Evet! Bağımsızlık ne korkunç bir “düş” siyasi Kürt kadroları için! Bağımsızlık olgusunun içi içeriğinin katmerce boşaltıldığı tek coğrafya Kürdistan’dır. Sömürgecisine kendisini beğendirmek için kırk takla atan “aydın ve siyasi kadrolarına” sahip gene tek coğrafya Kürdistan’dır.
Olaylara, olgulara bakarken kendi öznel dar mantıklarıyla bakmaktadırlar ve bakışlarını “yeni” gelişmeler üzerinden geliştirirlerken siyasal olguların sosyal hayatın bir ürünü olduğunu ve bu sosyal gelişmenin maddi hayatın gerçek dili olduğunu unutmaktadırlar. Ser sefillik buradan gelmektedir. Kürdistan gerçeği ve Kürt ulusunun varlığı öznel mantığın dar alanına sığmadığını maddi hayat sürekli tekzip etmiştir. Kürdistan gerçeği OrtaDoğu’nun kıyamet düğümüdür, dolaysıyla bu düğümün çözülmesi dünya dengelerini, özellikle emperyal ülkelerin Orta-Doğu siyasetini parçalanması demektir. O yüzden başta sömürgeci devletler olmak üzere onların uluslar arası (ilişkileri-) bağlantıları olan emperyal ülkeler var olan statukonun değişmesini istememektedir. Orta-Doğu’ya ilişkin olarak geliştirdikleri politikanın ana merkezinde Kürt ulusunu parçalar düzeyinde dikenli tellerle, mayınlı tarlalarla kuşatarak uzun erimli bir süreçle eritilmesi öngörülmeketedir. Kuzey Kürdistan bölgesinde PKK eliyle sürdürülen savaşın bir amacıda budur! Bu olgunun tartışılması gerekiyor.
Kürt karşıtı savaşın tüm boyutları 19.yüzyıldan itibaren Kürdistan’da çok ağır boyutlarda sürdürülmektedir ve bu Kürt karşıtı politikaların uygulanmasında Kürt aydın ve siyasi kadrolarının büyük payı vardır. Kürdistanda sürdürülen savaşa karşı Kürt aydın ve siyasi kadroları ulusal refleksleriyle hareket ederek askeri işgale karşı savaşma yerine sürekli uzlaşmacı politikalar geliştirmişlerdir. Ki, Kürdistan’ın asıl parçalanması ve statusu olmayan bir sömürge konumuna düşürülmesi 18 Ocak 1919 da açılan Paris Barış Konferansı süreciyle başlamış Sevr-Lozan süreciyle devam ederek bu güne gelmiştir. Kürtler ülkesiyle, halkıyla parçalanması ve paylaşılmasına ilişkin olarak yürütülen bu politiklara karşı eleştirel yaklaşılmamış olduğu gibi sürekli yandaşlık edinme çabasına girilmiştir. Kürdistan’ın bağımısızlığını savunan ve bu uğurda can bedeli bir savaş yürüten Azadi örgütünün yürüttüğü ulusal mücadele süreci de anlaşılmamıştır; anlaşılmadığı gibi 1925 Kürt ulusal hareketine sömürgeci Türk devletinin resmi ideolojisiyle oluşturulmuş argümanlarla yaklaşılmıştır ve halende yaklaşılmaktır. Buna ilişkin olarak sağlıklı bir hesaplaşma da yapılmamaktadır.
Oysa bu süreç çok önemli bir süreçtir, bu sürecin tartışılmasıyla birlikte yakın tarihimizle yüzleşmesine gidilerek bugünkü sürecin aşılmasında önemli bir adım atılacaktır. Bu yakın tarihimizle yüzleşmek hesaplaşmak sadece Kürt tarihi ile sınırlı kalmayacağı gibi bir bütün olarak Orta-Doğu’nun tarihiyle de yüzleşme ve hesaplaşma yapılacaktır. Çünkü Orta-Doğu’da geliştirilen politikların sonucu olarak Kürdistanın bölünüp parçalanması, paylaşılması sağlanmıştır. Orta-Doğu’nun statükosunu belirleyen emperyal devletlerin yürüttükleri politikalar sonucu Kürdistan statüsü olmayan bir sömürge konumuna itilmiştir.
Bugün Orta-Doğu’da dengeler değişse bile Kürdistan’a ilşikin olarak sömürgeci devletler ile emperyal devletlerin politikalarında herhangi bir değişiklik söz konusu olmayacaktır. Kürdistan parçalanmış, sınırları ortadan kaldırılmış, Kürt ulusunun varlığı yok sayılmış inkar edilmiş bir durumdadır, bu durum sömürgeciler açısından, emperyal devletler açısından değişmeyen bir durumdur. Değişen sadece Kürt siyasi kadrolarının öznel mantığıdır. Kendilerinin değişimini dünyanın değişimi olarak görmektedirler. Kürdistan açısından değişen bir durum yoktur. Kürdistan sınırları belli alt sömürge statüsüne bile sahip olmayan bir sömürgedir. Olaya bu açıdan baktığımızda Kürdistan’a ilişkin olarak nasıl bir politik hat geliştirebiliriz? Kürdistan’ın bağımsızlığını, Kürt ulusunun özgürlüğünü hedef alan hangi mücadele araçlarına ve örgütlülüğüne sahibiz?
Elbetteki bugün kü süreç düne göre çok daha gelişkindir fakat belirleyici değildir. Sömürge ve sömürgeci ilişkisinin siyasi, politik boyutu tam anlamıyla bilince çıkarılmamıştır. Mücadele parçalar düzeyinden merkezi bir duruma sıçramamış, uluslara arası ilişkilerde Kürt ulusunun bir bütün olarak temsili bir kurumu mevcut değildir. Mücadelenin seyri parçalar düzeyinde sınırlı kalmaktadır ve her parçanın konumu bir diğerine göre dengesiz bir gelişme gösteriyor. Parçalardaki siyasi mücadele Milli Misak-i sınırlarını aşabilecek bir durumda değildir, olmadığı gibi politikaların merkezinde sömürgeci devletlerin uniter yapısını parçalama yerine onların bir parçası olarak kenilerini görüyorlar. (Bunun en canlı örneği Güney Kürdistan bölgesi siyasi kadrolarının Irak devletiyle Güney Kürdistan bölegesi sorununa ilişkin olarak sürdürülen bakış açılarıdır) Öte yanda ise Kuzey Kürdistan bölgesi siyasi kadrolarının bir çoğu sömürgeci parlementoya seçme seçilme hesapları vardır. Sömürgeci Türk devletinin içinde bulunduğu krizin aşılması için bu Kürt “siyasi kadroları”nın azımsanmayacak bir biçimde çabaları mevcuttur. Bunun en yakın örneği Bin imzalı “Türkiye'de Kürt sorununa barışçıl çözüm" başlıklı yayınlanan bildiridir. Bu bildiri de şöyle denilmektedir:
“Bizler Kürdüz ve kimliğimizle anılmak istiyoruz, atalarımızın toprakları üstünde onurumuzla ve kimliğimizle birer Kürt olarak yaşamak, dilimizi kültürümüzü serbestçe kulanmak istiyoruz” (...)
“Hiçbir biçimde askeri bir çözümü olmayan Kürt sorununa, aşağıda belirtilen ve halkımızın ortak asgari talepleri temelinde barışçıl bir çözüm getirilmeli; iki asırdan beri süregelen baskı-isyan-baskı süreci artık sona erdirilmeli ve silahlar susturulmalıdır. (...)
Hazırlanmakta olan yeni Anayasa, Türkiye’de vatandaşlık tanımını bir soy esasına bağlı olarak tanımlamamalı ve Kürt halkının inkârına son vererek varlığını kabul etmelidir. Kürt vatandaşlara kendi dillerinde her düzeyde resmi eğitim-öğretim imkânı sağlanmalı ve kamusal alanda kendi dillerini kullanma, medya kurma ve işletme, dernek, kurum ve parti kurma, kültürlerini geliştirme ve siyasal istemlerini özgürce ifade ve savunma haklarını güvence altına almalıdır.
Bu talepler mevcut sınırları sorgulamayan ve tüm demokratik ülkelerin vatandaşlarına tanıdıkları asgari temel insan haklardır. Bunları istemek değil, aksine tanımamak suç sayılmalıdır.”
Doğal olarak şunu sormak istiyorum, gerçekten Türkiye’nin bir Kürt sorunu var mı ki Türkiye de Kürt sorununa “Demokratik çözüm” aranıyor? Bir defa Türkiye’nin bir Kürt sorunu yoktur, çünkü Türk devleti ve onun resmi ideolojisinin bakışı gereği Kürt diye bir ulus, Kürdistan diye de bir ülke yoktur. Varlığı yok ve inkâr edilen bir ulus için hangi “Demokratik çözüm”den bahsedebiliriz. Bu söylenenler her ne kadar cafcaflı sözler ise de, bu isteklerle Türkiye’nin Mili Misak-i sınırlarını korunması ve Türk devletinin uniter devlet yapısına dokunmadan gerçekleştirilmek istenen bir şeydir. Varlığı inkar edilen yok sayılan bir ulus hangi temelde kimliği ile yaşayacak eğer ulusal bağımsızlığı yoksa, bir ulusun kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkı yoksa hangi kimlikle yaşayacak, var mı dünya da böyle bir örneği? Bir ulus her şeyiyle inkar edilecek yok sayılacak, buna karşılık iki tane “sömürgeci aydın kopyası”na dönüşmüş aydın imzasıyla Türk devleti Kürtlere alın kimliğiniz, dilinizi, toprağınızı diyecek!
Oysa; Kızılderili yaşlı lider olan Kırmızı Bulut’un dediği gibi: Bize birçok söz verdiler, hatırlayamadığım kadar çok; bir tekinin dışında hiç birini tutmadılar. Toprağınızı alacağız dediler, ve aldılar.(**) Sömürgeci Türk devleti Kürt sorunundan dolayı derin krize girdiği her dönem “Kürt realitesini tanıyoruz!”la başlayıp “ Kürt sorunu benimde sorunumdur!”la bitirince sömürgeci sisteme yama politika yapan Kürt “siyasi kadrolarının” iç yağları eriyor ağızları sulanıyor ve hemen “Türkiye de demokratik bir gelişme(!)” olduğunun yaygarasını koparıyorlar. Sömürgeci Türk devleti de ağıza bir parmak şekerlenmiş bal sürerek süreci biraz daha böyle idare etmeye başlıyor. Bu idare edilen süreç boyuncada Kürdistan’a cellat tırpanıyla giriyor. Avrupa’nın sosyal yardım kapılarının rengi sosyal demkrasi’nin yeşiline boyanınca bizim, Avrupa “misafiri” Kürt aydınlarının çağdaşlığı büyüyor. Ve böylece TC. Devletinde demokratik gelişmenin olduğu Kürt sorunun çözümünün önü açılacağının rüyasını görüyorlar, tabi aç tavuk ruyasında darı anbarını gördüğü gibi bir ruya!
Kürt ulusunun kaderini yazboz tahtasına çevirmiş reklam aşığı ve desinler için ve bir kariyeri olsun diye sömürgeci Türk devletine yağcılık yapan, Ankara bulvarlarında Kürt kanı üzerinde salya sümük dilenci konumlarıyla siyaset yapan aydın bozmalarıyla Avrupanın sosyal yardım kapılarında ayakkabı eskiten aydınların hiçbir surette Kürt ulusunun kaderiyle oynamaya hakkı yoktur..
Her şeyi ile kirlenmiş, siyaset ortamında Sömürgeci ile sömürgenin ayrışmasının derinleşmediği bir yerde hangi barıştan bahsedebiliriz? Başından tırnağına kadar Kürdistan’a kan taşınıyor. Bu taşınan kan içinde Kürt ulusunun varlığı yok sayılıp inkar ediliyor. Barış gelecekse ve olacaksa bu da Kürt ulusunun özgürlüğü Kürdistan’ın bağımsızlığından geçmektedir. Bu olguyu kavramayan anlamayan veya anlamak, kavramak istemeyen aydınların Kürt ulusunun köleliğini getiren sömürgeci sistemin dolaylı ayakları olmaktan öte görevleri yoktur.
Sömürgeci sistemin tanıdığı olanak ve statüsü içinde yürütülen politikalarla Kürt ve Kürdistan sorununa çözümün geliştirilmesinin imkanı yoktur; olmasını düşünmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Legal düzeyde sürdürülen mücadelenin alanını ve yönünü Sömürgeci Türk devleti belirlenmektedir. En alt düzeye düşürülmüş taleplere Kürdün kolunu kanadını kırarak karşı çıkan bir devletin “demokratik çözüm” sorunu olmaz. Bunu düşünmek bile Kürt ulusuna karşı çok büyük haksızlık olduğu kadar, Kürt ulusunu aldatmaktır. Sömürgeci Türk devletinin Kürdistan’da yürüttüğü askeri işgalinin derinleşmesine biraz daha katkı sunmaktır.
“Türkiye'de Kürt sorununa barışçıl çözüm” arayanların mantığında diplomasi yürütüldüğü hesapları vardır. Diploması ilkesizlikle yürütülmez. Ülke ve ulus bilincini kırarak, Misak-ı Milli sınırları kabul ederek ve üstelik bu Misak-ı Milli olarak kabul edilen“ mevcut sınırları sorgulamayan” politikalar yürütülerek diplomasi yapılmaz. Diplomasi karşıt güçlerin birbiriyle ulusal ve uluslar arası alanda yürüttükleri siyasi ve politik mücadele biçimidir. Karşıtlığınız yoksa diplomasi yapamazsınız! Her şeyden önce kendi karşıtınıza dönüşmeden kendiniz olarak karşıtınıza karşı cephe savaşı yürütmek zorundasınız, bu cephe savaşının temel prensibi ulusal düzeyde örgütlü ve temsil düzeyi olan bir kurumla çıkmanızdan geçer. Böyle bir kurumunuz yoksa sizi kimse ciddiye almaz. Diplomasi yürütülmesinin araçlarına sahip olmak zorundasınız, bunun yolu da örgütlü, kararlı, ilkeli ve bağımsız olmaktan geçer. “Kürt sorununa barışçıl çözüm” önerisiyle sömürgeci sisteme yama politiklarla yürütülemez.
İşe yanlış temelde başlandığında sonuçta başlanılan yanlışların ürünü olarak kendini oluşturacaktır. Neresinden bakarsak bakalım Kuzey Kürdistanda 1950 sonrası yürütülen mücadeleler ülke ve ulus bilnciyle değil ideolojik örgütlenmelerle yürütülen mücadele biçimleridir, dolaysıyla ulus ve vatan bilincinden yoksun olarak olaylara, olgulara yaklaşmıştır. Kürdistanda sürdürülen sömürgeci sistemin asimilasyon politikasını anlayamadığı için sınıf mücadelesi adı altında, yürütülen asimilasyon polikasının yaygınlaşmasına, derinleşmesine dolaylı da olsa yardımcı olmuştur. Türk devletinin “demokrasi” krizinin aşılmasında gene aynı ivedilikle çaba harcamaktadır.
Bir kere şu olgu kavranılmadığı sürece bizim sağlıklı olarak mücadele yürütmemizin şansı yoktur. Her şeyden önce olguların, şeylerin kendi gerçekliğinin bilinciyle hareket etmek zorundayız; “Sömürge-sömürgeci ilişkilerinde önemli olan, sömürgenin doğal zenginliklerinin metropol ülkeye taşınmasıdır. Alt-sömürgeye karşı yürütülen temel politika ise asimilasyondur. Asimilasyon uygulamalarının yoğunluğu millet bilincini vatan bilincini eritip silmiştir. Kürtlerde milli duygunun zayıflığı izlenebilen ve gözlenebilen ve saptanan bir olgudur. Vatan bilinciyse sıfırdır, sıfırın bile altındadır. Gerilla mücadelesinin bu konularda sağlıklı bir bilinç geliştirmesi beklenirdi. Bu beklenti gerçekleşmemiştir.”(***)
Önce vatan ve ulus bilincini kendimizde oluşturarak diplomasinin nasıl yürütülmesi gerektiğini ancak o zaman sağlıklı olarak düşünebiliriz. Çağrılarımız, bildirilerimiz, mesajımız Vatan bilinciyle, ulus bilinciyle yapılarak, her şart altında Kürdistanın bağımsızlığını, Kürt ulusunun özgürlüğünü savunarak; bu iki temel amaç için can bedeli bir mücadele yürütülerek bağımsızlık düşümüzü gerçeye dönüştürme çabamız olmalıdır, sorunun çözümü için bu şekilde başladığımız anda sonucunuda ona göre oluşturmamızın önünde hiç bir engel yoktur:
Geen opmerkingen:
Een reactie posten