maandag 24 november 2008

SONGÜL BEYAZGÜL

Kürt Kadın Özgürlük Hareketi, tüm bileşenleriyle; dağlarda, şehirlerde, Kürdistan’ın dört parçasında ve yurtdışında, bu yılın, 25 Kasım Uluslararası Kadına Karşı Şiddetle Mücadele ve Dayanışma gününü bir kampanya ile karşılayacağını ilan etti. “Kadınız, kimsenin namusu değiliz, namusumuz özgürlüğümüzdür” adıyla başlayan kampanya ile Kürt kadınları kaynağını toplumsal cinsiyetçilikten alan namus anlayışı ve tanımına, ondan kaynaklanan tüm şiddet biçimlerine ve cinayetlere karşı savaş açtıklarını da beyan ettiler.

Ama ne yazık ki, kampanyanın ilanı ve haberleri ile kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddet haberleri aynı gazete sayfalarında, aynı internet sitelerinde, aynı televizyonlarda birlikte yer aldı. Çünkü kanun buydu. Katliamların olması, şiddetin varlığı ve kadına karşı geleneksel egemen bakış açılarının varlığı, zaten buna karşı mücadele etme mekanizmalarının da var olma nedeniydi.

Bu yılın başından beri ne kadar kadının kaba fiziksel şiddete uğradığını, kaç kadının cinsel taciz ve tecavüz kurbanı olduğunu, kaç kadının töre ve namus adına katledildiğini, kaç kadının ruhunda ve bedeninde çizikler ve kırılmalar yaşandığını ve bu kadınların profillerinin nasıl olduğunu yazmaya kalkarsam, köşemin buna yetmeyeceğini biliyorum. Aslolan şiddet kurbanı kadınların isimleri, nerede yaşadıkları, eğitim düzeylerinin ne olduğu, ne iş yaptıkları değildir.

Hepimizin ruhları ve bedenleri erkek egemenliğinin durmak bilmeyen saldırılarından yaralı. Bu şiddeti hissetmek için ille de bir erkekle birlikte yaşamı bir eş olarak paylaşmak veya aynı aile içinde yaşamak gerekmiyor. Birlikte çalıştığınız bir arkadışınız, hiç tanımadığınız ve sokakta karşılaştığınız bir adam, aynı amaçlar için yola çıktığınız yoldaşlarınız, kısacası erkekliğiyle sorunu olmayan ve ona leke kondurmayan, oldukça sorunlu bir yapı olan erkekliğini sorgulama gereği bile duymayan her erkek size bu durumu zaten yaşatıyor. Hani sözde kadın hakları adına yola çıkmış ve bu konuda oldukça radikal yaklaşan bazı kadınlarda, şiddeti yaşayan, özgürleşme sorunu olan karşılarındaki hedef kadın kitlesidir ya. Bu nedenle söyleme gereği duyuyorum ki, hepimiz bu şiddet sarmalının içindeyiz. Kimilerimizin buna daha gözle görülür, kimilerinin daha az veya görünmez bir şekilde maruz kalması bunu değiştirmiyor. Kocalarımız olmasa bile şiddet bizim bir parçamız. Çünkü şiddet olgusunu üreten erkeklik mekanizmasının ya işyerinde, ya evinde, ya devlet, ya siyaset veya iktidar mekanizması içindeyiz. Onlarla aynı havayı soluyoruz.

Erkekliğin olduğu her yerde, mülkleştirme, iktidarcılık, şiddetin envayi türü ile kadınları kontrol altında tutma, kadın bedeni ve ruhu üzerinde tam bir işgal harekatı geliştirme vardır. Mekan, zaman, ideolojik bakış açısı ne olursa olsun bu değişmez. Bu nedenle kadınları döven, onların ruhlarını bir daha onarılmamacasına yaralayan, onları namus, aşk, kıskançlık ve töre adına öldüren erkeklerin içinde, çobanlar da, öğretmenler de, bilim insanları da, askerler de, sanatçılar da, yazarlar da, kendisine devrimci-demokrat diyenler de vardır. Tarihin en eski ezilen ulusu ve sınıfı kadınların karşısında, böyle ezen bir erkek ulus vardır. Kadına birçok cepheden savaş açmış bu egemen sistemin karşısında, yapılabilecek tek şey, kadın özgürlüğü ilkesi etrafında ortak mücadele yürütülmesidir. Kadınların dünyanın birçok alanında bu amaçla gerçekleştirdiği birliktelikler bu nedenle çok anlamlıdır. Bu işin genel boyutudur. Evrensel boyutlu mücadele, yerele indirgenmezse, sadece sloganik bir söylemden ibaret olur. Bu nedenle Kürt kadınlarının hem diğer kadınlarla ortak çabalar içinde olup, hem de kendi sloganlarıyla, kendi gerçekliklerinde yaşanan sömürü biçimlerine karşı somut müdahale ve mücadele alanları yaratmaları en doğru olandır.

Biz Kürt kadınları sadece Kürt olmamızdan kaynaklı değil, aynı zamanda da kadın olmamızdan kaynaklı bir cenderedeyiz. Bize yaşatılan cehennem azabının failleri ister devlet, ister koca, ister baba, ister arkadaş olsun yapmamız gereken, kendimizi mülk olmaktan kurtarmak, kaynağına kadın bedeni ve cinselliğinin oturtulduğu namus kapanına karşı savaşmaktır. Her tür kadın katliamını meşrulaştıran sözde “namus” adı verilen ve koca bir namussuzluktan ibaret bu yargıyı kırmaktır. Kadına söz, karar, irade olma hakkını tanımayan erkek eksenli her tür alanda kadın kimliği ve duruşuyla irade olmak, söz söylemek ve karar sahibi olmaktır. Aksi halde yine kadınlar öldürülecek, yine kadınlar her tür şiddetle karşı karşıya kalacak, yine erkek egemenliğinin yaratımı savaş, sömürü, açlık, çocuk istismarı sürecek, kadınların bedenleri pazarlanacak, erken evlilik, berdel, başlık parası ile kadınlar ölümün başka bir çeşidini yaşayacaklar. Ne öyle, ne de böyle KADINLAR ÖLMESİN…

Geen opmerkingen: