YNK Polit Büro Üyesi Sadi Ahmed Pire: “ABD Üslerinden Birisi Kürdistan’da Kurulacak”
\\
İran İslam Cumhuriyeti, Şii ve Sunni Araplarla Irak Başbakanı Nuri Maliki’nin de ABD’nin Kürdistan üs kurmasına karşı oldukları belirtiliyor.
Irak Parlamento Üyesi Mahmud Osman konuya ilişkin olarak, “Türkiye, ABD’nin Kürdistan’da üs oluşturmasını, ulusal güvenliği için tehlike olarak görmüyor. Türkiye’nin endişesi, üsler vasıtasıyla ABD ile Kürtlerin yakınlaşmasıdır” dedi. Açıklamasına devamla, “ABD-Irak anlaşması için iki ülke arasında yapılan görüşmeler gizlidir” diyen Mahmud Osman, Iraklı liderlerin konuya ilişkin açıklamalarının bir birini tutmadığını dile getirerek, bu durumun anlaşılmaz olduğunu belirtti.
Kuveyt’te yayınlanan Vatan adlı gazete, güvenlik kaynaklarına dayandırdığı bir haberinde, Irak hükümetinin ABD’nin Güney Kürdistan’da üs kurmasına karşı olduğunu dile getirdi. Haberde şöyle deniliyor: “Irak hükümeti ve Başbakanı, Kürdistan’da kurulacak ABD üssünden güç alacak Kürtlerin, ileride bağımsız Kürt devleti talebinde bulunacaklarından endişe ediyorlar.”
Kürdistan’da ABD üssü kurulması halinde İran’ın Kürdistan’ın işlerine burnunu sokamayacağını dile getiren Dr. Mahmud Osman’a göre, İran da güçlenecek Kürtlerin Kürt devleti kurmasından endişe duyuyor. İran ayrıca, Kürdistan’da kurulacak ABD üssünün, bu ülkenin İran üzerinde tehdit oluşturacağından da endişeli.
Kürdistan Hükümeti Tahran Temsilcisi Nazım Ömer de yaptığı açıklamada, “İran, ABD ile olan sorunları nedeniyle, ne Irak’ta ne de Kürdistan’da üs kurmasını istiyor” dedi.
“İran, Irak ve Kürdistan’da oluşturulacak ABD üslerini ulusal güvenliği için tehdit olarak görüyor” diyen Nazım Ömer, açıklamasın şöyle sürdürdü: “İran Kürt devletinin kurulmasına karşı değil. Çünkü Kürdistan Bölgesel Hükümetini resmen tanıyor, ama gelecekte Kürdistan topraklarının ABD çıkarları doğrultusunda kullanılmasını istemiyor.”
Kürtlerin zaaflarının da dikkate alınması, irdelenmesi gerekir. Bölünmenin, parçalanmanın ve paylaşılmanın hedefi olan bir ulus, birçok zaafı olan bir ulustur. Düşmanları, onun bu zayıf tarafından yararlanarak onu bölmüşler, parçalamışlar, paylaşmışlar, yok etmeye çalışıyorlar.
zaterdag 30 augustus 2008
Deniz Ülke Arıboğan TC nin yikilacagi sinyalini verdi
Mahir Kaynak’ın Bahçeşehir Üniversitesinin Rektörü olan kızı Deniz Ülke Arıboğan Kürdistan’ın Erzurumun’da Konuştu ve Türk devletinin yıkılmakta olduğunu söyledi. Arıboğan Türk devletinin şimdiki kriznin esasında laik-antilaik çatışması olmadığı, Kürt devletinin kurulması aşaması olduğunu söyledi. Arıboğan Türk develtinin çaresiz olduğunu ve yıkılmaktan başka alternatife sahip olmadığı anlamına gelen beyanlarda bulundu.
Türk medyasının haberlerine göre, Bahçeşehir Ünversitesinin Erzurumda kurulması çalışmaları için Erzurumda buluna Deniz Ülke Arıboğan bir basın toplantısı düzenledi ve Leeyla Zanan’ın Diyarbekir Newroz’unda yaptığı konuşmasına atıfta bulunarak iki yıl sürmez ya Türk devleti parçalanır veya aynı anlama gelen Kürt devleti kurulur.
Hurriyet gazetesi Deniz Ülke Arıboğan’ın söylediklerini şöyle aktarıyor:
”Devletin, hukuk sistemi iflas etmiştir. Ordu kıpırdayamaz durumdadır. Yasama ve yürütmede kriz vardır. Devlet çökmek üzere ve aslında böyle bir çöküşten ya kaos, ya askeri darbenin çıkması beklenir. Eğer sistem böyle giderse, devlet kendi içinde çatışmaya doğru giderse, iki yıl sürmez Türkiye’nin bölünmesi veya Kürt devletinin ortaya çıkması muhtemeldir. Bu laik, antilaik çatışması değil, Kürt devletinin kuruluş aşamalarıdır. Herkesin bu tehlikeyi görmesi gerekir.”
Ergenekon Kürtleri hedef göstererek kurtulmaya çalışıyor
Bütün pisliklerin başı olan kemalsitler hedef şaşırtıyor ve Kürtleri en büyük tehlike göstererek iktidarda kalmaya çalışıyorlar. Çökmüş pis kemalzimi, Kürtlere saldırarak kurtarmaya çalışıyorlar. Oysa çelişki Kürtler ile ilgili değil. Çelişki esas olarak Balkan göçmeni olan devşirmeler ile yerli halklar arasındadır. Göçmenler iktidarı bırakmak istemiyor ve Türkiyede yaşayan halkın %95’ini oluşturan yerli halka kan kustrumaya devam etmek istiyorlar. Demireller Uzanlar, Çağlar iktidarını sürdürmek istiyorlar.
Ajanın kızı olan Arıboğan’da bu pis iktidarın devamı için hedef şaşırtıyor ve Kürtleri hedef gösteriyor.Mahir Kaynak Türk istihbarat örgütlerinde çalışmış bir ajandır ve kendi arkadaşlarını ele vermek ile ün kazanmıştır.
Türklerde herhalde ajanlık ta babadan oğula/kıza miras kalıyor. Mahir Kaynak emekli olmuştu ve şimdi kızı devam ediyor. Aslen Antepli olan Mahir Kaynak’ın karısının Balkan göçmeni olup olmadığı bilinmiyor.
Türk medyasının haberlerine göre, Bahçeşehir Ünversitesinin Erzurumda kurulması çalışmaları için Erzurumda buluna Deniz Ülke Arıboğan bir basın toplantısı düzenledi ve Leeyla Zanan’ın Diyarbekir Newroz’unda yaptığı konuşmasına atıfta bulunarak iki yıl sürmez ya Türk devleti parçalanır veya aynı anlama gelen Kürt devleti kurulur.
Hurriyet gazetesi Deniz Ülke Arıboğan’ın söylediklerini şöyle aktarıyor:
”Devletin, hukuk sistemi iflas etmiştir. Ordu kıpırdayamaz durumdadır. Yasama ve yürütmede kriz vardır. Devlet çökmek üzere ve aslında böyle bir çöküşten ya kaos, ya askeri darbenin çıkması beklenir. Eğer sistem böyle giderse, devlet kendi içinde çatışmaya doğru giderse, iki yıl sürmez Türkiye’nin bölünmesi veya Kürt devletinin ortaya çıkması muhtemeldir. Bu laik, antilaik çatışması değil, Kürt devletinin kuruluş aşamalarıdır. Herkesin bu tehlikeyi görmesi gerekir.”
Ergenekon Kürtleri hedef göstererek kurtulmaya çalışıyor
Bütün pisliklerin başı olan kemalsitler hedef şaşırtıyor ve Kürtleri en büyük tehlike göstererek iktidarda kalmaya çalışıyorlar. Çökmüş pis kemalzimi, Kürtlere saldırarak kurtarmaya çalışıyorlar. Oysa çelişki Kürtler ile ilgili değil. Çelişki esas olarak Balkan göçmeni olan devşirmeler ile yerli halklar arasındadır. Göçmenler iktidarı bırakmak istemiyor ve Türkiyede yaşayan halkın %95’ini oluşturan yerli halka kan kustrumaya devam etmek istiyorlar. Demireller Uzanlar, Çağlar iktidarını sürdürmek istiyorlar.
Ajanın kızı olan Arıboğan’da bu pis iktidarın devamı için hedef şaşırtıyor ve Kürtleri hedef gösteriyor.Mahir Kaynak Türk istihbarat örgütlerinde çalışmış bir ajandır ve kendi arkadaşlarını ele vermek ile ün kazanmıştır.
Türklerde herhalde ajanlık ta babadan oğula/kıza miras kalıyor. Mahir Kaynak emekli olmuştu ve şimdi kızı devam ediyor. Aslen Antepli olan Mahir Kaynak’ın karısının Balkan göçmeni olup olmadığı bilinmiyor.
vrijdag 29 augustus 2008
BARIŞ VE DEMOKRASİ
Mustafa Elveren – Em.Öğrt.
Barış yanlısı Ermeni Yazar Hırant Dink’in katledilmesi, halklarımızı derinden yaralamıştı. O nedenle, halkların kardeşliğini sağlamak için yüz binlerce insan o günkü cenaze töreninde;“Hepimiz Hırantız, hepimiz Ermeniyiz” sloganını haykırdılar. Bu slogana karşı hem dinciler ve hem de sözüm ona laikçiler şiddetle karşı çıktılar. Daha da ileri giderek, barış ve demokrasi taraftarlarını devlet ve din düşmanı olarak lanse ettiler. Damarlarındaki “asil kan”, beyinlerindeki “iman gücü” ile halkın üstünde mahalle baskısını oluşturdular.
Başı kapalı bayanın okula girmesini laiklik adına yasaklayan zihniyet ile başı açık olan kadının camiye girmesini dini gerekçeyle engelleyen zihniyetin birbirinden farkı yoktur. Başka bir deyimle, Yeşil cüppeliler ile siyah cüppelilerin danışıklı dövüşü seksen yıldır halkımıza kan kusturmaktadır. Bunların yarattığı mahalle baskısı nedeniyle, halk birbirine düşman edilmektedir.
Bunların baskısı öyle bir hal aldı ki; Ankara-Keçiören’de sivil görünümlü eli sopalı bir takım kamu görevlileri tarafından din adına insanları öldürürcesine dövüyorlar. Belediye ve Hükümet yetkilileri ise, bu duruma seyirci kalarak, yobazlara güç veriyorlar. Aynı şekilde ortalığı kan gölüne çeviren “vatansever” çetelerin avukatlığını yapan sözde laikçilerin de “bölücü-yıkıcı mihraklar”a karşı “vatan-millet-Sakarya” adına kurduğu mahalle baskısı ise, bunlarınkinden farklı değildir. “Al birini vur ötekisine”.
İstanbul’da sinagoga bomba koyanlar ile Irak’ta camiyi bombalayanlar ve Güngören’de patlatılan bomba da aynı zihniyetin ürünüdür. Ne yazık ki, ülkemizde bu gün kan, göz yaşı ve barut kokusu hakim olmuştur. Kimi “din-iman”, kimi “vatan-millet” ve kimi de “Kürt-Türk” maskesini takarak, “ölmek-öldürmek” vahşetiyle geleceğimizi karartıyorlar.
Bu olumsuz tabloya karşı, emek, barış ve demokrasi güçlerinin bir araya gelerek, “Barış, Demokrasi ve Özgürlük” türkülerini inatla söylemesi şarttır. Ben tek çıkış yolunun barış ve demokrasinin tesis edilmesiyle mümkün olacağına inanıyorum. Buradan hareketle, “1 Eylül Dünya Barış Günü” nedeniyle yapılacak olan etkinliklere tüm demokrasi ve barış yanlılarının kendi gücü oranında katılım sağlamaları gerekir.
Şiddete şiddetle değil, barış ve özgürlük türküleriyle karşı konulmalıdır. Bu vesileyle “1 Eylül Dünya Barış Günü”nü kutlar, tüm Dünya halklarına barış ve demokrasi getirmesini diliyorum.
29.08.2008
Mustafa Elveren
E-Posta: mustafaelveren@gmail.com
WEB: www.gomanweb.com
29.08.2008 / Gomanweb
NOT: Bazi adres sahipleri bu tanitim mesajlarindan dogal olarak rahatsiz olabilirler. Bunu onlemek icin -BIR DAHA TANITIM MESAJINI ALMAK ISTEMIYORUM- şeklinde bizi uyardiklari takdirde, adresleri tanitim listemizden derhal çıkartılacaktır.Sizden herhangi bir uyari mesaji gelmedigi takdirde tanitim mesajlarimiz zaman zaman bu adresinize gönderilecektir. Saygılarımızla.
Gomanweb Yayın Yonetimi
Barış yanlısı Ermeni Yazar Hırant Dink’in katledilmesi, halklarımızı derinden yaralamıştı. O nedenle, halkların kardeşliğini sağlamak için yüz binlerce insan o günkü cenaze töreninde;“Hepimiz Hırantız, hepimiz Ermeniyiz” sloganını haykırdılar. Bu slogana karşı hem dinciler ve hem de sözüm ona laikçiler şiddetle karşı çıktılar. Daha da ileri giderek, barış ve demokrasi taraftarlarını devlet ve din düşmanı olarak lanse ettiler. Damarlarındaki “asil kan”, beyinlerindeki “iman gücü” ile halkın üstünde mahalle baskısını oluşturdular.
Başı kapalı bayanın okula girmesini laiklik adına yasaklayan zihniyet ile başı açık olan kadının camiye girmesini dini gerekçeyle engelleyen zihniyetin birbirinden farkı yoktur. Başka bir deyimle, Yeşil cüppeliler ile siyah cüppelilerin danışıklı dövüşü seksen yıldır halkımıza kan kusturmaktadır. Bunların yarattığı mahalle baskısı nedeniyle, halk birbirine düşman edilmektedir.
Bunların baskısı öyle bir hal aldı ki; Ankara-Keçiören’de sivil görünümlü eli sopalı bir takım kamu görevlileri tarafından din adına insanları öldürürcesine dövüyorlar. Belediye ve Hükümet yetkilileri ise, bu duruma seyirci kalarak, yobazlara güç veriyorlar. Aynı şekilde ortalığı kan gölüne çeviren “vatansever” çetelerin avukatlığını yapan sözde laikçilerin de “bölücü-yıkıcı mihraklar”a karşı “vatan-millet-Sakarya” adına kurduğu mahalle baskısı ise, bunlarınkinden farklı değildir. “Al birini vur ötekisine”.
İstanbul’da sinagoga bomba koyanlar ile Irak’ta camiyi bombalayanlar ve Güngören’de patlatılan bomba da aynı zihniyetin ürünüdür. Ne yazık ki, ülkemizde bu gün kan, göz yaşı ve barut kokusu hakim olmuştur. Kimi “din-iman”, kimi “vatan-millet” ve kimi de “Kürt-Türk” maskesini takarak, “ölmek-öldürmek” vahşetiyle geleceğimizi karartıyorlar.
Bu olumsuz tabloya karşı, emek, barış ve demokrasi güçlerinin bir araya gelerek, “Barış, Demokrasi ve Özgürlük” türkülerini inatla söylemesi şarttır. Ben tek çıkış yolunun barış ve demokrasinin tesis edilmesiyle mümkün olacağına inanıyorum. Buradan hareketle, “1 Eylül Dünya Barış Günü” nedeniyle yapılacak olan etkinliklere tüm demokrasi ve barış yanlılarının kendi gücü oranında katılım sağlamaları gerekir.
Şiddete şiddetle değil, barış ve özgürlük türküleriyle karşı konulmalıdır. Bu vesileyle “1 Eylül Dünya Barış Günü”nü kutlar, tüm Dünya halklarına barış ve demokrasi getirmesini diliyorum.
29.08.2008
Mustafa Elveren
E-Posta: mustafaelveren@gmail.com
WEB: www.gomanweb.com
29.08.2008 / Gomanweb
NOT: Bazi adres sahipleri bu tanitim mesajlarindan dogal olarak rahatsiz olabilirler. Bunu onlemek icin -BIR DAHA TANITIM MESAJINI ALMAK ISTEMIYORUM- şeklinde bizi uyardiklari takdirde, adresleri tanitim listemizden derhal çıkartılacaktır.Sizden herhangi bir uyari mesaji gelmedigi takdirde tanitim mesajlarimiz zaman zaman bu adresinize gönderilecektir. Saygılarımızla.
Gomanweb Yayın Yonetimi
donderdag 28 augustus 2008
DERSIM KURDISTAN BERFIN
Boşluk
Artık tarihe karışmış olan bir kültürel kimlik adına yahut hakkında yapılan soyut konuşmaların kimin ihtiyacına cevap verdiği üzerinde çok iyi düşünmemiz gerekiyor. Kişisel interpretasyonların yetersizliğinin, kalitesizliğinin ve uyumsuzluğunun yarattığı kargaşa bir yana, bu interpretasyonların yüksek kalitesi ve yüzde yüzlük mutlak uyumu bile gerçek bir toplumun yokluğunun yaratmış olduğu boşluğu asla doldurmaz. Dersim etnik-kültürel kimliğinin günlük doğal yaşamın bir parçası olduğu bir yerleşim yeri bugün yoktur. Onun için kimlik sorun artık bir “yaşatmak ve korumak” sorunu olmaktan çıkmış ve akademik bir interpretasyon sorununa dönüşmüştür.
Yıkıma uğramış etnik-kültürel kimlikler ancak nesli tükenmek üzere olan biyolojik türleri korumak için uygulanan projeler gibi son derece radikal projeler uygulanarak yaşama döndürülebilirler. Örneğin, beyaz Sibirya kaplanlarının koruma altına alındığı bölgelerin yaratılması gibi. Türkün kültürel hegemonyası kırılmadan ve terör ortamına son verilmeden Dersim’in etnik-kültürel kimliğini diriltmek mümkün değildir. Kriminal Türklerin ve Kürtlerin ortak kurmayı olan Ergenekon Dersim’i sürekli bir biçimde esaret altında tutuyor.
Beyaz Sibirya kaplanın güzelliği üzerinde yapılan konuşmalar radikal bir koruma projesinin gerçekleştirilmesiyle sonuçlanmadığı sürece anlamsızdır. Beyaz Sibirya kaplanının güzelliğine çok sayıda insan aşıktır ancak türlerin korunması mücadelesine gerçekten katkıda bulunan insanların sayısı azdır. Bu az sayıdaki insan olmazsa "ah vah"lar içinde bu güzelim yaratık gerçekten kaybolacak...
Öte yandan, Dersimin etnik-kültürel kimliğini “koruma” konuşmaları bile çoğu kez Ergenekoncu/Kürtçü tecavüzün başka araçlarla sürdürülmesidir. Özgür beyinlerimiz yok denecek kadar azdır, sahalarımız ve otoritemiz ise hiç yoktur. Atalarımızda olan ve bizde olmayan en önemli güç faktörünün bu olduğuna inanıyorum.
Kendi topraklarında kendi kimlikleriyle yaşayan atlarımızla kollektif kimliğini yitirmiş ve kendi topraklarında bile sığınmacı durumuna düşmüş bugünkü kuşak arasındaki söz konusu önemli farklılık kendini konuşmalarda da doğrudan gösteriyor. Dünkü Dersimliler arasındaki en sert çatışmaları incelediğinizde bile düşman aşiretlerin büyük husümete rağmen birbirleri kadar Dersimli olduklarını hemen görüyorsunuz. Birbirlerinden adam vuran aşiretlerin her şeyi ile birbirlerine çok benzediklerini ve Dersimli olduklarını görüyorsunuz. Halbuki bugünkü Dersimlilerin kim olduğunu hemen anlamak mümkün değildir. Birbirlerine çok yakın duran insanlara bile yakından baktığınızda çok büyük şaşkınlığa düşüyorsunuz.
Keza Mamekiye’de yaşayanlar da birbirlerine çok az benziyorlar. Herkes bir çeşit konuşuyor. Orada hâlâ yaşıyor olmaları onlara etnik-kültürel bir sadakat, sağlamlık veya tutarlılık kazandırmıyor. Çifte terör rejimini her şeyde hesaba katan bir realizm ayakta kalma stratejisinin Mamekiye’deki temel taşıdır.
İçeride ve dışarıda çok rezil tipler türedi. Kureyşanlı bir dedenin konuştuğu Zazaca’yı yüzüne karşı “Kürtçe” olarak tanımlayan bir “kültür hayranı” gibi. PKK’nın hegemonyası altında demokrasi modelleri oluşturmakla meşgul olanlar gibi... PKK’nın sözcülüğünü yapan türkücüler gibi... Dersimci olmayı dünyanın en aşağılık işi gibi sunan Apo ve Adanalı polis Ramazan bozması tipler gibi...
Dışardakilerin göreceli serbestliği de pek bir yarar sağlamadı. Yabancılaşmış, kriminal ve acımasız Dersimliler Rüsselsheim’de birbirlerini öldürüyorlar. Dahası, bir çeşit kültür turizmi ortaya çıktı. Festivaller Mamekiye’yi pisliğe boğuyor. Festival Munzur’da yüzen pet şişe, naylon poşet ve binbir türlü pislik demektir. Kaybolmuş bir kültür üzerine yapılan anlamsız kişisel kavgalar da işin cabası. Son Mohikanlar gideli çok oldu, ama son Mohikanların hoş sedasından hoş olmayan bir biçimde yarlanmak isteyenler hâlâ vardır.
Nitekim “sense of community” denilen şey aracılığıyla bir araya her geldiğinizde bunun paylaşılan bir kültürel kimlik olmaktan ziyade, bir hasretlik duygusu olduğunu görüyorsunuz. Köşe taşları belli olan bir kültürel kimliğin yerini kişisel duygu ve interpretasyonların aldığını görüyorsunuz.
Asıl sorun ise interpretasyonların şahsiyetsizliğe dayanıyor olmasıdır. Dersim’i Türk veya Kürt yapmak isteyen Ergenekoncu tasallut bir sürü Apo ve Adanalı polis Ramazan karakteristiklerinin kombine edilerek kollonlaması üzerine türetilmiş “kültür, kimlik ve dil uzmanı”nı üzerimize saldı.
Kurumları ve doğal yaşam biçimi ortadan kaybolmuş Dersim’in manevi dünyası örneğin Berlin’de yaşanmaz. Berlin’de bir dede Berlin sokaklarında gezen bir Sibirya kaplanın yarattığı şaşkınlığı yaratıyor. Dersim dağlarından, ziyaretlerinden, qulıklarından ve taliblerinden kopmuş dedenin dede olarak varlığı bugünkü Mamekiye’de, Türk gecekondu mahallelerinde veya Batı Avrupanın modern şehirlerinde çok absürd sayılır. Aynı şekilde örneğin Amsterdam’da yapılan dualara inanmak da çok zordur. Duacının sizi tiye alıp almadığı şüphesini aklınızdan atamadığınız için ibadet ibadet olmaktan çıkıyor. Rayverler haklı veya haksız olarak “Rayver Heylo” oluyorlar.
Hasretlik duygusunun gerçek tiplerle karşılaşma olanağını sağlama frekansı kendi başına intrinsik yahut istatistiki bir değer taşımıyor. Bu kiminle karşılaştığınıza bağlı... Bize bir toplum ve onun doğal ürünü olan “sense of community” lazım. Kişisel interpretasyonlar, kişisel “köy”ler veya kişisel zamklar bir işe yaramıyor.
Cemé ma Cemé dewreşi
Veng dame to, eve sawda weşi
Yimdadé made bero Ostaé Seré Deşi
Care made bıreso Süvariyé Phoşta Heşi
Epsilon
Artık tarihe karışmış olan bir kültürel kimlik adına yahut hakkında yapılan soyut konuşmaların kimin ihtiyacına cevap verdiği üzerinde çok iyi düşünmemiz gerekiyor. Kişisel interpretasyonların yetersizliğinin, kalitesizliğinin ve uyumsuzluğunun yarattığı kargaşa bir yana, bu interpretasyonların yüksek kalitesi ve yüzde yüzlük mutlak uyumu bile gerçek bir toplumun yokluğunun yaratmış olduğu boşluğu asla doldurmaz. Dersim etnik-kültürel kimliğinin günlük doğal yaşamın bir parçası olduğu bir yerleşim yeri bugün yoktur. Onun için kimlik sorun artık bir “yaşatmak ve korumak” sorunu olmaktan çıkmış ve akademik bir interpretasyon sorununa dönüşmüştür.
Yıkıma uğramış etnik-kültürel kimlikler ancak nesli tükenmek üzere olan biyolojik türleri korumak için uygulanan projeler gibi son derece radikal projeler uygulanarak yaşama döndürülebilirler. Örneğin, beyaz Sibirya kaplanlarının koruma altına alındığı bölgelerin yaratılması gibi. Türkün kültürel hegemonyası kırılmadan ve terör ortamına son verilmeden Dersim’in etnik-kültürel kimliğini diriltmek mümkün değildir. Kriminal Türklerin ve Kürtlerin ortak kurmayı olan Ergenekon Dersim’i sürekli bir biçimde esaret altında tutuyor.
Beyaz Sibirya kaplanın güzelliği üzerinde yapılan konuşmalar radikal bir koruma projesinin gerçekleştirilmesiyle sonuçlanmadığı sürece anlamsızdır. Beyaz Sibirya kaplanının güzelliğine çok sayıda insan aşıktır ancak türlerin korunması mücadelesine gerçekten katkıda bulunan insanların sayısı azdır. Bu az sayıdaki insan olmazsa "ah vah"lar içinde bu güzelim yaratık gerçekten kaybolacak...
Öte yandan, Dersimin etnik-kültürel kimliğini “koruma” konuşmaları bile çoğu kez Ergenekoncu/Kürtçü tecavüzün başka araçlarla sürdürülmesidir. Özgür beyinlerimiz yok denecek kadar azdır, sahalarımız ve otoritemiz ise hiç yoktur. Atalarımızda olan ve bizde olmayan en önemli güç faktörünün bu olduğuna inanıyorum.
Kendi topraklarında kendi kimlikleriyle yaşayan atlarımızla kollektif kimliğini yitirmiş ve kendi topraklarında bile sığınmacı durumuna düşmüş bugünkü kuşak arasındaki söz konusu önemli farklılık kendini konuşmalarda da doğrudan gösteriyor. Dünkü Dersimliler arasındaki en sert çatışmaları incelediğinizde bile düşman aşiretlerin büyük husümete rağmen birbirleri kadar Dersimli olduklarını hemen görüyorsunuz. Birbirlerinden adam vuran aşiretlerin her şeyi ile birbirlerine çok benzediklerini ve Dersimli olduklarını görüyorsunuz. Halbuki bugünkü Dersimlilerin kim olduğunu hemen anlamak mümkün değildir. Birbirlerine çok yakın duran insanlara bile yakından baktığınızda çok büyük şaşkınlığa düşüyorsunuz.
Keza Mamekiye’de yaşayanlar da birbirlerine çok az benziyorlar. Herkes bir çeşit konuşuyor. Orada hâlâ yaşıyor olmaları onlara etnik-kültürel bir sadakat, sağlamlık veya tutarlılık kazandırmıyor. Çifte terör rejimini her şeyde hesaba katan bir realizm ayakta kalma stratejisinin Mamekiye’deki temel taşıdır.
İçeride ve dışarıda çok rezil tipler türedi. Kureyşanlı bir dedenin konuştuğu Zazaca’yı yüzüne karşı “Kürtçe” olarak tanımlayan bir “kültür hayranı” gibi. PKK’nın hegemonyası altında demokrasi modelleri oluşturmakla meşgul olanlar gibi... PKK’nın sözcülüğünü yapan türkücüler gibi... Dersimci olmayı dünyanın en aşağılık işi gibi sunan Apo ve Adanalı polis Ramazan bozması tipler gibi...
Dışardakilerin göreceli serbestliği de pek bir yarar sağlamadı. Yabancılaşmış, kriminal ve acımasız Dersimliler Rüsselsheim’de birbirlerini öldürüyorlar. Dahası, bir çeşit kültür turizmi ortaya çıktı. Festivaller Mamekiye’yi pisliğe boğuyor. Festival Munzur’da yüzen pet şişe, naylon poşet ve binbir türlü pislik demektir. Kaybolmuş bir kültür üzerine yapılan anlamsız kişisel kavgalar da işin cabası. Son Mohikanlar gideli çok oldu, ama son Mohikanların hoş sedasından hoş olmayan bir biçimde yarlanmak isteyenler hâlâ vardır.
Nitekim “sense of community” denilen şey aracılığıyla bir araya her geldiğinizde bunun paylaşılan bir kültürel kimlik olmaktan ziyade, bir hasretlik duygusu olduğunu görüyorsunuz. Köşe taşları belli olan bir kültürel kimliğin yerini kişisel duygu ve interpretasyonların aldığını görüyorsunuz.
Asıl sorun ise interpretasyonların şahsiyetsizliğe dayanıyor olmasıdır. Dersim’i Türk veya Kürt yapmak isteyen Ergenekoncu tasallut bir sürü Apo ve Adanalı polis Ramazan karakteristiklerinin kombine edilerek kollonlaması üzerine türetilmiş “kültür, kimlik ve dil uzmanı”nı üzerimize saldı.
Kurumları ve doğal yaşam biçimi ortadan kaybolmuş Dersim’in manevi dünyası örneğin Berlin’de yaşanmaz. Berlin’de bir dede Berlin sokaklarında gezen bir Sibirya kaplanın yarattığı şaşkınlığı yaratıyor. Dersim dağlarından, ziyaretlerinden, qulıklarından ve taliblerinden kopmuş dedenin dede olarak varlığı bugünkü Mamekiye’de, Türk gecekondu mahallelerinde veya Batı Avrupanın modern şehirlerinde çok absürd sayılır. Aynı şekilde örneğin Amsterdam’da yapılan dualara inanmak da çok zordur. Duacının sizi tiye alıp almadığı şüphesini aklınızdan atamadığınız için ibadet ibadet olmaktan çıkıyor. Rayverler haklı veya haksız olarak “Rayver Heylo” oluyorlar.
Hasretlik duygusunun gerçek tiplerle karşılaşma olanağını sağlama frekansı kendi başına intrinsik yahut istatistiki bir değer taşımıyor. Bu kiminle karşılaştığınıza bağlı... Bize bir toplum ve onun doğal ürünü olan “sense of community” lazım. Kişisel interpretasyonlar, kişisel “köy”ler veya kişisel zamklar bir işe yaramıyor.
Cemé ma Cemé dewreşi
Veng dame to, eve sawda weşi
Yimdadé made bero Ostaé Seré Deşi
Care made bıreso Süvariyé Phoşta Heşi
Epsilon
woensdag 27 augustus 2008
TURK NAZILERI KURTLERE DEVLET HAKKINI FAZLA GORUYORLAR
Amerika sovyetler birliğini yıkınca, Azerbaycan, Türkmenistan ( ve diyer o moğol-türkmen ülkeleri) ve Ermenistan kuruldu, „bunlar“ şimdi kukla’mıdır ?. Deyildir tabiki, ermenistan olsun, azerbaycan olsun, türkmenistan olsun bunlar sovyetlerin yıkılmasıyla kendi ülkelerinin kurulmasıyla gurur duyuyorlar ve amerika onlara bunu kurmadı, sadece sovyetlerdeki sistemi yıkdı, yıkılan çürük sistemin üzerine diyer halklar kendi bölgelerinde özgürlüğünü kurdular.Gelelim Irak ve Orta doğu ve Kürdistan ve onu bölüp paylaşamayan yerel diktatör ve işgalci rejimlere.Kürt milletinin devletini vede özgürlüğünü kukla diye propaganda malzemesi yapan türkiyedeki nazicilere, national sosyalistçi ırkçılara gelelim..Bir örnek verdik yukarda. Kürt halkı içinde örneğin ırakda ve genel kürdistanı işgal eden o rejimler içinde geçerlidir..Irak yıkıldığı zaman veya dağıldığı zaman kürt halkıda kendi sistemini kendi bölgesinde kuracakdır, bu o Ermenistan, Azerbaycan ve Türkmenistan gibi.Kürt halkı „Birleşmiş Milletler“ topluluğunda temsil olacakdır, bu kürt halkı için varolma garantisi ve temsilidir bu dünya topluluklarında.Bu tabiki tüm kürt halkını ilgilendirir. Kürt halkının bir siyasi sorundan öte millet sorun olduğunu, orta doğuda 1. dünya savaşından sonra bölünüp paylaşıldığını her kes biliyorlar.Bakın birde şu Perinçek ve onu nazi subaylarının medyadaki kukla propagandasına karşın şuda vardır. Örneğin KaKaTeCe.Kıbrısda kimsenin tanımadığı KaKaTeCe. Türkiyedeki nazi subayların ırkçıların gerçek kuklası, KaKaTeCe. Bunun Perinçek ile ilgisi nedir, size şunu söyliyebilirim, perinçekin sitesine bakın, o sitede „Kıbrısdaki“ insanlara yani rumlara „GAVURLAŞTIRMA SÜRECİ“ diye hakaret ediyor. Bu tabiki almanyadaki naziciliğin adıdır. O perinçek 50-100 bin arası kıbrısdaki türklere „millet, vatan, ulus“ propagandası yapıyor, onlara federasyon ve otonomi az buluyor, ve KaKaTeCe diye olmamamış bir KUKLA deveti destekliyor. Ama sadece 12 yıldır ekonomik ve politik olarak bağımsız yaşıyan güneydeki 5 milyon kürt halkının federal veya bağımsız devletine saldırıyor ve o özgürlüğü kukla diye adlandırıyor. Tabiki bu nazicilikden öte deyildir.Gelelim Irak ve Kürdistanın güneyindeki gelişmelere….Federal bir kürt devletinin Irakın kürdistan bölgesinde kurulması (!)Ne olacak. O devletin içinde kesinlikle Kerkük de olacakdır, ekonomik yönden kendini kesinlikle ayakda durdurtabilecekdir..Şimdi şu önemlidir, 5 milyon kürt kürdistanin güney parçasında federal bir devlet almış iken, diyer parçalardaki kürt halkı ne yapacak, her halde bakmıyaçağız.Uzun vadede kürt halkının uluslar arası alanda da tanınması, kürt davasının artık bir özgürlük halk davasının olduğunu her kesde biliyor.. Soğuk savaşdaki terör propagandasıda sökmiyecekdir…Kürt halkı birleşmiş milletler topluluğundada tanınmış olacakdır ve temsil yeri bulunacakdır.Bugün devletleşme yolundayız, her kes bunu biliyor. Türk rejimi olsun, farıs rejimi olsun, bunlar „kürt“ sorununun Irakla sınırlı kalmıyacağını ve kalamıyacağını iyi bilmektedir, hele hele Amerika veya İngilizler ne yapacaklardır..Unutmayın, sovyetleri yıkan yine ABD idi, ondan sonra kurulan, Ermenistan, Azerbaycan Türkmenistan ve sahire devletler. Yani orta doğuda her hangi bir rejim yıkıldığında kesinlikle yeni devletler sistemler kurulacakdır, bunu ABD kurmayacakdır, sadece zaten yıkılan sistemlerin üzerine kurulma haklar tarafından olacakdır, aynı Sovyetletde olduğu gibi…Not olarak. Kimse o nazi propagandası yapan şöven türk yayılımını ve ırkçılığını destekleyen Perinçek, Kemalist ve Turancılara kanmamalı. Onların KÜRT şehri olan tarihi kerkük ve musul propagandasını unutmamalı ve kıbrısdaki faşistliği.Kıbrısda vatan millet deyip otonomi ve federal sistem azdır 50-100 bin kıbrısdaki türk için diyen, ama öte yanda güney kürdistanda ve ırakda 5 milyon kürt için ne ferederal nede otonomi devletinini tanımıyacağız sloganlarıyla bir yere varamayacaklardır. Kafalarındaki çuval hiç çıkmaz kesinlikle bu politika ile. Buna göre şu denilmeli, kukla terimi bir derin soğuk savaş propagandasıdır, hiç bir hukuku yeri yokdur. Tek kukla KaKaTeCe dir. TeCe’de işgalci türk yayılımını Kürdistan’da desteklemektedir. .
Kerkük — Tarih tartışmaya son vermelidir
Dr. Hüseyin Tahiri
Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’taki Saddam Hüseyin rejimini devrime kampanyasına bağlı olarak, Kerkük sorunu da yeniden alevlendi. Eğer Saddam Hüseyin devrilirse, Kürtler Kerkük’ün denetimini ele geçirmek üzere tarihsel bir şans yakalamış olacaklardır. Eğer Kürtler Kerkük’ü denetimleri altına alamazlarsa, bir daha asla böyle bir fırsatı yakalamaları mümkün olmayabilir. Irak hükümetleri Kerkük bölgesini Araplaştırmak için onlarca yıldır bir etnik temizlik politikası sürdürmüştür. Bu hükümetler Kerkük’teki etnik nüfusu, özellikle de etnik temizlikten önce nüfusun çoğunluğunu oluşturan Kürtlerin nüfusunu azaltmaya çalışmışlardır.
Kürtlerin bu petrol zengini bölgeyi ele geçirmeleri düşüncesi ile paniğe kapılan Türk hükümeti Kerkük üzerinde çeşitli haklar iddia etmektedir. Ne var ki, Türkiye İngilizler ile imzaladığı ve Kerkük’ün de bir parçası olduğu Musul vilayeti üzerindeki Irak hükümranlığını tanıdığı anlaşma tarafından bağlanmıştır. İşte bu yüzden, Türk hükümeti Kerkük üzerinde denetim kurabilmek için Türkmen kartını kullanmaktadır. Son zamanlarda çeşitli Türkmen örgüt ve şahsiyetlerinden, Kerkük’ün Türkmenlerin “başkenti” olduğu türünden şeyler duymaktayız. Araplar Kerkük’ün kendilerine ait, Türkmenler ise kendilerine ait olduğunu iddia ediyor. Peki Kerkük sorunu söz konusu olduğunda Kürtler hangi noktada duruyor? Eğer Kürtler, Kerkük’ün de bir parçası olduğu Musul vilayetinin fazla uzak olmayan tarihinden yola çıkarak Kerkük’ün kendilerine ait olduğunu savunurlarsa, belki daha iyi bir konumda olacaklardır.
İngilizler I. Dünya Savaşı esnasında Basra ve Bağdat vilayetlerini işgal etmişlerdi. Ama Musul vilayetini ya da Güney Kürdistan’ı işgal etmemişlerdi. İngilizler bunu yapmak yerine, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanmalarını teşvik etmek için Kürtlerin arasına siyasi görevliler yollamışlardı. Bu politika çerçevesinde Şeyh Mahmud’u Süleymaniye valisi olarak atamışlardı. Irak’taki İngiliz siyasi görevlilerinden biri olan Albay Sir Arnold Wilson, İngilizlerin başlangıçta Güney Kürdistan’da İngiltere’nin hamiliği altında bağımsız bir Kürt devleti kurma niyetinde olduğunu belirtmiştir.(1) Böylece, Wilson 1 Kasım 1918 tarihinde, Kürt aşiret reislerinin ve ünlü Kürt şahsiyetlerinin katıldığı bir toplantı düzenledi. Wilson toplantıda, Şeyh Mahmud’un İngilizler adına Süleymaniye valisi olacağını açıkladı.(2)
İngiliz hükümeti Güney Kürdistan’da bağımsız bir Kürt devleti kurulması konusundaki görüşlerini kısa bir süre sonra değiştirdi. İngilizler bir Irak devletinin Güney Kürdistan olmaksızın yaşayamayacağını anladılar. İngiliz siyasi görevlileri daha başlangıçtan itibaren, Güney Kürdistan’ın siyasal ve ticari nedenlerle Irak’a dahil edilmesi gerktiği fikrindeydi. Arnold Wilson, Güney Kürdistan’da bağımsız bir devlet kurmak üzere üstlendiği misyon üzerine yorum yaparken şöyle diyordu; “Coğrafi ve ticari açıdan bakıldığında, Güney Kürdistan’ın ancak Mezopotamya’nın bir parçası olarak kalkınabileceği ayan beyan ortadaydı. Olası yegâne pazarlar Musul ve Bağdat idi; tüm iletişim Mezopotamya’dan geçiyordu.”(3) Bu açıklamadan da açıkça anlaşıldığı gibi, İngiliz siyasi görevlileri Kürtler adına bağımsız bir devletin kurulmasını savunmayacaklardı.
Wilson Güney Kürdistan’ın ancak Mezopotamya’nın bir parçası olarak kalkınabileceğini söylemişti. Irak’ın ancak Güney Kürdistan dahil edilirse kalkınabileceğini ise söylememişti. Aslında Güney Kürdistan Irak için, Irak’ın Güney Kürdistan için olduğundan daha önemliydi. Bu durum, bir başka İngiliz siyasi görevlisi olan C.J. Edmonds’ın açıklamasından da açıkça anlaşılıyordu. Edmonds şöyle diyordu; “Biz şimdi, Irak için bir ölüm kalım meselesi olduğundan şüphe etmediğimiz bir husus ile meşguldük, çünkü biz, ekonomik ve stratejik nedenlerden ötürü, Musul olmaksızın Basra ile Bağdat’ın asla ayakta kalabilecek bir devlet haline getirilemeyeceğine inanıyorduk.”(4) Kral Faysal’ın Milletler Cemiyeti Komisyonuna yolladığı mektup bu durumu daha ayrıntılı biçimde açıklıyordu. Kral Faysal, Musul’un Irak için “bedenin üzerindeki kafa” kadar önemli olduğunu yazıyordu. Musul sorunu yalnızca Türkiye ile Irak arasındaki sınırın sabitleştirilmesinden ibaret değildi, aynı zamanda bir bütün olarak bir Irak sorunuydu.(5) Böylece, İngilizler bir Kürt devleti kurma biçimindeki eski kararından vazgeçmişlerdi. İngilizler bunun yerine, Irak devleti içinde Kürtlere özerklik tanınması seçeneğini tercih ediyorlardı.
İngilizlerin Güney Kürdistan’ı Irak’a entegre edebilmeleri için Şeyh Mahmud’un otoritesini el altından çökertmeleri gerekiyordu. Süleymaniye valisi olan Şeyh Mahmud ise, Güney Kürdistan’da kurulacak bir Kürt devletinin başına gelme arzusundaydı ve İngilizler başlangıçta, Şeyh Mahmud’a, bu arzusunu gerçekleştirmesine yardım edeceklerini anlatmışlardı. Şeyh Mahmud tam bağımsızlık dışında hiçbir şey ile tatmin olmayacaktı. İngilizler Şeyh Mahmud’un otoritesini zayıflatmak için ona karşı Kürt aşiret reislerini kullandı. İngiliz siyasal görevlilerine tercümanlık yapan Kürt öğretmen Refik Hilmi, İngilizlerin Şeyh Mahmud’un otoritesini çökertmek için yaptıklarını ayrıntılı olarak ortaya koymuştur. Refik Hilmi, İngilizlerin Şeyh Mahmud’un gücünü ve etkisini kırmak için aşiret reislerine rüşvet verdiklerini belirtiyordu. İngilizler Şeyh Mahmud ile iyi ilişkiler içindeyken, siyasi görevliler Şeyh Mahmud’un yardımcılarına rüşvet teklif ediyor ve hükümette yüksek makamlar vaat ediyorlardı. Başka zamanlarda ise ona karşı çıkmaları için aşiret reislerine rüşvet verileceketi.(6) İngiliz siyasi görevlisi Edmonds, aşiret reislerini Şeyh Mahmud’a karşı harekete geçirmek için Süleymaniye bölgesinde gerçekleştirdiği başarılı misyonu anımsıyordu.(7) Aslında, İngilizler ve Iraklılar, Şeyh Mahmud’a karşı Güney Kürdistan’daki Kürtlerin, özellikle de Musul Kürtlerinin desteğini almak için durup dinlenmeksizin çalışıyorlardı.(8) İngilizler Şeyh Mahmud’a karşı aşiret reislerini kullanamadıkları durumlarda ona karşı güç kullanıyorlardı. Bu, İngiliz görevlilerin Güney Kürdistan’da kaldıkları dönemde geliştirdikleri bir taktikti. Edmonds Kürtlerin ancak kuvvet kullanılarak denetim altına alınabileceklerine ve Kürtlerin anladığı tek dilin kuvvet kullanımı olduğuna inanıyordu.(9) Böylece İngilizler Kürtlerin kendi kaderini tayin etme talebine kuvvet kullanılarak karşılık verilmiş oluyordu.
Bir Kürt devletinin kuruluşunun sürekli olarak ertelenmesinden ve İngilizlerin aşiretleri kendisine karşı kışkırtmasından bıkıp usanan Şeyh Mahmud en sonunda kendisi Güney Kürdistan’da bir Kürt devletinin kurulduğunu ilan etti. Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan eden Şeyh Mahmud İngiliz güçlerini Süleymaniye’den çıkardı. Süleymaniye’yi, civarındaki bölgeleri ve Halepçe’yi işgal etti. Şeyh Mahmud’un 1,500 kişilik güçleri, Baziyan bölgesindeki İngiliz güçleriyle şiddetli bir savaşa tutuştu. Bu savaşın sonunda Şeyh Mahmud’un güçleri yenildi, kendisi yaralanarak yakalandı ve Hindistan’a sürgün edildi.(10) Şeyh Mahmud’un yenilgiye uğraması Güney Kürdistan’daki durumu iyileştirmedi. Türkleri Kürtleri İngilizlere karşı kışkırtıyordu. Musul sorunu henüz çözülmemişti. Şeyh Mahmud’un kardeşlerinden biri olan Şeyh Kadir 1922 yılında Türklerle işbirliği yaparak Amediye ve Köysancağı işgal etti.(11) Kürdistan’ın, özellikle de Musul’un Türklerin eline düşmesinden korkan İngilizler, Şeyh Mahmud’u sürgünde bulunduğu Hindistan’dan geri getirmek zorunda kalacaklardı. Şeyh Mahmud Ekim 1922 yılında Kürdistan’a geri getirildi ve tekrar Süleymaniye valisi olarak atandı. Yeniden bir fırsat ele geçiren Şeyh Mahmud tekrar bir Kürt devletinin kurulduğunu ve Süleymaniye’nin de bu devletin başkenti olduğunu ilan etti. Ayrıca sekiz bakandan oluşan bir kabine kurdu. Bir ay sonra, yani 18 Kasım 1922 yılında, Şeyh Mahmud kendisini Kürdistan Kıralı olarak ilan etti.(12) Ancak bir kez daha İngiliz kuvvetleri tarafından bastırıldı.
İngilizler Şeyh Mahmud’u, başlangıçta onu yapmaya teşvik ettikleri şey için, yani bir Kürt devletinin kuruluşundan dolayı cezalandırmışlardı. Bu ise, İngilizlerin böyle bir devlet kurmak, hatta ayakta kalabilecek özerk bir oluşum kurma niyetinde olmadıkları anlamına geliyordu. İngilizler, Musul vilayetinin Irak’a dahil edilmesi için Kürtlerin desteğini sağlamak amacıyla bir Kürt oluşumunun kuruluşunu destekliyorlarmış gibi görünüyorlardı. İngilizler bir Kürt devletini istemiyorlardı, çünkü böyle bir oluşum onların çıkarlarına aykırı düşüyordu. Kendisine yönelik komplolara rağmen, Şeyh Mahmud Güney Kürdistan’da bir Kürt devleti kurma mücadelesine devam etti. Davasını kolay kolay terkedecek bir adam olmadığını kanıtladı. Bu yüzden İngilizler, Musul’un da bir parçasını teşkil edeceği bir Irak yönetimi düşüncesini yaymak için, Şeyh Mahmud’u mümkün olduğu kadar bölgeden uzak tutmaya çalışıyorlardı.
Musul sorunu Lozan anlaşmasında çözümsüz olarak kaldı. Musul petrol yatakları bakımından oldukça zengindi. Musul vilayetinde yaşayan insanların büyük çoğunluğu Kürt’tü. O, Ballance, Musul’un nüfusunun sekizde beşinin Kürt olduğunu belirtiyordu. 1922 ve 1924 yıllarında Irak’ta yapılan nüfus sayımları Musul vilayetinde 494007 Kürde karşılık 166941 Arap bulunduğunu gösteriyordu.(13) Bu yüzden, hem Türkiye hem de İngilizler, Musul vilayeti üzerindeki iddialarına meşruiyet kazandırmak için Kürtlerin desteğini almaya çalışıyorlardı. Türk hükümeti Kürt liderlere, Türkiye’nin Kürtlere özerklik tanımaya hazır olduğunu söylüyordu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden böyle bir karar geçmişti. Türkler bir taraftan da Kürtler arasında panik yaratıcı taktikler kullanıyorlardı. Dağıtılan bir kitapçıkta Kürtler, kulaklarını sağır edecek Hıristiyan Kilise çanlarına karşı uyarılıyordu. Böylece artık, kendilerini ibadete çağıran müezzinlerinin seslerini duymayacaklardı. Hıristiyan yetkililer onlara Rusların yaptıklarını yapacaklardı. Kürtler Arapların ve Keldanilerin ayaklarını öpmek zorunda kalacaklardı.(14)
Öte yandan, İngilizler Kürtlere Irak devleti kendi kaderini tayin etme hakkı vaat ediyorlardı. 24 Aralık 1922 tarihinde bir İngiliz-Irak karma deklarasyonu Milletler Cemiyeti’ne gönderilerek Irak Kürtleri için özerklik talep edildi. Bu deklarasyonda, Kürtlerin, yeni özerk Kürt devletinin sınırlarının kesinleştirilmesi konusunda kendi aralarında bir uzlaşmaya varacağı ümit ediliyordu.(15) Türklerin göz korkutucu kampanyası ve İngilizlerin özerklik vaatleri Kürt sorununa yönelik taktik yaklaşımlardı. Mustafa Kemal tam da o tarihlerde (Kuzey Kürdistan’daki Kürtler tarafından başlatılan) Koçgiri ayaklanmasını bastırmış, İngilizler ise Şeyh Mahmud’u Süleymaniye’den çıkararak onun hükümetini yenilgiye uğratmışlardı. Her iki tarafın da asıl ilgilendiği şey Kürt meselesi değil Musul vilayetiydi.
Milletler Cemiyeti, etnik gerekçelerden hareketle Kürtlerin kendi ulus devletlerini kurmaları tavsiyesinde bulunmuştu; buna rağmen Musul Irak’a veriliyordu. Musul sorununu çözmek üzere Milletler Cemiyeti tarafından atanan komisyon 16 Temmuz 1925 tarihinde Cemiyet’e raporunu sunmuştu. Raporda şöyle deniliyordu:
Kürtlerin nüfusun çoğunluğunu teşkil etmektedir. Onlar ne Türk ne de Araptır. Aryen bir dil konuşmaktadırlar... Eğer yalnızca etnik argüman dikkate alınırsa, o zaman bundan çıkacak zorunlu sonuç bağımsız bir Kürt devletinin kuruluşu olmalıdır, çünkü Kürtler nüfusun sekizde-beşini teşkil etmektedir... Yalnızca ekonomik bir açıdan bakıldığında, Komisyon, tartışma konusu edilen bölge için en avantajlı çözümün, söz konusu bölgenin Irak’a bağlanması olduğunu düşünmektedir.(16)
Böylece Musul sorunu en sonunda “tamamen ekonomik gerekçelerle” çözümlenmiş oluyordu. Milletler Cemiyeti 16 Aralık 1925 tarihinde Musul’u Irak’a bıraktı. 13 Ocak 1926 tarihinde Türkiye ile İngilizler arasında bir anlaşma imzalanmış ve Türkiye bu anlaşmada Irak’ın Musul üzerindeki hükümranlığını tanıyordu. Buna karşılık, Türkiye Petrolleri Şirketi’ne Musul petrollerini paylaşma hakkı veriliyor ve İngilizler Türkiye’deki Kürtleri kışkırtmaktan kaçınacaklarına söz veriyorlardı.(17) Kürtler, bağımsız bir Kürt devletinin kurulma olasılığının artık iyice azaldığını fark etmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altındaki etnik gruplara kendi haklarını güvence altına almalarını salık veren Wilson Doktrini unutulmuştu. Kürtlere bağımsız bir Kürt devleti kurma hakkını tanıyan Sevr Anlaşması geçersiz kalmıştı. Güney Kürdistan’daki Kürtler kendilerinin Irak’taki yeni yasal yöneticileriyle karşı karşıya kalmışlardı. Çoğu da geriye çekilip sessiz kalmıştı.
Irak’taki Kürt tarihinin son sayfaları Birinci Dünya Savaşının ardından kapanacaktı. İngilizler Irak’ta özerk bir devlet düşüncesinden bile vazgeçmişlerdi. 1930 yılında İngilizler ile Irak arasında imzalanan bir anlaşmayla, Britanya’nın Irak üzerindeki manda yönetimi sona eriyor ve Irak’a bağımsızlık tanınıyordu. Bu anlaşmada Kürtlerin haklarını ve çıkarlarını güvence altına alan hiçbir hüküm yoktu.(18) Böylece Kürtler Irak devletinin insafına terk edilmiş oluyorlardı.
Irak devleti bundan kısa bir süre sonra, Arapları yerleştirerek petrol zengini Kerkük bölgesini Araplaştırmaya başladı. O günden bu yana, Kürtlerin ve diğer etnik grupların Kerkük bölgesinde toprak ya da ev satın alması engellendi. Son on yıl içinde ise, Saddam Hüseyin rejimi, hükümet Kerkük’ün bir Kürt şehri olmadığını rahatça iddia edebilsin diye, Kürtleri zorla Kerkük’ten göçerterek Kürt nüfusunu azalttı. Ne var ki, tarihsel kanıtlar Kerkük’ün neredeyse tümüyle bir Kürt bölgesi olduğunu göstermektedir. Irak hükümetinin Kürtleri Kerkük’ten temizlemeye çalışması olgusu da zaten Kürtlerin çoğunlukta olduğunu göstermektedir. Eğer Kerkük nüfusunun önemli bir kısmını Türkmenler ve Araplar teşkil etseydi, Irak hükümetinin bölgede Kürtlerin sayısını azaltmak için böylesine şiddetli yöntemlere başvurması gerekmeyecekti.
Kürtler, etnik temizliğe ilişkin kanıtların henüz çok taze olduğu böyle bir zamanda Kerkük’ün kendilerine geri verilmesini talep edebilirler. Kürt liderlerinin, Irak üzerine ya da Irak hükümeti ile yapılan her türlü görüşmeye Kerkük’ü dahil etmelerinin zamanı gelmiştir. Eğer Kürtler bu imkânı kaçırırsa, Kerkük’ün geri alınması uzunca bir süre hayal olacaktır.
------------------------------------Serbestî, sayı: 10, Aralık 2002Kaynak: Kurdishmedia.comİngilizce’den çeviren: Cemal Atila
Dipnotlar:
1) Teğmen-Albay, Sir Arnold T. Wilson, Mesopotamia: 1917-1920: A Clash of Loyalties, Londra, Oxford University Press, 1931, s.133.
2) Refik Hilmi, Anılar: Şeyh Mahmud Berzenci Hareketi, Istanbul, Nujen, 1995, s.26-27.
3) Teğmen-Albay, Sir Arnold T. Wilson, age, s.133.
4) C.J. Edmonds, Kurds, Turks and Arabs, Londra, Oxford University Press, 1957, s.398.
5) Agy.
6) Refik Hilmi, age, s.28
7) C.J. Edmonds, age, s.371.
8) Ahmed Ebul Rezzak Şikara, Iraqi Politics 1921-41: The interaction between Domestic Politics and Foreign Policy, Londra, LAAM ltd., 1987, s.55.
9) C.J. Edmonds, age, s.336
10) Said Badal, Taikhcheyeh Jonbishlayeh Meli Kurd [The History of the Kurdish National Movements: From the 19th Century to the end of World War II], İran Kürdistan Demokrat Partisi Yayın Organı, 1984, s.80.
11) Edmond Garib, The Kurdish Question in Iraq, New York, Syracuse University Press, 1981, s.30.
12) Ahmed Ebul Rezzak Şikara, age, s.53-54.
13) Edgar O, Ballance, The Kurdish Struggle 1920-94, Londra, MacMillan Press, Ltd, 1996, s.19
14) Teğmen-Albay Sir Arnold T. Wilson, age, s.131.
15) Michael M. Gunter, The Kurds of Iraq: Tragedy and Hope, New York, St. Martin’s Press, 1992, s.2.
16) Vladimir F. Minorsky, “The Moselle Question”, International Journal of Kurdish Studies, cit 7, No 1-2, 1994, s. 40, 41.
17) Age, s.70.
18) Ahmed Ebul Rezzak Şikara, age, s.58
Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’taki Saddam Hüseyin rejimini devrime kampanyasına bağlı olarak, Kerkük sorunu da yeniden alevlendi. Eğer Saddam Hüseyin devrilirse, Kürtler Kerkük’ün denetimini ele geçirmek üzere tarihsel bir şans yakalamış olacaklardır. Eğer Kürtler Kerkük’ü denetimleri altına alamazlarsa, bir daha asla böyle bir fırsatı yakalamaları mümkün olmayabilir. Irak hükümetleri Kerkük bölgesini Araplaştırmak için onlarca yıldır bir etnik temizlik politikası sürdürmüştür. Bu hükümetler Kerkük’teki etnik nüfusu, özellikle de etnik temizlikten önce nüfusun çoğunluğunu oluşturan Kürtlerin nüfusunu azaltmaya çalışmışlardır.
Kürtlerin bu petrol zengini bölgeyi ele geçirmeleri düşüncesi ile paniğe kapılan Türk hükümeti Kerkük üzerinde çeşitli haklar iddia etmektedir. Ne var ki, Türkiye İngilizler ile imzaladığı ve Kerkük’ün de bir parçası olduğu Musul vilayeti üzerindeki Irak hükümranlığını tanıdığı anlaşma tarafından bağlanmıştır. İşte bu yüzden, Türk hükümeti Kerkük üzerinde denetim kurabilmek için Türkmen kartını kullanmaktadır. Son zamanlarda çeşitli Türkmen örgüt ve şahsiyetlerinden, Kerkük’ün Türkmenlerin “başkenti” olduğu türünden şeyler duymaktayız. Araplar Kerkük’ün kendilerine ait, Türkmenler ise kendilerine ait olduğunu iddia ediyor. Peki Kerkük sorunu söz konusu olduğunda Kürtler hangi noktada duruyor? Eğer Kürtler, Kerkük’ün de bir parçası olduğu Musul vilayetinin fazla uzak olmayan tarihinden yola çıkarak Kerkük’ün kendilerine ait olduğunu savunurlarsa, belki daha iyi bir konumda olacaklardır.
İngilizler I. Dünya Savaşı esnasında Basra ve Bağdat vilayetlerini işgal etmişlerdi. Ama Musul vilayetini ya da Güney Kürdistan’ı işgal etmemişlerdi. İngilizler bunu yapmak yerine, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanmalarını teşvik etmek için Kürtlerin arasına siyasi görevliler yollamışlardı. Bu politika çerçevesinde Şeyh Mahmud’u Süleymaniye valisi olarak atamışlardı. Irak’taki İngiliz siyasi görevlilerinden biri olan Albay Sir Arnold Wilson, İngilizlerin başlangıçta Güney Kürdistan’da İngiltere’nin hamiliği altında bağımsız bir Kürt devleti kurma niyetinde olduğunu belirtmiştir.(1) Böylece, Wilson 1 Kasım 1918 tarihinde, Kürt aşiret reislerinin ve ünlü Kürt şahsiyetlerinin katıldığı bir toplantı düzenledi. Wilson toplantıda, Şeyh Mahmud’un İngilizler adına Süleymaniye valisi olacağını açıkladı.(2)
İngiliz hükümeti Güney Kürdistan’da bağımsız bir Kürt devleti kurulması konusundaki görüşlerini kısa bir süre sonra değiştirdi. İngilizler bir Irak devletinin Güney Kürdistan olmaksızın yaşayamayacağını anladılar. İngiliz siyasi görevlileri daha başlangıçtan itibaren, Güney Kürdistan’ın siyasal ve ticari nedenlerle Irak’a dahil edilmesi gerktiği fikrindeydi. Arnold Wilson, Güney Kürdistan’da bağımsız bir devlet kurmak üzere üstlendiği misyon üzerine yorum yaparken şöyle diyordu; “Coğrafi ve ticari açıdan bakıldığında, Güney Kürdistan’ın ancak Mezopotamya’nın bir parçası olarak kalkınabileceği ayan beyan ortadaydı. Olası yegâne pazarlar Musul ve Bağdat idi; tüm iletişim Mezopotamya’dan geçiyordu.”(3) Bu açıklamadan da açıkça anlaşıldığı gibi, İngiliz siyasi görevlileri Kürtler adına bağımsız bir devletin kurulmasını savunmayacaklardı.
Wilson Güney Kürdistan’ın ancak Mezopotamya’nın bir parçası olarak kalkınabileceğini söylemişti. Irak’ın ancak Güney Kürdistan dahil edilirse kalkınabileceğini ise söylememişti. Aslında Güney Kürdistan Irak için, Irak’ın Güney Kürdistan için olduğundan daha önemliydi. Bu durum, bir başka İngiliz siyasi görevlisi olan C.J. Edmonds’ın açıklamasından da açıkça anlaşılıyordu. Edmonds şöyle diyordu; “Biz şimdi, Irak için bir ölüm kalım meselesi olduğundan şüphe etmediğimiz bir husus ile meşguldük, çünkü biz, ekonomik ve stratejik nedenlerden ötürü, Musul olmaksızın Basra ile Bağdat’ın asla ayakta kalabilecek bir devlet haline getirilemeyeceğine inanıyorduk.”(4) Kral Faysal’ın Milletler Cemiyeti Komisyonuna yolladığı mektup bu durumu daha ayrıntılı biçimde açıklıyordu. Kral Faysal, Musul’un Irak için “bedenin üzerindeki kafa” kadar önemli olduğunu yazıyordu. Musul sorunu yalnızca Türkiye ile Irak arasındaki sınırın sabitleştirilmesinden ibaret değildi, aynı zamanda bir bütün olarak bir Irak sorunuydu.(5) Böylece, İngilizler bir Kürt devleti kurma biçimindeki eski kararından vazgeçmişlerdi. İngilizler bunun yerine, Irak devleti içinde Kürtlere özerklik tanınması seçeneğini tercih ediyorlardı.
İngilizlerin Güney Kürdistan’ı Irak’a entegre edebilmeleri için Şeyh Mahmud’un otoritesini el altından çökertmeleri gerekiyordu. Süleymaniye valisi olan Şeyh Mahmud ise, Güney Kürdistan’da kurulacak bir Kürt devletinin başına gelme arzusundaydı ve İngilizler başlangıçta, Şeyh Mahmud’a, bu arzusunu gerçekleştirmesine yardım edeceklerini anlatmışlardı. Şeyh Mahmud tam bağımsızlık dışında hiçbir şey ile tatmin olmayacaktı. İngilizler Şeyh Mahmud’un otoritesini zayıflatmak için ona karşı Kürt aşiret reislerini kullandı. İngiliz siyasal görevlilerine tercümanlık yapan Kürt öğretmen Refik Hilmi, İngilizlerin Şeyh Mahmud’un otoritesini çökertmek için yaptıklarını ayrıntılı olarak ortaya koymuştur. Refik Hilmi, İngilizlerin Şeyh Mahmud’un gücünü ve etkisini kırmak için aşiret reislerine rüşvet verdiklerini belirtiyordu. İngilizler Şeyh Mahmud ile iyi ilişkiler içindeyken, siyasi görevliler Şeyh Mahmud’un yardımcılarına rüşvet teklif ediyor ve hükümette yüksek makamlar vaat ediyorlardı. Başka zamanlarda ise ona karşı çıkmaları için aşiret reislerine rüşvet verileceketi.(6) İngiliz siyasi görevlisi Edmonds, aşiret reislerini Şeyh Mahmud’a karşı harekete geçirmek için Süleymaniye bölgesinde gerçekleştirdiği başarılı misyonu anımsıyordu.(7) Aslında, İngilizler ve Iraklılar, Şeyh Mahmud’a karşı Güney Kürdistan’daki Kürtlerin, özellikle de Musul Kürtlerinin desteğini almak için durup dinlenmeksizin çalışıyorlardı.(8) İngilizler Şeyh Mahmud’a karşı aşiret reislerini kullanamadıkları durumlarda ona karşı güç kullanıyorlardı. Bu, İngiliz görevlilerin Güney Kürdistan’da kaldıkları dönemde geliştirdikleri bir taktikti. Edmonds Kürtlerin ancak kuvvet kullanılarak denetim altına alınabileceklerine ve Kürtlerin anladığı tek dilin kuvvet kullanımı olduğuna inanıyordu.(9) Böylece İngilizler Kürtlerin kendi kaderini tayin etme talebine kuvvet kullanılarak karşılık verilmiş oluyordu.
Bir Kürt devletinin kuruluşunun sürekli olarak ertelenmesinden ve İngilizlerin aşiretleri kendisine karşı kışkırtmasından bıkıp usanan Şeyh Mahmud en sonunda kendisi Güney Kürdistan’da bir Kürt devletinin kurulduğunu ilan etti. Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan eden Şeyh Mahmud İngiliz güçlerini Süleymaniye’den çıkardı. Süleymaniye’yi, civarındaki bölgeleri ve Halepçe’yi işgal etti. Şeyh Mahmud’un 1,500 kişilik güçleri, Baziyan bölgesindeki İngiliz güçleriyle şiddetli bir savaşa tutuştu. Bu savaşın sonunda Şeyh Mahmud’un güçleri yenildi, kendisi yaralanarak yakalandı ve Hindistan’a sürgün edildi.(10) Şeyh Mahmud’un yenilgiye uğraması Güney Kürdistan’daki durumu iyileştirmedi. Türkleri Kürtleri İngilizlere karşı kışkırtıyordu. Musul sorunu henüz çözülmemişti. Şeyh Mahmud’un kardeşlerinden biri olan Şeyh Kadir 1922 yılında Türklerle işbirliği yaparak Amediye ve Köysancağı işgal etti.(11) Kürdistan’ın, özellikle de Musul’un Türklerin eline düşmesinden korkan İngilizler, Şeyh Mahmud’u sürgünde bulunduğu Hindistan’dan geri getirmek zorunda kalacaklardı. Şeyh Mahmud Ekim 1922 yılında Kürdistan’a geri getirildi ve tekrar Süleymaniye valisi olarak atandı. Yeniden bir fırsat ele geçiren Şeyh Mahmud tekrar bir Kürt devletinin kurulduğunu ve Süleymaniye’nin de bu devletin başkenti olduğunu ilan etti. Ayrıca sekiz bakandan oluşan bir kabine kurdu. Bir ay sonra, yani 18 Kasım 1922 yılında, Şeyh Mahmud kendisini Kürdistan Kıralı olarak ilan etti.(12) Ancak bir kez daha İngiliz kuvvetleri tarafından bastırıldı.
İngilizler Şeyh Mahmud’u, başlangıçta onu yapmaya teşvik ettikleri şey için, yani bir Kürt devletinin kuruluşundan dolayı cezalandırmışlardı. Bu ise, İngilizlerin böyle bir devlet kurmak, hatta ayakta kalabilecek özerk bir oluşum kurma niyetinde olmadıkları anlamına geliyordu. İngilizler, Musul vilayetinin Irak’a dahil edilmesi için Kürtlerin desteğini sağlamak amacıyla bir Kürt oluşumunun kuruluşunu destekliyorlarmış gibi görünüyorlardı. İngilizler bir Kürt devletini istemiyorlardı, çünkü böyle bir oluşum onların çıkarlarına aykırı düşüyordu. Kendisine yönelik komplolara rağmen, Şeyh Mahmud Güney Kürdistan’da bir Kürt devleti kurma mücadelesine devam etti. Davasını kolay kolay terkedecek bir adam olmadığını kanıtladı. Bu yüzden İngilizler, Musul’un da bir parçasını teşkil edeceği bir Irak yönetimi düşüncesini yaymak için, Şeyh Mahmud’u mümkün olduğu kadar bölgeden uzak tutmaya çalışıyorlardı.
Musul sorunu Lozan anlaşmasında çözümsüz olarak kaldı. Musul petrol yatakları bakımından oldukça zengindi. Musul vilayetinde yaşayan insanların büyük çoğunluğu Kürt’tü. O, Ballance, Musul’un nüfusunun sekizde beşinin Kürt olduğunu belirtiyordu. 1922 ve 1924 yıllarında Irak’ta yapılan nüfus sayımları Musul vilayetinde 494007 Kürde karşılık 166941 Arap bulunduğunu gösteriyordu.(13) Bu yüzden, hem Türkiye hem de İngilizler, Musul vilayeti üzerindeki iddialarına meşruiyet kazandırmak için Kürtlerin desteğini almaya çalışıyorlardı. Türk hükümeti Kürt liderlere, Türkiye’nin Kürtlere özerklik tanımaya hazır olduğunu söylüyordu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden böyle bir karar geçmişti. Türkler bir taraftan da Kürtler arasında panik yaratıcı taktikler kullanıyorlardı. Dağıtılan bir kitapçıkta Kürtler, kulaklarını sağır edecek Hıristiyan Kilise çanlarına karşı uyarılıyordu. Böylece artık, kendilerini ibadete çağıran müezzinlerinin seslerini duymayacaklardı. Hıristiyan yetkililer onlara Rusların yaptıklarını yapacaklardı. Kürtler Arapların ve Keldanilerin ayaklarını öpmek zorunda kalacaklardı.(14)
Öte yandan, İngilizler Kürtlere Irak devleti kendi kaderini tayin etme hakkı vaat ediyorlardı. 24 Aralık 1922 tarihinde bir İngiliz-Irak karma deklarasyonu Milletler Cemiyeti’ne gönderilerek Irak Kürtleri için özerklik talep edildi. Bu deklarasyonda, Kürtlerin, yeni özerk Kürt devletinin sınırlarının kesinleştirilmesi konusunda kendi aralarında bir uzlaşmaya varacağı ümit ediliyordu.(15) Türklerin göz korkutucu kampanyası ve İngilizlerin özerklik vaatleri Kürt sorununa yönelik taktik yaklaşımlardı. Mustafa Kemal tam da o tarihlerde (Kuzey Kürdistan’daki Kürtler tarafından başlatılan) Koçgiri ayaklanmasını bastırmış, İngilizler ise Şeyh Mahmud’u Süleymaniye’den çıkararak onun hükümetini yenilgiye uğratmışlardı. Her iki tarafın da asıl ilgilendiği şey Kürt meselesi değil Musul vilayetiydi.
Milletler Cemiyeti, etnik gerekçelerden hareketle Kürtlerin kendi ulus devletlerini kurmaları tavsiyesinde bulunmuştu; buna rağmen Musul Irak’a veriliyordu. Musul sorununu çözmek üzere Milletler Cemiyeti tarafından atanan komisyon 16 Temmuz 1925 tarihinde Cemiyet’e raporunu sunmuştu. Raporda şöyle deniliyordu:
Kürtlerin nüfusun çoğunluğunu teşkil etmektedir. Onlar ne Türk ne de Araptır. Aryen bir dil konuşmaktadırlar... Eğer yalnızca etnik argüman dikkate alınırsa, o zaman bundan çıkacak zorunlu sonuç bağımsız bir Kürt devletinin kuruluşu olmalıdır, çünkü Kürtler nüfusun sekizde-beşini teşkil etmektedir... Yalnızca ekonomik bir açıdan bakıldığında, Komisyon, tartışma konusu edilen bölge için en avantajlı çözümün, söz konusu bölgenin Irak’a bağlanması olduğunu düşünmektedir.(16)
Böylece Musul sorunu en sonunda “tamamen ekonomik gerekçelerle” çözümlenmiş oluyordu. Milletler Cemiyeti 16 Aralık 1925 tarihinde Musul’u Irak’a bıraktı. 13 Ocak 1926 tarihinde Türkiye ile İngilizler arasında bir anlaşma imzalanmış ve Türkiye bu anlaşmada Irak’ın Musul üzerindeki hükümranlığını tanıyordu. Buna karşılık, Türkiye Petrolleri Şirketi’ne Musul petrollerini paylaşma hakkı veriliyor ve İngilizler Türkiye’deki Kürtleri kışkırtmaktan kaçınacaklarına söz veriyorlardı.(17) Kürtler, bağımsız bir Kürt devletinin kurulma olasılığının artık iyice azaldığını fark etmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altındaki etnik gruplara kendi haklarını güvence altına almalarını salık veren Wilson Doktrini unutulmuştu. Kürtlere bağımsız bir Kürt devleti kurma hakkını tanıyan Sevr Anlaşması geçersiz kalmıştı. Güney Kürdistan’daki Kürtler kendilerinin Irak’taki yeni yasal yöneticileriyle karşı karşıya kalmışlardı. Çoğu da geriye çekilip sessiz kalmıştı.
Irak’taki Kürt tarihinin son sayfaları Birinci Dünya Savaşının ardından kapanacaktı. İngilizler Irak’ta özerk bir devlet düşüncesinden bile vazgeçmişlerdi. 1930 yılında İngilizler ile Irak arasında imzalanan bir anlaşmayla, Britanya’nın Irak üzerindeki manda yönetimi sona eriyor ve Irak’a bağımsızlık tanınıyordu. Bu anlaşmada Kürtlerin haklarını ve çıkarlarını güvence altına alan hiçbir hüküm yoktu.(18) Böylece Kürtler Irak devletinin insafına terk edilmiş oluyorlardı.
Irak devleti bundan kısa bir süre sonra, Arapları yerleştirerek petrol zengini Kerkük bölgesini Araplaştırmaya başladı. O günden bu yana, Kürtlerin ve diğer etnik grupların Kerkük bölgesinde toprak ya da ev satın alması engellendi. Son on yıl içinde ise, Saddam Hüseyin rejimi, hükümet Kerkük’ün bir Kürt şehri olmadığını rahatça iddia edebilsin diye, Kürtleri zorla Kerkük’ten göçerterek Kürt nüfusunu azalttı. Ne var ki, tarihsel kanıtlar Kerkük’ün neredeyse tümüyle bir Kürt bölgesi olduğunu göstermektedir. Irak hükümetinin Kürtleri Kerkük’ten temizlemeye çalışması olgusu da zaten Kürtlerin çoğunlukta olduğunu göstermektedir. Eğer Kerkük nüfusunun önemli bir kısmını Türkmenler ve Araplar teşkil etseydi, Irak hükümetinin bölgede Kürtlerin sayısını azaltmak için böylesine şiddetli yöntemlere başvurması gerekmeyecekti.
Kürtler, etnik temizliğe ilişkin kanıtların henüz çok taze olduğu böyle bir zamanda Kerkük’ün kendilerine geri verilmesini talep edebilirler. Kürt liderlerinin, Irak üzerine ya da Irak hükümeti ile yapılan her türlü görüşmeye Kerkük’ü dahil etmelerinin zamanı gelmiştir. Eğer Kürtler bu imkânı kaçırırsa, Kerkük’ün geri alınması uzunca bir süre hayal olacaktır.
------------------------------------Serbestî, sayı: 10, Aralık 2002Kaynak: Kurdishmedia.comİngilizce’den çeviren: Cemal Atila
Dipnotlar:
1) Teğmen-Albay, Sir Arnold T. Wilson, Mesopotamia: 1917-1920: A Clash of Loyalties, Londra, Oxford University Press, 1931, s.133.
2) Refik Hilmi, Anılar: Şeyh Mahmud Berzenci Hareketi, Istanbul, Nujen, 1995, s.26-27.
3) Teğmen-Albay, Sir Arnold T. Wilson, age, s.133.
4) C.J. Edmonds, Kurds, Turks and Arabs, Londra, Oxford University Press, 1957, s.398.
5) Agy.
6) Refik Hilmi, age, s.28
7) C.J. Edmonds, age, s.371.
8) Ahmed Ebul Rezzak Şikara, Iraqi Politics 1921-41: The interaction between Domestic Politics and Foreign Policy, Londra, LAAM ltd., 1987, s.55.
9) C.J. Edmonds, age, s.336
10) Said Badal, Taikhcheyeh Jonbishlayeh Meli Kurd [The History of the Kurdish National Movements: From the 19th Century to the end of World War II], İran Kürdistan Demokrat Partisi Yayın Organı, 1984, s.80.
11) Edmond Garib, The Kurdish Question in Iraq, New York, Syracuse University Press, 1981, s.30.
12) Ahmed Ebul Rezzak Şikara, age, s.53-54.
13) Edgar O, Ballance, The Kurdish Struggle 1920-94, Londra, MacMillan Press, Ltd, 1996, s.19
14) Teğmen-Albay Sir Arnold T. Wilson, age, s.131.
15) Michael M. Gunter, The Kurds of Iraq: Tragedy and Hope, New York, St. Martin’s Press, 1992, s.2.
16) Vladimir F. Minorsky, “The Moselle Question”, International Journal of Kurdish Studies, cit 7, No 1-2, 1994, s. 40, 41.
17) Age, s.70.
18) Ahmed Ebul Rezzak Şikara, age, s.58
maandag 25 augustus 2008
Kafkasya halklari
Sevgili Kurdistan halki,
Gürcistan'ın 15 yıldır Abhazya ve Güney Osetya'ya karşı yürütmüş olduğu provokasyon eylemleri, 07-08 Ağustos 2008 tarihinden itibaren saldırgan ve Güney Osetya halkına karşı "soykırım" düzeyine varacak düzeye çıkması sonucunda Rus Ordusunun bölgeye müdahalesi ile sonuçlandı. Bizler, başta ABD, AB ve Türkiye yönetimleri ve basın organları sayesinde Güney Osetya'da yaşananları Rus ordusunun vahşeti biçiminde kamuoyuna duyurulan biçimi ile izledik.
Ancak gerçekler, bu biçimde mi idi? Türkiye'de basın ve yayın organlarının değerli yazarları ve düşünürleri. Rusya'nın 2000 Gürcü..(!) Sivili öldüren Rus askerlerinden, yapmış oduğu zulüm ve işgalden söz etti. Günlerce Gori ve Poti şehirlerinde ki gürcü sivillerin çektiği sıkıntı ve ölümlerden söz etti. 07-08 Ağustos tarihlerinde Tsinvali'de neler oldu? bunu sorgulayan hiç bir yazı ve TV yayınına rastlamadık.
Gürcistan Silahlı Kuvvetleri "Gürcistan Soros Cumhuriyeti" Devlet Başkanı Mihail SAALAŞVİLİ'nin TV konuşmasından bir-kaç saat sonra sivil, askeri hedef gözetmeksizin 07 Ağustos Perşembe akşamından başlayarak Tsinvali Şehri'ni, savaş uçakları, tank, topçu birlikleri ve roketatar silahları ile saatlerce bombaladı. Bu saldırı sonucunda 1500'e yakın sivil oset vatandaşı öldü, 75 bin kişinin yaşadığı Tsinvali şehrinde 30 bin kişinin üzerinde sivil insan evlerinden oldu. Tsinvali şehri, deyim yerinde ise taş, taş üstünde kalmadı. hastaneler, okullar, akla gelebilecek her türlü yerleşim birimi yerle bir edildi. Türkiye yönetimi, Gürcistan'a yapacağı yardımdan söz ediyor, basın-yayın organları hala Gori'de ki rus işgalinden söz ediyordu.
Fransa Dışişleri Bakanı Viladikafkas'a geldikten sonra, gördükleri karşısında şok geçiriyor, Gürcistan'ın ölçüsüz güç kullandığını açıklıyor ve bundan sonra Avrupa basını gerçekleri görüntülemeye başlıyor, Gürcü askerlerinin sivil Oset vatandaşlara "alman yapımı" silahlar ile ateş etmesini sorgulamaya başlıyordu. Peki Türkiye'yi yöneten zihniyet ne yapıyor? hiç bir şey olmamış gibi "Gürcistan'a silah satarız. Bize kimse karışamaz" konuşmaları yapıyordu. Türk basını da "Güney Osetya'da öldürülen sivil insanların NATO ülkelerinin silahları ile katledildiği" konusunda hiç bir sorgulama yapma zahmetinde bulunmuyordu.
Aradan 12 gün geçtiğinde ilk kez Kanal D TV Ana Haber Yayınında Tsinvali Şehri Türk kamuoyuna gösteriliyordu. Diğer TV Yayın organları ve Milliyet Gazetesi'nin değerli emektar yazarı Sn. Çetin ALTAN' da hala 2000 Gürcü (!) Sivil insanın Rus Ordusu tarafından öldürülmesinden söz ediyordu. Peki, Türk Basın-Yayın organlarında ki bu tutum neden kaynaklanıyordu? Bunu hiç sorgulamak gerekmiyor mu idi. Ne zaman Sn. SAAKAŞVİLİ, kravatını yemeye başlıyor, dünya basınında magazin konusu olmaya başlıyor. Türkiye'nin değerli köşe yazarları ve TV Yayın Organları da yazılarında ve görüntülerinde gerçekleri belirtmeye başlıyordu.
Türk Basın ve Yayın Organlarının değerli yazar ve yönetmenleri. Sn. Güneri CIVAOĞLU'nun 21 Ağustos 2008 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yazmış olduğu "Ankara'nın Kravatları" adlı yazısında belirtilen "kravatların" hangi çeşidini takıyorlardı? Acaba kendilerine "birileri" tarafından takılan "kravatların" sahipleri tarafından istendiği biçimde mi? yoksa "bağımsız basın kuralına uymak" koşulu ile takılan "kravatlarına" göre mi hareket ediyorlardı? Bunu kendilerine sorsunlar.
Türkiye Cumhuriyeti'ni bugün için yöneten zihniyet, Kendisine takılan "kravat"a uygun olarak hareket ediyor. Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının dünya ülke parlamento ve liderleri arasında görüşülmeye başlanması, Gürcistan'ın saldırıları sonucunda mağdur kalan Güney Osetya halkına yardım edilmesi gerekirken Gürcistan'ın savaş mağduru (!) insanlarına yardım gönderiyor. Karadeniz'e açılarak Gürcistan'a insani yardım (!) götüreceğini söyleyen ABD Savaş Gemilerine izin vererek yeni politik ve askeri tırmanışlara yol açacak adımlar atıyor.
ABD Savaş Gemileri, Gürcistan'ın hangi insani yardım talebini karşılayacak? İnsani yardım malzemeleri sivil gemiler ile gönderilir, Savaş Gemileri ile değil. Türkiye'yi yönetenler, ABD Savaş Gemileri'nin Karadeniz'e açılmasına destek vererek, ileride gelişebilecek olaylar karşısında taraf olmuştur. Evet, tarafsız olmaları gereken bir ortamda kendilerini taraf ilan etmişlerdir. Türkiye'nin Başbakanı Sn. Tayyip ERDOĞAN; TV karşısında ABD Savaş Gemilerinin Montreux Anlaşmasına uygun olarak boğazlardan geçtiğini anlatıyor. Ancak, Savaş Gemileri ile Gürcistan'a nasıl bir insani yardım (!) malzemesi götürülebileceğinden hiç söz etmiyor.
Kafkas İttifakı’ndan söz eden AKP yönetimi, Sn. Tayip ERDOĞAN’ın başbakanlığında, bir adet “adige” ve bir adet de “çeçen” başbakan yardımcısı ile bu koalisyonu oluşturdu. Ancak, Gürcistan’a yapılan askeri yardımlar ve silah satışları ile yıllardan beri Abhazya ve Güney Osetya’da ki sivil insanların ölümlerine destek olmak amacı ile bu ittifakı oluşturdu. Yıllardan beri Abhazya ve Güney Osetya Devlet Başkanları “Gürcistan’a ABD ve Avrupa Ülkeleri tarafından yapılan askeri yardımlar ve silah satışları Abhaz ve Oset Halklarının kıyımı için kullanılacaktır. Bu desteği durdurun…” çağrılarının karşılığı, ABD ve Avrupa Ülkelerinin askeri desteği ile Tsinvali’de 1500’e yakın sivil insanın yaşamını yitirmesine destek olmuştur.
TBMM'de gurubu olan ya da olmayan bütün Siyasi Partilerin bunu TBMM içerisinde sorgulamaları gerekmektedir. Irak'da yaşanan krize sokulmak istenen Türkiye, birden bire kendisini hiç de istemediği bir Kafkasya Krizinin içerisinde bulabilir. Abhazya ve Güney Osetya'nın Stalin tarafından belirlenen Gürcistan Topraklarının içerisinde kalıp kalamıyacağının tartışıldığı ve Bağımsızlıklarının kabul edilmesinin aşamasında Türkiye'yi yönetenlerin ve tüm siyasi partilerin çok dikkatli olması gerekir.
Polonya Devlet Başkanı Lech KACZYİNSKİ’nin "bizler Abhazya'nın Kosova'dan daha fazla tarihsel ve yasal olarak bağımsız oduğunu biliyoruz. Ancak Rusya'dan yana taraf olduğu için Bağımsızlıklarını kabul etmiyoruz. Rusya'ya karşı taraf olduklarında bunu kabul ederiz" açıklaması gelişmelerin boyutları konusunda bizlere bilgi veriyor.
Sovyetler birliği dağıldığından bu yana Gamsakurdiya, Şevardnadze ve son olarak da Saakaşvili ile “devlet yapısı” oluşturamayan “Gürcistan Soros Cumhuriyeti”, halkının istemleri doğrultusunda “gerçek demokratik devlet yapı”sını oluşturamadan, ülkesi içerisinde istikrar sağlayamaz. Saakaşvili gider, yerine yeni bir “kukla” gelir.
Abhazya'nın ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının reddedilmesini ve Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü savunanların, Türkiye'nin iç politikası için tehdit oluşturduğunu düşünenlere de söyleyecek bir çift sözüm var. Sizler Kafkasya'nın coğrafi-politik yapısını bilmiyorsunuz. Bilmediniz ve bilmek de istemiyorsunuz. Asırlardan beri "Bağımsız Devlet" olarak varlığını sürdüren Abhazya ve Osetya'nın varlığından bile habersizsiniz. Kendi bünyeniz içerisinde yaşayan "kürt" kökenli vatandaşlarınızın talepleri ile bu ülkeleri karıştırmayın. Abhazya'da ve Güney Osetya'da sadece Abhazlar ve Osetler yaşamıyorlar. Devletlerin içerisinde değişik etnik yapılardan bir çok toplum yaşıyor ve bunlar hep birlikte "Bağımsız Devlet" yapılarını 15 yıldır sürdürüyorlar. Gürcistan'da olmayan "devlet" bu ülkelerde var. Tarih boyunca devlet oluşturamamış "etnik" bir toplum, "suni" olarak "devlet" oluşturamaz.
Kuzey Irak'ta ABD tarafından "suni" olarak oluşturulmaya çalışılan "aşiret" toplumu "kürt devleti"ni ve Türkiye'de de oluşturulmaya çalışılan "kürt" etnik temelli "yapı" istemlerinin, Abhazya ve Güney Osetya ile uzaktan, yakından hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Başta da değindiğim gibi, “alfabe”si Paris'te ki "enstitü" ile biçimlenen devlet yapılanması, ABD tarafından "suni" olarak yaratılmaya çalışılan "kürt halkı" deyim yerinde ise "tarih trenini kaçıran" toplumlar içerisinde yer almaktadır.
Kürt Halkı; içerisinde bulundukları devletlerin, o ülke vatandaşı olarak yerlerini alabilirler. Kültürel haklarının geliştirilmesi isteminde bulunabilirler, ancak, yaşamları boyunca "devlet" oluşturamadıkları için, bu istemlerini yerine getiremezler. Irak'ta ABD tarafından oluşturulan "suni" aşirete dayalı "kürt devleti" yöneticileri. Irak'ta ki ABD işgali kalktıktan sonra, Irak halkı tarafından "hain" ilan edilmeyeceklerinin garantisini verebilirler mi bizlere?
Türkiye'de, "kürt halkı" için mücadele verdiklerini söyleyenler, önce kendi "feodal" yapılarından kurtulsunlar. Güney Doğu'da Kürt Halkının "kürt-islam" sentezine dayalı ABD güdümlü politikalarını uygulayan AKP iktidarına karşı ve kendi toplumlarının "aşiret" yapılanmasından kurtarılması mücadelesini versinler. Şiddetin toplumların gelişmesinin önünü tıkadığını bilsinler. Uluslararası arenada devlet ve ulus olmanın kıstaslarının ne olduğunu bir kez daha irdelesinler.
Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri. ABD Savaş Gemilerinin Karadeniz'e girmesi ile Kafkasya satranç oyununda yeni bir perde açıldı, gelişmeleri hep birlikte izleyeceğiz.
1989 yılında Abhazya'da Gürcistan ile yaşanan gerginlikler sırasında, Suhum'da olaylar çıkaran Gürcü "milliyetçileri"ne yaşlı bir gürcü kadının söylediklerini aktarmak istiyorum. "çocuklar, abhazlara karşı gelmeyin, onlar zamanında bizlere topraklarını açtılar ve yer verdiler. Onların toprakları ile uğraşmayın, bunun sonu iyi olmaz". Evet, günümüzde olanları gördük. Abhazya'da ve Güney Osetya'da yaşayan "sivil" gürcüler de yerlerinden oldular.
23 Ağustos 2008 tarihinde Rus Ordusu işgal (!) ettiği Gori kentinden giderken yaşlı bir Gürcü Vatandaşı İşgalci (!) rus askerlerine "sizler şimdi gidiyorsunuz, asıl haydutlar birazdan Tiflis'ten gelecekler ve soygunlarını sürdürmeye devam edecekler" diyordu. Sovyetler Birliğinin dağıldığı tarihten bu yana doğru düzgün bir devlet yapısı oluşturamayan Gürcistan, Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan ile sorunlarını o toplumların istemleri ile birlikte çözebilmiş olsa idi, bugün Bölge de sorun olmayacaktı. Stalin tarafından oluşturulan "suni" Gürcistan Devleti, daha önceden de olduğu gibi, Abhazya ve Güney Osetya'nın olmadığı yeni yapılanması ile tarih sahnesinde yerini alacaktır.
Yazımı, misafirperverliği ile ünlü Abhazlara ait bir fıkra ile bitirmek istiyorum. "Kan davası olan bir abhaz, evinde otururken, bahçe kapısı çalınıyor. Karşısına "kan davalı" olduğu kişi çıkıyor ve misafir olmak istiyor. Abhaz, "kan davalısı"nı evine misafir olarak geldiği için hürmet ile ağırlıyor. Ve misafirine "sen benim kan davalım olsan da evime misafir olarak geldin, ben seni en iyi şekilde ağırlayacağım. Ancak, bahçe kapısından çıktıktan sonra sen benim düşmanımsın" açıklamasını yapıyor.
Türkiye'yi yönetenlere, Abhazya ve Kuzey Kafkasya Politikası nedeni ile "kravat" yiyen SAAKAŞVİLİ pozisyonuna düşmemelerini dilerim. Ülke’lerin de 15 yıldır bağımsız olarak yaşayan Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının kabulünde, Cezayir örneğinde olduğu gibi geç kalmamalarını tavsiye ederim.
Saygılarımla.
www.abhazyam.com
24 Ağustos 2008 Pazar
(47)ABHAZYA, FAŞİSTLER TARAFINDAN 16 SENE EVVEL BUGÜN İŞGAL EDİLMİŞTİ
16 sene evvel bugün, Gürcü faşistleri Abhazya'yı işgal etmişti. Havadan, denizden ve Karadan -aynı HİTLER'in Polonya'ya yaptığı gibi- bir baskınla, Abhazya'ya girmişti. Yıllardır Abhazya'da yaşayan Gürcüstan göçmeni birçok Gürcü de, işgalcilerle beraber katliamlara katılmıştı!..
O zaman, Rusya yönetiminin başında Yeltsin, Gürcüstan'ın başında ise Şevarnadze vardı.. Türkiye Demirel-İnönü koalisyon hükümetiyle yönetiliyordu.. Bunların hepsi, biribirini aratmayacak ölçüde "namussuzlukta" yarışa çıkmış kişilerdi.. O nedenle de; "Gürcüstanın toprak bütünlüğüne saygılıyız" denilerek, Gürcü Faşistlerinin katliamları, yakıp-yıkmaları suskunlukla geçiştirilmiştir.. Savaş, bunun için 14 ay sürmüştür.. Kimse Faşist Gürcülerin katliamlarına "dur" dememişdir.. Hiç bir devlet, yardımımıza gelmemiştir.. Gerilla savaşı başlatan Abhazyalılara, sadece kardeş halklardan ve diaspora'dan gelen gönüllüler destek vermişlerdir. Abhazya kuvvetleri önce, Abhazya'nın kuzeybatı bölgesini işgalcilerden "temizledi." Kurtarılmış topraklarda, hızla ordulaşarak, düşmanı işgal ettiği şehirlerde kuşatarak, ele geçirilen sivil Gürcüleri, "Şehirlerde kalan Abhazların canlarına karşılık rehin" tutarak, açık alanlardaki Faşist Gürcüleri ve Ukraynalı paralı "askerleri" imha ederek, zaferi kazandılar..
Bugün de; Gürcü Recep'in desteklemeye devam ettiği, Faşist Gürcü Şakaşvili'nin Faşist birlikleri, Güney Osetya'nın başşehri Tshinvali'yi bombardımanla harebeye çevirmiştir.. 2000 civarında sivil Osetyalı, bu saldırıların sonunda yaşamlarını kaybetmiştir..
Abhazya savaşı sırasında Demirel-İnönü koalisyonu "Gürcüstan'ın toprak bütünlüğüne büyük önem veriyoruz" diyerek, Gürcü Faşistlerini desteklemişdi.. Şimdi Anti Kemalist Parti hükümeti, aynı "herzeyi" yiyor.. İnsanlarımızı katleden Faşist Gürcü Sakaşvili'yi, "yarım ağızla" bile olsun eleştirmiyor.. Çünkü, dünya'nın her yanında Faşistler böyledir.. "İt, İt'i ısırmaz!."
Gürcü faşistlerine, hertürlü askeri desteği veren Anti Kemalist Parti hükümeti, kardeşlerimizin dökülen kanlarının sorumlusudur.
Bir zamanlar Mehmet Ağar, "Bin operasyonun içinde oldum" diye övünüyordu.. Sonra ne oldu? Döktüğü kanların hesabını, evlatlarının Mezarları başında ağlayarak, bu dünya'da vermeye başladı.. Anti Kemalist Partililer de vergilerimizi, "Abhazları ve Osetleri öldürsünler" diye, Gürcü Faşistlerine hibe etmişlerdir.. "Bunlar" da çocuklarının cesetleri başında, birgün mutlaka uluyacaklardır..
Batı; Stalin'e "milyonlarca muhalifini yok etmiştir. Demokrasi düşmanıdır" diyerek karşıdır.. Türkler ise; "Türkiye'den toprak talep ettiği için" Stalin'e düşmandır.. Fakat Stalin'e düşman ve karşı olanlar, konu Abhazya'nın ve Güney Osetya'nın bağımsızlık meselesine gelince, hepsi "keskin Stalinci!" kesiliyorlar.. Güney Osetya'yı ve Abhazya'yı zorla Gürcüstan'a hediye eden Stalin'in yolundan gidiyorlar. (Stalin, Çeçenlerden, Azerilerden ve Ermenilerden de toprak alıp Gürcüstan'a bağlamıştı) Bugün Batı'nın ve Türkiyenin var gücüyle "korumaya" çalıştığı, "Gürcüstan'ın üniter yapısı" böyle, meydana getirilmiştir. Stalin'e karşı olan tüm Batı; Stalinin şövenist uygulamaları sonucunda yaratılan Gürcüstan'ın, sınırlarının değiştirilemezliğini, savunmaktadır.. Bu bir ironidir.. Trajikomiktir.. Sahtekarlıktır.. Ahlak eksikliğidir..
Bazıları, "Rusya, Gürcüstan'ı işgal etti" diye yırtınıyor.. Kimileriyse "yaşasın birleşik bağımsız kuzey kafkasya kahrolsun amerikan ve rus uşakları" diyor.. Bunlar düşman veya ajan değillerse -bilmediklerinden dolayı- ABD ile, Rusya'yı aynı kefeye koyarak söylüyorlarsa, onlara empati yapmalarını öneriyoruz..
Sizler Güney Osetya'da yaşayan, 100 bin civarında ki Osetden biri olsaydınız, Genosid yapmak kararında olan, Faşistlerin yönetimde olduğu bir ülke, tanklarıyla, toplarıyla, zırhlı araçlarıyla ve uçaklarıyla vatanınıza saldırsaydı, Başşehrinizi ve diğer yerleşim yerlerinizi bombalasaydı, Binalarınızın yandığını, İnsanlarınızın öldürüldüklerini görseydiniz, sokaklarda kopmuş kollar, ve bacaklara rastlasaydınız, annenizin, babanızın, kardeşlerinizin, karınızın, kızlarınızın, oğullarınızın, akrabalarınızın ve komşularınızın; öldürülme ve tecavüze uğrama tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bilseydiniz, ne yapardınız? Bu Faşist Gürcülerin 1992'de Abhazya'yı işgal ettiklerinde, insanların kulaklarını ve burunlarını keserek, yakarak, delik deşik ederek öldürdüklerini ve bazılarına da tecavüz ettiklerini, videolardan izlemiş olanlardansanız, bütün bunları bilmekte ve bu tehlikeyle karşı karşıya olan ve de yaşamakta olan siz olsaydınız, ne yapardınız?. Sizden askeri olarak çok güçlü bu Faşistlere karşı, mecburen savaşırdınız değil mi?. Aynı anda da; mutlaka kardeşlerinizden ve dostlarınızdan da yardım isterdiniz.. Güney Osetyalılar da öyle yaptılar. Savaştılar.. Savaşırken, kardeşlerinden ve dostlarından yardım istediler.. Kuzey Osetyadaki kardeşler ve Ruslar geldiler..
Oset kardeşlerimize yardım edenlere; ABD, AB ülkeleri, Faşist Gürcü Recep ve Gül A, çok kızdı.. Çünkü bunların vijdanı yoktur..
ABD, Irak'daki 2000 Gürcü askerini, ABD uçaklarıyla, çatışma bölgesine katliamlar devam etsin düşüncesiyle taşıtmıştır.. Busch utanmazca, Faşist Gürcüler, "engellendiler" diye kızıyor, köpürüyor, "Rusya'nın müdahalesi kabul edilemez" diyor..
Fidel Castro, KÜBA'dan yaptığı açıklamada "Gürcistan hükümeti, Bush ile önceki temasları olmadan anayasal düzeni yeniden sağlamak adı altında 8 Ağustos şafağında silahlı kuvvetlerini Güney Osetya Otonom Cumhuriyeti’nin başkentine asla göndermezdi.“ “Güney Osetya’da konumlandırılan Rus birlikleri oraya uluslararası olarak kabul edilmiş bir barış göreviyle gönderildiler“ açıklamasını yapıyor.. Ve Küba devletinin de “20 yıl boyunca, yüzbinlerce savaşçısını Afrika'ya göndererek, sömürgeciliğe ve ayrımcılığa karşı bağımsızlık mücadelesi verenlere destek olmuştur“ diyor..
"Güney Osetyalılar yok edilmesin" diyerek, yardım çağrısına olumlu yanıt vererek yardıma gelen Rusya'ya, sizler neden kızıyorsunuz?
1990'lı yıllarda; Güney Osetya ve Abhazya'da Faşist Gürcülerin yaptığı katliamlar dünya'dan saklanmıştı.. Şimdi de yalan, yanlış bilgilerle, halklar kandırılmaya çalışılıyor.. Rus ordusu ve Kuzey Osetya silahlı kuvvetleri, Osetlerin tamamen yok edilmesini engellemek ve korumak üzere gelmişlerdir.. Ayrıca "Sovyet kızıl ordusunun, Faşist Almanya'nın göbeğine kadar girmesi gibi, gerektiği yere kadar da girmesinde, biz hiçbir sakınca görmüyoruz.."
Biz, Güney Osetya'nın yardımına koşanları kutluyoruz.. Selamlıyoruz.. Saygılar sunuyoruz.. Onlar kardeşlerimizi kurtardılar..
"Rusya, bizi yutacakmış!." "Onları sonra kovamazmışız!." Sizler, Bize akıl vermeye kalkışacağınıza, akıllıysanız, "milliyetçiyseniz," "Türkiye'yi satmakla mükellefim" diyen Gürcü Recep'e ve onun hükümetine bakın!. Türk vatanseverlerini katledeceğinize, biraz namusunuz kaldıysa, "BOP eşbakanıyım" diyen Gürcü Recep'e karşı çıkın! Hiç birşey yapamıyorsanız onları, sandık'da gömmek için uğraşın.. Güney Osetyalıları ve Abhazları yok etmek için, Faşist Gürcü yönetimine askeri eğitim ve destek veren Anti Kemalist Parti hükümetine "erkeklik" yapın..
Yine kıyaslayabilmek adına, geçmişten bir hatırlatma yapalım..
1974'de askeri darbe yapan Rum Faşisti Samson, Kıbrıs'da iktidara el koymuştu.. Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak isteyen bu Faşist ve ona bağlı kuvvetler ve diğer EOKA'cılar, Kıbrıs'daki Türkleri katletmeye başlamıştı.. Oradaki TMT(Türk Mukavemet Teşkilatı), Türkiye'den yardım istedi.. Orada yaşayan Türkleri yok edilmekten, korumak için, Türk Askeri çıkartma yaptı.. Samson'un işi bitirildi.. Bu yenilginin hemen ardından, Kıbrıs'daki Rum Faşistlerini destekleyen "Albaylar cuntası" denen, Faşist Yunan hükümeti de yıkıldı..
Şimdi ki Güney Osetya olayın da ise; Türk askerlerinin yerini Rus askerleri ve Faşist Rumların yerini ise, Faşist Gürcüler almışlardır.. Abhazların ve Osetlerin Dostları, Güney Osetya'nın yardım çağrısı üzerine ve Rusya vatandaşı olan Osetlerin yok edilmesine karşı çıkmak üzere gelmiş ve Faşist Gürcü ordusunu ve Hırsızlar güruhunu Gürcüstan'a doğru kovalamışdır..
Buna neden kızıyorsunuz? Namuslu liderler ve namuslu insanlar, hep ezilenlerin yanında yer alırlar..
ABD, AB ve onların uşağı, Anti Kemalist Parti hükümeti "gürcüstanın toprak bütünlüğü" diyor, "Petrol" diyor, "Tren yolu" diyor, "Karadeniz Ekonomik işbirliği" diyor, "çıkarlarımız" diyor, velhasıl sadece parayı düşünüyorlar..
Peki, Medvedev ve Putin, olaya nasıl bakıyorlar? Onlar "Gürcüstan'ı devlet olarak tanıyoruz ama, Güney Osetya ve Abhazya'nın tarihsel olarak onlara ait olduğu tezini kabul etmiyoruz. Abhazlar ve Osetler Gürcüstanın sınırları içinde olmak istemiyorlar. Gürcüstan'la birlikte olup-olmamaları onların kararına bırakılmalıdır" diyor.. Ve MEDVEDEV, 13 Ağustos gününü Rusya Federasyonu'nda Güney Osetya'da ölenler için "YAS GÜNÜ" ilan etmiştir.. Ülkede asılı olan tüm bayraklar, gemilerde ki bayraklar bile yarıya indirilecek. Televizyon ve Radyo yayınlarında ki magazin ve eğlence programları iptal edilecek. Yaşanan dramla ilgili programlar yayınlanacak. “Kimler insan ve Dost?" AKP'liler mi?
Avrupa'da son 15 yılda, 12 yeni devlet kurulmuştur.. Bunların "bağımsızlıkları" ABD ve AB ülkeleri tarafından hemen tanınmıştır.. ABD, AB ve Türkiye, Yugoslavya Devleti'nin altıya bölünmesine hiç karşı çıkmamışlardır.. Onların "toprak bütünlüğünü" hiç konu etmemişlerdir. Tam tersine "parçalanmaya destek sunmuşlardır." Bunu yapmalarının "sebepleri" nelerdir? Bu "gerekçelerin" kat-kat fazlası, biz Abhazlarla Faşist Gürcüler arasında, Osetlerle, Faşist Gürcüler arasında da vardır.. Neden bizlerin katledilmesine karşı çıkılmıyor? Neden katliamcı Faşistler destekleniyor? 1200 yıllık devlet geleneğimiz niçin umursanmıyor?
Namussuzlar, bizlere karşı örgütlenmiş durumdadır.
Kafkasya kökenli vatanseverler de -diaspora'da- siyasi alanda birleşerek, teşkilatlanmalıdırlar.. Bunun için Türk ve Kürt örgütlerindeki "sağcı" solcu, tüm kadrolar, "oradaki arkadaşlarıyla helalleşerek" halkımızın safına, halkımız için geri gelmelidir..
İçinde bulunulan hiçbir örgüt, Abhazya veya Güney Osetya için kımıldamamıştır. Kımıldamaz da..
Onlara göre BİZLER, ancak haber değeri olduğumuzda ve onların "örgütlerine" hizmet edersek varızdır..
Onların içinde ve "tepelerinde" yer alan Bülent, Merih, Musa, Kemal, Vural, Emrah, Duran, Yaşar, Hikmet, Metin, Şenol, Cemil, Ethem ve DİĞER önderler!
Kafkasyalılar için, Kafkasya kökenlilerin arasına geliniz!.
Kafkasya'nın ve "Diaspora'daki vatanseverlerin" size ihtiyacı var..
Ajönba Kırgız
Gürcistan'ın 15 yıldır Abhazya ve Güney Osetya'ya karşı yürütmüş olduğu provokasyon eylemleri, 07-08 Ağustos 2008 tarihinden itibaren saldırgan ve Güney Osetya halkına karşı "soykırım" düzeyine varacak düzeye çıkması sonucunda Rus Ordusunun bölgeye müdahalesi ile sonuçlandı. Bizler, başta ABD, AB ve Türkiye yönetimleri ve basın organları sayesinde Güney Osetya'da yaşananları Rus ordusunun vahşeti biçiminde kamuoyuna duyurulan biçimi ile izledik.
Ancak gerçekler, bu biçimde mi idi? Türkiye'de basın ve yayın organlarının değerli yazarları ve düşünürleri. Rusya'nın 2000 Gürcü..(!) Sivili öldüren Rus askerlerinden, yapmış oduğu zulüm ve işgalden söz etti. Günlerce Gori ve Poti şehirlerinde ki gürcü sivillerin çektiği sıkıntı ve ölümlerden söz etti. 07-08 Ağustos tarihlerinde Tsinvali'de neler oldu? bunu sorgulayan hiç bir yazı ve TV yayınına rastlamadık.
Gürcistan Silahlı Kuvvetleri "Gürcistan Soros Cumhuriyeti" Devlet Başkanı Mihail SAALAŞVİLİ'nin TV konuşmasından bir-kaç saat sonra sivil, askeri hedef gözetmeksizin 07 Ağustos Perşembe akşamından başlayarak Tsinvali Şehri'ni, savaş uçakları, tank, topçu birlikleri ve roketatar silahları ile saatlerce bombaladı. Bu saldırı sonucunda 1500'e yakın sivil oset vatandaşı öldü, 75 bin kişinin yaşadığı Tsinvali şehrinde 30 bin kişinin üzerinde sivil insan evlerinden oldu. Tsinvali şehri, deyim yerinde ise taş, taş üstünde kalmadı. hastaneler, okullar, akla gelebilecek her türlü yerleşim birimi yerle bir edildi. Türkiye yönetimi, Gürcistan'a yapacağı yardımdan söz ediyor, basın-yayın organları hala Gori'de ki rus işgalinden söz ediyordu.
Fransa Dışişleri Bakanı Viladikafkas'a geldikten sonra, gördükleri karşısında şok geçiriyor, Gürcistan'ın ölçüsüz güç kullandığını açıklıyor ve bundan sonra Avrupa basını gerçekleri görüntülemeye başlıyor, Gürcü askerlerinin sivil Oset vatandaşlara "alman yapımı" silahlar ile ateş etmesini sorgulamaya başlıyordu. Peki Türkiye'yi yöneten zihniyet ne yapıyor? hiç bir şey olmamış gibi "Gürcistan'a silah satarız. Bize kimse karışamaz" konuşmaları yapıyordu. Türk basını da "Güney Osetya'da öldürülen sivil insanların NATO ülkelerinin silahları ile katledildiği" konusunda hiç bir sorgulama yapma zahmetinde bulunmuyordu.
Aradan 12 gün geçtiğinde ilk kez Kanal D TV Ana Haber Yayınında Tsinvali Şehri Türk kamuoyuna gösteriliyordu. Diğer TV Yayın organları ve Milliyet Gazetesi'nin değerli emektar yazarı Sn. Çetin ALTAN' da hala 2000 Gürcü (!) Sivil insanın Rus Ordusu tarafından öldürülmesinden söz ediyordu. Peki, Türk Basın-Yayın organlarında ki bu tutum neden kaynaklanıyordu? Bunu hiç sorgulamak gerekmiyor mu idi. Ne zaman Sn. SAAKAŞVİLİ, kravatını yemeye başlıyor, dünya basınında magazin konusu olmaya başlıyor. Türkiye'nin değerli köşe yazarları ve TV Yayın Organları da yazılarında ve görüntülerinde gerçekleri belirtmeye başlıyordu.
Türk Basın ve Yayın Organlarının değerli yazar ve yönetmenleri. Sn. Güneri CIVAOĞLU'nun 21 Ağustos 2008 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yazmış olduğu "Ankara'nın Kravatları" adlı yazısında belirtilen "kravatların" hangi çeşidini takıyorlardı? Acaba kendilerine "birileri" tarafından takılan "kravatların" sahipleri tarafından istendiği biçimde mi? yoksa "bağımsız basın kuralına uymak" koşulu ile takılan "kravatlarına" göre mi hareket ediyorlardı? Bunu kendilerine sorsunlar.
Türkiye Cumhuriyeti'ni bugün için yöneten zihniyet, Kendisine takılan "kravat"a uygun olarak hareket ediyor. Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının dünya ülke parlamento ve liderleri arasında görüşülmeye başlanması, Gürcistan'ın saldırıları sonucunda mağdur kalan Güney Osetya halkına yardım edilmesi gerekirken Gürcistan'ın savaş mağduru (!) insanlarına yardım gönderiyor. Karadeniz'e açılarak Gürcistan'a insani yardım (!) götüreceğini söyleyen ABD Savaş Gemilerine izin vererek yeni politik ve askeri tırmanışlara yol açacak adımlar atıyor.
ABD Savaş Gemileri, Gürcistan'ın hangi insani yardım talebini karşılayacak? İnsani yardım malzemeleri sivil gemiler ile gönderilir, Savaş Gemileri ile değil. Türkiye'yi yönetenler, ABD Savaş Gemileri'nin Karadeniz'e açılmasına destek vererek, ileride gelişebilecek olaylar karşısında taraf olmuştur. Evet, tarafsız olmaları gereken bir ortamda kendilerini taraf ilan etmişlerdir. Türkiye'nin Başbakanı Sn. Tayyip ERDOĞAN; TV karşısında ABD Savaş Gemilerinin Montreux Anlaşmasına uygun olarak boğazlardan geçtiğini anlatıyor. Ancak, Savaş Gemileri ile Gürcistan'a nasıl bir insani yardım (!) malzemesi götürülebileceğinden hiç söz etmiyor.
Kafkas İttifakı’ndan söz eden AKP yönetimi, Sn. Tayip ERDOĞAN’ın başbakanlığında, bir adet “adige” ve bir adet de “çeçen” başbakan yardımcısı ile bu koalisyonu oluşturdu. Ancak, Gürcistan’a yapılan askeri yardımlar ve silah satışları ile yıllardan beri Abhazya ve Güney Osetya’da ki sivil insanların ölümlerine destek olmak amacı ile bu ittifakı oluşturdu. Yıllardan beri Abhazya ve Güney Osetya Devlet Başkanları “Gürcistan’a ABD ve Avrupa Ülkeleri tarafından yapılan askeri yardımlar ve silah satışları Abhaz ve Oset Halklarının kıyımı için kullanılacaktır. Bu desteği durdurun…” çağrılarının karşılığı, ABD ve Avrupa Ülkelerinin askeri desteği ile Tsinvali’de 1500’e yakın sivil insanın yaşamını yitirmesine destek olmuştur.
TBMM'de gurubu olan ya da olmayan bütün Siyasi Partilerin bunu TBMM içerisinde sorgulamaları gerekmektedir. Irak'da yaşanan krize sokulmak istenen Türkiye, birden bire kendisini hiç de istemediği bir Kafkasya Krizinin içerisinde bulabilir. Abhazya ve Güney Osetya'nın Stalin tarafından belirlenen Gürcistan Topraklarının içerisinde kalıp kalamıyacağının tartışıldığı ve Bağımsızlıklarının kabul edilmesinin aşamasında Türkiye'yi yönetenlerin ve tüm siyasi partilerin çok dikkatli olması gerekir.
Polonya Devlet Başkanı Lech KACZYİNSKİ’nin "bizler Abhazya'nın Kosova'dan daha fazla tarihsel ve yasal olarak bağımsız oduğunu biliyoruz. Ancak Rusya'dan yana taraf olduğu için Bağımsızlıklarını kabul etmiyoruz. Rusya'ya karşı taraf olduklarında bunu kabul ederiz" açıklaması gelişmelerin boyutları konusunda bizlere bilgi veriyor.
Sovyetler birliği dağıldığından bu yana Gamsakurdiya, Şevardnadze ve son olarak da Saakaşvili ile “devlet yapısı” oluşturamayan “Gürcistan Soros Cumhuriyeti”, halkının istemleri doğrultusunda “gerçek demokratik devlet yapı”sını oluşturamadan, ülkesi içerisinde istikrar sağlayamaz. Saakaşvili gider, yerine yeni bir “kukla” gelir.
Abhazya'nın ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının reddedilmesini ve Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü savunanların, Türkiye'nin iç politikası için tehdit oluşturduğunu düşünenlere de söyleyecek bir çift sözüm var. Sizler Kafkasya'nın coğrafi-politik yapısını bilmiyorsunuz. Bilmediniz ve bilmek de istemiyorsunuz. Asırlardan beri "Bağımsız Devlet" olarak varlığını sürdüren Abhazya ve Osetya'nın varlığından bile habersizsiniz. Kendi bünyeniz içerisinde yaşayan "kürt" kökenli vatandaşlarınızın talepleri ile bu ülkeleri karıştırmayın. Abhazya'da ve Güney Osetya'da sadece Abhazlar ve Osetler yaşamıyorlar. Devletlerin içerisinde değişik etnik yapılardan bir çok toplum yaşıyor ve bunlar hep birlikte "Bağımsız Devlet" yapılarını 15 yıldır sürdürüyorlar. Gürcistan'da olmayan "devlet" bu ülkelerde var. Tarih boyunca devlet oluşturamamış "etnik" bir toplum, "suni" olarak "devlet" oluşturamaz.
Kuzey Irak'ta ABD tarafından "suni" olarak oluşturulmaya çalışılan "aşiret" toplumu "kürt devleti"ni ve Türkiye'de de oluşturulmaya çalışılan "kürt" etnik temelli "yapı" istemlerinin, Abhazya ve Güney Osetya ile uzaktan, yakından hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Başta da değindiğim gibi, “alfabe”si Paris'te ki "enstitü" ile biçimlenen devlet yapılanması, ABD tarafından "suni" olarak yaratılmaya çalışılan "kürt halkı" deyim yerinde ise "tarih trenini kaçıran" toplumlar içerisinde yer almaktadır.
Kürt Halkı; içerisinde bulundukları devletlerin, o ülke vatandaşı olarak yerlerini alabilirler. Kültürel haklarının geliştirilmesi isteminde bulunabilirler, ancak, yaşamları boyunca "devlet" oluşturamadıkları için, bu istemlerini yerine getiremezler. Irak'ta ABD tarafından oluşturulan "suni" aşirete dayalı "kürt devleti" yöneticileri. Irak'ta ki ABD işgali kalktıktan sonra, Irak halkı tarafından "hain" ilan edilmeyeceklerinin garantisini verebilirler mi bizlere?
Türkiye'de, "kürt halkı" için mücadele verdiklerini söyleyenler, önce kendi "feodal" yapılarından kurtulsunlar. Güney Doğu'da Kürt Halkının "kürt-islam" sentezine dayalı ABD güdümlü politikalarını uygulayan AKP iktidarına karşı ve kendi toplumlarının "aşiret" yapılanmasından kurtarılması mücadelesini versinler. Şiddetin toplumların gelişmesinin önünü tıkadığını bilsinler. Uluslararası arenada devlet ve ulus olmanın kıstaslarının ne olduğunu bir kez daha irdelesinler.
Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri. ABD Savaş Gemilerinin Karadeniz'e girmesi ile Kafkasya satranç oyununda yeni bir perde açıldı, gelişmeleri hep birlikte izleyeceğiz.
1989 yılında Abhazya'da Gürcistan ile yaşanan gerginlikler sırasında, Suhum'da olaylar çıkaran Gürcü "milliyetçileri"ne yaşlı bir gürcü kadının söylediklerini aktarmak istiyorum. "çocuklar, abhazlara karşı gelmeyin, onlar zamanında bizlere topraklarını açtılar ve yer verdiler. Onların toprakları ile uğraşmayın, bunun sonu iyi olmaz". Evet, günümüzde olanları gördük. Abhazya'da ve Güney Osetya'da yaşayan "sivil" gürcüler de yerlerinden oldular.
23 Ağustos 2008 tarihinde Rus Ordusu işgal (!) ettiği Gori kentinden giderken yaşlı bir Gürcü Vatandaşı İşgalci (!) rus askerlerine "sizler şimdi gidiyorsunuz, asıl haydutlar birazdan Tiflis'ten gelecekler ve soygunlarını sürdürmeye devam edecekler" diyordu. Sovyetler Birliğinin dağıldığı tarihten bu yana doğru düzgün bir devlet yapısı oluşturamayan Gürcistan, Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan ile sorunlarını o toplumların istemleri ile birlikte çözebilmiş olsa idi, bugün Bölge de sorun olmayacaktı. Stalin tarafından oluşturulan "suni" Gürcistan Devleti, daha önceden de olduğu gibi, Abhazya ve Güney Osetya'nın olmadığı yeni yapılanması ile tarih sahnesinde yerini alacaktır.
Yazımı, misafirperverliği ile ünlü Abhazlara ait bir fıkra ile bitirmek istiyorum. "Kan davası olan bir abhaz, evinde otururken, bahçe kapısı çalınıyor. Karşısına "kan davalı" olduğu kişi çıkıyor ve misafir olmak istiyor. Abhaz, "kan davalısı"nı evine misafir olarak geldiği için hürmet ile ağırlıyor. Ve misafirine "sen benim kan davalım olsan da evime misafir olarak geldin, ben seni en iyi şekilde ağırlayacağım. Ancak, bahçe kapısından çıktıktan sonra sen benim düşmanımsın" açıklamasını yapıyor.
Türkiye'yi yönetenlere, Abhazya ve Kuzey Kafkasya Politikası nedeni ile "kravat" yiyen SAAKAŞVİLİ pozisyonuna düşmemelerini dilerim. Ülke’lerin de 15 yıldır bağımsız olarak yaşayan Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının kabulünde, Cezayir örneğinde olduğu gibi geç kalmamalarını tavsiye ederim.
Saygılarımla.
www.abhazyam.com
24 Ağustos 2008 Pazar
(47)ABHAZYA, FAŞİSTLER TARAFINDAN 16 SENE EVVEL BUGÜN İŞGAL EDİLMİŞTİ
16 sene evvel bugün, Gürcü faşistleri Abhazya'yı işgal etmişti. Havadan, denizden ve Karadan -aynı HİTLER'in Polonya'ya yaptığı gibi- bir baskınla, Abhazya'ya girmişti. Yıllardır Abhazya'da yaşayan Gürcüstan göçmeni birçok Gürcü de, işgalcilerle beraber katliamlara katılmıştı!..
O zaman, Rusya yönetiminin başında Yeltsin, Gürcüstan'ın başında ise Şevarnadze vardı.. Türkiye Demirel-İnönü koalisyon hükümetiyle yönetiliyordu.. Bunların hepsi, biribirini aratmayacak ölçüde "namussuzlukta" yarışa çıkmış kişilerdi.. O nedenle de; "Gürcüstanın toprak bütünlüğüne saygılıyız" denilerek, Gürcü Faşistlerinin katliamları, yakıp-yıkmaları suskunlukla geçiştirilmiştir.. Savaş, bunun için 14 ay sürmüştür.. Kimse Faşist Gürcülerin katliamlarına "dur" dememişdir.. Hiç bir devlet, yardımımıza gelmemiştir.. Gerilla savaşı başlatan Abhazyalılara, sadece kardeş halklardan ve diaspora'dan gelen gönüllüler destek vermişlerdir. Abhazya kuvvetleri önce, Abhazya'nın kuzeybatı bölgesini işgalcilerden "temizledi." Kurtarılmış topraklarda, hızla ordulaşarak, düşmanı işgal ettiği şehirlerde kuşatarak, ele geçirilen sivil Gürcüleri, "Şehirlerde kalan Abhazların canlarına karşılık rehin" tutarak, açık alanlardaki Faşist Gürcüleri ve Ukraynalı paralı "askerleri" imha ederek, zaferi kazandılar..
Bugün de; Gürcü Recep'in desteklemeye devam ettiği, Faşist Gürcü Şakaşvili'nin Faşist birlikleri, Güney Osetya'nın başşehri Tshinvali'yi bombardımanla harebeye çevirmiştir.. 2000 civarında sivil Osetyalı, bu saldırıların sonunda yaşamlarını kaybetmiştir..
Abhazya savaşı sırasında Demirel-İnönü koalisyonu "Gürcüstan'ın toprak bütünlüğüne büyük önem veriyoruz" diyerek, Gürcü Faşistlerini desteklemişdi.. Şimdi Anti Kemalist Parti hükümeti, aynı "herzeyi" yiyor.. İnsanlarımızı katleden Faşist Gürcü Sakaşvili'yi, "yarım ağızla" bile olsun eleştirmiyor.. Çünkü, dünya'nın her yanında Faşistler böyledir.. "İt, İt'i ısırmaz!."
Gürcü faşistlerine, hertürlü askeri desteği veren Anti Kemalist Parti hükümeti, kardeşlerimizin dökülen kanlarının sorumlusudur.
Bir zamanlar Mehmet Ağar, "Bin operasyonun içinde oldum" diye övünüyordu.. Sonra ne oldu? Döktüğü kanların hesabını, evlatlarının Mezarları başında ağlayarak, bu dünya'da vermeye başladı.. Anti Kemalist Partililer de vergilerimizi, "Abhazları ve Osetleri öldürsünler" diye, Gürcü Faşistlerine hibe etmişlerdir.. "Bunlar" da çocuklarının cesetleri başında, birgün mutlaka uluyacaklardır..
Batı; Stalin'e "milyonlarca muhalifini yok etmiştir. Demokrasi düşmanıdır" diyerek karşıdır.. Türkler ise; "Türkiye'den toprak talep ettiği için" Stalin'e düşmandır.. Fakat Stalin'e düşman ve karşı olanlar, konu Abhazya'nın ve Güney Osetya'nın bağımsızlık meselesine gelince, hepsi "keskin Stalinci!" kesiliyorlar.. Güney Osetya'yı ve Abhazya'yı zorla Gürcüstan'a hediye eden Stalin'in yolundan gidiyorlar. (Stalin, Çeçenlerden, Azerilerden ve Ermenilerden de toprak alıp Gürcüstan'a bağlamıştı) Bugün Batı'nın ve Türkiyenin var gücüyle "korumaya" çalıştığı, "Gürcüstan'ın üniter yapısı" böyle, meydana getirilmiştir. Stalin'e karşı olan tüm Batı; Stalinin şövenist uygulamaları sonucunda yaratılan Gürcüstan'ın, sınırlarının değiştirilemezliğini, savunmaktadır.. Bu bir ironidir.. Trajikomiktir.. Sahtekarlıktır.. Ahlak eksikliğidir..
Bazıları, "Rusya, Gürcüstan'ı işgal etti" diye yırtınıyor.. Kimileriyse "yaşasın birleşik bağımsız kuzey kafkasya kahrolsun amerikan ve rus uşakları" diyor.. Bunlar düşman veya ajan değillerse -bilmediklerinden dolayı- ABD ile, Rusya'yı aynı kefeye koyarak söylüyorlarsa, onlara empati yapmalarını öneriyoruz..
Sizler Güney Osetya'da yaşayan, 100 bin civarında ki Osetden biri olsaydınız, Genosid yapmak kararında olan, Faşistlerin yönetimde olduğu bir ülke, tanklarıyla, toplarıyla, zırhlı araçlarıyla ve uçaklarıyla vatanınıza saldırsaydı, Başşehrinizi ve diğer yerleşim yerlerinizi bombalasaydı, Binalarınızın yandığını, İnsanlarınızın öldürüldüklerini görseydiniz, sokaklarda kopmuş kollar, ve bacaklara rastlasaydınız, annenizin, babanızın, kardeşlerinizin, karınızın, kızlarınızın, oğullarınızın, akrabalarınızın ve komşularınızın; öldürülme ve tecavüze uğrama tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bilseydiniz, ne yapardınız? Bu Faşist Gürcülerin 1992'de Abhazya'yı işgal ettiklerinde, insanların kulaklarını ve burunlarını keserek, yakarak, delik deşik ederek öldürdüklerini ve bazılarına da tecavüz ettiklerini, videolardan izlemiş olanlardansanız, bütün bunları bilmekte ve bu tehlikeyle karşı karşıya olan ve de yaşamakta olan siz olsaydınız, ne yapardınız?. Sizden askeri olarak çok güçlü bu Faşistlere karşı, mecburen savaşırdınız değil mi?. Aynı anda da; mutlaka kardeşlerinizden ve dostlarınızdan da yardım isterdiniz.. Güney Osetyalılar da öyle yaptılar. Savaştılar.. Savaşırken, kardeşlerinden ve dostlarından yardım istediler.. Kuzey Osetyadaki kardeşler ve Ruslar geldiler..
Oset kardeşlerimize yardım edenlere; ABD, AB ülkeleri, Faşist Gürcü Recep ve Gül A, çok kızdı.. Çünkü bunların vijdanı yoktur..
ABD, Irak'daki 2000 Gürcü askerini, ABD uçaklarıyla, çatışma bölgesine katliamlar devam etsin düşüncesiyle taşıtmıştır.. Busch utanmazca, Faşist Gürcüler, "engellendiler" diye kızıyor, köpürüyor, "Rusya'nın müdahalesi kabul edilemez" diyor..
Fidel Castro, KÜBA'dan yaptığı açıklamada "Gürcistan hükümeti, Bush ile önceki temasları olmadan anayasal düzeni yeniden sağlamak adı altında 8 Ağustos şafağında silahlı kuvvetlerini Güney Osetya Otonom Cumhuriyeti’nin başkentine asla göndermezdi.“ “Güney Osetya’da konumlandırılan Rus birlikleri oraya uluslararası olarak kabul edilmiş bir barış göreviyle gönderildiler“ açıklamasını yapıyor.. Ve Küba devletinin de “20 yıl boyunca, yüzbinlerce savaşçısını Afrika'ya göndererek, sömürgeciliğe ve ayrımcılığa karşı bağımsızlık mücadelesi verenlere destek olmuştur“ diyor..
"Güney Osetyalılar yok edilmesin" diyerek, yardım çağrısına olumlu yanıt vererek yardıma gelen Rusya'ya, sizler neden kızıyorsunuz?
1990'lı yıllarda; Güney Osetya ve Abhazya'da Faşist Gürcülerin yaptığı katliamlar dünya'dan saklanmıştı.. Şimdi de yalan, yanlış bilgilerle, halklar kandırılmaya çalışılıyor.. Rus ordusu ve Kuzey Osetya silahlı kuvvetleri, Osetlerin tamamen yok edilmesini engellemek ve korumak üzere gelmişlerdir.. Ayrıca "Sovyet kızıl ordusunun, Faşist Almanya'nın göbeğine kadar girmesi gibi, gerektiği yere kadar da girmesinde, biz hiçbir sakınca görmüyoruz.."
Biz, Güney Osetya'nın yardımına koşanları kutluyoruz.. Selamlıyoruz.. Saygılar sunuyoruz.. Onlar kardeşlerimizi kurtardılar..
"Rusya, bizi yutacakmış!." "Onları sonra kovamazmışız!." Sizler, Bize akıl vermeye kalkışacağınıza, akıllıysanız, "milliyetçiyseniz," "Türkiye'yi satmakla mükellefim" diyen Gürcü Recep'e ve onun hükümetine bakın!. Türk vatanseverlerini katledeceğinize, biraz namusunuz kaldıysa, "BOP eşbakanıyım" diyen Gürcü Recep'e karşı çıkın! Hiç birşey yapamıyorsanız onları, sandık'da gömmek için uğraşın.. Güney Osetyalıları ve Abhazları yok etmek için, Faşist Gürcü yönetimine askeri eğitim ve destek veren Anti Kemalist Parti hükümetine "erkeklik" yapın..
Yine kıyaslayabilmek adına, geçmişten bir hatırlatma yapalım..
1974'de askeri darbe yapan Rum Faşisti Samson, Kıbrıs'da iktidara el koymuştu.. Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak isteyen bu Faşist ve ona bağlı kuvvetler ve diğer EOKA'cılar, Kıbrıs'daki Türkleri katletmeye başlamıştı.. Oradaki TMT(Türk Mukavemet Teşkilatı), Türkiye'den yardım istedi.. Orada yaşayan Türkleri yok edilmekten, korumak için, Türk Askeri çıkartma yaptı.. Samson'un işi bitirildi.. Bu yenilginin hemen ardından, Kıbrıs'daki Rum Faşistlerini destekleyen "Albaylar cuntası" denen, Faşist Yunan hükümeti de yıkıldı..
Şimdi ki Güney Osetya olayın da ise; Türk askerlerinin yerini Rus askerleri ve Faşist Rumların yerini ise, Faşist Gürcüler almışlardır.. Abhazların ve Osetlerin Dostları, Güney Osetya'nın yardım çağrısı üzerine ve Rusya vatandaşı olan Osetlerin yok edilmesine karşı çıkmak üzere gelmiş ve Faşist Gürcü ordusunu ve Hırsızlar güruhunu Gürcüstan'a doğru kovalamışdır..
Buna neden kızıyorsunuz? Namuslu liderler ve namuslu insanlar, hep ezilenlerin yanında yer alırlar..
ABD, AB ve onların uşağı, Anti Kemalist Parti hükümeti "gürcüstanın toprak bütünlüğü" diyor, "Petrol" diyor, "Tren yolu" diyor, "Karadeniz Ekonomik işbirliği" diyor, "çıkarlarımız" diyor, velhasıl sadece parayı düşünüyorlar..
Peki, Medvedev ve Putin, olaya nasıl bakıyorlar? Onlar "Gürcüstan'ı devlet olarak tanıyoruz ama, Güney Osetya ve Abhazya'nın tarihsel olarak onlara ait olduğu tezini kabul etmiyoruz. Abhazlar ve Osetler Gürcüstanın sınırları içinde olmak istemiyorlar. Gürcüstan'la birlikte olup-olmamaları onların kararına bırakılmalıdır" diyor.. Ve MEDVEDEV, 13 Ağustos gününü Rusya Federasyonu'nda Güney Osetya'da ölenler için "YAS GÜNÜ" ilan etmiştir.. Ülkede asılı olan tüm bayraklar, gemilerde ki bayraklar bile yarıya indirilecek. Televizyon ve Radyo yayınlarında ki magazin ve eğlence programları iptal edilecek. Yaşanan dramla ilgili programlar yayınlanacak. “Kimler insan ve Dost?" AKP'liler mi?
Avrupa'da son 15 yılda, 12 yeni devlet kurulmuştur.. Bunların "bağımsızlıkları" ABD ve AB ülkeleri tarafından hemen tanınmıştır.. ABD, AB ve Türkiye, Yugoslavya Devleti'nin altıya bölünmesine hiç karşı çıkmamışlardır.. Onların "toprak bütünlüğünü" hiç konu etmemişlerdir. Tam tersine "parçalanmaya destek sunmuşlardır." Bunu yapmalarının "sebepleri" nelerdir? Bu "gerekçelerin" kat-kat fazlası, biz Abhazlarla Faşist Gürcüler arasında, Osetlerle, Faşist Gürcüler arasında da vardır.. Neden bizlerin katledilmesine karşı çıkılmıyor? Neden katliamcı Faşistler destekleniyor? 1200 yıllık devlet geleneğimiz niçin umursanmıyor?
Namussuzlar, bizlere karşı örgütlenmiş durumdadır.
Kafkasya kökenli vatanseverler de -diaspora'da- siyasi alanda birleşerek, teşkilatlanmalıdırlar.. Bunun için Türk ve Kürt örgütlerindeki "sağcı" solcu, tüm kadrolar, "oradaki arkadaşlarıyla helalleşerek" halkımızın safına, halkımız için geri gelmelidir..
İçinde bulunulan hiçbir örgüt, Abhazya veya Güney Osetya için kımıldamamıştır. Kımıldamaz da..
Onlara göre BİZLER, ancak haber değeri olduğumuzda ve onların "örgütlerine" hizmet edersek varızdır..
Onların içinde ve "tepelerinde" yer alan Bülent, Merih, Musa, Kemal, Vural, Emrah, Duran, Yaşar, Hikmet, Metin, Şenol, Cemil, Ethem ve DİĞER önderler!
Kafkasyalılar için, Kafkasya kökenlilerin arasına geliniz!.
Kafkasya'nın ve "Diaspora'daki vatanseverlerin" size ihtiyacı var..
Ajönba Kırgız
Kafkasya halklari
Sevgili Kurdistan halki,
Gürcistan'ın 15 yıldır Abhazya ve Güney Osetya'ya karşı yürütmüş olduğu provokasyon eylemleri, 07-08 Ağustos 2008 tarihinden itibaren saldırgan ve Güney Osetya halkına karşı "soykırım" düzeyine varacak düzeye çıkması sonucunda Rus Ordusunun bölgeye müdahalesi ile sonuçlandı. Bizler, başta ABD, AB ve Türkiye yönetimleri ve basın organları sayesinde Güney Osetya'da yaşananları Rus ordusunun vahşeti biçiminde kamuoyuna duyurulan biçimi ile izledik.
Ancak gerçekler, bu biçimde mi idi? Türkiye'de basın ve yayın organlarının değerli yazarları ve düşünürleri. Rusya'nın 2000 Gürcü..(!) Sivili öldüren Rus askerlerinden, yapmış oduğu zulüm ve işgalden söz etti. Günlerce Gori ve Poti şehirlerinde ki gürcü sivillerin çektiği sıkıntı ve ölümlerden söz etti. 07-08 Ağustos tarihlerinde Tsinvali'de neler oldu? bunu sorgulayan hiç bir yazı ve TV yayınına rastlamadık.
Gürcistan Silahlı Kuvvetleri "Gürcistan Soros Cumhuriyeti" Devlet Başkanı Mihail SAALAŞVİLİ'nin TV konuşmasından bir-kaç saat sonra sivil, askeri hedef gözetmeksizin 07 Ağustos Perşembe akşamından başlayarak Tsinvali Şehri'ni, savaş uçakları, tank, topçu birlikleri ve roketatar silahları ile saatlerce bombaladı. Bu saldırı sonucunda 1500'e yakın sivil oset vatandaşı öldü, 75 bin kişinin yaşadığı Tsinvali şehrinde 30 bin kişinin üzerinde sivil insan evlerinden oldu. Tsinvali şehri, deyim yerinde ise taş, taş üstünde kalmadı. hastaneler, okullar, akla gelebilecek her türlü yerleşim birimi yerle bir edildi. Türkiye yönetimi, Gürcistan'a yapacağı yardımdan söz ediyor, basın-yayın organları hala Gori'de ki rus işgalinden söz ediyordu.
Fransa Dışişleri Bakanı Viladikafkas'a geldikten sonra, gördükleri karşısında şok geçiriyor, Gürcistan'ın ölçüsüz güç kullandığını açıklıyor ve bundan sonra Avrupa basını gerçekleri görüntülemeye başlıyor, Gürcü askerlerinin sivil Oset vatandaşlara "alman yapımı" silahlar ile ateş etmesini sorgulamaya başlıyordu. Peki Türkiye'yi yöneten zihniyet ne yapıyor? hiç bir şey olmamış gibi "Gürcistan'a silah satarız. Bize kimse karışamaz" konuşmaları yapıyordu. Türk basını da "Güney Osetya'da öldürülen sivil insanların NATO ülkelerinin silahları ile katledildiği" konusunda hiç bir sorgulama yapma zahmetinde bulunmuyordu.
Aradan 12 gün geçtiğinde ilk kez Kanal D TV Ana Haber Yayınında Tsinvali Şehri Türk kamuoyuna gösteriliyordu. Diğer TV Yayın organları ve Milliyet Gazetesi'nin değerli emektar yazarı Sn. Çetin ALTAN' da hala 2000 Gürcü (!) Sivil insanın Rus Ordusu tarafından öldürülmesinden söz ediyordu. Peki, Türk Basın-Yayın organlarında ki bu tutum neden kaynaklanıyordu? Bunu hiç sorgulamak gerekmiyor mu idi. Ne zaman Sn. SAAKAŞVİLİ, kravatını yemeye başlıyor, dünya basınında magazin konusu olmaya başlıyor. Türkiye'nin değerli köşe yazarları ve TV Yayın Organları da yazılarında ve görüntülerinde gerçekleri belirtmeye başlıyordu.
Türk Basın ve Yayın Organlarının değerli yazar ve yönetmenleri. Sn. Güneri CIVAOĞLU'nun 21 Ağustos 2008 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yazmış olduğu "Ankara'nın Kravatları" adlı yazısında belirtilen "kravatların" hangi çeşidini takıyorlardı? Acaba kendilerine "birileri" tarafından takılan "kravatların" sahipleri tarafından istendiği biçimde mi? yoksa "bağımsız basın kuralına uymak" koşulu ile takılan "kravatlarına" göre mi hareket ediyorlardı? Bunu kendilerine sorsunlar.
Türkiye Cumhuriyeti'ni bugün için yöneten zihniyet, Kendisine takılan "kravat"a uygun olarak hareket ediyor. Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının dünya ülke parlamento ve liderleri arasında görüşülmeye başlanması, Gürcistan'ın saldırıları sonucunda mağdur kalan Güney Osetya halkına yardım edilmesi gerekirken Gürcistan'ın savaş mağduru (!) insanlarına yardım gönderiyor. Karadeniz'e açılarak Gürcistan'a insani yardım (!) götüreceğini söyleyen ABD Savaş Gemilerine izin vererek yeni politik ve askeri tırmanışlara yol açacak adımlar atıyor.
ABD Savaş Gemileri, Gürcistan'ın hangi insani yardım talebini karşılayacak? İnsani yardım malzemeleri sivil gemiler ile gönderilir, Savaş Gemileri ile değil. Türkiye'yi yönetenler, ABD Savaş Gemileri'nin Karadeniz'e açılmasına destek vererek, ileride gelişebilecek olaylar karşısında taraf olmuştur. Evet, tarafsız olmaları gereken bir ortamda kendilerini taraf ilan etmişlerdir. Türkiye'nin Başbakanı Sn. Tayyip ERDOĞAN; TV karşısında ABD Savaş Gemilerinin Montreux Anlaşmasına uygun olarak boğazlardan geçtiğini anlatıyor. Ancak, Savaş Gemileri ile Gürcistan'a nasıl bir insani yardım (!) malzemesi götürülebileceğinden hiç söz etmiyor.
Kafkas İttifakı’ndan söz eden AKP yönetimi, Sn. Tayip ERDOĞAN’ın başbakanlığında, bir adet “adige” ve bir adet de “çeçen” başbakan yardımcısı ile bu koalisyonu oluşturdu. Ancak, Gürcistan’a yapılan askeri yardımlar ve silah satışları ile yıllardan beri Abhazya ve Güney Osetya’da ki sivil insanların ölümlerine destek olmak amacı ile bu ittifakı oluşturdu. Yıllardan beri Abhazya ve Güney Osetya Devlet Başkanları “Gürcistan’a ABD ve Avrupa Ülkeleri tarafından yapılan askeri yardımlar ve silah satışları Abhaz ve Oset Halklarının kıyımı için kullanılacaktır. Bu desteği durdurun…” çağrılarının karşılığı, ABD ve Avrupa Ülkelerinin askeri desteği ile Tsinvali’de 1500’e yakın sivil insanın yaşamını yitirmesine destek olmuştur.
TBMM'de gurubu olan ya da olmayan bütün Siyasi Partilerin bunu TBMM içerisinde sorgulamaları gerekmektedir. Irak'da yaşanan krize sokulmak istenen Türkiye, birden bire kendisini hiç de istemediği bir Kafkasya Krizinin içerisinde bulabilir. Abhazya ve Güney Osetya'nın Stalin tarafından belirlenen Gürcistan Topraklarının içerisinde kalıp kalamıyacağının tartışıldığı ve Bağımsızlıklarının kabul edilmesinin aşamasında Türkiye'yi yönetenlerin ve tüm siyasi partilerin çok dikkatli olması gerekir.
Polonya Devlet Başkanı Lech KACZYİNSKİ’nin "bizler Abhazya'nın Kosova'dan daha fazla tarihsel ve yasal olarak bağımsız oduğunu biliyoruz. Ancak Rusya'dan yana taraf olduğu için Bağımsızlıklarını kabul etmiyoruz. Rusya'ya karşı taraf olduklarında bunu kabul ederiz" açıklaması gelişmelerin boyutları konusunda bizlere bilgi veriyor.
Sovyetler birliği dağıldığından bu yana Gamsakurdiya, Şevardnadze ve son olarak da Saakaşvili ile “devlet yapısı” oluşturamayan “Gürcistan Soros Cumhuriyeti”, halkının istemleri doğrultusunda “gerçek demokratik devlet yapı”sını oluşturamadan, ülkesi içerisinde istikrar sağlayamaz. Saakaşvili gider, yerine yeni bir “kukla” gelir.
Abhazya'nın ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının reddedilmesini ve Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü savunanların, Türkiye'nin iç politikası için tehdit oluşturduğunu düşünenlere de söyleyecek bir çift sözüm var. Sizler Kafkasya'nın coğrafi-politik yapısını bilmiyorsunuz. Bilmediniz ve bilmek de istemiyorsunuz. Asırlardan beri "Bağımsız Devlet" olarak varlığını sürdüren Abhazya ve Osetya'nın varlığından bile habersizsiniz. Kendi bünyeniz içerisinde yaşayan "kürt" kökenli vatandaşlarınızın talepleri ile bu ülkeleri karıştırmayın. Abhazya'da ve Güney Osetya'da sadece Abhazlar ve Osetler yaşamıyorlar. Devletlerin içerisinde değişik etnik yapılardan bir çok toplum yaşıyor ve bunlar hep birlikte "Bağımsız Devlet" yapılarını 15 yıldır sürdürüyorlar. Gürcistan'da olmayan "devlet" bu ülkelerde var. Tarih boyunca devlet oluşturamamış "etnik" bir toplum, "suni" olarak "devlet" oluşturamaz.
Kuzey Irak'ta ABD tarafından "suni" olarak oluşturulmaya çalışılan "aşiret" toplumu "kürt devleti"ni ve Türkiye'de de oluşturulmaya çalışılan "kürt" etnik temelli "yapı" istemlerinin, Abhazya ve Güney Osetya ile uzaktan, yakından hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Başta da değindiğim gibi, “alfabe”si Paris'te ki "enstitü" ile biçimlenen devlet yapılanması, ABD tarafından "suni" olarak yaratılmaya çalışılan "kürt halkı" deyim yerinde ise "tarih trenini kaçıran" toplumlar içerisinde yer almaktadır.
Kürt Halkı; içerisinde bulundukları devletlerin, o ülke vatandaşı olarak yerlerini alabilirler. Kültürel haklarının geliştirilmesi isteminde bulunabilirler, ancak, yaşamları boyunca "devlet" oluşturamadıkları için, bu istemlerini yerine getiremezler. Irak'ta ABD tarafından oluşturulan "suni" aşirete dayalı "kürt devleti" yöneticileri. Irak'ta ki ABD işgali kalktıktan sonra, Irak halkı tarafından "hain" ilan edilmeyeceklerinin garantisini verebilirler mi bizlere?
Türkiye'de, "kürt halkı" için mücadele verdiklerini söyleyenler, önce kendi "feodal" yapılarından kurtulsunlar. Güney Doğu'da Kürt Halkının "kürt-islam" sentezine dayalı ABD güdümlü politikalarını uygulayan AKP iktidarına karşı ve kendi toplumlarının "aşiret" yapılanmasından kurtarılması mücadelesini versinler. Şiddetin toplumların gelişmesinin önünü tıkadığını bilsinler. Uluslararası arenada devlet ve ulus olmanın kıstaslarının ne olduğunu bir kez daha irdelesinler.
Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri. ABD Savaş Gemilerinin Karadeniz'e girmesi ile Kafkasya satranç oyununda yeni bir perde açıldı, gelişmeleri hep birlikte izleyeceğiz.
1989 yılında Abhazya'da Gürcistan ile yaşanan gerginlikler sırasında, Suhum'da olaylar çıkaran Gürcü "milliyetçileri"ne yaşlı bir gürcü kadının söylediklerini aktarmak istiyorum. "çocuklar, abhazlara karşı gelmeyin, onlar zamanında bizlere topraklarını açtılar ve yer verdiler. Onların toprakları ile uğraşmayın, bunun sonu iyi olmaz". Evet, günümüzde olanları gördük. Abhazya'da ve Güney Osetya'da yaşayan "sivil" gürcüler de yerlerinden oldular.
23 Ağustos 2008 tarihinde Rus Ordusu işgal (!) ettiği Gori kentinden giderken yaşlı bir Gürcü Vatandaşı İşgalci (!) rus askerlerine "sizler şimdi gidiyorsunuz, asıl haydutlar birazdan Tiflis'ten gelecekler ve soygunlarını sürdürmeye devam edecekler" diyordu. Sovyetler Birliğinin dağıldığı tarihten bu yana doğru düzgün bir devlet yapısı oluşturamayan Gürcistan, Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan ile sorunlarını o toplumların istemleri ile birlikte çözebilmiş olsa idi, bugün Bölge de sorun olmayacaktı. Stalin tarafından oluşturulan "suni" Gürcistan Devleti, daha önceden de olduğu gibi, Abhazya ve Güney Osetya'nın olmadığı yeni yapılanması ile tarih sahnesinde yerini alacaktır.
Yazımı, misafirperverliği ile ünlü Abhazlara ait bir fıkra ile bitirmek istiyorum. "Kan davası olan bir abhaz, evinde otururken, bahçe kapısı çalınıyor. Karşısına "kan davalı" olduğu kişi çıkıyor ve misafir olmak istiyor. Abhaz, "kan davalısı"nı evine misafir olarak geldiği için hürmet ile ağırlıyor. Ve misafirine "sen benim kan davalım olsan da evime misafir olarak geldin, ben seni en iyi şekilde ağırlayacağım. Ancak, bahçe kapısından çıktıktan sonra sen benim düşmanımsın" açıklamasını yapıyor.
Türkiye'yi yönetenlere, Abhazya ve Kuzey Kafkasya Politikası nedeni ile "kravat" yiyen SAAKAŞVİLİ pozisyonuna düşmemelerini dilerim. Ülke’lerin de 15 yıldır bağımsız olarak yaşayan Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının kabulünde, Cezayir örneğinde olduğu gibi geç kalmamalarını tavsiye ederim.
Saygılarımla.
www.abhazyam.com
24 Ağustos 2008 Pazar
(47)ABHAZYA, FAŞİSTLER TARAFINDAN 16 SENE EVVEL BUGÜN İŞGAL EDİLMİŞTİ
16 sene evvel bugün, Gürcü faşistleri Abhazya'yı işgal etmişti. Havadan, denizden ve Karadan -aynı HİTLER'in Polonya'ya yaptığı gibi- bir baskınla, Abhazya'ya girmişti. Yıllardır Abhazya'da yaşayan Gürcüstan göçmeni birçok Gürcü de, işgalcilerle beraber katliamlara katılmıştı!..
O zaman, Rusya yönetiminin başında Yeltsin, Gürcüstan'ın başında ise Şevarnadze vardı.. Türkiye Demirel-İnönü koalisyon hükümetiyle yönetiliyordu.. Bunların hepsi, biribirini aratmayacak ölçüde "namussuzlukta" yarışa çıkmış kişilerdi.. O nedenle de; "Gürcüstanın toprak bütünlüğüne saygılıyız" denilerek, Gürcü Faşistlerinin katliamları, yakıp-yıkmaları suskunlukla geçiştirilmiştir.. Savaş, bunun için 14 ay sürmüştür.. Kimse Faşist Gürcülerin katliamlarına "dur" dememişdir.. Hiç bir devlet, yardımımıza gelmemiştir.. Gerilla savaşı başlatan Abhazyalılara, sadece kardeş halklardan ve diaspora'dan gelen gönüllüler destek vermişlerdir. Abhazya kuvvetleri önce, Abhazya'nın kuzeybatı bölgesini işgalcilerden "temizledi." Kurtarılmış topraklarda, hızla ordulaşarak, düşmanı işgal ettiği şehirlerde kuşatarak, ele geçirilen sivil Gürcüleri, "Şehirlerde kalan Abhazların canlarına karşılık rehin" tutarak, açık alanlardaki Faşist Gürcüleri ve Ukraynalı paralı "askerleri" imha ederek, zaferi kazandılar..
Bugün de; Gürcü Recep'in desteklemeye devam ettiği, Faşist Gürcü Şakaşvili'nin Faşist birlikleri, Güney Osetya'nın başşehri Tshinvali'yi bombardımanla harebeye çevirmiştir.. 2000 civarında sivil Osetyalı, bu saldırıların sonunda yaşamlarını kaybetmiştir..
Abhazya savaşı sırasında Demirel-İnönü koalisyonu "Gürcüstan'ın toprak bütünlüğüne büyük önem veriyoruz" diyerek, Gürcü Faşistlerini desteklemişdi.. Şimdi Anti Kemalist Parti hükümeti, aynı "herzeyi" yiyor.. İnsanlarımızı katleden Faşist Gürcü Sakaşvili'yi, "yarım ağızla" bile olsun eleştirmiyor.. Çünkü, dünya'nın her yanında Faşistler böyledir.. "İt, İt'i ısırmaz!."
Gürcü faşistlerine, hertürlü askeri desteği veren Anti Kemalist Parti hükümeti, kardeşlerimizin dökülen kanlarının sorumlusudur.
Bir zamanlar Mehmet Ağar, "Bin operasyonun içinde oldum" diye övünüyordu.. Sonra ne oldu? Döktüğü kanların hesabını, evlatlarının Mezarları başında ağlayarak, bu dünya'da vermeye başladı.. Anti Kemalist Partililer de vergilerimizi, "Abhazları ve Osetleri öldürsünler" diye, Gürcü Faşistlerine hibe etmişlerdir.. "Bunlar" da çocuklarının cesetleri başında, birgün mutlaka uluyacaklardır..
Batı; Stalin'e "milyonlarca muhalifini yok etmiştir. Demokrasi düşmanıdır" diyerek karşıdır.. Türkler ise; "Türkiye'den toprak talep ettiği için" Stalin'e düşmandır.. Fakat Stalin'e düşman ve karşı olanlar, konu Abhazya'nın ve Güney Osetya'nın bağımsızlık meselesine gelince, hepsi "keskin Stalinci!" kesiliyorlar.. Güney Osetya'yı ve Abhazya'yı zorla Gürcüstan'a hediye eden Stalin'in yolundan gidiyorlar. (Stalin, Çeçenlerden, Azerilerden ve Ermenilerden de toprak alıp Gürcüstan'a bağlamıştı) Bugün Batı'nın ve Türkiyenin var gücüyle "korumaya" çalıştığı, "Gürcüstan'ın üniter yapısı" böyle, meydana getirilmiştir. Stalin'e karşı olan tüm Batı; Stalinin şövenist uygulamaları sonucunda yaratılan Gürcüstan'ın, sınırlarının değiştirilemezliğini, savunmaktadır.. Bu bir ironidir.. Trajikomiktir.. Sahtekarlıktır.. Ahlak eksikliğidir..
Bazıları, "Rusya, Gürcüstan'ı işgal etti" diye yırtınıyor.. Kimileriyse "yaşasın birleşik bağımsız kuzey kafkasya kahrolsun amerikan ve rus uşakları" diyor.. Bunlar düşman veya ajan değillerse -bilmediklerinden dolayı- ABD ile, Rusya'yı aynı kefeye koyarak söylüyorlarsa, onlara empati yapmalarını öneriyoruz..
Sizler Güney Osetya'da yaşayan, 100 bin civarında ki Osetden biri olsaydınız, Genosid yapmak kararında olan, Faşistlerin yönetimde olduğu bir ülke, tanklarıyla, toplarıyla, zırhlı araçlarıyla ve uçaklarıyla vatanınıza saldırsaydı, Başşehrinizi ve diğer yerleşim yerlerinizi bombalasaydı, Binalarınızın yandığını, İnsanlarınızın öldürüldüklerini görseydiniz, sokaklarda kopmuş kollar, ve bacaklara rastlasaydınız, annenizin, babanızın, kardeşlerinizin, karınızın, kızlarınızın, oğullarınızın, akrabalarınızın ve komşularınızın; öldürülme ve tecavüze uğrama tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bilseydiniz, ne yapardınız? Bu Faşist Gürcülerin 1992'de Abhazya'yı işgal ettiklerinde, insanların kulaklarını ve burunlarını keserek, yakarak, delik deşik ederek öldürdüklerini ve bazılarına da tecavüz ettiklerini, videolardan izlemiş olanlardansanız, bütün bunları bilmekte ve bu tehlikeyle karşı karşıya olan ve de yaşamakta olan siz olsaydınız, ne yapardınız?. Sizden askeri olarak çok güçlü bu Faşistlere karşı, mecburen savaşırdınız değil mi?. Aynı anda da; mutlaka kardeşlerinizden ve dostlarınızdan da yardım isterdiniz.. Güney Osetyalılar da öyle yaptılar. Savaştılar.. Savaşırken, kardeşlerinden ve dostlarından yardım istediler.. Kuzey Osetyadaki kardeşler ve Ruslar geldiler..
Oset kardeşlerimize yardım edenlere; ABD, AB ülkeleri, Faşist Gürcü Recep ve Gül A, çok kızdı.. Çünkü bunların vijdanı yoktur..
ABD, Irak'daki 2000 Gürcü askerini, ABD uçaklarıyla, çatışma bölgesine katliamlar devam etsin düşüncesiyle taşıtmıştır.. Busch utanmazca, Faşist Gürcüler, "engellendiler" diye kızıyor, köpürüyor, "Rusya'nın müdahalesi kabul edilemez" diyor..
Fidel Castro, KÜBA'dan yaptığı açıklamada "Gürcistan hükümeti, Bush ile önceki temasları olmadan anayasal düzeni yeniden sağlamak adı altında 8 Ağustos şafağında silahlı kuvvetlerini Güney Osetya Otonom Cumhuriyeti’nin başkentine asla göndermezdi.“ “Güney Osetya’da konumlandırılan Rus birlikleri oraya uluslararası olarak kabul edilmiş bir barış göreviyle gönderildiler“ açıklamasını yapıyor.. Ve Küba devletinin de “20 yıl boyunca, yüzbinlerce savaşçısını Afrika'ya göndererek, sömürgeciliğe ve ayrımcılığa karşı bağımsızlık mücadelesi verenlere destek olmuştur“ diyor..
"Güney Osetyalılar yok edilmesin" diyerek, yardım çağrısına olumlu yanıt vererek yardıma gelen Rusya'ya, sizler neden kızıyorsunuz?
1990'lı yıllarda; Güney Osetya ve Abhazya'da Faşist Gürcülerin yaptığı katliamlar dünya'dan saklanmıştı.. Şimdi de yalan, yanlış bilgilerle, halklar kandırılmaya çalışılıyor.. Rus ordusu ve Kuzey Osetya silahlı kuvvetleri, Osetlerin tamamen yok edilmesini engellemek ve korumak üzere gelmişlerdir.. Ayrıca "Sovyet kızıl ordusunun, Faşist Almanya'nın göbeğine kadar girmesi gibi, gerektiği yere kadar da girmesinde, biz hiçbir sakınca görmüyoruz.."
Biz, Güney Osetya'nın yardımına koşanları kutluyoruz.. Selamlıyoruz.. Saygılar sunuyoruz.. Onlar kardeşlerimizi kurtardılar..
"Rusya, bizi yutacakmış!." "Onları sonra kovamazmışız!." Sizler, Bize akıl vermeye kalkışacağınıza, akıllıysanız, "milliyetçiyseniz," "Türkiye'yi satmakla mükellefim" diyen Gürcü Recep'e ve onun hükümetine bakın!. Türk vatanseverlerini katledeceğinize, biraz namusunuz kaldıysa, "BOP eşbakanıyım" diyen Gürcü Recep'e karşı çıkın! Hiç birşey yapamıyorsanız onları, sandık'da gömmek için uğraşın.. Güney Osetyalıları ve Abhazları yok etmek için, Faşist Gürcü yönetimine askeri eğitim ve destek veren Anti Kemalist Parti hükümetine "erkeklik" yapın..
Yine kıyaslayabilmek adına, geçmişten bir hatırlatma yapalım..
1974'de askeri darbe yapan Rum Faşisti Samson, Kıbrıs'da iktidara el koymuştu.. Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak isteyen bu Faşist ve ona bağlı kuvvetler ve diğer EOKA'cılar, Kıbrıs'daki Türkleri katletmeye başlamıştı.. Oradaki TMT(Türk Mukavemet Teşkilatı), Türkiye'den yardım istedi.. Orada yaşayan Türkleri yok edilmekten, korumak için, Türk Askeri çıkartma yaptı.. Samson'un işi bitirildi.. Bu yenilginin hemen ardından, Kıbrıs'daki Rum Faşistlerini destekleyen "Albaylar cuntası" denen, Faşist Yunan hükümeti de yıkıldı..
Şimdi ki Güney Osetya olayın da ise; Türk askerlerinin yerini Rus askerleri ve Faşist Rumların yerini ise, Faşist Gürcüler almışlardır.. Abhazların ve Osetlerin Dostları, Güney Osetya'nın yardım çağrısı üzerine ve Rusya vatandaşı olan Osetlerin yok edilmesine karşı çıkmak üzere gelmiş ve Faşist Gürcü ordusunu ve Hırsızlar güruhunu Gürcüstan'a doğru kovalamışdır..
Buna neden kızıyorsunuz? Namuslu liderler ve namuslu insanlar, hep ezilenlerin yanında yer alırlar..
ABD, AB ve onların uşağı, Anti Kemalist Parti hükümeti "gürcüstanın toprak bütünlüğü" diyor, "Petrol" diyor, "Tren yolu" diyor, "Karadeniz Ekonomik işbirliği" diyor, "çıkarlarımız" diyor, velhasıl sadece parayı düşünüyorlar..
Peki, Medvedev ve Putin, olaya nasıl bakıyorlar? Onlar "Gürcüstan'ı devlet olarak tanıyoruz ama, Güney Osetya ve Abhazya'nın tarihsel olarak onlara ait olduğu tezini kabul etmiyoruz. Abhazlar ve Osetler Gürcüstanın sınırları içinde olmak istemiyorlar. Gürcüstan'la birlikte olup-olmamaları onların kararına bırakılmalıdır" diyor.. Ve MEDVEDEV, 13 Ağustos gününü Rusya Federasyonu'nda Güney Osetya'da ölenler için "YAS GÜNÜ" ilan etmiştir.. Ülkede asılı olan tüm bayraklar, gemilerde ki bayraklar bile yarıya indirilecek. Televizyon ve Radyo yayınlarında ki magazin ve eğlence programları iptal edilecek. Yaşanan dramla ilgili programlar yayınlanacak. “Kimler insan ve Dost?" AKP'liler mi?
Avrupa'da son 15 yılda, 12 yeni devlet kurulmuştur.. Bunların "bağımsızlıkları" ABD ve AB ülkeleri tarafından hemen tanınmıştır.. ABD, AB ve Türkiye, Yugoslavya Devleti'nin altıya bölünmesine hiç karşı çıkmamışlardır.. Onların "toprak bütünlüğünü" hiç konu etmemişlerdir. Tam tersine "parçalanmaya destek sunmuşlardır." Bunu yapmalarının "sebepleri" nelerdir? Bu "gerekçelerin" kat-kat fazlası, biz Abhazlarla Faşist Gürcüler arasında, Osetlerle, Faşist Gürcüler arasında da vardır.. Neden bizlerin katledilmesine karşı çıkılmıyor? Neden katliamcı Faşistler destekleniyor? 1200 yıllık devlet geleneğimiz niçin umursanmıyor?
Namussuzlar, bizlere karşı örgütlenmiş durumdadır.
Kafkasya kökenli vatanseverler de -diaspora'da- siyasi alanda birleşerek, teşkilatlanmalıdırlar.. Bunun için Türk ve Kürt örgütlerindeki "sağcı" solcu, tüm kadrolar, "oradaki arkadaşlarıyla helalleşerek" halkımızın safına, halkımız için geri gelmelidir..
İçinde bulunulan hiçbir örgüt, Abhazya veya Güney Osetya için kımıldamamıştır. Kımıldamaz da..
Onlara göre BİZLER, ancak haber değeri olduğumuzda ve onların "örgütlerine" hizmet edersek varızdır..
Onların içinde ve "tepelerinde" yer alan Bülent, Merih, Musa, Kemal, Vural, Emrah, Duran, Yaşar, Hikmet, Metin, Şenol, Cemil, Ethem ve DİĞER önderler!
Kafkasyalılar için, Kafkasya kökenlilerin arasına geliniz!.
Kafkasya'nın ve "Diaspora'daki vatanseverlerin" size ihtiyacı var..
Ajönba Kırgız
Gürcistan'ın 15 yıldır Abhazya ve Güney Osetya'ya karşı yürütmüş olduğu provokasyon eylemleri, 07-08 Ağustos 2008 tarihinden itibaren saldırgan ve Güney Osetya halkına karşı "soykırım" düzeyine varacak düzeye çıkması sonucunda Rus Ordusunun bölgeye müdahalesi ile sonuçlandı. Bizler, başta ABD, AB ve Türkiye yönetimleri ve basın organları sayesinde Güney Osetya'da yaşananları Rus ordusunun vahşeti biçiminde kamuoyuna duyurulan biçimi ile izledik.
Ancak gerçekler, bu biçimde mi idi? Türkiye'de basın ve yayın organlarının değerli yazarları ve düşünürleri. Rusya'nın 2000 Gürcü..(!) Sivili öldüren Rus askerlerinden, yapmış oduğu zulüm ve işgalden söz etti. Günlerce Gori ve Poti şehirlerinde ki gürcü sivillerin çektiği sıkıntı ve ölümlerden söz etti. 07-08 Ağustos tarihlerinde Tsinvali'de neler oldu? bunu sorgulayan hiç bir yazı ve TV yayınına rastlamadık.
Gürcistan Silahlı Kuvvetleri "Gürcistan Soros Cumhuriyeti" Devlet Başkanı Mihail SAALAŞVİLİ'nin TV konuşmasından bir-kaç saat sonra sivil, askeri hedef gözetmeksizin 07 Ağustos Perşembe akşamından başlayarak Tsinvali Şehri'ni, savaş uçakları, tank, topçu birlikleri ve roketatar silahları ile saatlerce bombaladı. Bu saldırı sonucunda 1500'e yakın sivil oset vatandaşı öldü, 75 bin kişinin yaşadığı Tsinvali şehrinde 30 bin kişinin üzerinde sivil insan evlerinden oldu. Tsinvali şehri, deyim yerinde ise taş, taş üstünde kalmadı. hastaneler, okullar, akla gelebilecek her türlü yerleşim birimi yerle bir edildi. Türkiye yönetimi, Gürcistan'a yapacağı yardımdan söz ediyor, basın-yayın organları hala Gori'de ki rus işgalinden söz ediyordu.
Fransa Dışişleri Bakanı Viladikafkas'a geldikten sonra, gördükleri karşısında şok geçiriyor, Gürcistan'ın ölçüsüz güç kullandığını açıklıyor ve bundan sonra Avrupa basını gerçekleri görüntülemeye başlıyor, Gürcü askerlerinin sivil Oset vatandaşlara "alman yapımı" silahlar ile ateş etmesini sorgulamaya başlıyordu. Peki Türkiye'yi yöneten zihniyet ne yapıyor? hiç bir şey olmamış gibi "Gürcistan'a silah satarız. Bize kimse karışamaz" konuşmaları yapıyordu. Türk basını da "Güney Osetya'da öldürülen sivil insanların NATO ülkelerinin silahları ile katledildiği" konusunda hiç bir sorgulama yapma zahmetinde bulunmuyordu.
Aradan 12 gün geçtiğinde ilk kez Kanal D TV Ana Haber Yayınında Tsinvali Şehri Türk kamuoyuna gösteriliyordu. Diğer TV Yayın organları ve Milliyet Gazetesi'nin değerli emektar yazarı Sn. Çetin ALTAN' da hala 2000 Gürcü (!) Sivil insanın Rus Ordusu tarafından öldürülmesinden söz ediyordu. Peki, Türk Basın-Yayın organlarında ki bu tutum neden kaynaklanıyordu? Bunu hiç sorgulamak gerekmiyor mu idi. Ne zaman Sn. SAAKAŞVİLİ, kravatını yemeye başlıyor, dünya basınında magazin konusu olmaya başlıyor. Türkiye'nin değerli köşe yazarları ve TV Yayın Organları da yazılarında ve görüntülerinde gerçekleri belirtmeye başlıyordu.
Türk Basın ve Yayın Organlarının değerli yazar ve yönetmenleri. Sn. Güneri CIVAOĞLU'nun 21 Ağustos 2008 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yazmış olduğu "Ankara'nın Kravatları" adlı yazısında belirtilen "kravatların" hangi çeşidini takıyorlardı? Acaba kendilerine "birileri" tarafından takılan "kravatların" sahipleri tarafından istendiği biçimde mi? yoksa "bağımsız basın kuralına uymak" koşulu ile takılan "kravatlarına" göre mi hareket ediyorlardı? Bunu kendilerine sorsunlar.
Türkiye Cumhuriyeti'ni bugün için yöneten zihniyet, Kendisine takılan "kravat"a uygun olarak hareket ediyor. Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının dünya ülke parlamento ve liderleri arasında görüşülmeye başlanması, Gürcistan'ın saldırıları sonucunda mağdur kalan Güney Osetya halkına yardım edilmesi gerekirken Gürcistan'ın savaş mağduru (!) insanlarına yardım gönderiyor. Karadeniz'e açılarak Gürcistan'a insani yardım (!) götüreceğini söyleyen ABD Savaş Gemilerine izin vererek yeni politik ve askeri tırmanışlara yol açacak adımlar atıyor.
ABD Savaş Gemileri, Gürcistan'ın hangi insani yardım talebini karşılayacak? İnsani yardım malzemeleri sivil gemiler ile gönderilir, Savaş Gemileri ile değil. Türkiye'yi yönetenler, ABD Savaş Gemileri'nin Karadeniz'e açılmasına destek vererek, ileride gelişebilecek olaylar karşısında taraf olmuştur. Evet, tarafsız olmaları gereken bir ortamda kendilerini taraf ilan etmişlerdir. Türkiye'nin Başbakanı Sn. Tayyip ERDOĞAN; TV karşısında ABD Savaş Gemilerinin Montreux Anlaşmasına uygun olarak boğazlardan geçtiğini anlatıyor. Ancak, Savaş Gemileri ile Gürcistan'a nasıl bir insani yardım (!) malzemesi götürülebileceğinden hiç söz etmiyor.
Kafkas İttifakı’ndan söz eden AKP yönetimi, Sn. Tayip ERDOĞAN’ın başbakanlığında, bir adet “adige” ve bir adet de “çeçen” başbakan yardımcısı ile bu koalisyonu oluşturdu. Ancak, Gürcistan’a yapılan askeri yardımlar ve silah satışları ile yıllardan beri Abhazya ve Güney Osetya’da ki sivil insanların ölümlerine destek olmak amacı ile bu ittifakı oluşturdu. Yıllardan beri Abhazya ve Güney Osetya Devlet Başkanları “Gürcistan’a ABD ve Avrupa Ülkeleri tarafından yapılan askeri yardımlar ve silah satışları Abhaz ve Oset Halklarının kıyımı için kullanılacaktır. Bu desteği durdurun…” çağrılarının karşılığı, ABD ve Avrupa Ülkelerinin askeri desteği ile Tsinvali’de 1500’e yakın sivil insanın yaşamını yitirmesine destek olmuştur.
TBMM'de gurubu olan ya da olmayan bütün Siyasi Partilerin bunu TBMM içerisinde sorgulamaları gerekmektedir. Irak'da yaşanan krize sokulmak istenen Türkiye, birden bire kendisini hiç de istemediği bir Kafkasya Krizinin içerisinde bulabilir. Abhazya ve Güney Osetya'nın Stalin tarafından belirlenen Gürcistan Topraklarının içerisinde kalıp kalamıyacağının tartışıldığı ve Bağımsızlıklarının kabul edilmesinin aşamasında Türkiye'yi yönetenlerin ve tüm siyasi partilerin çok dikkatli olması gerekir.
Polonya Devlet Başkanı Lech KACZYİNSKİ’nin "bizler Abhazya'nın Kosova'dan daha fazla tarihsel ve yasal olarak bağımsız oduğunu biliyoruz. Ancak Rusya'dan yana taraf olduğu için Bağımsızlıklarını kabul etmiyoruz. Rusya'ya karşı taraf olduklarında bunu kabul ederiz" açıklaması gelişmelerin boyutları konusunda bizlere bilgi veriyor.
Sovyetler birliği dağıldığından bu yana Gamsakurdiya, Şevardnadze ve son olarak da Saakaşvili ile “devlet yapısı” oluşturamayan “Gürcistan Soros Cumhuriyeti”, halkının istemleri doğrultusunda “gerçek demokratik devlet yapı”sını oluşturamadan, ülkesi içerisinde istikrar sağlayamaz. Saakaşvili gider, yerine yeni bir “kukla” gelir.
Abhazya'nın ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının reddedilmesini ve Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü savunanların, Türkiye'nin iç politikası için tehdit oluşturduğunu düşünenlere de söyleyecek bir çift sözüm var. Sizler Kafkasya'nın coğrafi-politik yapısını bilmiyorsunuz. Bilmediniz ve bilmek de istemiyorsunuz. Asırlardan beri "Bağımsız Devlet" olarak varlığını sürdüren Abhazya ve Osetya'nın varlığından bile habersizsiniz. Kendi bünyeniz içerisinde yaşayan "kürt" kökenli vatandaşlarınızın talepleri ile bu ülkeleri karıştırmayın. Abhazya'da ve Güney Osetya'da sadece Abhazlar ve Osetler yaşamıyorlar. Devletlerin içerisinde değişik etnik yapılardan bir çok toplum yaşıyor ve bunlar hep birlikte "Bağımsız Devlet" yapılarını 15 yıldır sürdürüyorlar. Gürcistan'da olmayan "devlet" bu ülkelerde var. Tarih boyunca devlet oluşturamamış "etnik" bir toplum, "suni" olarak "devlet" oluşturamaz.
Kuzey Irak'ta ABD tarafından "suni" olarak oluşturulmaya çalışılan "aşiret" toplumu "kürt devleti"ni ve Türkiye'de de oluşturulmaya çalışılan "kürt" etnik temelli "yapı" istemlerinin, Abhazya ve Güney Osetya ile uzaktan, yakından hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Başta da değindiğim gibi, “alfabe”si Paris'te ki "enstitü" ile biçimlenen devlet yapılanması, ABD tarafından "suni" olarak yaratılmaya çalışılan "kürt halkı" deyim yerinde ise "tarih trenini kaçıran" toplumlar içerisinde yer almaktadır.
Kürt Halkı; içerisinde bulundukları devletlerin, o ülke vatandaşı olarak yerlerini alabilirler. Kültürel haklarının geliştirilmesi isteminde bulunabilirler, ancak, yaşamları boyunca "devlet" oluşturamadıkları için, bu istemlerini yerine getiremezler. Irak'ta ABD tarafından oluşturulan "suni" aşirete dayalı "kürt devleti" yöneticileri. Irak'ta ki ABD işgali kalktıktan sonra, Irak halkı tarafından "hain" ilan edilmeyeceklerinin garantisini verebilirler mi bizlere?
Türkiye'de, "kürt halkı" için mücadele verdiklerini söyleyenler, önce kendi "feodal" yapılarından kurtulsunlar. Güney Doğu'da Kürt Halkının "kürt-islam" sentezine dayalı ABD güdümlü politikalarını uygulayan AKP iktidarına karşı ve kendi toplumlarının "aşiret" yapılanmasından kurtarılması mücadelesini versinler. Şiddetin toplumların gelişmesinin önünü tıkadığını bilsinler. Uluslararası arenada devlet ve ulus olmanın kıstaslarının ne olduğunu bir kez daha irdelesinler.
Sevgili abhazyam.com üye ve izleyicileri. ABD Savaş Gemilerinin Karadeniz'e girmesi ile Kafkasya satranç oyununda yeni bir perde açıldı, gelişmeleri hep birlikte izleyeceğiz.
1989 yılında Abhazya'da Gürcistan ile yaşanan gerginlikler sırasında, Suhum'da olaylar çıkaran Gürcü "milliyetçileri"ne yaşlı bir gürcü kadının söylediklerini aktarmak istiyorum. "çocuklar, abhazlara karşı gelmeyin, onlar zamanında bizlere topraklarını açtılar ve yer verdiler. Onların toprakları ile uğraşmayın, bunun sonu iyi olmaz". Evet, günümüzde olanları gördük. Abhazya'da ve Güney Osetya'da yaşayan "sivil" gürcüler de yerlerinden oldular.
23 Ağustos 2008 tarihinde Rus Ordusu işgal (!) ettiği Gori kentinden giderken yaşlı bir Gürcü Vatandaşı İşgalci (!) rus askerlerine "sizler şimdi gidiyorsunuz, asıl haydutlar birazdan Tiflis'ten gelecekler ve soygunlarını sürdürmeye devam edecekler" diyordu. Sovyetler Birliğinin dağıldığı tarihten bu yana doğru düzgün bir devlet yapısı oluşturamayan Gürcistan, Abhazya, Güney Osetya ve Acaristan ile sorunlarını o toplumların istemleri ile birlikte çözebilmiş olsa idi, bugün Bölge de sorun olmayacaktı. Stalin tarafından oluşturulan "suni" Gürcistan Devleti, daha önceden de olduğu gibi, Abhazya ve Güney Osetya'nın olmadığı yeni yapılanması ile tarih sahnesinde yerini alacaktır.
Yazımı, misafirperverliği ile ünlü Abhazlara ait bir fıkra ile bitirmek istiyorum. "Kan davası olan bir abhaz, evinde otururken, bahçe kapısı çalınıyor. Karşısına "kan davalı" olduğu kişi çıkıyor ve misafir olmak istiyor. Abhaz, "kan davalısı"nı evine misafir olarak geldiği için hürmet ile ağırlıyor. Ve misafirine "sen benim kan davalım olsan da evime misafir olarak geldin, ben seni en iyi şekilde ağırlayacağım. Ancak, bahçe kapısından çıktıktan sonra sen benim düşmanımsın" açıklamasını yapıyor.
Türkiye'yi yönetenlere, Abhazya ve Kuzey Kafkasya Politikası nedeni ile "kravat" yiyen SAAKAŞVİLİ pozisyonuna düşmemelerini dilerim. Ülke’lerin de 15 yıldır bağımsız olarak yaşayan Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının kabulünde, Cezayir örneğinde olduğu gibi geç kalmamalarını tavsiye ederim.
Saygılarımla.
www.abhazyam.com
24 Ağustos 2008 Pazar
(47)ABHAZYA, FAŞİSTLER TARAFINDAN 16 SENE EVVEL BUGÜN İŞGAL EDİLMİŞTİ
16 sene evvel bugün, Gürcü faşistleri Abhazya'yı işgal etmişti. Havadan, denizden ve Karadan -aynı HİTLER'in Polonya'ya yaptığı gibi- bir baskınla, Abhazya'ya girmişti. Yıllardır Abhazya'da yaşayan Gürcüstan göçmeni birçok Gürcü de, işgalcilerle beraber katliamlara katılmıştı!..
O zaman, Rusya yönetiminin başında Yeltsin, Gürcüstan'ın başında ise Şevarnadze vardı.. Türkiye Demirel-İnönü koalisyon hükümetiyle yönetiliyordu.. Bunların hepsi, biribirini aratmayacak ölçüde "namussuzlukta" yarışa çıkmış kişilerdi.. O nedenle de; "Gürcüstanın toprak bütünlüğüne saygılıyız" denilerek, Gürcü Faşistlerinin katliamları, yakıp-yıkmaları suskunlukla geçiştirilmiştir.. Savaş, bunun için 14 ay sürmüştür.. Kimse Faşist Gürcülerin katliamlarına "dur" dememişdir.. Hiç bir devlet, yardımımıza gelmemiştir.. Gerilla savaşı başlatan Abhazyalılara, sadece kardeş halklardan ve diaspora'dan gelen gönüllüler destek vermişlerdir. Abhazya kuvvetleri önce, Abhazya'nın kuzeybatı bölgesini işgalcilerden "temizledi." Kurtarılmış topraklarda, hızla ordulaşarak, düşmanı işgal ettiği şehirlerde kuşatarak, ele geçirilen sivil Gürcüleri, "Şehirlerde kalan Abhazların canlarına karşılık rehin" tutarak, açık alanlardaki Faşist Gürcüleri ve Ukraynalı paralı "askerleri" imha ederek, zaferi kazandılar..
Bugün de; Gürcü Recep'in desteklemeye devam ettiği, Faşist Gürcü Şakaşvili'nin Faşist birlikleri, Güney Osetya'nın başşehri Tshinvali'yi bombardımanla harebeye çevirmiştir.. 2000 civarında sivil Osetyalı, bu saldırıların sonunda yaşamlarını kaybetmiştir..
Abhazya savaşı sırasında Demirel-İnönü koalisyonu "Gürcüstan'ın toprak bütünlüğüne büyük önem veriyoruz" diyerek, Gürcü Faşistlerini desteklemişdi.. Şimdi Anti Kemalist Parti hükümeti, aynı "herzeyi" yiyor.. İnsanlarımızı katleden Faşist Gürcü Sakaşvili'yi, "yarım ağızla" bile olsun eleştirmiyor.. Çünkü, dünya'nın her yanında Faşistler böyledir.. "İt, İt'i ısırmaz!."
Gürcü faşistlerine, hertürlü askeri desteği veren Anti Kemalist Parti hükümeti, kardeşlerimizin dökülen kanlarının sorumlusudur.
Bir zamanlar Mehmet Ağar, "Bin operasyonun içinde oldum" diye övünüyordu.. Sonra ne oldu? Döktüğü kanların hesabını, evlatlarının Mezarları başında ağlayarak, bu dünya'da vermeye başladı.. Anti Kemalist Partililer de vergilerimizi, "Abhazları ve Osetleri öldürsünler" diye, Gürcü Faşistlerine hibe etmişlerdir.. "Bunlar" da çocuklarının cesetleri başında, birgün mutlaka uluyacaklardır..
Batı; Stalin'e "milyonlarca muhalifini yok etmiştir. Demokrasi düşmanıdır" diyerek karşıdır.. Türkler ise; "Türkiye'den toprak talep ettiği için" Stalin'e düşmandır.. Fakat Stalin'e düşman ve karşı olanlar, konu Abhazya'nın ve Güney Osetya'nın bağımsızlık meselesine gelince, hepsi "keskin Stalinci!" kesiliyorlar.. Güney Osetya'yı ve Abhazya'yı zorla Gürcüstan'a hediye eden Stalin'in yolundan gidiyorlar. (Stalin, Çeçenlerden, Azerilerden ve Ermenilerden de toprak alıp Gürcüstan'a bağlamıştı) Bugün Batı'nın ve Türkiyenin var gücüyle "korumaya" çalıştığı, "Gürcüstan'ın üniter yapısı" böyle, meydana getirilmiştir. Stalin'e karşı olan tüm Batı; Stalinin şövenist uygulamaları sonucunda yaratılan Gürcüstan'ın, sınırlarının değiştirilemezliğini, savunmaktadır.. Bu bir ironidir.. Trajikomiktir.. Sahtekarlıktır.. Ahlak eksikliğidir..
Bazıları, "Rusya, Gürcüstan'ı işgal etti" diye yırtınıyor.. Kimileriyse "yaşasın birleşik bağımsız kuzey kafkasya kahrolsun amerikan ve rus uşakları" diyor.. Bunlar düşman veya ajan değillerse -bilmediklerinden dolayı- ABD ile, Rusya'yı aynı kefeye koyarak söylüyorlarsa, onlara empati yapmalarını öneriyoruz..
Sizler Güney Osetya'da yaşayan, 100 bin civarında ki Osetden biri olsaydınız, Genosid yapmak kararında olan, Faşistlerin yönetimde olduğu bir ülke, tanklarıyla, toplarıyla, zırhlı araçlarıyla ve uçaklarıyla vatanınıza saldırsaydı, Başşehrinizi ve diğer yerleşim yerlerinizi bombalasaydı, Binalarınızın yandığını, İnsanlarınızın öldürüldüklerini görseydiniz, sokaklarda kopmuş kollar, ve bacaklara rastlasaydınız, annenizin, babanızın, kardeşlerinizin, karınızın, kızlarınızın, oğullarınızın, akrabalarınızın ve komşularınızın; öldürülme ve tecavüze uğrama tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bilseydiniz, ne yapardınız? Bu Faşist Gürcülerin 1992'de Abhazya'yı işgal ettiklerinde, insanların kulaklarını ve burunlarını keserek, yakarak, delik deşik ederek öldürdüklerini ve bazılarına da tecavüz ettiklerini, videolardan izlemiş olanlardansanız, bütün bunları bilmekte ve bu tehlikeyle karşı karşıya olan ve de yaşamakta olan siz olsaydınız, ne yapardınız?. Sizden askeri olarak çok güçlü bu Faşistlere karşı, mecburen savaşırdınız değil mi?. Aynı anda da; mutlaka kardeşlerinizden ve dostlarınızdan da yardım isterdiniz.. Güney Osetyalılar da öyle yaptılar. Savaştılar.. Savaşırken, kardeşlerinden ve dostlarından yardım istediler.. Kuzey Osetyadaki kardeşler ve Ruslar geldiler..
Oset kardeşlerimize yardım edenlere; ABD, AB ülkeleri, Faşist Gürcü Recep ve Gül A, çok kızdı.. Çünkü bunların vijdanı yoktur..
ABD, Irak'daki 2000 Gürcü askerini, ABD uçaklarıyla, çatışma bölgesine katliamlar devam etsin düşüncesiyle taşıtmıştır.. Busch utanmazca, Faşist Gürcüler, "engellendiler" diye kızıyor, köpürüyor, "Rusya'nın müdahalesi kabul edilemez" diyor..
Fidel Castro, KÜBA'dan yaptığı açıklamada "Gürcistan hükümeti, Bush ile önceki temasları olmadan anayasal düzeni yeniden sağlamak adı altında 8 Ağustos şafağında silahlı kuvvetlerini Güney Osetya Otonom Cumhuriyeti’nin başkentine asla göndermezdi.“ “Güney Osetya’da konumlandırılan Rus birlikleri oraya uluslararası olarak kabul edilmiş bir barış göreviyle gönderildiler“ açıklamasını yapıyor.. Ve Küba devletinin de “20 yıl boyunca, yüzbinlerce savaşçısını Afrika'ya göndererek, sömürgeciliğe ve ayrımcılığa karşı bağımsızlık mücadelesi verenlere destek olmuştur“ diyor..
"Güney Osetyalılar yok edilmesin" diyerek, yardım çağrısına olumlu yanıt vererek yardıma gelen Rusya'ya, sizler neden kızıyorsunuz?
1990'lı yıllarda; Güney Osetya ve Abhazya'da Faşist Gürcülerin yaptığı katliamlar dünya'dan saklanmıştı.. Şimdi de yalan, yanlış bilgilerle, halklar kandırılmaya çalışılıyor.. Rus ordusu ve Kuzey Osetya silahlı kuvvetleri, Osetlerin tamamen yok edilmesini engellemek ve korumak üzere gelmişlerdir.. Ayrıca "Sovyet kızıl ordusunun, Faşist Almanya'nın göbeğine kadar girmesi gibi, gerektiği yere kadar da girmesinde, biz hiçbir sakınca görmüyoruz.."
Biz, Güney Osetya'nın yardımına koşanları kutluyoruz.. Selamlıyoruz.. Saygılar sunuyoruz.. Onlar kardeşlerimizi kurtardılar..
"Rusya, bizi yutacakmış!." "Onları sonra kovamazmışız!." Sizler, Bize akıl vermeye kalkışacağınıza, akıllıysanız, "milliyetçiyseniz," "Türkiye'yi satmakla mükellefim" diyen Gürcü Recep'e ve onun hükümetine bakın!. Türk vatanseverlerini katledeceğinize, biraz namusunuz kaldıysa, "BOP eşbakanıyım" diyen Gürcü Recep'e karşı çıkın! Hiç birşey yapamıyorsanız onları, sandık'da gömmek için uğraşın.. Güney Osetyalıları ve Abhazları yok etmek için, Faşist Gürcü yönetimine askeri eğitim ve destek veren Anti Kemalist Parti hükümetine "erkeklik" yapın..
Yine kıyaslayabilmek adına, geçmişten bir hatırlatma yapalım..
1974'de askeri darbe yapan Rum Faşisti Samson, Kıbrıs'da iktidara el koymuştu.. Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak isteyen bu Faşist ve ona bağlı kuvvetler ve diğer EOKA'cılar, Kıbrıs'daki Türkleri katletmeye başlamıştı.. Oradaki TMT(Türk Mukavemet Teşkilatı), Türkiye'den yardım istedi.. Orada yaşayan Türkleri yok edilmekten, korumak için, Türk Askeri çıkartma yaptı.. Samson'un işi bitirildi.. Bu yenilginin hemen ardından, Kıbrıs'daki Rum Faşistlerini destekleyen "Albaylar cuntası" denen, Faşist Yunan hükümeti de yıkıldı..
Şimdi ki Güney Osetya olayın da ise; Türk askerlerinin yerini Rus askerleri ve Faşist Rumların yerini ise, Faşist Gürcüler almışlardır.. Abhazların ve Osetlerin Dostları, Güney Osetya'nın yardım çağrısı üzerine ve Rusya vatandaşı olan Osetlerin yok edilmesine karşı çıkmak üzere gelmiş ve Faşist Gürcü ordusunu ve Hırsızlar güruhunu Gürcüstan'a doğru kovalamışdır..
Buna neden kızıyorsunuz? Namuslu liderler ve namuslu insanlar, hep ezilenlerin yanında yer alırlar..
ABD, AB ve onların uşağı, Anti Kemalist Parti hükümeti "gürcüstanın toprak bütünlüğü" diyor, "Petrol" diyor, "Tren yolu" diyor, "Karadeniz Ekonomik işbirliği" diyor, "çıkarlarımız" diyor, velhasıl sadece parayı düşünüyorlar..
Peki, Medvedev ve Putin, olaya nasıl bakıyorlar? Onlar "Gürcüstan'ı devlet olarak tanıyoruz ama, Güney Osetya ve Abhazya'nın tarihsel olarak onlara ait olduğu tezini kabul etmiyoruz. Abhazlar ve Osetler Gürcüstanın sınırları içinde olmak istemiyorlar. Gürcüstan'la birlikte olup-olmamaları onların kararına bırakılmalıdır" diyor.. Ve MEDVEDEV, 13 Ağustos gününü Rusya Federasyonu'nda Güney Osetya'da ölenler için "YAS GÜNÜ" ilan etmiştir.. Ülkede asılı olan tüm bayraklar, gemilerde ki bayraklar bile yarıya indirilecek. Televizyon ve Radyo yayınlarında ki magazin ve eğlence programları iptal edilecek. Yaşanan dramla ilgili programlar yayınlanacak. “Kimler insan ve Dost?" AKP'liler mi?
Avrupa'da son 15 yılda, 12 yeni devlet kurulmuştur.. Bunların "bağımsızlıkları" ABD ve AB ülkeleri tarafından hemen tanınmıştır.. ABD, AB ve Türkiye, Yugoslavya Devleti'nin altıya bölünmesine hiç karşı çıkmamışlardır.. Onların "toprak bütünlüğünü" hiç konu etmemişlerdir. Tam tersine "parçalanmaya destek sunmuşlardır." Bunu yapmalarının "sebepleri" nelerdir? Bu "gerekçelerin" kat-kat fazlası, biz Abhazlarla Faşist Gürcüler arasında, Osetlerle, Faşist Gürcüler arasında da vardır.. Neden bizlerin katledilmesine karşı çıkılmıyor? Neden katliamcı Faşistler destekleniyor? 1200 yıllık devlet geleneğimiz niçin umursanmıyor?
Namussuzlar, bizlere karşı örgütlenmiş durumdadır.
Kafkasya kökenli vatanseverler de -diaspora'da- siyasi alanda birleşerek, teşkilatlanmalıdırlar.. Bunun için Türk ve Kürt örgütlerindeki "sağcı" solcu, tüm kadrolar, "oradaki arkadaşlarıyla helalleşerek" halkımızın safına, halkımız için geri gelmelidir..
İçinde bulunulan hiçbir örgüt, Abhazya veya Güney Osetya için kımıldamamıştır. Kımıldamaz da..
Onlara göre BİZLER, ancak haber değeri olduğumuzda ve onların "örgütlerine" hizmet edersek varızdır..
Onların içinde ve "tepelerinde" yer alan Bülent, Merih, Musa, Kemal, Vural, Emrah, Duran, Yaşar, Hikmet, Metin, Şenol, Cemil, Ethem ve DİĞER önderler!
Kafkasyalılar için, Kafkasya kökenlilerin arasına geliniz!.
Kafkasya'nın ve "Diaspora'daki vatanseverlerin" size ihtiyacı var..
Ajönba Kırgız
ÇERKESLER ve ABREKLER KİMLERDİR ? (Kenan Abaza)
• Kafkasya’da; Vatanını korumak için savaşanlara ve her türlü haksızlığa karşı çıkıp silaha sarılan kişilere, ABREK, denir.
• Türkiye’de kullanılan “ÇERKES“ kelimesi; Almanca “Tscherkess“ ingilizce “Circassien“, XENAPHON ve SKYLAX isimli Yunanlılar tarafından kullanılan “Cercetae”, “Cercet”, “Kerket” kelimelerinden türeyerek, Türkçeye ve diğer dillere geçmiştir.
• ÇERKES kelimesi;“genel olarak” Adigeler, Abhazlar ve Ubıhlar’ı tanımlamak için kullanılır. Bunların dil ailesi; Kuzeybatı Kafkas dil grubuna girmektedir. Bu dillere Abask-Kerket veya KAFKAS-İBER dil ailesi, derler.
• İSPANYA’nın kuzeydoğusunda, Fransa’yla sınırdaş olan BASKLAND‘da, yaşayan BASK’lar da aynı dil ailesindendir.
• Biz, diasporada yaşayan Kafkasya kökenliler, birlik sağlamak üzere, belli bir dönem Çerkes kelimesini kullanmışızdır. Halen de gerektiğinde kullanmaktayız. Ancak Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra oluşan ulusal devletler nedeniyle, kendi ulusal kimliğimizi artık daha fazla öne çıkarmaktayız.
• Ayrı ulusal devlet ve ulusal kimlik adlarını kullanmak, Kafkasya kökenlilerin bölün-mesine sebep olmamaktadır. Çünkü biz Kafkasyalılar olarak, hepimiz birbirimizi kardeş olarak biliriz. Bu nedenle de; ulusal isimlerimizi kullanmak ve birbirimize adımızla hitap etmek, ayrılığa sebep olmamıştır.
• Ayrıca bu bize, daha rahat politika yapma ve üretme serbestliği de tanımıştır. Örneğin;
• Abhazya’daki savaş sırasında, ülkemize yıllar önce gelip yerleşen Grekler ve Ermeniler, Faşist işgalci Gürcü birliklerine karşı, bizimle birlikte savaştılar.
• Oysa Adige Cumhuriyeti’nde; Adigelerle, Ermenilerin aralarının soğuk olduğunu biz biliriz..
• Çeçenler’in çoğu, Ruslardan hoşlanmaz ve büyük bölümü Ruslarla birlikte olmak istemez.
• Abhazyalıların çoğunluğunun tercihi ise; Rusya ile eşitlik temelinde birlikte, yaşa-maktan yanadır.
• Bunlara benzer iç ve dış olgulara karşı, tavır konusunda ki bazı ayrılıklar, ulusal devletlerimize ve Diaspora’ya yansıdığında; kardeşlerimize; kendi somut durumu-muzu ve olaya ilişkin düşüncelerimizi gerekçeleriyle birlikte net olarak, açıklarız. Görüşlerimizi karşılıklı olarak asla dayatmayız. Netice olarak, politik ve taktik ayrılıklarımız! müttefiklerimizin çoğalmasına yol açar.
• Bu durum; tüm “Çerkes” toplumu için, yeni avantajlar! ortaya çıkarır.
Yine biliyoruz ki; her sene, Ağustos ve Eylül aylarında ABHAZYA, avrupa televizyonlarının gündemine çıkarılır. Bu programların, Abhazya’nın bağımsızlık mücadelesi süreçlerinin, kritik dönemlerine rastlatılması ilginçtir!
• Bu televizyon programları; Abhaz-Gürcü meselesini Gürcüstan, ABD, Almanya ve Türkiye’nin istediği biçimde çözülmesini önermekte ve Gürcü faşistlerini mağdur olmuş taraf olarak yansıtmaktadır,
• Bu program yapımcıları; Abhazya-Gürcüstan sorununun, Gürcüstanın toprak bütünlüğü içerisinde çözülmesini istemektedirler.
• Bu programlar; Bağımsız Abhazya Cumhuriyetini, STALİN’in yaptığı gibi, tekrar Otonom cumhuriyet statüsüne indirerek; Abhazya vatandaşlarının yaşam hakkını, Faşist Gürcülerin insafına bırakarak ve tarihsel vatanlarını yok ederek, çözülmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu nedenle de bunlar, Faşist Gürcülerin işledikleri ve işlemeye devam edecekleri, insanlık suçuna iştirak etmektedirler.
• Bu programlar, Abhazları ve Abhazya’yı tarih sahnesinden yok etme planına hizmet ettiği için, Gürcüstan yanlısıdır.
• Bu programlar; Avrupalıların ve ABD’nin biz Kafkasya Kökenliler’e, Abhazya’ya ve ABHAZ toplumuna, nasıl baktığını,
• Çeçenistan’ı destekleyenlerin, niye Abhazya’ya düşman olduklarını,
• Türk ve Kürt Devrimcilerinin, 1992 - 1993 yılları arasındaki aymazlıklarını,
• Her halkın, önce kendi gücüne güvenmesi gerektiğini, ayrıca kendisini savu-nacak örgütlerini de yaratmasının şart olduğunu,
• KAFKASYALILAR BİRLİĞİ ’nin, Abhazya’ya yapılacak yeni bir saldırıyı destekle-yecek olanları, 1 Ekim 1993 ve 2 Aralık 1995 ’de yayınladığı bildirileriyle, nasıl uyardığını, hatırlatmaktadır!.
Biz, bu noktalardan yola çıkarak, düşüncelerimizi genel hatlarıyla tekrarlamak istiyoruz;
• Anavatanımız bellidir. Bu yüzden; kimsenin ülkesinde gözümüz yoktur!.
• Kimsenin canını veya malını, yok etmek istemiyoruz!.
• Bu nedenlerden dolayıdır ki; hiçbir devlet bizim ülkemiz aleyhine, çalışma yapma-malıdır!
• Her devlet ve onun insanları, kendi işlerine bakıp, huzur içinde ve mutlu olarak yaşamaya devam etsinler!.
• Bizim ülkemize saldırmak isteyen Gürcüstan’dır...
• Fakat biz şunu çok iyi biliyoruz. Gürcü Faşistlerinin arkasında; ABD ve RUSYA bile olsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti istemezse, Gürcüstan, kesinlikle ülkemize saldıramaz!
İşte, onun için hep diyoruz ki,
“KAFKASYA KÖKENLİLER;
TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİ ve
GÜÇLENMESİ İÇİN VERİLEN MÜCADELELERE,
MUTLAKA DESTEK SUNMALIDIR !..“
ABAZA KENAN
• Türkiye’de kullanılan “ÇERKES“ kelimesi; Almanca “Tscherkess“ ingilizce “Circassien“, XENAPHON ve SKYLAX isimli Yunanlılar tarafından kullanılan “Cercetae”, “Cercet”, “Kerket” kelimelerinden türeyerek, Türkçeye ve diğer dillere geçmiştir.
• ÇERKES kelimesi;“genel olarak” Adigeler, Abhazlar ve Ubıhlar’ı tanımlamak için kullanılır. Bunların dil ailesi; Kuzeybatı Kafkas dil grubuna girmektedir. Bu dillere Abask-Kerket veya KAFKAS-İBER dil ailesi, derler.
• İSPANYA’nın kuzeydoğusunda, Fransa’yla sınırdaş olan BASKLAND‘da, yaşayan BASK’lar da aynı dil ailesindendir.
• Biz, diasporada yaşayan Kafkasya kökenliler, birlik sağlamak üzere, belli bir dönem Çerkes kelimesini kullanmışızdır. Halen de gerektiğinde kullanmaktayız. Ancak Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra oluşan ulusal devletler nedeniyle, kendi ulusal kimliğimizi artık daha fazla öne çıkarmaktayız.
• Ayrı ulusal devlet ve ulusal kimlik adlarını kullanmak, Kafkasya kökenlilerin bölün-mesine sebep olmamaktadır. Çünkü biz Kafkasyalılar olarak, hepimiz birbirimizi kardeş olarak biliriz. Bu nedenle de; ulusal isimlerimizi kullanmak ve birbirimize adımızla hitap etmek, ayrılığa sebep olmamıştır.
• Ayrıca bu bize, daha rahat politika yapma ve üretme serbestliği de tanımıştır. Örneğin;
• Abhazya’daki savaş sırasında, ülkemize yıllar önce gelip yerleşen Grekler ve Ermeniler, Faşist işgalci Gürcü birliklerine karşı, bizimle birlikte savaştılar.
• Oysa Adige Cumhuriyeti’nde; Adigelerle, Ermenilerin aralarının soğuk olduğunu biz biliriz..
• Çeçenler’in çoğu, Ruslardan hoşlanmaz ve büyük bölümü Ruslarla birlikte olmak istemez.
• Abhazyalıların çoğunluğunun tercihi ise; Rusya ile eşitlik temelinde birlikte, yaşa-maktan yanadır.
• Bunlara benzer iç ve dış olgulara karşı, tavır konusunda ki bazı ayrılıklar, ulusal devletlerimize ve Diaspora’ya yansıdığında; kardeşlerimize; kendi somut durumu-muzu ve olaya ilişkin düşüncelerimizi gerekçeleriyle birlikte net olarak, açıklarız. Görüşlerimizi karşılıklı olarak asla dayatmayız. Netice olarak, politik ve taktik ayrılıklarımız! müttefiklerimizin çoğalmasına yol açar.
• Bu durum; tüm “Çerkes” toplumu için, yeni avantajlar! ortaya çıkarır.
Yine biliyoruz ki; her sene, Ağustos ve Eylül aylarında ABHAZYA, avrupa televizyonlarının gündemine çıkarılır. Bu programların, Abhazya’nın bağımsızlık mücadelesi süreçlerinin, kritik dönemlerine rastlatılması ilginçtir!
• Bu televizyon programları; Abhaz-Gürcü meselesini Gürcüstan, ABD, Almanya ve Türkiye’nin istediği biçimde çözülmesini önermekte ve Gürcü faşistlerini mağdur olmuş taraf olarak yansıtmaktadır,
• Bu program yapımcıları; Abhazya-Gürcüstan sorununun, Gürcüstanın toprak bütünlüğü içerisinde çözülmesini istemektedirler.
• Bu programlar; Bağımsız Abhazya Cumhuriyetini, STALİN’in yaptığı gibi, tekrar Otonom cumhuriyet statüsüne indirerek; Abhazya vatandaşlarının yaşam hakkını, Faşist Gürcülerin insafına bırakarak ve tarihsel vatanlarını yok ederek, çözülmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu nedenle de bunlar, Faşist Gürcülerin işledikleri ve işlemeye devam edecekleri, insanlık suçuna iştirak etmektedirler.
• Bu programlar, Abhazları ve Abhazya’yı tarih sahnesinden yok etme planına hizmet ettiği için, Gürcüstan yanlısıdır.
• Bu programlar; Avrupalıların ve ABD’nin biz Kafkasya Kökenliler’e, Abhazya’ya ve ABHAZ toplumuna, nasıl baktığını,
• Çeçenistan’ı destekleyenlerin, niye Abhazya’ya düşman olduklarını,
• Türk ve Kürt Devrimcilerinin, 1992 - 1993 yılları arasındaki aymazlıklarını,
• Her halkın, önce kendi gücüne güvenmesi gerektiğini, ayrıca kendisini savu-nacak örgütlerini de yaratmasının şart olduğunu,
• KAFKASYALILAR BİRLİĞİ ’nin, Abhazya’ya yapılacak yeni bir saldırıyı destekle-yecek olanları, 1 Ekim 1993 ve 2 Aralık 1995 ’de yayınladığı bildirileriyle, nasıl uyardığını, hatırlatmaktadır!.
Biz, bu noktalardan yola çıkarak, düşüncelerimizi genel hatlarıyla tekrarlamak istiyoruz;
• Anavatanımız bellidir. Bu yüzden; kimsenin ülkesinde gözümüz yoktur!.
• Kimsenin canını veya malını, yok etmek istemiyoruz!.
• Bu nedenlerden dolayıdır ki; hiçbir devlet bizim ülkemiz aleyhine, çalışma yapma-malıdır!
• Her devlet ve onun insanları, kendi işlerine bakıp, huzur içinde ve mutlu olarak yaşamaya devam etsinler!.
• Bizim ülkemize saldırmak isteyen Gürcüstan’dır...
• Fakat biz şunu çok iyi biliyoruz. Gürcü Faşistlerinin arkasında; ABD ve RUSYA bile olsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti istemezse, Gürcüstan, kesinlikle ülkemize saldıramaz!
İşte, onun için hep diyoruz ki,
“KAFKASYA KÖKENLİLER;
TÜRKİYE’NİN DEMOKRATİKLEŞMESİ ve
GÜÇLENMESİ İÇİN VERİLEN MÜCADELELERE,
MUTLAKA DESTEK SUNMALIDIR !..“
ABAZA KENAN
Diaspora örgütlerinden ERMENISTAN'A çağrı: "Abhazya'yı tanıyın..."
Kafkasya’da son dönemde yaşanan sıcak gelişmelerin ardından, Abhazya Cumhuriyetimizin bağımsızlığının diğer ülkeler tarafından tanınması tekrar dünya gündemine oturmuştur.
Başta Federasyonumuz olmak üzere Türkiye diasporasındaki örgütlerimiz de, Abhazya’nın tanınmasıyla ilgili taleplerimizi içeren birer mektup hazırlayarak, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Dmitry Medvedev’e iletmişlerdir.
Federasyonumuzun mektubu aşağıdaki gibidir:
"Sayın Ekselansları
Dmitry Anatolyevich Medvedev
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı
Sayın Ekselansları,
8 Ağustos 2008 günü Güney Osetya’ya Gürcistan ordusunun soykırım ve etnik temizlik amacıyla başlattığı saldırı, Türkiye’de yaşayan 7 milyonluk Kuzey Kafkasya diasporası tarafından büyük bir kaygı ve endişe ile izlenmiştir. Türkiye’nin her bölgesinde örgütlü olan 56 Kafkas derneğinin oluşturduğu Kafkas Dernekleri Federasyonu olarak bizler Osetya ve Abhaz halklarına yönelik bu saldırı karşısında çeşitli ortamlarda tepkilerimizi dile getirdik.
Gürcistan’ın özellikle Mikhail Saakaşvili yönetime geldikten sonra izlediği saldırgan politikaları, hızla silahlanması ve gerek Abhazya’da, gerekse Güney Osetya’da sivillere ve barış gücü askerlerine yönelik terörist saldırıları ve provokasyonları, Abhazya ve Güney Osetya’ya yönelik bir saldırının belirtilerini vermekteydi. Nitekim 8 Ağustos günü Gürcistan’ın askeri-sivil hedef ayırt etmeksizin Tshinval’i ağır bir bombardımana tutarak Oset halkına yönelik başlattığı imha harekatı, sadece Rusya barış gücü askerlerinin kararlı ve dirençli tepkisi ile durdurulabilmiştir. Hiç şüphemiz yoktur ki, bölgede Rusya Federasyonu yerine başka ülkelerin barış gücü askerleri bulunsaydı, daha önceki örneklerde de görüldüğü gibi saldırganlar durdurulmayacaktı. Rusya barış gücünün Oset halkını yok olmaktan kurtaran cesur ve kararlı direnişinden dolayı kutluyor ve en samimi şükranlarımızı iletiyoruz.
8 Ağustos günü Gürcistan’ın gerçekleştirmiş olduğu acımasız saldırı ve zorbalık, Güney Osetya ve Abhazya’da yaşayan insanların güvenlik ve huzurunu güvence altına alacak tek statünün bağımsızlık olduğunu herkese göstermiştir. Gerek Güney Osetya ve Abhazya’da kuşatma ve saldırı tehdidi altında yaşayan Osetler ve Abhazlar, gerekse Türkiye’de ve diğer ülkelerde yaşayan Kafkas diasporası bağımsızlığı tek seçenek olarak görmektedir. Bu saldırı ve savaş, Gürcistan’ın vaatlerine ve onu destekleyen ülkelerin sahte güvencelerine asla güvenilemeyeceğinin son kanıtı olmuştur.
Güney Osetya ve Abhazya, 1991-92 ve 1992-93’deki savaşlardan sonra, her türlü olumsuz koşullara ve tehditlere karşın insan haklarına saygı ve demokratik ilkeler temelinde devlet organlarını geliştirmişler, kendi ülkelerinde egemenliklerini kurmuş ve korumuşlar, özellikle Rusya Federasyonu’ndaki birimler ile idari, ekonomik ve kültürel ilişkilerini geliştirmişlerdir. Son 15 yıl içerisinde Güney Osetya ve Abhazya’da ki gelişmeler, bu iki ülkenin uluslararası hukukta tanımlanan haliyle “devlet” kurduklarını ve bağımsız devletler olarak siyasi, ekonomik ve kültürel varlıklarını sürdürebileceklerini göstermektedir.
Sayın Ekselansları,
Türkiye’deki Kafkas diasporası olarak şahsınızda Rusya Federasyonundan beklentimiz Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarını tanımanızdır. Bağımsızlık yolunda Güney Osetya ve Abhazya hükümetlerinin alacakları tüm kararları diaspora olarak desteklediğimizi tekrar belirtiyor en derin saygılarımızı sunuyoruz.
Cihan Candemir
Kafkas Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı
Başta Federasyonumuz olmak üzere Türkiye diasporasındaki örgütlerimiz de, Abhazya’nın tanınmasıyla ilgili taleplerimizi içeren birer mektup hazırlayarak, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Dmitry Medvedev’e iletmişlerdir.
Federasyonumuzun mektubu aşağıdaki gibidir:
"Sayın Ekselansları
Dmitry Anatolyevich Medvedev
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı
Sayın Ekselansları,
8 Ağustos 2008 günü Güney Osetya’ya Gürcistan ordusunun soykırım ve etnik temizlik amacıyla başlattığı saldırı, Türkiye’de yaşayan 7 milyonluk Kuzey Kafkasya diasporası tarafından büyük bir kaygı ve endişe ile izlenmiştir. Türkiye’nin her bölgesinde örgütlü olan 56 Kafkas derneğinin oluşturduğu Kafkas Dernekleri Federasyonu olarak bizler Osetya ve Abhaz halklarına yönelik bu saldırı karşısında çeşitli ortamlarda tepkilerimizi dile getirdik.
Gürcistan’ın özellikle Mikhail Saakaşvili yönetime geldikten sonra izlediği saldırgan politikaları, hızla silahlanması ve gerek Abhazya’da, gerekse Güney Osetya’da sivillere ve barış gücü askerlerine yönelik terörist saldırıları ve provokasyonları, Abhazya ve Güney Osetya’ya yönelik bir saldırının belirtilerini vermekteydi. Nitekim 8 Ağustos günü Gürcistan’ın askeri-sivil hedef ayırt etmeksizin Tshinval’i ağır bir bombardımana tutarak Oset halkına yönelik başlattığı imha harekatı, sadece Rusya barış gücü askerlerinin kararlı ve dirençli tepkisi ile durdurulabilmiştir. Hiç şüphemiz yoktur ki, bölgede Rusya Federasyonu yerine başka ülkelerin barış gücü askerleri bulunsaydı, daha önceki örneklerde de görüldüğü gibi saldırganlar durdurulmayacaktı. Rusya barış gücünün Oset halkını yok olmaktan kurtaran cesur ve kararlı direnişinden dolayı kutluyor ve en samimi şükranlarımızı iletiyoruz.
8 Ağustos günü Gürcistan’ın gerçekleştirmiş olduğu acımasız saldırı ve zorbalık, Güney Osetya ve Abhazya’da yaşayan insanların güvenlik ve huzurunu güvence altına alacak tek statünün bağımsızlık olduğunu herkese göstermiştir. Gerek Güney Osetya ve Abhazya’da kuşatma ve saldırı tehdidi altında yaşayan Osetler ve Abhazlar, gerekse Türkiye’de ve diğer ülkelerde yaşayan Kafkas diasporası bağımsızlığı tek seçenek olarak görmektedir. Bu saldırı ve savaş, Gürcistan’ın vaatlerine ve onu destekleyen ülkelerin sahte güvencelerine asla güvenilemeyeceğinin son kanıtı olmuştur.
Güney Osetya ve Abhazya, 1991-92 ve 1992-93’deki savaşlardan sonra, her türlü olumsuz koşullara ve tehditlere karşın insan haklarına saygı ve demokratik ilkeler temelinde devlet organlarını geliştirmişler, kendi ülkelerinde egemenliklerini kurmuş ve korumuşlar, özellikle Rusya Federasyonu’ndaki birimler ile idari, ekonomik ve kültürel ilişkilerini geliştirmişlerdir. Son 15 yıl içerisinde Güney Osetya ve Abhazya’da ki gelişmeler, bu iki ülkenin uluslararası hukukta tanımlanan haliyle “devlet” kurduklarını ve bağımsız devletler olarak siyasi, ekonomik ve kültürel varlıklarını sürdürebileceklerini göstermektedir.
Sayın Ekselansları,
Türkiye’deki Kafkas diasporası olarak şahsınızda Rusya Federasyonundan beklentimiz Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarını tanımanızdır. Bağımsızlık yolunda Güney Osetya ve Abhazya hükümetlerinin alacakları tüm kararları diaspora olarak desteklediğimizi tekrar belirtiyor en derin saygılarımızı sunuyoruz.
Cihan Candemir
Kafkas Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı
RUSYA FEDERASYONU PARLAMENTER MECLİSİ ABHAZYA VE GÜNEY OSETYA'NIN BAĞIMSIZLIKLARININ KABULÜ İÇİN YAPTIĞI OYLAMADA RUSYA DEVLET BAŞKANI DİMİTRİ MEDVED
RUSYA FEDERASYONU PARLAMENTER MECLİSİ ABHAZYA VE GÜNEY OSETYA'NIN BAĞIMSIZLIKLARININ KABULÜ İÇİN YAPTIĞI OYLAMADA RUSYA DEVLET BAŞKANI DİMİTRİ MEDVEDEV' VE DEVLET YÖNETİMİNE OY BİRLİĞİ İLE ÜLKELERİN BAĞIMSIZLIĞININ KABUL EDİLMESİ ÇAĞRISINDA BULUNDU.
25/08/2008. Rusya federasyonu Parlamenter Meclisi moskova saati ile 10:00 da yapmış olduğu toplantıda, Abhazya ve Güney Osetya Cumhuriyetleri'nin "bağımsızlıklarının kabulü" çağrısını görüştü.
Rusya Parlamentosu meclis Başkanı Sergey MİRONOV; yapmış olduğu açıluış konuşmasında "Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının tanınması için gereken her türlü tarihi ve yasal koşullar bulunmaktadır" vurgulamasında bulundu.
Güney Osetya Devlet Başkanı Eduard KOKOYTI; parlamenterlere hitaben yapmış olduğu konuşmada "Bizim Kosova'dan daha fazla uluslararası yasalara göre bağımsızlık hakkı bulunmaktadır., ne zman ben "biz" diyorsam bu bilinmelidir ki Abhazya ve Güney Osetya diyorum." vurgulamasında bulunarak Rusya Federasyonu'nun Gürcistan'ın Güney Osetya'ya yaptığı saldırı karşısında ülkelerini korumaları ve yaşanan "soykırım"dan sonra yardımda bulunmalarına teşekkür etti.
Abhazya Devlet Başkanı Sergey BAGAPŞ "bizler 15 yıldır, Gürcistan'a askeri yardımda bulunan ve silah satan ABD ve Avrupa ülkelerinin yönetimlerine, yapmış oduğunuz bu askeri yardımların Gürcistan tarafından Abhazya ve Güney Osetya halklarına karşı kullanılacağını belirttik. Ancak bizlerin bu çağrılarınıa karşılık olarak onlar bizlere karşı "kulaklarını tıkadılar". 15 yıldır Gürcistan'ın saldırıları sırasında 106 tane rus barış gücü askeri öldürüldü. Bizler onların ailelerinden özür diliyoruz. Bu silahlanmanın sonucunda Tsinvali'de yaşananları bütün dünya gördü. Bizler eskiden de olduğu gibi 15 yıldır bağımsız olarak yaşıyoruz. Ve yaşayacağız da. Bu bilinmelidir ki Abhazya ve Güney Osetya halkları Gürcistan ile bir devlet yapısı altında yaşayamazlar." dedi.
Rusya Parlamentosu; toplantı sonucunda hazırlanan "Abhazya ve Güney Osetya'nın Bağımsızlığının Tanınması Belgesi"ni toplantıda bulunan 130 Parlamenterin tamamı tarafından kabul edilmesi ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Dimitri MEDVEDEV ve Devlet Yönetimine iletilmesine karar verdi.
25/08/2008. Rusya federasyonu Parlamenter Meclisi moskova saati ile 10:00 da yapmış olduğu toplantıda, Abhazya ve Güney Osetya Cumhuriyetleri'nin "bağımsızlıklarının kabulü" çağrısını görüştü.
Rusya Parlamentosu meclis Başkanı Sergey MİRONOV; yapmış olduğu açıluış konuşmasında "Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlıklarının tanınması için gereken her türlü tarihi ve yasal koşullar bulunmaktadır" vurgulamasında bulundu.
Güney Osetya Devlet Başkanı Eduard KOKOYTI; parlamenterlere hitaben yapmış olduğu konuşmada "Bizim Kosova'dan daha fazla uluslararası yasalara göre bağımsızlık hakkı bulunmaktadır., ne zman ben "biz" diyorsam bu bilinmelidir ki Abhazya ve Güney Osetya diyorum." vurgulamasında bulunarak Rusya Federasyonu'nun Gürcistan'ın Güney Osetya'ya yaptığı saldırı karşısında ülkelerini korumaları ve yaşanan "soykırım"dan sonra yardımda bulunmalarına teşekkür etti.
Abhazya Devlet Başkanı Sergey BAGAPŞ "bizler 15 yıldır, Gürcistan'a askeri yardımda bulunan ve silah satan ABD ve Avrupa ülkelerinin yönetimlerine, yapmış oduğunuz bu askeri yardımların Gürcistan tarafından Abhazya ve Güney Osetya halklarına karşı kullanılacağını belirttik. Ancak bizlerin bu çağrılarınıa karşılık olarak onlar bizlere karşı "kulaklarını tıkadılar". 15 yıldır Gürcistan'ın saldırıları sırasında 106 tane rus barış gücü askeri öldürüldü. Bizler onların ailelerinden özür diliyoruz. Bu silahlanmanın sonucunda Tsinvali'de yaşananları bütün dünya gördü. Bizler eskiden de olduğu gibi 15 yıldır bağımsız olarak yaşıyoruz. Ve yaşayacağız da. Bu bilinmelidir ki Abhazya ve Güney Osetya halkları Gürcistan ile bir devlet yapısı altında yaşayamazlar." dedi.
Rusya Parlamentosu; toplantı sonucunda hazırlanan "Abhazya ve Güney Osetya'nın Bağımsızlığının Tanınması Belgesi"ni toplantıda bulunan 130 Parlamenterin tamamı tarafından kabul edilmesi ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Dimitri MEDVEDEV ve Devlet Yönetimine iletilmesine karar verdi.
ERMENİSTAN; YUKARI KARABAĞ CUMHURİYETİNİ TANIDIĞINI BELİRTİRKEN ABHAZYA VE GÜNEY OSETYA'NIN DA BAĞIMSIZLIKLARINI TANIYABİLİR.
ERMENİSTAN; YUKARI KARABAĞ CUMHURİYETİNİ TANIDIĞINI BELİRTİRKEN ABHAZYA VE GÜNEY OSETYA'NIN DA BAĞIMSIZLIKLARINI TANIYABİLİR.
22/08/2008. Avrupalı diplomatlar ile görüşen REGNUM Haber Ajanıs muhabirinin bildirdiğine göre Erivan yönetimi 25 Ağustos 2008 tarihinde Yukarı karabağ'ın bağımsızlığını tanıyacaktır. Diplomatlar "eğer Erivan Yönetimi Yukarı Karabağ Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını tanırsa aynı anda Abhazya ve Güney Osetya'nın da bağımsızlığını tanıyacaktır" dediler.
Abhazya ve Güney Osetya 21 Ağustos 2008 tarihinde Rusya Federayonu Yönetimi, Rusya Federasyonu Parlamento Meclisi ve Rusya Federasyonu Duma Meclisi'nden bağımsızlıklarının tanınmasını istediler. Rusya Federasyonu Parlamentosu ve DUMA Meclisi 25 Ağustos 2008 tarihinde konu ile ilgili olarak toplanacaklar.
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Dimitri MEDVEDEV; daha önce yapmış olduğu açıklamada, Abhazya ve Güney osetya halklarının kendi kaderleri ile ilgil olarak alacakları kararlara saygı duyacaklarını ve bu kararı uluslararası arenada da destekleyeceklerini belirtmişti.
22/08/2008. Avrupalı diplomatlar ile görüşen REGNUM Haber Ajanıs muhabirinin bildirdiğine göre Erivan yönetimi 25 Ağustos 2008 tarihinde Yukarı karabağ'ın bağımsızlığını tanıyacaktır. Diplomatlar "eğer Erivan Yönetimi Yukarı Karabağ Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını tanırsa aynı anda Abhazya ve Güney Osetya'nın da bağımsızlığını tanıyacaktır" dediler.
Abhazya ve Güney Osetya 21 Ağustos 2008 tarihinde Rusya Federayonu Yönetimi, Rusya Federasyonu Parlamento Meclisi ve Rusya Federasyonu Duma Meclisi'nden bağımsızlıklarının tanınmasını istediler. Rusya Federasyonu Parlamentosu ve DUMA Meclisi 25 Ağustos 2008 tarihinde konu ile ilgili olarak toplanacaklar.
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Dimitri MEDVEDEV; daha önce yapmış olduğu açıklamada, Abhazya ve Güney osetya halklarının kendi kaderleri ile ilgil olarak alacakları kararlara saygı duyacaklarını ve bu kararı uluslararası arenada da destekleyeceklerini belirtmişti.
ABAZA HALKININ SESI
(Abhazya'nın düşmanlarından eskinin Mao'cusu, şimdinin "Türkiye Türklerindir" diyen, Gazetenin yazarlarından Hadi Uluengin'e)
Yazar: José Marti Küba Dostluk Derneği Yönetim Kurulu
Hadi Uluengin,
Bu metin, 1 Nisan 2008 tarihinde Hürriyet gazetesindeki "Fidel'e Destan Cehalet Bostan" başlıklı köşe yazınıza binaen kaleme alınmıştır. José Marti Küba Dostluk Derneği olarak söz konusu yazınızdaki tek isabetli unsurun cehalete dair vurgunuz olduğunu düşünüyoruz. Ancak ortada bir cehalet varsa, bu cehalet sizinkinden başkası değildir.
Açıkçası kendi geçmişinize küfretmeniz, kendinizi inkâr etmeniz, hayatınızın bir dönemini cinnet ya da nöbet olarak adlandırarak cinnete/psikiyatrik nöbetlere olan meylinizi sık sık ifşa etmeniz bizi ilgilendirmiyor. Bu yöntem, ülkemizde sizin tarafınızdan ve bir dizi arkadaşınızca etkili biçimde kullanılan bir geçim kapısıdır. Ancak, Türkiye halkının büyük bölümünün oldukça anlaşılır ve sandığınızdan çok daha siyasal gerekçelerle Küba'ya hissettiği dostane duygulara karşı gösterdiğiniz tahammülsüzlük ve dünyanın bir diğer köşesinde eşitlik ve özgürlük temelinde kendi ayakları üzerinde durabilen bir ülkenin inşasına uğraşan, tüm Latin Amerika halklarına ilham kaynağı olan milyonlarca insana karşı girişmiş olduğunuz terbiye yoksunu saldırı José Marti Küba Dostluk Derneği olarak bizi yakından ilgilendirmektedir.
Uluengin,
Türkiye halkı, Küba'ya baktığında ulusal egemenlik mekanizmalarını kendi eline almış, iç ve dış politikada bağımsız bir ülke görmekte, daha yakından bakanlar Küba'nın bu egemenlik mekanizmalarını tüm nüfusa yaydığını fark etmektedir.
Türkiye halkı, Küba'ya baktığında eşit ve parasız eğitim ve sağlık rüyasını gerçek kılmış bir ülke görmektedir. Biraz daha dikkatli bakılınca kıt kaynaklara sahip olan, üstüne üstlük ABD ablukasına direnen bir ülkenin dünyanın dört bir yanında on binlerce doktoruyla yoksul insanlara ücretsiz sağlık hizmeti sağladığı da görülebilmektedir.
Türkiye halkı, Küba'ya bakınca tahayyül edemeyeceğimiz kadar ucuz ve sağlıklı konutlarda yaşamanın merkezi önemde bir sorun olarak ele alındığı, tüm yurttaşlarının bu hakka kavuşmasını öncelikli hedef olarak önüne koyan bir ülke görmektedir.
Okyanusların ötesinde bulunan, bugün bağımsızlığını kaybetmekle yüz yüze gelmiş bir halkın evlatları tarafından tüm bunların çıplak gözle bakıldığında görülebilmesi, yukarıdaki saptamaların, sizin gibi köşe sahiplerinin kara çalmaları ile üzerleri örtülemeyecek birer vakıa olduğunu göstermektedir. Bu durum Küba Devrimi'nin bütün insanlığı ileriye götürme, daha güzel, onurlu bir gelecek inşa etme uğraşında bugüne değin önemli başarılar elde ettiğinin bir göstergesidir.
Hadi Bey,
Argümanlarımızın sizinkiler gibi "cehalet bostanı"nda yetişmediğini gösterebilmek adına birkaç veri vermek ve kimi bilgileri buraya aktarmak faydalı olacaktır. Ancak burada bilgi eksikliğinizi gidermek gibi bir amacımız olmadığını söylememiz gerekiyor. Tüm dünyada insanlığın soluk borularının emperyalist merkezler ve tekellerce tıkandığı, özgürlükten yalnızca sermayenin önündeki engelerin kaldırılmasının anlaşıldığı, insanlığın asırlardan bu yana biriktirmiş olduğu değerlerin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı ve nihayet tüm insanlığın korku, açlık, işsizlik gibi şantaj mekanizmaları ile onursuzluğa mahkûm edildiği böylesi bir dönemde tüm bunlara karşı ayakta duran ve insanlığın onurunu kurtaran küçücük bir adaya ağız dolusu küfürler etmek bilgi eksikliği ile değil ancak derin bir ahlaki yoksunluk ile açıklanabilir.
Küba hakkında netliğe kavuşturulması gereken noktalardan ilki özgürlük ve demokrasi ile ilişkili...
Küba'da özgürlükler, sosyal haklar ve ulusal egemenlik, 2002'de mevcut halini almış olan anayasa tarafından güvence altındadır. Küba Anayasası'nın 6. ve 7. bölümleri "eşitlik" ilkesinin hayata geçiş mekanizmalarının somutlanışı ile "temel hak ve hürriyetler"e ayrılmıştır. Kübalıların gelişmiş kapitalist ülke insanlarının dahi sahip olmadığı pek çok hakka sahip olduğunu ilk-gençlik yıllarınızda okumuş olduklarınızın üzerine bir şeyler koymak ihtiyacı hissettiğinizde hemen göreceksiniz. Bunun yanı sıra, demokrasi ve seçimler kapitalist dünyada çok kötü sergilenen bir temsil halini almışken ve söz konusu "demokratik" mekanizmalar uluslararası tekellerin çıkarlarının tasdikinden başka bir anlama gelmez durumdayken, Küba sosyalist demokrasinin en gelişkin biçimini hayata geçirme ve bunu mükemmelleştirme uğraşı içindedir. Küba demokrasisi, ülkemizin verili durumu içinde hayal dahi edemeyeceğimiz pek çok "yabancı" unsur taşımaktadır. Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal, 20 Ekim 2007 tarihinde soL gazetesindeki yazısında (http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=15317) Küba'daki demokratik katılım mekanizmalarını oldukça net bir biçimde anlatmaktadır. Özetleyecek olursak:
-Küba'da belediyeler düzeyinde doğrudan demokrasi benzeri bir sistem vardır. Belediye meclisi üyeleri mahalle toplantıları ile seçilmektedir.
-Küba Komünist Partisi, bir seçim partisi değildir, halkın öncülüğünde oluşturulmuş bir siyasi güç olarak, toplumun rehberi ve yönlendiricisidir. Ne aday önermelerine ne de seçimlere müdahale etmektedir, tüm bunları doğrudan halk yapmaktadır.
-Gizli ve doğrudan oy kullanılmakta ve oy kullanma işlemi zorunlu tutulmamaktadır.
-16 yaşın üzerinde her vatandaş seçme ve seçilme hakkına sahiptir.
-Temsilciler genelde halkın çıkarlarına cevap vermeyen bir sınıfı temsil eden, elit siyasi sınıf arasından ya da bunu amaçlayan herhangi bir parti tarafından seçilmezler.
-Küba'nın demokratik sistemi, seçilmiş bir adayın, görevlerini yerine getirmediği takdirde yine aynı seçmenler tarafından görevinden alınabilmesini sağlamaktadır. Ayrıca, seçilmiş temsilciler, yaptıklarının hesabını seçmenlerin önünde periyodik olarak vermek zorundadır.
-Bir kişinin seçilmesi için parasının olması gerekmemektedir.
-Milletvekilleri hiç bir imtiyaza sahip değildir. Seçilmeden önceki maaşlarını milletvekillikleri esnasında almaya devam etmektedirler.
Küba'da son seçimler 2007'nin Ekim ayından başlayarak 2008 Ocak'ına dek sürmüştür. Bu seçimlerin son etabı olan genel seçimlerde katılım %96,89 oranında gerçekleşmiş, Fidel Castro %98,27 ve Raul Castro %99,37 gibi oldukça büyük halk desteği ile yeniden milletvekilliğine seçilmişlerdir. Bu seçimlerin ardından da Fidel, artık Devlet Başkanı görevini üstlenmeyeceğini açıklamıştır. Dolayısıyla Fidel Castro'ya dönük diktatör suçlamanızın hiçbir nesnel temeli yoktur. Eminiz ki; bu yazınızda değinmeseniz dahi bir sonrakinde mutlaka atlamayacağınız mesele Raul Castro'nun devlet başkanlığına seçilmesi olacaktır. Ona ilişkin söylenecek ise şudur: Fidel, hastalığı esnasında görevi kardeşine değil; anayasaya uygun biçimde Devlet Başkan Yardımcısı'na devretmiştir. Raul, bu görevi üstlendiği için Devlet Başkanlığı'na vekâlet etmiştir. Fidel'in Devlet Başkanlığı'na aday olmayacağını belirtmesinin ardından ise Devlet Başkanı milletvekilleri tarafından seçilmiştir. Raul, Fidel'in kardeşi olduğu için değil, Küba Devrimi'nin bir önderi ve Küba halkının sevgilisi olduğu için, sosyalist Küba'nın kazanımlarına sahip çıkacağına olan inançla devlet başkanlığına seçilmiştir.
Raul'ün ardındaki halk desteğinin boyutları ise yukarıda aktardığımız oy oranlarından anlaşılmaktadır. Son dönem başka bir bağlamda ve ülkemiz özelinde yazılarınıza yansıyan "çoğunluk" merakınızla yapmış olduğunuz diktatör suçlaması çelişmemekte midir, Uluengin?
Üstüne üstlük yazınızın son kısmında talihsizlik ya da kalem sürçmesi ile açıklanamayacak büyük bir skandala imza atmış durumda olduğunuzun farkında mısınız acaba? Devrim öncesi Küba topraklarını devrimcilerin ve yurtseverlerin kanları ile sulayan Batista, yalnızca Küba'da değil tüm insanlık nezdinde meşruiyetini kaybetmiş bir diktatör konumundaydı. Bunu ABD yanlıları da dâhil olmak üzere dönemin dünya basınının Küba Devrimi'ne ilişkin değerlendirmelerinde görmeniz gayet olasıdır. Batista'nın kanlı diktatörlüğünü sizin "ah nerede o eski güzel günler" olarak anmanıza neden olan ise Kübalı ve ABD'li emekçilerden çalınan paralarla inşa edilen kumarhane, fuhuş ve Küba'nın zenginliklerini sömüren tekellerin egemenliğine dayalı bir ekonomidir. Bunun güzellemesinin yapılması olsa olsa sizin üslubunuzla mümkün olabilirdi. Kaldı ki tablonun sosyal adalet, gelir dağılımı gibi başlıklarda sizin anlattığınız denli parlak olmadığına ilişkin verileri de talep ettiğiniz takdirde size iletebiliriz. Böylesi karanlık bir döneme ilişkin yürütülecek tartışmayı gündemimize almamızın bile "çukurlaştırıcı" bir etkisi olacağına inandığımız için bu verileri burada aktarmayı gereksiz buluyoruz.
Hadi Bey,
Sağlık ve eğitim konularında ise Küba'nın olağanüstü başarısı kapitalist merkezler ve uluslararası organizasyonlar tarafından dahi kabul edilmektedir. Bu başarılar esasen kimi rakamlara hapsedilemeyecek kadar büyük başarılardır. Küba'da sağlık sisteminin organizasyonu ve etkin işleyişi bilinmektedir. Bu organizasyonel başarının çıktıları ise sağlık istatistiklerine yansımaktadır. Dünya Sağlık Örgütü'nün 2006 durum raporlarına göre Küba'da bebek ölüm oranı binde 7 iken ABD'de binde 8 Türkiye'de ise –ne yazık ki– binde 32'dir. Burada dikkatinizi çekmek istediğimiz nokta ise Küba'nın kişi başına gayri safi yurtiçi hâsılasının yalnızca 4.500 $ olmasıdır. ABD'nin milli geliri bu meblağın 10 katından fazla iken, Türkiye de bu meblağı ikiye katlamaktadır. Bunun yanı sıra, dünyada tekellerin sosyal sorumluluk projeleri olarak parlatıp hayata geçirdikleri kimi göstermelik adımların kat be kat fazlasını Küba kendi başına yapmaktadır. Dünya üzerinde 73 azgelişmiş ülkede toplam 36 bin 578 Kübalı doktor çalışmaktadır. Bu yılsonuna kadar yardım edilen ülke sayının 81'e çıkması beklenmektedir.
Eğitim konusunda söyleyeceklerimiz de bunlardan farklı değil. Küba'da herkese üniversiteye kadar eğitim imkânı sunulmakta. Ülkemizde 1 milyon çocuğun temel eğitimden dahi yoksun kaldığı düşünüldüğünde başarının boyutları ortaya çıkmaktadır. Sizin ezbere bilgileriniz arasında yer alıyor mu bilemiyoruz ancak Küba'nın eğitime ilişkin en özgün katkılarından bir tanesini "Evet Başarabilirim" isimli program oluşturuyor. Bu program kapsamında okuma yazma bilmeyen yetişkinlere onların sayılara olan aşinalıkları kullanılarak okuma yazma öğretiliyor. UNESCO, bu yöntemi tam beş kez ödüllendirmiş durumda. Küba'da bu yöntem okuma yazma bilmeyenlerin olmaması nedeniyle uygulanamıyor, ancak Latin Amerika ülkelerinde yaygın biçimde kullanılıyor. Bu da Küba'nın eğitimi yalnız binalar yapmaktan ibaret algılamadığını ve devrimci bir pedagojinin insanlığa çok şey vaat ettiğini gösteriyor. İşsizliğin yalnızca %2 olduğu ve sıfırlanmasının hedeflendiği Küba'da okulların işsizliği gizlemek için kullanılan bir paravan olmadığını bilmiyoruz söylemeye gerek var mı?
Bütün dünyada sosyal devletin tasfiyesine gidilirken eğitim, sağlık, konut gibi pek çok başlıkta Sosyalist Küba Cumhuriyeti'nin ulaştığı başarılarla ilgili daha detaylı bilgiyi, Soğuk Savaş'tan kalan gözlüklerinizi çıkardığınız durumda siz bile kolaylıkla bulabilirsiniz.
Hadi Bey,
Küba halkına ve bu halkın tarihsel kazanımlarına dönük saldırılarınız o denli düzeysiz ki yazınız derin ve irinli bir çukurdan yazılmış izlenimi uyandırıyor. O çukura inmeden size sesimizi duyurma gayretimizin arkasında, kaynakları arasında Küba sosyalizminin ve halkının kazanımları da olan terbiyemiz yatmaktadır. Küba'ya ilişkin her yazınızda, yazarlığınızın sınırlarını gösterir biçimde aynı sözcüklerle ifade ettiğiniz ve bir pedofili eğilimi intibası uyandıran Kübalı "küçücük kızlara" ilişkin gözlemlerinize layığıyla yapılacak bir değinmenin bahsettiğimiz terbiyemizin sınırlarını zorlama ihtiyacı doğuracağını biliyoruz. Bu nedenle yazınızın en irinli bölümlerine ilişkin değerlendirmemiz olarak söz konusu ifadeleri kişiliğinizin ve yazarlığınızın bir göstergesi kabul ettiğimizi söylemekle yetiniyoruz.
Küba sosyalizminin elbette kimi sıkıntıları ve sorunları var. Küba'nın gücü bu sorunların insanlığın evrensel birikimi lehine çözme inadındadır. Elbette bu sorunları burada sizinle paylaşacak değiliz. Küba sosyalizminin size verilecek hesabı olmadığı kanaatindeyiz. Ama yine de tarihin mantığıyla barışık, devrimi daha ileri taşımak konusunda inançlı Küba'nın tüm insanlığa vermiş olduğu dersten sizin de nasibinize bir şeylerin düşeceğinden kuşkumuz yok.
José Marti Küba Dostluk Derneği Yönetim Kurulu
Yazar: José Marti Küba Dostluk Derneği Yönetim Kurulu
Hadi Uluengin,
Bu metin, 1 Nisan 2008 tarihinde Hürriyet gazetesindeki "Fidel'e Destan Cehalet Bostan" başlıklı köşe yazınıza binaen kaleme alınmıştır. José Marti Küba Dostluk Derneği olarak söz konusu yazınızdaki tek isabetli unsurun cehalete dair vurgunuz olduğunu düşünüyoruz. Ancak ortada bir cehalet varsa, bu cehalet sizinkinden başkası değildir.
Açıkçası kendi geçmişinize küfretmeniz, kendinizi inkâr etmeniz, hayatınızın bir dönemini cinnet ya da nöbet olarak adlandırarak cinnete/psikiyatrik nöbetlere olan meylinizi sık sık ifşa etmeniz bizi ilgilendirmiyor. Bu yöntem, ülkemizde sizin tarafınızdan ve bir dizi arkadaşınızca etkili biçimde kullanılan bir geçim kapısıdır. Ancak, Türkiye halkının büyük bölümünün oldukça anlaşılır ve sandığınızdan çok daha siyasal gerekçelerle Küba'ya hissettiği dostane duygulara karşı gösterdiğiniz tahammülsüzlük ve dünyanın bir diğer köşesinde eşitlik ve özgürlük temelinde kendi ayakları üzerinde durabilen bir ülkenin inşasına uğraşan, tüm Latin Amerika halklarına ilham kaynağı olan milyonlarca insana karşı girişmiş olduğunuz terbiye yoksunu saldırı José Marti Küba Dostluk Derneği olarak bizi yakından ilgilendirmektedir.
Uluengin,
Türkiye halkı, Küba'ya baktığında ulusal egemenlik mekanizmalarını kendi eline almış, iç ve dış politikada bağımsız bir ülke görmekte, daha yakından bakanlar Küba'nın bu egemenlik mekanizmalarını tüm nüfusa yaydığını fark etmektedir.
Türkiye halkı, Küba'ya baktığında eşit ve parasız eğitim ve sağlık rüyasını gerçek kılmış bir ülke görmektedir. Biraz daha dikkatli bakılınca kıt kaynaklara sahip olan, üstüne üstlük ABD ablukasına direnen bir ülkenin dünyanın dört bir yanında on binlerce doktoruyla yoksul insanlara ücretsiz sağlık hizmeti sağladığı da görülebilmektedir.
Türkiye halkı, Küba'ya bakınca tahayyül edemeyeceğimiz kadar ucuz ve sağlıklı konutlarda yaşamanın merkezi önemde bir sorun olarak ele alındığı, tüm yurttaşlarının bu hakka kavuşmasını öncelikli hedef olarak önüne koyan bir ülke görmektedir.
Okyanusların ötesinde bulunan, bugün bağımsızlığını kaybetmekle yüz yüze gelmiş bir halkın evlatları tarafından tüm bunların çıplak gözle bakıldığında görülebilmesi, yukarıdaki saptamaların, sizin gibi köşe sahiplerinin kara çalmaları ile üzerleri örtülemeyecek birer vakıa olduğunu göstermektedir. Bu durum Küba Devrimi'nin bütün insanlığı ileriye götürme, daha güzel, onurlu bir gelecek inşa etme uğraşında bugüne değin önemli başarılar elde ettiğinin bir göstergesidir.
Hadi Bey,
Argümanlarımızın sizinkiler gibi "cehalet bostanı"nda yetişmediğini gösterebilmek adına birkaç veri vermek ve kimi bilgileri buraya aktarmak faydalı olacaktır. Ancak burada bilgi eksikliğinizi gidermek gibi bir amacımız olmadığını söylememiz gerekiyor. Tüm dünyada insanlığın soluk borularının emperyalist merkezler ve tekellerce tıkandığı, özgürlükten yalnızca sermayenin önündeki engelerin kaldırılmasının anlaşıldığı, insanlığın asırlardan bu yana biriktirmiş olduğu değerlerin ortadan kaldırılmaya çalışıldığı ve nihayet tüm insanlığın korku, açlık, işsizlik gibi şantaj mekanizmaları ile onursuzluğa mahkûm edildiği böylesi bir dönemde tüm bunlara karşı ayakta duran ve insanlığın onurunu kurtaran küçücük bir adaya ağız dolusu küfürler etmek bilgi eksikliği ile değil ancak derin bir ahlaki yoksunluk ile açıklanabilir.
Küba hakkında netliğe kavuşturulması gereken noktalardan ilki özgürlük ve demokrasi ile ilişkili...
Küba'da özgürlükler, sosyal haklar ve ulusal egemenlik, 2002'de mevcut halini almış olan anayasa tarafından güvence altındadır. Küba Anayasası'nın 6. ve 7. bölümleri "eşitlik" ilkesinin hayata geçiş mekanizmalarının somutlanışı ile "temel hak ve hürriyetler"e ayrılmıştır. Kübalıların gelişmiş kapitalist ülke insanlarının dahi sahip olmadığı pek çok hakka sahip olduğunu ilk-gençlik yıllarınızda okumuş olduklarınızın üzerine bir şeyler koymak ihtiyacı hissettiğinizde hemen göreceksiniz. Bunun yanı sıra, demokrasi ve seçimler kapitalist dünyada çok kötü sergilenen bir temsil halini almışken ve söz konusu "demokratik" mekanizmalar uluslararası tekellerin çıkarlarının tasdikinden başka bir anlama gelmez durumdayken, Küba sosyalist demokrasinin en gelişkin biçimini hayata geçirme ve bunu mükemmelleştirme uğraşı içindedir. Küba demokrasisi, ülkemizin verili durumu içinde hayal dahi edemeyeceğimiz pek çok "yabancı" unsur taşımaktadır. Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal, 20 Ekim 2007 tarihinde soL gazetesindeki yazısında (http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=15317) Küba'daki demokratik katılım mekanizmalarını oldukça net bir biçimde anlatmaktadır. Özetleyecek olursak:
-Küba'da belediyeler düzeyinde doğrudan demokrasi benzeri bir sistem vardır. Belediye meclisi üyeleri mahalle toplantıları ile seçilmektedir.
-Küba Komünist Partisi, bir seçim partisi değildir, halkın öncülüğünde oluşturulmuş bir siyasi güç olarak, toplumun rehberi ve yönlendiricisidir. Ne aday önermelerine ne de seçimlere müdahale etmektedir, tüm bunları doğrudan halk yapmaktadır.
-Gizli ve doğrudan oy kullanılmakta ve oy kullanma işlemi zorunlu tutulmamaktadır.
-16 yaşın üzerinde her vatandaş seçme ve seçilme hakkına sahiptir.
-Temsilciler genelde halkın çıkarlarına cevap vermeyen bir sınıfı temsil eden, elit siyasi sınıf arasından ya da bunu amaçlayan herhangi bir parti tarafından seçilmezler.
-Küba'nın demokratik sistemi, seçilmiş bir adayın, görevlerini yerine getirmediği takdirde yine aynı seçmenler tarafından görevinden alınabilmesini sağlamaktadır. Ayrıca, seçilmiş temsilciler, yaptıklarının hesabını seçmenlerin önünde periyodik olarak vermek zorundadır.
-Bir kişinin seçilmesi için parasının olması gerekmemektedir.
-Milletvekilleri hiç bir imtiyaza sahip değildir. Seçilmeden önceki maaşlarını milletvekillikleri esnasında almaya devam etmektedirler.
Küba'da son seçimler 2007'nin Ekim ayından başlayarak 2008 Ocak'ına dek sürmüştür. Bu seçimlerin son etabı olan genel seçimlerde katılım %96,89 oranında gerçekleşmiş, Fidel Castro %98,27 ve Raul Castro %99,37 gibi oldukça büyük halk desteği ile yeniden milletvekilliğine seçilmişlerdir. Bu seçimlerin ardından da Fidel, artık Devlet Başkanı görevini üstlenmeyeceğini açıklamıştır. Dolayısıyla Fidel Castro'ya dönük diktatör suçlamanızın hiçbir nesnel temeli yoktur. Eminiz ki; bu yazınızda değinmeseniz dahi bir sonrakinde mutlaka atlamayacağınız mesele Raul Castro'nun devlet başkanlığına seçilmesi olacaktır. Ona ilişkin söylenecek ise şudur: Fidel, hastalığı esnasında görevi kardeşine değil; anayasaya uygun biçimde Devlet Başkan Yardımcısı'na devretmiştir. Raul, bu görevi üstlendiği için Devlet Başkanlığı'na vekâlet etmiştir. Fidel'in Devlet Başkanlığı'na aday olmayacağını belirtmesinin ardından ise Devlet Başkanı milletvekilleri tarafından seçilmiştir. Raul, Fidel'in kardeşi olduğu için değil, Küba Devrimi'nin bir önderi ve Küba halkının sevgilisi olduğu için, sosyalist Küba'nın kazanımlarına sahip çıkacağına olan inançla devlet başkanlığına seçilmiştir.
Raul'ün ardındaki halk desteğinin boyutları ise yukarıda aktardığımız oy oranlarından anlaşılmaktadır. Son dönem başka bir bağlamda ve ülkemiz özelinde yazılarınıza yansıyan "çoğunluk" merakınızla yapmış olduğunuz diktatör suçlaması çelişmemekte midir, Uluengin?
Üstüne üstlük yazınızın son kısmında talihsizlik ya da kalem sürçmesi ile açıklanamayacak büyük bir skandala imza atmış durumda olduğunuzun farkında mısınız acaba? Devrim öncesi Küba topraklarını devrimcilerin ve yurtseverlerin kanları ile sulayan Batista, yalnızca Küba'da değil tüm insanlık nezdinde meşruiyetini kaybetmiş bir diktatör konumundaydı. Bunu ABD yanlıları da dâhil olmak üzere dönemin dünya basınının Küba Devrimi'ne ilişkin değerlendirmelerinde görmeniz gayet olasıdır. Batista'nın kanlı diktatörlüğünü sizin "ah nerede o eski güzel günler" olarak anmanıza neden olan ise Kübalı ve ABD'li emekçilerden çalınan paralarla inşa edilen kumarhane, fuhuş ve Küba'nın zenginliklerini sömüren tekellerin egemenliğine dayalı bir ekonomidir. Bunun güzellemesinin yapılması olsa olsa sizin üslubunuzla mümkün olabilirdi. Kaldı ki tablonun sosyal adalet, gelir dağılımı gibi başlıklarda sizin anlattığınız denli parlak olmadığına ilişkin verileri de talep ettiğiniz takdirde size iletebiliriz. Böylesi karanlık bir döneme ilişkin yürütülecek tartışmayı gündemimize almamızın bile "çukurlaştırıcı" bir etkisi olacağına inandığımız için bu verileri burada aktarmayı gereksiz buluyoruz.
Hadi Bey,
Sağlık ve eğitim konularında ise Küba'nın olağanüstü başarısı kapitalist merkezler ve uluslararası organizasyonlar tarafından dahi kabul edilmektedir. Bu başarılar esasen kimi rakamlara hapsedilemeyecek kadar büyük başarılardır. Küba'da sağlık sisteminin organizasyonu ve etkin işleyişi bilinmektedir. Bu organizasyonel başarının çıktıları ise sağlık istatistiklerine yansımaktadır. Dünya Sağlık Örgütü'nün 2006 durum raporlarına göre Küba'da bebek ölüm oranı binde 7 iken ABD'de binde 8 Türkiye'de ise –ne yazık ki– binde 32'dir. Burada dikkatinizi çekmek istediğimiz nokta ise Küba'nın kişi başına gayri safi yurtiçi hâsılasının yalnızca 4.500 $ olmasıdır. ABD'nin milli geliri bu meblağın 10 katından fazla iken, Türkiye de bu meblağı ikiye katlamaktadır. Bunun yanı sıra, dünyada tekellerin sosyal sorumluluk projeleri olarak parlatıp hayata geçirdikleri kimi göstermelik adımların kat be kat fazlasını Küba kendi başına yapmaktadır. Dünya üzerinde 73 azgelişmiş ülkede toplam 36 bin 578 Kübalı doktor çalışmaktadır. Bu yılsonuna kadar yardım edilen ülke sayının 81'e çıkması beklenmektedir.
Eğitim konusunda söyleyeceklerimiz de bunlardan farklı değil. Küba'da herkese üniversiteye kadar eğitim imkânı sunulmakta. Ülkemizde 1 milyon çocuğun temel eğitimden dahi yoksun kaldığı düşünüldüğünde başarının boyutları ortaya çıkmaktadır. Sizin ezbere bilgileriniz arasında yer alıyor mu bilemiyoruz ancak Küba'nın eğitime ilişkin en özgün katkılarından bir tanesini "Evet Başarabilirim" isimli program oluşturuyor. Bu program kapsamında okuma yazma bilmeyen yetişkinlere onların sayılara olan aşinalıkları kullanılarak okuma yazma öğretiliyor. UNESCO, bu yöntemi tam beş kez ödüllendirmiş durumda. Küba'da bu yöntem okuma yazma bilmeyenlerin olmaması nedeniyle uygulanamıyor, ancak Latin Amerika ülkelerinde yaygın biçimde kullanılıyor. Bu da Küba'nın eğitimi yalnız binalar yapmaktan ibaret algılamadığını ve devrimci bir pedagojinin insanlığa çok şey vaat ettiğini gösteriyor. İşsizliğin yalnızca %2 olduğu ve sıfırlanmasının hedeflendiği Küba'da okulların işsizliği gizlemek için kullanılan bir paravan olmadığını bilmiyoruz söylemeye gerek var mı?
Bütün dünyada sosyal devletin tasfiyesine gidilirken eğitim, sağlık, konut gibi pek çok başlıkta Sosyalist Küba Cumhuriyeti'nin ulaştığı başarılarla ilgili daha detaylı bilgiyi, Soğuk Savaş'tan kalan gözlüklerinizi çıkardığınız durumda siz bile kolaylıkla bulabilirsiniz.
Hadi Bey,
Küba halkına ve bu halkın tarihsel kazanımlarına dönük saldırılarınız o denli düzeysiz ki yazınız derin ve irinli bir çukurdan yazılmış izlenimi uyandırıyor. O çukura inmeden size sesimizi duyurma gayretimizin arkasında, kaynakları arasında Küba sosyalizminin ve halkının kazanımları da olan terbiyemiz yatmaktadır. Küba'ya ilişkin her yazınızda, yazarlığınızın sınırlarını gösterir biçimde aynı sözcüklerle ifade ettiğiniz ve bir pedofili eğilimi intibası uyandıran Kübalı "küçücük kızlara" ilişkin gözlemlerinize layığıyla yapılacak bir değinmenin bahsettiğimiz terbiyemizin sınırlarını zorlama ihtiyacı doğuracağını biliyoruz. Bu nedenle yazınızın en irinli bölümlerine ilişkin değerlendirmemiz olarak söz konusu ifadeleri kişiliğinizin ve yazarlığınızın bir göstergesi kabul ettiğimizi söylemekle yetiniyoruz.
Küba sosyalizminin elbette kimi sıkıntıları ve sorunları var. Küba'nın gücü bu sorunların insanlığın evrensel birikimi lehine çözme inadındadır. Elbette bu sorunları burada sizinle paylaşacak değiliz. Küba sosyalizminin size verilecek hesabı olmadığı kanaatindeyiz. Ama yine de tarihin mantığıyla barışık, devrimi daha ileri taşımak konusunda inançlı Küba'nın tüm insanlığa vermiş olduğu dersten sizin de nasibinize bir şeylerin düşeceğinden kuşkumuz yok.
José Marti Küba Dostluk Derneği Yönetim Kurulu
Abonneren op:
Posts (Atom)