woensdag 20 augustus 2008

ŞEYH SAİD KIYAMI

Aslen Elazığ'ın palu ilçesinden olup, Erzurum'un Hınıs ilçesine yerleşmiş bulunan, büyük bir nüfuza sahip Nakşibendi şeyhlerinden Şeyh Said, aynı zamanda büyük bir Îslam alimidir. Ömrünün tümünü Îslama ve kürd halkına hizmet etmekle geçirmiştir. Laikliĝin kabulünden ve kürd halkına verilen sözlerin yerine getirilmemesi sonucunda baĝımsız bir Kürd Îslam Devletini kurmak için birçok kürd liderlerle görüşalışverişinde bulundu. Bir hareket başlatmak istiyordu. Henüz tasarlanan plan gerçekleşmeden olay patlak verdi. Şöyleki:

Şeyh Said, 13 Şubat 1925'te Genç ilinin Ergani ilçesinin Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde bir düĝünde bulunuyorlardı. Haklarında eşkiyalıktan tutuklama kararı bulunan bazılarını yakalamak için o köye gelen askerlerin, bunları Şeyh Said'den istemesi ve Şeyh Said'in bunu kabul etmemesi neticesinde çatışma çıktı. Şeyhin yakın çevresinin başını çektiği kıyam kısa sürede bütün bölgeye yayıldı. Şeyh Said'e bağlı kuvvetler 17 şubatta Genç ilinin merkez ilçesi Darahene'yi ele geçirdiler. Aşiretlerden de büyük destek alan Şeyh Said kısa sürede Maden, Siverek ve Ergani'yi ele geçirip Diyarbakır üzerine yürüdü. Melikanlı Şeyh Abdullah'ın komutasındaki bir başka kol da Varto'yu elegeçirdikten sonra Muş'a yöneldi. Kıyamı bastırmakla görevli T.C. askeri birlikleri 25 Şubat'ta Diyarbakır'a çekilmek zorunda kalırken, bir gün sonra da Elazığ Kürd güçlerin eline geçti.

21 şubatta Bitlis, Diyarbakır, Dersim, Elazığ, Ergani, Genç, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Siverek, Urfa, Van illeriyle, Erzurum ilçesi Kığı (şimdi Bingöl'e baĝlı) ve Hınıs ilçelerinde sıkıyönetim ilan edilmiş olmasına raĝmen, T.C. ordu kuvvetleri bir üstünlük sağlayamadı. Bunun üzerine Fethi Bey Okyar başkanlığındaki hükümet istifa etmek zorunda kaldı. 3 martta başbakanlık görevinin İsmet Paşa'ya (İnönü) verilmesinden bir gün sonra, Takrir-i Sükun Kanunu çıkarıldı ve biri Ankara'da, diğeri kıyam (Kurdistan) bölgesinde olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar verildi.

Îsyan (kıyam) bölgesi İstiklal Mahkemesi, başkanı Giresun Mebusu Hacim Muhiddin (Çarıklı), savcı Karesi Mebusu Ahmet Süreyya (Özgeevren), üyeler Kozan Mebusu Ali Saib (Ursavaş), Kırşehir Mebusu Lütfi Müfit (Özdeş) ve yedek üye Bozok Mebusu Avni'den (Doğan) oluşuyordu. Hacim Muhiddin'in göreve başlamadan istifa etmesi üzerine, mahkeme başkanlığına Denizli Mebusu Mazhar Müfit (Kansu) getirildi. İsmet Paşa'nın 21 martta verdiği önergenin Mecliste kabul edilmesiyle, İstiklal Mahkemesi'nin verdiği kararların temyiz yolu sanıklara kapatılırken, idam cezalarının uygulanmasında ordu, kolordu, bağımsız tümen veya müstahkem mevki komutanlarının onayı yeterli görüldü.

7 mart gecesi Diyarbakır'a saldırıya geçen Şeyh Said kuvvetlerinin, yoğun topçu ateşi karşısında kenti alamadan geri çekilmesinin ardından, kıyamın kaderi değişir. Toparlanıp her cephede saldırıya geçen T.C. ordu güçleri bazı hain kürdlerden de destek alarak, Kürd güçlerini yenilgiye uğrattı. Daha sonra Muş'un Varto ilçesi yakınlarında Abdurrahman Paşa köprüsünde sıkıştığını gören Şeyh Said, daha fazla kan dökülmemesi için yanındaki grupla birlikte Varto'da Osman Nuri Paşa'ya (Koptagel) teslim olmaya karar verir. Paşa'ya yolladıkları, teslim olacaklarına dair tezkere üzerine gelen askerler ve milisler tarafından silahsızlandırılır ve Varto'ya giderek 1925 yılı 14-15 nisan gecesi teslim olurlar.

YARGILAMA VE İNFAZ:
12 Nisanda 1925 de Diyarbakır'a gelen isyan bölgesi İstiklal Mahkemesi heyeti, birkaç gün içinde idamla sonuçlanacak olan Seyid Abdülkadir, Dr. Fuat ve Şeyh Eyüb'ın davalarına baktıktan sonra, 26 Mayıs'ta Şeyh Said'in davasına başladı.
81 sanığın bulunduğu duruşmalar Diyarbakır'daki bir sinema salonunda yapıldı. Savcıya göre, ayaklanma (kıyam) dış görünüş itibariyle şeriatçı olarak görünmesine karşın, "asıl hüviyeti, iç bünyesi, ruhu ve tertipçilerin maksat ve gayesi bakımından ise tamamen bir Kürt milliyetçiliği, Kürt devlet ve hükümetçiliği olmaktan başka bir şey değildi."

Bir ay kadar süren duruşmalar 28 haziranda sonuçlandı. Şeyh Said'in de aralarında bulunduğu 46 kürd şahsiyet idama mahkum edildi. İdamların infazı 28-29 Haziran gecesi yapıldı. İnfaz gecesinin en önemli özelliği, idamların bir kitle gösterisi şeklinde yapılması ve şeyhlerin iplerinin cellat yerine, toplumun çeşitli kesimlerinin temsilcileri (gazeteciler dahil) tarafından çekilmesiydi. Basında bu durum "matbuat, tayyareciler, muhabereciler, şoförler n¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤ bu gruba mensup biri tarafından bir şeyh ipe çekildi" ve "mahkumların çezasını halk verdi" sözleriyle yer aldı.

Mahkeme ve infaz sahasına ilişkin olarak gazetelerde yer alan haberlere göre, Şeyh Said ve hakimlerin ilginç bir "diyaloğ" içinde olduğunu göstermektedir. Sorgu sırasında kendisine "Şeyh hazretleri" şeklinde hitap eden heyet üyelerine Şeyh Said de, serbest bırakıldığında Hınıs'ta kuzu çevirmeyi teklif edecek kadar "samimi" davranmış, darağacına giderken, "Beni mi çok sevdin, yoksa diğer hakimi mi" gibi şakalaşmalar sürmüştür. Bu da gösteriyor ki Şeyh Said'e perde arkasında çok söz verilmişti. Verdikleri sözler arasında "Eĝer mahkeme esnasında, sadece din adına hareketi başlattıĝını, bu hareketin bir kürd hareketi olmadını söylese, kendilerini iki yıl içinde serbest bırakacakları ve kimseyi idam etmeyecekleri" idi. Buna inanan Şeyh Said' de, mahkemede sadece din adına kıyamı başlattını söylemiştir..

Şeyh Said ve arkadaşlarının idam sahnesi
Şeyhlere hem paralı isyan ve hiyanetlerinin ceza-i sezasını çektirler.
Şeyh Said ile yardımcısı kırkaltı kişi dün sabah Diyarbekir’de idam edildiler.
Bir Türk ölddürmekle yetmiş kafir öldürmek kadar sevaba girileceğine kani olan hainlerin idamı halk ve asker tarafından memnuniyet tezahüratı karşılandı.

Diyarbekir 29, saat 9.25 Muhbir mahsusumuzdan biz Diyarbekir’deki İstanbul gazetecileri tarihi geceyi birlikte yaşadık. İktisaslarımızı beraber yazdık. Saat 2.00 de Şeyh Said ile kırkaltı arkadaşını astık. Avdet ettik. Astık diyoruz, çünkü vatan hainlerini hüküm giydiklerinden, son nefeslerini verinceye kadar münevver zabitan mefkure uğruna döğüşen askerlerimiz, halk hatta kadınlarımız adım adım takip ettiler. Milli heyecan içinde hükmün infazına yardımda bulundular. Mehmetçikler vecd içinde ileri çıktılar. Beyler ve Şeyhler inkilabımızın kahar fakat adil karar ile asırlardan beri icra ve devam ettikleri zulüm ve fecayinin cezasının ilk defa gördüler. Mahkemede biz, tekelerin ve zavayanın sed ve ilgası kararını inkılapçı vatanperverlik göklerinden doğan samimi heyecan ve alkışların şevki ile titrerken, bütün Şeyhler sararmış gözlerinde fer ve yüzlerinde kan kalmamıştı. Karar okunurken matbuat levhasında yan yana oturuyoruz. Samiîn
(dinleyiciler ) her zaman fazla. Kadınlar tarafından her zamanki gibi gürültü duyulmuyor. Mazhar Müfit Bey idam edileceklerin isimlerini gür bir sesle sayarken, tasvipkar nazarlar isimler söylenirken parlıyordu. Avsunlarla hakimlerin dillerini bağlayamıyacaklarını nihayet idrak eden Şeyhler, bu son celsenin tarihi anında okuyup üflemekten vazgeçmişlerdi. Beraat edenler mesrur (sevinmiş) çıktılar. Reis veciz hitabesinden sonra mahkumları götürünüz emrini verdi. Levhalar boşalmakta. Kadınlar dağılmaya başladı. Neferler gelip mahkumları kelepçelemeye başladılar. Kelepçeler, Şeyh Said’in kara yüzünden daha kara olan ellerini gayrı ihtiyari bir inkıyad (boyun eğme) ile genç bir jandarma, Kürdistan tahtına bedel idam sehpasına çıkan ve ceza-i sezasını bulmuş olan Şeyh Said zabitine uzandı. Bir anda kolları kelepçelenmişti. Hanımlar bir çoğu kalkmışlar fakat gitmiyorlardı. Bir zabit, „Hanımlar gidiniz“, diye haykırdı.

Asılacakların elleri kelepçelendiği vakit, salon boşalmıstı. Yalnız levhamızda yan yana biz muhabirler duruyorduk. Gözlerimizin sevinç parıltısı sanki şimşek çakıyor. Söz söyleyemiyoruz. Çok adil bir kararla cezalarını bulacak, olanların hali ile mest olmuş gibiyiz. Hepsi şanaatlarının, melanetlerinin ağırlığı altında kıvranıyorlar. Şeyh Abdullah zebani gibi gözlerini kayınpederine dikmiş, „Bu herifin narına yandık“ diye mırıldanıyordu.

Önümüzde oturan bir diğer hain şaşkınlık içinde bize hitap ederek, „ Ruslarla çarpışırken yaralanmıştım. Keşke o zaman babam gibi şerefimle ölseydim,“ diyordu.

Bir taraftan bütün bunlar söylenirken, diğer taraftan hapishane müdürü Osman Bey vurmakta devam ediyordu. Meşhur Hasan Fakih bir kenarda ellerine esir düşen zabitanın verdiği elbiselerin miktarını hesaplıyor, kenarda Hilmi hayatını milli mücahidedeki hizmetini nazar-ı dikkate alarak adalet gösteren İstiklal Mahkemesi´nin kutsi adaletine medyun (borçlu), cigarasını tellendiriyordu.


Hapishanede Son Gece:
Hainlerin hepsi kelepçelendikten sonra, hainlere yürü emri verildi. Başta Şeyh Said olmak üzere bu kafile askerlerimizin parlak ve şerefli süngüleri arasında Diyarbekir´in geniş caddesinde yol almaya başladılar. Geniş nefes alan halk, damları bile doldurmuşlar, kin ve garaz ifade ediyorlardı.


Mahkumlar Hapishaneye Girdikten Sonra (1.08 ):
Mahkeme heyeti çalıştığı dairenin koridorunda dolaşıyordu. Müddeiumumi Süreyya Bey diyorki hakimlere: „ İtirazımız yoktur. Hüküm bu gece infaz edilecektir. “Gazetelerimize vereceğimiz haberleri sessizce yazıyoruz. Sessizce telgrafhaneye gidiyoruz. Sessiz yemek yiyoruz. İçimizde ifade edemediğimiz bir sevinç çalkalanıyor. Kahr ve tedmir edilen irtica-ı ezmekten mütevellik bir gurur duyuyoruz.



İdam Sabahı Hapishanede Şeyh SAİD :
Hapishanenin kapısından girdik. Merdivenleri çıktık. Şeyh SAİD hücresinde yalnız. Hapishane müdürü Osman Bey´e hesap veriyor ve soruyor. Fakat uhrevi değil dünyevi galalerle meşgul. Arkasında bırakacağı altınların hırsı gözlerini yormuş. Bizi tanıyamadı. Ancak şeyh efendi hesabına oturdu. Gördükten sonra bizi tanıyabildi. Oturdu, vasiyet yazdı. Paralarını teslim etti. Bizi de şahit gösterdi. „Paraları evlatlarıma teslim ediniz,” dedi.
- „ Kaç evladınız var ? „
- „ On. „

Evvela kızlarının isimlerini saydı.
- „ Aişe, Hayriye, Azize, Fatime, Fahine...“

Son isimde terddüdü görünce, kağıdı alıp kendisi yazdı...
-„ Fahine „ , dedi.

Sonra oğulları boğulan Gıyaseddin, Kaçan Ali Rıza, Selahaddin ile küçük Ahmet ve Abdulhalik´in isimlerini mırıldandı. Göğüs geçirip,
- „ Karılarım Fatime ve Nezihe „ , dedi.

Fakat nerede olduklarını söylemedi. Kendisine uzattığımız sigarayı aldı.


Şeyh SAİD´in Yazdıkları:
Defterimize birşey yazmak istedi. Şunu yazdı. „Vela ubali bisabi bi fucuzi reddi inkane mesrei fillahi ve fiddin Mehmet SAİD NAKŞİBENDÎ" (Siz başıma gelenlerle uğraşmayı bırakın, umurumda değil. Bana verilen cezadan kurtulmak için hiçbir gayret de göstermiyorum. Önemli olan gittiğim yolun Allah ve din yolu olmasıdır. Arapça´dan bu tercüme tarafımızdan yapılmıştır). Bu cümle „ asıldığıma hiç acıma, zira Allah ve din uğruna „ demek imiş. Daha bir şey yazdırmak istedim red etti.

Umumi koğuştaki mahkumları merkez hastahanesi nöbetçi doktoru Yüzbaşı Cemil Bey muayene ediyordu. Kapıdan girince boğuk mırıltılarla karşılaştık. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Kırkaltı kişi dolaşıyordu. Evvela dikkatimize çarpan şey bu melunların müstekreh hırsı olmuştu. Bunlar dini, Allahı, evladı ve ailelerini unutmuşlar, paralarını, ağırlıkların tabalaranını gizlemeye çalışıyorlardı. Yağma ettikleri paraları yemediklerinden dolayı birbirleri ile dertleşiyorlardı. Evvela Şeyh Ali´ye yaklaştık. İğrenç hastalığını sorduk, utanmadan,

- „ Bir gece ayazda kaldım belim üşüdü „ , dedi.

Keza Ali Rıza da aynı hastalıktan mesabdı (yakalanmıştı). Gazel söyleyen Arab ABDİ`ye belun kamitacı Şeyh ŞERİF.
-„ Sus be herif „ ,diye haykırdı.

Şeyh İsmail Kahveciye olan ondört kuruş borcunu vermemizi söyledi. Meşhur Hasan FAKİH`e Jandarma Avni´nin elinden aldığı seksen sansar derisinden ahınarak sözediyordu. Şeyh Abdullah bizden sigara istedi. Verdik.
- „ Yazdık „ , dedi. „ Biz hainlere uyduk, başkası uymasın. „



Siyaset Meydanında :
Saat 12.00 de muhafız bölük kumandanı Nafiz bey’in ince fakat sert sesi,
-´´Haydi bakalım bir bir çıkınız``, dedi.

Kapının önünde bölük zincirlenmişti. Hafıf ılık bir rüzgâr esiyor. Dağınık bulutlardan sıyrılan ay, bir lüks lambasının yardımı ile siyasetgaha gidenleri bunu tanıtıyordu. Hepsi bir birine yaslanmış, öne Hasan Fakih tesadüf etmişti.Aralarındaki merasim kalkmıştı. Şeyh Said araya bağlanmıştı. Hanili Salih mertlik tavsiye ediyordu. Mustafa’nın oğlu Mahmut helallaşıyordu. Diyarbekir’in kehine surları üstünden bakarak, bu diyarda adaletin, hakkın ilk defa tezahürüne şahit olan ay gülümsüyor gibiydi. Kafile yol almaya başlarken bütün Diyarbekir halkının aşina olduğunu munis bir ses duyuluyordu.

Şeyh Said,
-"Etme,etme",

Saib bey,
-´´Şeyh Said nerede ? „

Şeyh bu sesi tanıdı.
-„ Saib Bey „ ,dedi, „ hani ya, doğruyu söylersem kurtaracaktın ? „

Saib Bey`in dudaklarının ucundan pek nadir ayrılan tebessüm belirdi.
- „ Ne yapalım Said efendi, seninle Hınıs´ta kuzu yiyemedik. „

Şeyh Said kurtulursa herkese kuzu ziyafeti vaad etmişti. Dedi ki,
- „ Ben doğru söyledim, cezamı tahfif ( hafifletme ) etmeliydiniz.

Saib Bey dedi ki,
-"Şeyh efendi bundan daha hafif ceza olur mu?"

-"Bundan daha ağırını söyle bakalım Saib Bey?"
Şeyh meh bu sözleri söylüyor, hem de gülüyordu. Sonra ilave etti.
-"Artık kuzu falan kalmadı. Ne olurdu Edirne'de yüzbir sene verseydin?"

Saib Bey'in birden tebessümü kesildi, munis sesi gürleşti, vakur ve muhtez(?),
-"Bu kadar Türk kanının dökülmesine ve ocakların sönmesine sebep oldun, cezanı çekeceksin dedi."

Said gülümsüyor, bir şeyler mırıldanıyor ve yürüyor. Çok yıldızlı semadan ay, mehmetçiklerin süngülerine nurdan hale oluyor. Kalabalık kitlenin ayak sedasından başka bir ses duyulmuyor. Siverek kapısından çıktık. Ötede kırkyedi sehpanın muhip hayaletleri görüldü. Kolordu Kumandanı Mürsel paşa, Vali Mithat Bey, İstiklal mahkemesi azasından Lütfi Müfit Bey, Diyarbekir mebusları Cavit ve şeref Beyler, bir çok zabitan ve halk ile karşılaştık. Geriden "Bir Türk öldürmekle yetmiş gavur öldürülmüş kadar teviye(?) girileceğini" kani olan vatan ve millet, teceddüt ve terakki düşmanları geliyordu. Yüz on gün evvel aynı mevkide mehmetçikleri boğazlayanlar, ne kutsi tecellidir ki mehmetçiklerin süngüleri arasında malenatlerinin cezasını bulmaya geliyorlardı. Sardın (?) etrafına toplaşıldı. Bu esnada göğsümüzü fazla gurur ve samimi heyecan ile kabartan bir manzara gördük. Halkın arasında zabit haremleri vardı. Vatan uğruna evlatlarını, babalarını kurban vermeye bila tereddüt rıza gösteren vatanın öz kızları bile dökülen kardeş kanlarının ödendiğini gözleri ile görmek istemişlerdi.

-"Ruzi mahşerde mahkeme olacağız", demiş Said.

Said, Saib Beye hitaben dediki,
-"Seni severim ama, Ruzi mahşerde mahkeme olacağız."

Lütfü Müfit Bey sordu,
-"Beni mi çok seversin Saib'i mi?"

Seşh Said gülümsedi,
-"Saib Beyi sonra seni. Seninle çok sevişmiştik. Reisten Allah hoşnut olsun, en sevdiğim Süreyya Bey'dir."

Heyecanla dedi ki, (Saib Bey)
-"Ruzi cezada adil hakimlerimizle öldürdüğün masum çocuklar, ocaklarını sürdürdüğün biçarelerle mahkeme edileceksin."

Said mırıldandı,
-"Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar", dedi.

Mürsel dedi ki,
"Türklerin en büyük düşmanı, Türkiye'yi ezmek isteyen kimdi?"

Şeyh Said bila tereddüt cevap verdi,
-"İngilizler'dir."

-"O halde niye bu işi yaptınız? Din kalktı diyorsun, namazını kılmıyor mi idin? Camilerde ezan okunmuyor mu idi?"

Şeyh Said ibadete kimsenin karışmadığını, ezan okunduğunu itiraf etti. Alışıla gelmiş köhne mefkuresinden buruşukluklarla, şüphelerle karışık beyninden geçen günlerin gelecek geceden farkı yok hükmünü veren hükmünü dimağından siyalar gibi oldu.
-"Ahmet Zihni bey Futuhat-ı İslamiyesinde yazılıdır. Mehdi'nin hurucunda Türkler üçyüzbin azker vereceklerdir. Anlaşılıyor ki Türkiye kiyamete kadar (islamiyeti) koruyacaktır.

Şeyh Said bir müddet düşündü başını eğdi,
-"Fena yaptık. Bundan sonra iyi olur inşallah", dedi ve bu son sözü oldu.

Sehpaı adaletin gömleğini giydirdiler. Sessiz yürüdü. Sesini çıkarmadan asıldı. Son nefesini verince etrafı alkışlarla çınladı. Kadınlar gönülden kopan bir sesle,

-"Kahrol", diye haykırdılar.

Kulağımın dibinde bir ses,
-"Hani alçağın kerameti, ipi bile kopmadı", diye bağırdı.

Şeyh asılıncaya kadar yirmi kişi daha dar ağacına çekilmişti. Seyre gelen halk ilmiğini bir şeyhin boynuna geçirmek için birbirleriyle cenkleşiyorlar, müsabaka ediyorlardı. Aslan bir nefer Şeyh Ali'nin boynuna bizzat ilmiğini geçirdi ve ipi çekti,
-"Şehit düşen kardeşlerimin kanını ödedin", dedi.

Bundan sonra matbuat, tayyareciler, muhabereciler, şoförler namına bir guruba mensup biri tarafından bir şeyh ipe çekildi.
-"İpi çeken var, nidaları, kadınların,"
-"Yaşa", sesleriyle alkışlandı.

Vatanı parçalamak, Cumhuriyetten feyz alarak nuşu numa bulan mefküreyi çürütmek isteyenlere millet bu suretle cezasını kendi elleriyle verdi. İki saat zarfında kırkyedi kişi asıldı. Ertesi öğleye kadar ahali meydana giderek meslubları seyrettiler. Mutaassıb bazı kimseler, Şeyh Said asılırken evler yıkılacak, hareketi eder olacak korkusuyla geceyi dışarda
geçirmişler. Şeyh asıldı fakat bir ev yıkıldığına dair menüz malumat yoktur.

Herkes sürur (?) vatanpervane ile avdet ediyordu. Dünyada en büyük zekvi hakkın tecellisini görmek, mazlumun susturulan ahı zalimin ettiğini bulması kadar insanın ruhunu mest eden, kalbe hakiki sevinç veren bir şey olamaz. İşte hakkın tecellisini gördük. Diyarbekir'in karanlık ve tenha sokaklarından geçerek eve dönerken, sürurumuzu tahlil ediyoruz, diyoruz ki, Şeriat ve din namına geçtiği yerde ölüm, elem bırakan ocaklar söndürüp, aileler yıkan mahkumların cezasını halkı verdi. Sönsöz olarak şunu ilave ediyoruz, "halkın verdiği ceza hakkın verdiği cezadır."

*SERBESTÎ Aylık Siyasî Fikir Dergisi, 2. Sayısından alımıştır.

ÎDAM EDİLEN ÖNEMLİ KÜRT LİDERLERİNİN SON SÖZLERI*

ŞEYH SAİD: Dünya yaşantımın sonu geldi. Ulusum için kurban edildiğimden dolayı pişmanlık duymuyorum. Yeter ki torunlarımız bizi düşmanlarımızın önünde mahcup bırakmasınlar.

HINISLI XALİD CİBRİ BEY: Karşınızda yalnız değilim. Arkamda İran, Mezapotamya ve Türkiye'de muazzam bir Kürt ulusu bulunmaktadır. Bugün beni asıyorsunuz, fakat hiç şüphemiz yoktur ki yarın torunlarımız de sizleri yok edeceklerdir.

ŞEYH ABDÜLKADİR(SENATÖR): Zaten sizler yakma ve yıkma konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burasını da Kerbela'ya çevirdiniz. Şunu biliniz ki dehşet ve insafsızca sömürü ile şan ve şeref kazanılmaz. Yok olsun Türkler!...

YUSUF ZİYA BEY(Bitlis Milletvekili): Bize mevki ve rütbe bahşetmek suretiyle bizi aldatabilirsiniz endişesi içindeydim. Şükür Allah'a ki bizi mermi ve iple karşılıyorsunuz ve bundan dolayı biz hiç pişman değiliz. Verdiğiniz ders sayesinde torunlarımız öcümüzü alacaklardır.

DOKTOR FUAD BEY (Diyarbekir'li): Vatanım için yiğitçe kurban olmayı daima düşünürdüm. Şüphesiz ki asılmakta olduğumuz bu toprağa bağımsızlık bayrağı dikilecektir.

AVUKAT TEVFİK BEY (Diyarbekir'li): Cesedimi bütün dünyaya gesteriniz ve herkes bilsin ki kişisel haklar için değil, ulusal haklar için savaşıyorum. Yaşasın Kürdistan!...

KOÇZADE ALİ RIZA BEY (Bitlis'li): Elimdeki silahı ulusuma karşı kullanmayıp düşmanımız Türk'e karşı yöneltmiş olduğumdan dolayı mutluyum. İşte şimdi hayatımı Kürtlük için kurban ediyorum.

ŞAİR MOLLA ABDURRAHMAN (Siirt): Sefiller!... Sizi ayağımızın altında çok alçak ve küçük görüyorum. Biliniz ki Kürt bir ağaç değildir, ölür fakat eğilmez!..

HANİZADE ŞAİR KEMAL FEVZİ (Bitlis'li): Cennet Kürdistan bizimdir. Ev sahibi biziz ve kim ne derse desin biz yine içeri gireceğiz, buna hiç bir güç engel olamaz, çünkü O bizimdir....

*Kaynak: Garu Sasunî, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. yüzyıldan Günümüze Ermeni-Kürt İlişkileri.

Geen opmerkingen: