la République turque. “La portée d’un tel geste dépasse très largement son auteur : il est difficile de refermer la boîte de Pandore, une fois qu’on l’a ouverte…”, écrit encore Jean Marcou. Bien sûr, cette reconnaissance a minima, validant les chiffres officiels de 13.806 morts, recensés par la gendarmerie, là où selon les historiens, on pourrait plutôt parler de 30.000 à 50.000 morts, est largement insuffisante. Bien sûr il faudra encore d’autres étapes pour parvenir à la vérité historique: sur l’emploi d’armes chimiques contre des civils, gazés dans les grottes. Ou sur le rôle, par exemple de Sabiha Gökçen, fille adoptive d’Atatürk et première femme pilote de l’armée turque, qui fut envoyée pour arroser la région de bombes.

Mais un processus est enclenché et il dépasse très probablement les intentions du premier ministre. Le journal Radikal et le reste de la presse pro gouvernementale (Sabah, Zaman, etc) publient depuis deux semaines documents et articles sur les massacres du Dersim. Les librairies débordent d’ouvrages abordant la question et les chercheurs se lancent dans l’étude des documents d’archives.

Les éditorialistes s’emballent, questionnent, critiquent : quelques exemples avec Mehmet Ali Birand, pour qui il faut maintenant affronter le tabou de 1915, Orhan Kemal Cengiz, ou encore Koray Caliskan. D’autres, comme Pinar Ogunc, dans Radikal, font remarquer que c’est l’AKP qui avait fait interdire un documentaire sur le Dersim. L’universitaire Bilgin Ayata souligne que la politique de l’Etat turc, sous Erdogan, reste peu différente de celle de ses prédécesseurs, prenant pour exemple le projet de 10 barrages autour du Dersim…

Le génocide arménien de 1915, après les massacres des années 30 que les Dersimis qualifient volontiers de “jenosid”, peut-il être la prochaine étape de ce travail de mémoire? Les réactions à courte vue de Tayyip Erdogan peuvent laisser penser le contraire. Mais c’est la République qui parle.

zondag 11 december 2011

DERSIM KURT ASIRETLERI BIRLESIK KOMITESI

DEKLARASYONÊ DÊSIMİ / DERSİM DEKLARASYONU

1. Dersim 38 Soykırımı’yla yüzleşilsin, toplumsal barış sağlansın.

Devlet, parlementoda cumhurbaşkanı ve kurbanların da bulunacağı bir anma/yüzleşme töreniyle Dersim Soykırımı’ndan dolayı af dilesin.
Dersim Soykırımı meclis araştırma komisyonu kurulsun.
Mamekiye’de uzmanların öncülüğünde uluslararası normlara uygun bir ‘Dersim Soykırımı Dokümantasyon Merkezi’ kurulsun.
Dersim 37/38 Soykırımı arşivleri, meclis tutanaklarından genelkurmay arşivlerine dek, açılsın.
Toplu katliam yerleri açıklansın ve tarihin tekkerür etmemesi için bir ‘hatırlama ve unutmama’ anıtıyla ebedileştirilsin.
İdam edilen ve akibetleri devletçe gizlenen Seyid Rıza ve Dersim ilerigelenlerinin mezar yerleri açıklansın.
38’de ‘evlat’ alınan, Dersim’in kayıp çocuklarının listeleri açıklansın, akibetleri araştırılsın.
Soykırıma uğrayan, sürgüne gönderilen, zorla ikamete tabi tutulanların hakları iade edilsin ve yaşadıkları mağduriyetler giderilsin.
1924'te yayımlanan, Cumhuriyet öncesi eski isimleriyle Dersim bölgesini gösteren harita. Orjinali Jarudiyar arşivindedir


2. Dersim coğrafyası tarihi sınırlarıyla tanınsın ve adı iade edilsin.

‘Tunceli Kanunu’ kaldırılsın. Değiştirilen köy, kasabe ve şehir adları geri verilsin.
Dersim Katliamı’nda yer alanların isimleri Dersim coğrafyasındaki bina, alan ve yerleşim birimlerinden kaldırılsın.
38’in devamı olan Dersim coğrafyasını insansızlaştırma politikası durdurulsun.
Boşaltılan ve yakılan köylere geri dönüşler sağlansın.
‘Baraj projeleri’ iptal edilsin ve ‘Siyanürle altın arama’ çalışmaları durdurulsun.
Munzur Dersimliler için kutsaldır, dokunulmasın.



3. Dersim’in etnik kimliği tanınsın.

Eşit yuttaşlık sağlansın.
Dersimliler’in özgünlüğü kabul edilerek özellikle “Horasan Türkleri” ve “Kürt Alevi” gibi yakıştırma tabirlerinden vaz geçilsin, Kırmanc/Zaza kimliği tanınsın.



4. Anadilde eğitim hakkı tanınsın.

Zazaca Türkiye’nin en çok konuşulan üçüncü dili. Dersim’in yaygın dili olan Zazaca, bu katliam ve asimilasyon sonucu, UNESCO’nun da işaret ettiği gibi, tehdit altında. Zazaca, anadilde eğitim hakkı sağlanarak yaşatılsın.
TRT kurumunda Zazaca yayın yapan bir kanal kurulsun.



5. İnaç özgürlüğü sağlansın.

İnaç kimliğimiz, Raa Heqi resmiyette tanınsın ve gerçek anlamda eşit koşullar (laiklik) sağlansın.


6. Kimliğimiz, dilimiz ve inancımız anayasal güvenceye kavuşturulsun.




Barış ve kardeşlik her kes için olsun.

Barış ve kardeşlik istiyoruz.

zaterdag 3 december 2011

Federe Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani dün Selahaddin kentinde bulunan Başkanlık konutunda Suriye’de Ulusal Kürt Meclisi” yöneticileri ile

DARISI KUZEY KURDISTANLILARIN BASINA

Suriye’de Ulusal Kürt Meclisi yöneticileri ile bir araya gelen Federe Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani önemli mesajlar verdi. Suriye’de demokrasi ve Kürtlerin haklarının anayasayla garantiye kavuşmasını isteyen Barzani “Kürtler mevcut durumu iyi tahlil etmeli” dedi.



Görüşmede Batı Kürdistan’ın Qamişlo kentinde söz konusu meclisin yaptığı kongrenin sonuçları ve Suriye’deki gelişmeler ele alındığı öğrenildi.

Kürdistan Bölge Başkanlığı’nda yapılan açıklamaya göre Barzani, toplantının önemine dikkat çekerek “Suriye’deki Kürtlerin durumunu yakından öğrenmek ve Kürdistan Bölgesi’nin bu süreçte nasıl bir rol oynayabileceği açısından önemli bir görüşme” dedi. Suriye halkının taleplerini desteklediklerini söyleyen Barzani şu mesajı verdi:

“Biz Suriye’deki Kürt partilerini destekliyoruz ve kurdukları birlikten memnuniyet duyuyoruz. Kürtler, mevcut durumu iyi tahlil ederek hareket etmeli. Bizim için önemli olan demokrasi ve Kürtlerin haklarının anayasayla garantiye kavuşması.”

Kürt siyasetinin Suriye’de yaşanacak bir mezhep çatışmasını önüne geçmesi gerektiğine dikkat çeken Barzani, “Kürtlerin davası ulusal bir dava. Bu yüzden de tüm unsurlarla birlikte yaşama kültürüne önem verilmeli” dedi.

Meclis yöneticilerinden özellikle kadın ve gençlere önem verilmesini isteyen Barzani, ayrıca bir irtibat komitesinin kurulmasını istedi.

02) Meclis’te Kürtçe Bilen AKP'li Sayısı 8 -03-12.2011



Erdoğan'ın '70 Kürt vekili'nin yalnız 8'i Kürdçe biliyormuş.

‘24. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü’ basılarak dağıtılınca Kürtçe bilen milletvekili sayısı da ortaya çıktı. Buna göre 549 üyesi olan TBMM’de toplam 37 vekil Kürtçe biliyor, bunların 26’sı BDP’li 8’i AKP’li, 2’si ise CHP’li.

Başbakan Erdoğan'ın '70 Kürt vekilim var' dediğinin AKP'nin sadece 8 vekilinin Kürtçe bilmesi dikkat çekti.

Meclis albümü milletvekillerinin profillerini de ortaya çıkardı. Buna göre 514 milletvekili yüksek öğrenim, 33 milletvekili lise ve dengi okul, 1 milletvekili ortaokul, 2 milletvekili ise ilkokul mezunu. Ayrıca mecliste 55 profesör, 10 doçent, 12 yardımcı doçent ve 41 doktor var.

Yüksek lisans yapan vekillerin sayısı 85’ken, meslek grupları arasında hukukçular başı çekiyor; avukat, hakim, savcı 122’yi bulurken,. 74 Öğretim Üyesi, 65 işveren mecliste var. Albümde tutuklu vekillere de yer verilmesi dikkat çekti. ANF

03) Barış sürecinin aktörleri -03-12.2011
Mithat Sancar


DUBLIN- Dublin’deki görüşmelerde dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz: Silahların susması nasıl mümkün oldu?

Kuzey İrlanda barış sürecinden herkes kendine göre dersler çıkarmış. Bu derslerde epeyce ortak husus var.

Yukarıdaki soruya verilen cevaplardaki benzerlikler, farklılıklardan çok daha fazla. Farklı değerlendirmelerin kaynağında da, esas olarak, kişilerin silahlı çatışmayı yaşama şekli ile çatışmanın sonlandırılmasında oynadıkları rol yer alıyor.

Aslında çatışmanın aktörleri, aynı zamanda çözümün de aktörleri olmuşlar. Yani “barışı savaşanlar yapmış”. Ancak sürecin inşasında “taraf”lar dışında, başka kişilerin, kurumların, girişimlerin de emeği var.

Bu seyahat esnasında, her iki sahadan da önemli isimlerle görüştük. Çatışmaların doğrudan tarafı olmayan, “üçüncü aktör” diyebileceğimiz muhataplarımızın başında Glencree Barış ve Uzlaşma Merkezi geliyor. Merkez’in başkanı Ian White’ın sürece dair gözlemleri ve çıkarımları çarpıcıydı.

Glencree’nin, bu seyahatin gerçekleşmesinde DPI’yla birlikte çalıştığını belirteyim. Daha doğrusu, bu çalışma DPI ve Glencree arasındaki işbirliğiyle mümkün oldu.

Ian White, barış sürecinden çıkardığı dersleri anlatırken şu noktaların altını çizdi:

1) Barış çalışmalarının ilerleyebilmesi için, tarafların birbirine güvenmesi şart değildir; sürece güvenmek yeterlidir. Uzun süre birbirini düşman görmüş ve çatışmış tarafların birbirlerine güvenmelerini beklemek gerçekçi değildir. Ancak müzakere sürecinin işlemesini mümkün kılacak, tıkanmaların aşılmasını sağlayacak ilke ve usuller üzerinde mutabakat oluşursa, güven olmadan da barışa ulaşılabilir.
2) Müzakere süreci boyunca gerilimler olabilir, hatta çatışmalar yaşanabilir. Önemli olan, buna rağmen süreci devam ettirmektir. Bu ise, çatışmaları iyi bir şekilde yönetmeye bağlıdır. Barış umudunu canlı tutabilmek için, çatışmaları yönetme becerisi göstermek şarttır.
3) Ben şiddete kesin bir şekilde karşıyım. Ama bu tutumum, şiddetin bir yöntem olarak kullanılmasını anlamak için çaba harcamama engel değil. Silahlı mücadeleyi harekete geçiren ve devamını sağlayan sebepleri, saikleri, çelişkileri ve dinamikleri anlamaya çalışmadan, silahları susturacak yöntem ve tedbirleri bulmak çok zordur, hatta imkânsızdır.

Bilmem önemi var mı, ama yine de söyleyeyim: Glencree’nin başkanı Ian White, Belfastlı bir Protestan. Katolik bir kadınla evlendikten sonra, Belfast’taki Protestanlar tarafından dışlanmış. Bunun üzerine ailesiyle Dublin’e göç etmiş. Çatışmalar sürerken de şiddete karşı çıkmış, bunun gereklerini de yerine getirmeye çalışmış. Bu nedenle, her iki taraf nezdinde de çoğunlukla şüpheli ve antipatik bir algıya konu olmuş. Lakin bugünden geriye bakıldığında, Glencree ve ona benzer kuruluşların barış sürecinde fazla görünmeyen fakat etkili aktörler oldukları kabul ediliyor.

Dünün en heyecan verici gelişmesi, şüphesiz Gerry Adams’la buluşmaydı. Yaklaşık yarım saat süren görüşmede, Gerry Adams yeni ve çarpıcı bir şey söylemedi. Hatta fazla ketum ve tutuk da sayılabilirdi. Buna rağmen bu buluşma etkileyiciydi. Etkilenme konusunda herkesin kendine göre bir sebebi vardır mutlaka.

Benim Gerry Adams’a baktığımda ilk gördüğüm şey, karizmatik bir kahraman portresiydi. Ama savaşın değil, barışın kahramanı. Karşılaştığım bütün eski IRA liderleri gibi, kendine (biraz da aşırı) güven havası Adams’ta da hemen fark ediliyor. Bunun kibirle karışık bir “özgüven” mi, yoksa tarihsel işlevi ve bugün temsil ettiği şeyler açısından kendisinden memnun, kendisiyle barışık olma hali mi olduğunu sordum kendime. Benim cevabım, ikinci şık oldu. Böyle baktığım için olacak herhalde, Adams başta olmak üzere hepsinde bir çelebilik de gördüm.

Gerry Adams, kanlı çatışmaların barışa evrilebileceği fikrinin ve umudunun canlı bir simgesi gibi duruyor. Çatışmalar sürerken, birçok kişi için tasavvur dahi edilemez olan bir konumu temsil ediyor.

Kısa konuşmasında vurguladığı ilk husus, barışçıl çözümün ancak haklar, eşitlik ve adalet temelinde gerçekleşebileceğidir. IRA, kendisine böyle bir çözüm teklifi sunulduğunda, silahtan siyasete geçme konusunda fazla zorlanmamış. Daha doğrusu, yapılan teklifin bu özelliklere sahip olduğuna ikna olduğunda, silahları terk etmekle sonuçlanacak siyasal mücadele zeminine geçmeye karar vermiş. Adams, müzakere sürecinin bizatihi kendisini “bir siyasal mücadele yöntemi olarak” gördüklerini belirtti ve ekledi: Siyasal alanın geniş tutulması ve özgür kılınması, barışı kurmak açısından hayati önemdedir. Bu tesbitlerin Türkiye açısından ne anlama geldiğini ayrıca hatırlatmaya gerek var mı?

ETA’nın silah bırakma sürecine kendisinin de katkısı olduğu, aynı şeyi Türkiye’deki çatışma için düşünüp düşünmeyeceği soruldu Adams’a. Cevabı azıcık diplomatik, çokça da mütevazıydi. Her ülkenin şartlarının farklı olduğunu, hiçbir topluma sunacak hazır bir reçeteleri bulunmadığını vurguladıktan sonra, bir talep olursa “tecrübelerini memnuniyetle paylaşabileceğini” söyledi.

Sonrasında başka görüşmelerimiz de oldu, akşam parlamentoda yemeğe davetliydik. Ama sanırım hepimizin kafasında az ya da çok Adams’la ilgili düşünceler oynaşıyor, ülkemize dair sorular dolanıyordu.

Fotoğraf altı
Karşılaştırmalı barış süreçleri çalışması kapsamında Dublin’de bulunan heyet Gerry Adams’la buluştu. Üç partinin milletvekilleri, akademisyenler ve gazetecilerden oluşan heyet Adams’la yarım saat görüştü.

04) Cezaevinden Van'a Anlamlı Yardım -03-12.2011



Van’da yaşanan iki depremin ardından Türkiye’nin ve Dünya’nın birçok ülkesinden yardımlar Van halkına gönderildi. 01 Aralık 2011

Kalemini, defterini, silgisini gönderen çocuklar, boynunda yıllarca taşıdığı küçük çeyrek altınını gönderenler Anneler ve gönderecek hiçbir şeyi olmayan ama mektubuyla Van halkının acısını paylaşanlar, Depremin en duygusal fotoğraflarıydı…

Ve Cezaevleri…

Üzerinde bulanan elbiseyi, bir Vanlı ısınsın diye gönderen fedakar tutuklu ve hükümlüler… Neredeyse tüm cezaevlerinde bulanan siyasi ve tutukluların yaptıkları kampanyalar ise Van halkını derinden duygulandırıyor.

İşte Tekirdağ 1 Nolu Tipi’nden, Van halkı için Belediye Başkanı Bekir Kaya’ya gönderilen o duygu dolu mektup:

“Halkımızın karlaştığı felaketin derin sarsıntısı içerisindeyiz. İfade edebilecek ne kelime mevcut, nede üzüntümüz buna el vermektedir. Tüm varlığımızla halkımızın yanında olduğumuzu belirtmek istiyorum. Zaten o halkın kendisi olan, bizleriz. Yaramız ağır, acımız büyük, kalbimizle, ruhumuzla, kederli halkımıza başsağlığı diliyoruz. Başımız sağolsun. Yitirdiğimiz canlarımıza rahmet olsun…Güçlü olmak zorundayız. Güçlü olup halkımıza da güç vermeliyiz. Yanınızdayız…

Sembolikte olsa elimden gelen imkanla aşağıdaki giysileri yolluyorum.

1 adet Pantolon
1 adet Mont
1 adet Kazak
1 Adet Kışlık Eşofman Üstü…”
Saygılarımla
Resul ÇETİN
Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi

05)İnsanlar Van'dan Kaçıyor-03-12.2011



Van'da dün yaşanan depremin ardından paniğe katılan birçok kişi çareyi kenti terk etmekte buldu. Göç nedeniyle karayollarında trafik kilitlendi.

Van'da dün akşam meydana gelen 5.6 büyüklüğündeki depremde 2 otel ve bir dersanenin yanında hasarlı 15 bina yerle bir oldu. Halen Bayram Otel ve Aslan Otel'inde aralarında DHA muhabirleri Cem Emir ve Sabahattin Yılmaz'ın da bulunduğu 50'den fazla kişinin enkaz altında olduğu tahmin ediliyor.

Çeşitli illerden gönderilen 300 kişilik arama-kurtarma ekiplerinin çalışmaları devam ederken paniğe kapılan birçok kişi artçı şokların ardından çareyi kenti terk etmekte buldu. Özel araçlarıyla kenti terk edenler trafiğin kilitlenmesine neden oldu.

Bu arada Milli Eğitim Bakanlığı, Van'da meydana gelen deprem nedeniyle sadece deprem bölgesi olan Van'da okulların açılmasının 5 Aralık 2011 tarihine kadar ertelendiğini bildirdi.

06)Hepimiz nasıl Dersimli olduk-03-12.2011



CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün Tarafsız Bölge’de konuştu.

Tam iki saat boyunca...

Sahiciliğiyle etkiledi, hakkaniyetiyle etkiledi, tevazusuyla etkiledi, samimiyetiyle etkiledi, bilgisiyle etkiledi, anlatımıyla etkiledi.
* * *

Öyle bir konuştu ki...

O konuşurken...

- Kemal Kılıçdaroğlu ile Tayyip Erdoğan’ın kavgası gündemden düştü... Onun yerine Munzur Çayı’nda günlerce akan kan devreye girdi.
- Siyasi çekişmeler, fırsatı değerlendirmeler, kısır kavgalar gündemden düştü... Onun yerine ölmemek için mağaralara sığınan zavallı Dersim köylülerinin üzerine sıkılan gazlar devreye girdi.
- “İngiliz parmağı/Fransız oyunu” falan gündemden düştü... Onun yerine bir gecede hukuksuz bir şekilde idam edilen Seyit Rıza’nın asılmış bedeni devreye girdi.
- “İsyan bastırılırken tatsız şeyler olmuş olabilir” cümlesindeki “tatsız şeyler” nitelemesi devreden çıktı... Onun yerine makineliyle tarandıktan sonra ölmediklerinden şüphe duyulanların süngülenmeleri devreye girdi.
- “Ne yani devlet kendisine isyan edenler karşısında bir şey yapmayacak mıydı?” cümlesi devreden çıktı... Onun yerine Zazaca yakılmış Dersim ağıtları devreye girdi...
- “O mu yaptı, bu mu yaptı” türünden mevzi kazanmaya dair sorular devreden çıktı... Onun yerine haksız yere katledilmiş en az 15 bin kişinin ölü bedeni devreye girdi.
- Yalanlarla yazılmış tarih devreden çıktı... Onun yerine Munzur’dan akan kadın ve çocukların cesetleri devreye girdi.
- Tunceli halkının desteklediği partilerden yola çıkılarak yapılan sendromlu yorumlar devreden çıktı... Onun yerine katliama maruz kalmış insanların çaresizlik içinde “belki de suç bizdeydi” diyerek olup bitene anlam kazandırma çabaları girdi devreye...
- “Sırası mı şimdi bunların? Neden bu defterleri açıyorsunuz?” tarzı yaklaşımlar devreden çıktı... Onun yerine tam 73 yıl boyunca sıranın neden Dersim’e hiç gelmediği sorusu devreye girdi.
* * * Hüseyin Aygün konuştu...
- O konuştukça gözlerimiz yaşardı, utançtan kıpkırmızı kesildik.
- O konuştukça isyan ettik, merhametsizliğin böylesine lanet okuduk.
- O konuştukça kendimizi 1938’in Dersim’inde gibi hissettik.
- O konuştukça Munzur Çayı’ndan günlerce akan kanı gördük...
- O konuştukça süngülendik, makinelilerle tarandık.
Ve en sonunda...
“Artık hepimiz Dersimliyiz” dedik, diyebildik.
Ahmet HAKAN, Hürriyet / 01.12.2011
kurdt birlesik hareketinden Sert Uyarı

Hiçbir sorunun muhatapsız olarak çözülemeyeceği herkesin bildiği bir gerçekliktir. Buna rağmen Türk devletinin ısrarla Kürt halkının özgürlük iradesini yadsıyan yaklaşımları, sürmektedir. İçişleri Bakanlığının yürüttüğü görüşmelerin ise, Kürt halkının özgürlük iradesini muhatap alma yerine, kendi çözüm anlayışlarına yandaş bulma çabalarından başka bir şey değildir.



Koma Civaken Kurdistan (KCK) Yürütme Konseyi Başkanlığı, ‘demokratik açılım’ adı altındaki projenin ‘özünde çok tehlikeli’ olduğunu belirterek amacın Kürt özürlük hareketini tasfiye amaçlı olduğunu belirtti. Cemil Bayık’a yönelik iddiaları da ‘çirkin iftira’ olarak değerlendiren KCK, İçişleri Bakanlığı’nın görüşmeleri için de ‘yandaş bulma çabaları’ dedi.

KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı yaptığı açıklamada, ‘demokratik açılım’ adı altında yapılan tartışmaları değerlendirdi. Amacın Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesi olduğunu kaydeden KCK, hiçbir sorunun muhatapsız çözülemeyeceğinin altını çizdi. KCK açıklamasında, cezaevlerinde hasta tutuklular, Diyarbakır Cezaevi’ne ilişkin yaşanan gelişme ve Günlük gazetesinin kapatılmasını da değerlendirerek sert eleştirilerde bulundu.

AMAÇ TASFİYE

KCK, “Hareketimizin geliştirdiği eylemsizlik kararı ve yaptığı çağrılar ile gündeme giren Kürt sorununda demokratik çözüm tartışmaları Önderliğimizin sunacağı yol haritasıyla somut bir çözüm perspektifine ulaşma olanağını sağlayacaktır. Buna karşı Türk devletinin başta Kürt açılımı dediği, daha sonra demokratik açılım diye adı değiştirilen girişimleriyle konu tümüyle Türkiye’nin gündemine oturmuştur. Bu sürecin geliştirilmesinde özellikle son iki haftadan bu yana Türk devlet yetkililerinin beyanat ve tavırları niyetlerini daha fazla açığa vurmuştur. Sorunun çözümü için neyi yapacaklarını değil, neyi yapmayacaklarını izah etmeye çalışan Türk devleti, özünde Kürt özgürlük hareketini zayıflatma, atılacak bazı sıradan adımların eşliğinde Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmeyi hedeflediği anlaşılmıştır” dedi.

PROJE ÖZÜNDE ÇOK TEHLİKELİ

Projenin özünde ‘çok tehlikeli’ olduğuna dikkat çeken KCK şunları ifade etti: “Bu çerçevede gündemleştirilen demokratik açılım adı altındaki proje özünde çok tehlikeli, eskisini çok çok aşan düzeyde bir çatışma sürecini yaşatabileceği konusunda ilgili tüm çevreleri büyük bir ciddiyetle uyarma ihtiyacı doğmuştur. Hükümet yetkililerinin Kürt açılımını, terörü bitirme adı altında Kürt özgürlük hareketini bitirme niyetini açığa vurmasıyla beraber avukatları İmralı’ya gidişini açıkça engellemesi, gerçek bir çözüm ve Kürt halkıyla barışı düşünmediklerini, bunun yerine Kürt halkını iradesizleştirmek istediklerini ortaya koymuştur. Önderliğimizin yol haritasına ilişkin yapacağı açıklamayı engellemek, Önderliğimizi sürecin dışında tutma ve hareketimizin, Önderliğimizin başlattığı süreci sabote etmek anlamına gelmektedir.”

HİÇBİR SORUN MUHATAPSIZ ÇÖZÜLMEZ

KCK, hiçbir sorunun muhatapsız çözülmeyeceğini şu sözlerle ifade etti: “Hiçbir sorunun muhatapsız olarak çözülemeyeceği herkesin bildiği bir gerçekliktir. Buna rağmen Türk devletinin ısrarla Kürt halkının özgürlük iradesini yadsıyan yaklaşımları, sürmektedir. İçişleri Bakanlığının yürüttüğü görüşmelerin ise, Kürt halkının özgürlük iradesini muhatap alma yerine, kendi çözüm anlayışlarına yandaş bulma çabalarından başka bir şey değildir.”

CEMİL BAYIK İDDİASI ÇİRKİN İFTİRA

Cemil Bayık’a yönelik iddialara da sert tepki gösteren KCK, şunları kaydetti: “Diğer yandan Türk özel savaşının hareketimize karşı yürüttüğü saldırı ve karalama faaliyetleri durmamıştır. Hatta giderek tırmandırıldığı, ucube iddialarla gündemin bulandırıldığı görülmektedir. Hareketimizin yönetimine yönelik çirkin iftiraların geliştirilmesi bunu açıkça göstermektedir. Hareketimizin yönetimine karşı saldırıların son örneği Cemil Bayık arkadaşın Kürdistan’da büyük katliamlar gerçekleştiren, Kürt halkının katili durumundaki Levent Ersöz ile görüştüğü iddiası tam bir kara çalma, çamur at tutmazsa izi kalır tutumunu ifade etmektedir. Gizli tanık adı altında özel olarak tertiplendiği anlaşılan tümüyle yalana dayalı bu iftira ve saldırı ile hareketimiz ve hareketimizin yönetimi hakkında kuşkular yaratılmak, hareketimizin etkisini zayıflatmak istemektedirler. Bununla birlikte Ergenekon savcısının bu tür gerçek dışı beyanatlarla Ergenekon’un Kürdistan’da işlediği katliamların üstünü örtmeye çabaladığı açıkça ortadadır. Ergenekon savcısı doğrularla yanlışları iç içe dizerek samimiyeti konusunda ciddi kuşkular yaratırken Kürdistan’da uygulanan katliam politikasında devleti temize çıkarma telaşı olarak öne çıkmaktadır.”

KÜRT TUTSAKLARA ÇİFTE STANDART

KCK açıklamasında cezaevlerindeki hasta tutsakların durumuna da değindi. KCK bu konuda şunları söyledi: “Köktenci bir değişimi taşımayan AKP hükümeti işi lafla götürerek kamuoyunu oyalama ve yanıltma durumundadır. Eğer durum böyle olmasaydı, bugün yüzlerce tutuklu Kürdistan özgürlük savaşçısı zindanlarda açık açık ölüme terk edilmezdi. En ağır suçlarla yargılanan Ergenekon sanıkları sağlık gerekçesiyle hastane hastane dolaştırılıp serbest bırakılırken, ölümcül hastalıklarla pençeleşen sol ve Kürdistanlı tutuklulara karşı çifte standartçı bir yaklaşım gösterilmekte ve tedavilerine dahi imkan sunulmamaktadır.”

DİYARBAKIR ZİNDANI PROJESİ DELİLLERİ ORTADAN KALDIRMA AMAÇLI

Diyarbakır Cezaevi’nin şehir dışına çıkarılması projesini de eleştiren KCK, “Zindanlarda tutuklu insanlarımıza bugün de ağır uygulamalar sürerken, on binlerce tutsağın ağır işkencelerden geçirildiği, onlarcasının vahşi işkenceler sonucu katledildiği, yüzlercesinin sakat bırakıldığı Diyarbakır zindanının okula dönüştürülme projesi de, bir dönemi gerçeklerle yüzleşerek kapatma değil, bir dönemin delillerini ortadan kaldırma ve gerçekleri örtbas etme gayretidir” diye belirtti.

GÜNLÜK’E KAPATMAYA TEPKİ

KCK açıklamasında Günlük gazetesine verilen kapatma cezasına da işaret ederek bunun herkesi susturma kendini konuşturma çabası olduğunu vurguladı. KCK “Türk devletinin demokratik açılım adını verdiği projesindeki samimiyetsizliğini açığa vuran en son örnek ise Günlük gazetesine yönelik olarak verilen kapatma kararıdır. Açık ki, bu kararla sürecin özgürce tartışılmasını ve yurtseverlerin, demokrasi güçlerinin çözüm yönündeki sesini yükseltmeye ve engellemeye yönelik bir çabadır. Herkesi susturarak kendini konuşturma çabasıdır” ifadelerini kullandı.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)'nin "Buradayım. İrademe sahip çıkıyorum" şiarıyla Diyarbakır İstasyon Meydanı'nda düzenlediği mitinge 50 bini aşkın kişi katıldı.
Diyarbakır ile çevre il ve ilçelerden on binlerce kişi İstasyon Meydanı'na akın etti. Alan sarı-kırmızı-yeşil renklerle süslendi. Mitinge BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, BDP'li milletvekilleri Nursel Aydoğan, Emine Ayna, Ayla Akat Ata, Halil Aksoy, Altan Tan, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve ilçe belediye başkanları, BDP il ve ilçe yöneticileri ile Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Partizan, HAKPAR, KADEP, ÖSP, TŞDK, EMEP ile DTK temsilcileri katıldı.

ESP, miting alanına Ofis merkezde toplanarak ve "Askeri-siyasi operasyonlara ve tutuklamalara karşı buradayız" yazılı pankart taşıyarak geldi. ESP'liler, "Disa disa serhildan azadiya Kurdistan", "Askeri-siyasi operasyonlar durdurulsun", "Gözaltılar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz", "Bijî Kurdistan a azad" sloganlarını attı.

Mitingde bir konuşma yapan BDP Diyarbakır İl Eş Başkanı Zübeyde Zümrt, BDP'nin 29 Mart yerel seçimler sonrası belediye sayısını iki katına çıkarmasını AKP'nin içini sindirmediğini kaydetti. Zümrüt, AKP'nin uyguladığı soykırım politikalarının ne Kürt halkına ne de Kürt siyasetçilerine geri adım attırmayacağını söyledi.

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de Diyarbakır'dan tüm dünyaya ve Ankara'ya "Kan kanla yıkanmaz. Yitirdiğimiz hiçbir canı, alacağımız başka bir canla geri getirme şansı yok. Bu halkın iradesini yok sayarak, zindana koyarak bu sorun çözülmedi, çözülmez, yegane yol var o da istişaredir" diye seslendi. "Birlikte yaşam, barış kardeşlik çağrımızı, 'artık dilimize kurşun sıkmayalım' çağrısını anlamayan zalimlere, bizi teslim almak isteyen zalimlere bir çift sözüm var" diyen Baydemir, Ahmet Arif'in "33 kurşun" adlı şiirini okuyarak, "Onlara cevabımız budur. Ez li virin" dedi.

Baydemir'in ardından konuşan BDP Eş Genel Başkanı Demirtaş, "Yıllardır halk olarak bu zorlu mücadeleyi veriyoruz. Kürt halkı Kürdistan'da onursuz bir halk olarak teslim alınmaya çalışılıyor ve bu halk buna karşı direniyor. Bugün Amed isyandadır ve Amed 'Buradayım' diyor" dedi.

'BAK İDRİS NAİM ŞAHİN...'

Demirtaş, 19 Kasım'da yapılması planlanan mitingin yağmur nedeniyle ertelenmesine ilişkin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in "BDP Diyarbakır'da miting yapamadı. Bakın KCK operasyonları ne kadar etkilidir" sözlerine şöyle yanıt verdi: "Kendisi öyle bir şahsiyet ki ne söyleseniz üstüne alınmıyor, çünkü anlamıyor. Anlama problemi var. Polislere sesleniyorum; bu görüntüleri ona gönderin, biz de hepimiz zafer işareti yapalım. Bak İdris Naim Şahin; burası Amed İstasyon Meydanı, bak KCK operasyonları etkili olmuş mu ona göre konuş."

Kürt halkına yönelik saldırıların önceki dönemlerde de yaşandığını belirten Demirtaş, "Hepsinin amacı herkesi Türkleştirmek. İsteyen Türkleşebilir biz ona saygı duyarız, ama kimse kimseye bunu zorla yapamaz. Kürt halkı direnişiyle bunu ortaya koymuştur. Dersimi bombalayanlar, 'tek dil, tek millet' için yapmaya çalıştılar. Zilan, Sason katliamları, askeri darbeler, Amed zindanındaki işkence, köy yakmaların hepsinin amacı bunun içindi" dedi.

AKP'nin de aynısını yaptığını söyleyen Demirtaş, "Bir gün gelecek bu insanlık suçunu işleyenler, bu asimilasyonu yapanlar yargılanacaklar. Ey Başbakan; sen de bundan yargılanacaksın. Bunun hesabını vereceksiniz. Hatip Dicle içerde, piyangodan vekili onun sırasında oturuyor" dedi.

KCK tutuklularını asla yalnız bırakmayacaklarını dile getiren Selahattin Demirtaş, "Onlar bizim onurumuzdur. Asla tek bir adım bile geri atmayacağız. Şehirleri de bombalasanız bundan geri adım atmayacağız. Teslim olmak bizim tarihimizde yoktur. Bundan sonra da bizden görecekleri budur. Tek insanımızın bile morali bozulmamalıdır. İstedikleri kadar operasyon yapabilirler, ama bu kahramanlık değildir, bu operasyonlar aptallıktır. Ama sizin yaptığınız direniştir, kahramanlıktır. Amaçları halkın iradesini kırmaktır" diye konuştu.

'BAŞBAKAN HABERİN OLSUN, DİRENİŞTEYİZ'

BDP Eş Genel Başkanı, Kürt halkının yıllardır barış elini uzattığını ama devletin hakaret, tutuklama ve tehditle yaklaştığını söyledi. Demirtaş, "Zulme karşı direnmek anayasanın halklara verdiği bir yetkidir. Direnme hakkı anayasal bir haktır. Anayasal hakkımızı kullanıyoruz haberin olsun başbakan, biz direnişteyiz" diye konuştu.

Yeni anayasa için yol temizliği yapılması gerektiğini kaydeden Demirtaş, bunun için öncelikle basın özgürlüğü ve anadilde eğitim hakkı olması gerektiğini ifade etti. Demirtaş, "Özerk yönetimler kabul edilmeden, halkımız böyle bir anayasaya izin vermeyecektir. AKP bunları tartışmıyorsa, insanlık suçu işlemeye devam edecek. İmralı'da tecride son vereceksiniz. Müzakereleri başlatmanız gerekir. KCK Yürütme Konseyi Başkanı Karayılan açıkladı. 'İmralı'dan gelen 10'dan fazla mektup bizde. Onları avukatlar değil devlet götürdü' diyor. Madem barışa giden yolu biliyorsunuz o halde neden kapatıyorsunuz" dedi.

Demirtaş, arkalarında halkın öz gücü olduğunu söyledi, "Bir halk hareketini tutuklayarak partisini kapatarak teslim almaya çalışanlar yanıldılar. AKP'nin ısrarı, siyaseten kendi sonunu hazırlar" dedi.

Savaşın da bir hukuku olduğunu söyleyen Selahattin Demirtaş, Kazan Vadisi'nde kimyasal silah kullanılarak öldürülen gerillaları hatırlattı.

'KÜRTLER İTTİFAKI GÜÇLENDİRMELİ'

"Kürt halkının ittifakını güçlendirmesi gereken gündür" diyerek Kürt birliğine dikkat çeken Demirtaş, "BDP'li olsun ama olmasın herkesin bu zulme karşı çıkması gerekir. Çünkü tarih yeniden yazılıyor" dedi.

Demirtaş, AKP'ye oy verenlere de seslendi, "Oy vermenize saygı duyuyoruz. Ama unutmayın ki bu yüzden tutuklanan arkadaşlarımız sizin çocuklarınızın geleceği için direniyorlar. Zulmün yanında durmayın. Şeyh Said'i asan, celladını hatırlayan var mı, ama direniş sahiplerinin adları asla unutulmayacaktır."

Demirtaş, Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmasını önerisini yineledi, "Gelin Dersim'i araştırmakla başlayalım" önerisinde bulundu. Demirtaş, "Bakalım ne olmuş kim ne yapmış. Bunun hepsinin belgeleri başbakandadır" dedi.

Van depreminden sonra yapılan yardımlara da değinen Demirtaş, "Halkımızın dayanışması devam etmelidir. Medyanın ilgisi azaldı diye halkın ilgisi azalmamalıdır. Siz yapmazsanız yapacak başka kimse yok. Çünkü hükümetin böyle bir derdi yok" diye konuştu.

Malatya Kürecik'ten gelenlere de seslenen Demirtaş, "Arkadaşlarımızı selamlıyoruz. O direniş bizim direnişimizdir" dedi. Demirtaş, son olarak BDP üyelik kampanyasına dikkat çekerek, herkesin BDP'ye üye olmasını istedi.