Parçalanma döneminde Balkanlarda ve Arap topraklarında bağımsızlık mücadelesi veren ezilen mazlum halklara karşı Osmanlı yönetimi ve İttihat-i Terakki yönetimi karşı devrimi örgütler. Osmanlı orduları anılan bölgelerde yenilgiye uğrar ve çekilmek zorunda kalırlar. Bu bölgelerde ezilen mazlum halklara karşı soykırım ve katliam uygulayan Osmanlı ve İttihat-i Terakki`nin eli kanlı çeteleri, kadroları merkezi hükümetin bulunduğu İstanbul ve Anadolu’ya çekilmek zorunda kalırlar. Bu eli kanlı çeteler Anadolu ve Kürdistan’dakilerle beraber Kürdlere, Ermenilere, Rumlara ve diğer gayri müslimlere karşı soykırım ve katliamları örgütlerler. İttihat-i Terakki yönetiminin kadroları Anadolu’yu, Ege Bölgesi'ni ve Kürdistan’ı kaybetmemek için etnik temizlik hareketine girişirler ve bir çok insanı zorla yerinden yurdundan sürerler; Osmanlının son kalıntılarını ayakta tutmaya çalışırlar. Ancak her imparatorluk gibi tarihi misyonunu doldurmuş olan Osmanlı imparatorluğu dağılır ve yerine bir çok bağımsız devlet kurulur.
Belli bir süre Anadolu ve Kürdistan’da belirsizlik egemen olur. Osmanlı hanedanlığı İstanbul’a hapsolur ve İttihat-ı Terakki’nin kadroları son kaleleri Anadolu, Karadeniz bölgesi ve Kürdistan’ı kaybetmemek için hunharca katliamlarını sürdürürler. Özellikle de İttihat-ı Terakki döneminde ezilen halkların ayaklanmalarına karşı oluşturulan Teşkilat-ı Mahsusa ve diğer milis örgütler (para-militer örgüt) bir çok kanlı olayları sahneler. Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı asker ve sivil eli kanlı paramiliter örgütlenmeler 1,5 milyona yakın Ermeniyi soykırımdan geçirir ve 500 bine yakın Ermeniyi de Suriye, Lübnan ve başka bölgelere zorla sürgün eder. İttihat-ı Terakki’ye bağlı bu çete türü para militer örgütlenmeler Karadeniz’de 500 bine yakın Pontus Rumunu zorla sürgün ederler ve yüzbine yakın insanı da soykırımdan geçirirler. Osmanlının resmi rakamlarına göre Ege Bölgesinde 1,5 milyon Rumun bir kısmı hunharca öldürülür ve bir kısmı da zorla sürgün edilir. Yine bu para-militer örgütler Dersim’de, Kocgiri’de binlerce Kızılbaş Kürdü katliamdan geçirir ve aynı katliamlar Kürdistan’ın diğer değişik yerlerinde de sürdürülür.
Soykırım ve zorla sürgünlerden sonra cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, özellikle Ege ve batı Anadolu’da, Karadeniz ve iç Anadolu’da bir çok kasaba, köy ve kent adeta insansızlaşmış durumdaydı. Mevcut Türk nüfusunun %50 si değişik dönemlerden Balkanlardan, Kafkaslardan, Girit’ten, Romanya’dan, Bulgaristan’dan, Bosna’dan getirilmiş olan müslüman göçmen nüfusun kendisidir.
Bu soykırımlar ve sürgünlerin olduğu dönem 1910-1920 yıllarında şimdiki Misak-i Milli sınırlarının içerisinde yaklaşık 11-12 milyon nüfusun yaşadığı söylenir ve bunun yaklaşık 2,5-3 milyonu Kürdlerden oluşuyordu. Anlaşılan o dönem şimdiki Misak-i milli sınırlar içerisinde çok küçük bir azınlığı oluşturan Türk ve Türkmen azınlığı vardı. Büyük kentlerde azımsanmayacak bir Yahudi ve dönme Yahudi nüfusu da yaşıyordu. Anadolu’da başka müslüman azınlıklar Çerkez, Abaza, Tatar, Çingene, Arnavut, Pomak ve Makedon da bulunuyordu. Türkler ve türkmenler genel nüfusun içerisinde bir azınlığı teşkil ediyorlardı. Hatta Sevr Antlaşması’nı hazırlayan devletler, Anadolu’da Türklerin salt çoğunluğu oluşturduğu bir bölge ve vilayet olmadığı için, belli bir süre nerelerin Türklere bırakılacağı konusunda teretüdte bulunurlar. Daha sonra Türklerin biraz çoğunluk oluşturduğu iç Anadolu’da bir kaç vilayet Türklere bırakılır.
Türkler bir ulusal kurtuluş mücadelesi verebilecek özelliklere sahip değildiler. Onun için Mustafa Kemal katılımcılarının çoğunluğunu Kürdlerin oluşturduğu ilk kongrelerini Erzurum ve Sıvas’da yapar. Öyleki o dönem kullanılacak doğru dürüst bir Türk dili bile yoktur. Hatta Mustafa Kemal bir toplantıda konuşmasını 'öztürkçe' yapar ve yapılan konuşmadan ne kendisi, ne de dinleyicilerden hiçkimse bir şey anlamaz. Öyle efsane gibi anlatılan ne ulusal kurtuluş mücadelisini veren bir ulus, ne de böyle bir mücadele mevcuttur. Sözüm ona genç Türkler olarak anılan İttihat-ı Terakki kadrolarının tamamına yakını Arnavut, Çerkez, Kürd, Tatar, Makedon, Arap ve dönme Yahudilerden oluşuyordu. Enver, Talat, Cemal paşalar, Dr.Nazım, Rıza Nur, Ziya Gökalp, İnönü, Mustafa Kemal, Ali Fuat paşa, Celal Bayar, Teyfik Rüştü başta olmak üzere, diğer bir çok kadro Türk asıllı değillerdi. Bunların Türkcülük adına hareket etmelerinin nedeni, uluslararası alanda Osmanlı ile Türklük kavramının eşdeğer olarak kulanılmasındandır. Uluslararasında egemen olan bu Türklük kavramını kulanmak ve hayata geçirmek onların daha kolayına geliyordu. Anadolu’da Türklük ve İslam adına Osmanlının enkazı üzerine bir devleti kurmak ve kamuoyuna kabul ettirmek daha kolaycı bir yoldu. Kaldı ki bu kadroların büyük çoğunluğu Osmanlı ve Türklük kimliğini benimsemiş ve asimile olmuşlardı.
Geen opmerkingen:
Een reactie posten