woensdag 27 augustus 2008

Kerkük — Tarih tartışmaya son vermelidir

Dr. Hüseyin Tahiri

Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’taki Saddam Hüseyin rejimini devrime kampanyasına bağlı olarak, Kerkük sorunu da yeniden alevlendi. Eğer Saddam Hüseyin devrilirse, Kürtler Kerkük’ün denetimini ele geçirmek üzere tarihsel bir şans yakalamış olacaklardır. Eğer Kürtler Kerkük’ü denetimleri altına alamazlarsa, bir daha asla böyle bir fırsatı yakalamaları mümkün olmayabilir. Irak hükümetleri Kerkük bölgesini Araplaştırmak için onlarca yıldır bir etnik temizlik politikası sürdürmüştür. Bu hükümetler Kerkük’teki etnik nüfusu, özellikle de etnik temizlikten önce nüfusun çoğunluğunu oluşturan Kürtlerin nüfusunu azaltmaya çalışmışlardır.
Kürtlerin bu petrol zengini bölgeyi ele geçirmeleri düşüncesi ile paniğe kapılan Türk hükümeti Kerkük üzerinde çeşitli haklar iddia etmektedir. Ne var ki, Türkiye İngilizler ile imzaladığı ve Kerkük’ün de bir parçası olduğu Musul vilayeti üzerindeki Irak hükümranlığını tanıdığı anlaşma tarafından bağlanmıştır. İşte bu yüzden, Türk hükümeti Kerkük üzerinde denetim kurabilmek için Türkmen kartını kullanmaktadır. Son zamanlarda çeşitli Türkmen örgüt ve şahsiyetlerinden, Kerkük’ün Türkmenlerin “başkenti” olduğu türünden şeyler duymaktayız. Araplar Kerkük’ün kendilerine ait, Türkmenler ise kendilerine ait olduğunu iddia ediyor. Peki Kerkük sorunu söz konusu olduğunda Kürtler hangi noktada duruyor? Eğer Kürtler, Kerkük’ün de bir parçası olduğu Musul vilayetinin fazla uzak olmayan tarihinden yola çıkarak Kerkük’ün kendilerine ait olduğunu savunurlarsa, belki daha iyi bir konumda olacaklardır.
İngilizler I. Dünya Savaşı esnasında Basra ve Bağdat vilayetlerini işgal etmişlerdi. Ama Musul vilayetini ya da Güney Kürdistan’ı işgal etmemişlerdi. İngilizler bunu yapmak yerine, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanmalarını teşvik etmek için Kürtlerin arasına siyasi görevliler yollamışlardı. Bu politika çerçevesinde Şeyh Mahmud’u Süleymaniye valisi olarak atamışlardı. Irak’taki İngiliz siyasi görevlilerinden biri olan Albay Sir Arnold Wilson, İngilizlerin başlangıçta Güney Kürdistan’da İngiltere’nin hamiliği altında bağımsız bir Kürt devleti kurma niyetinde olduğunu belirtmiştir.(1) Böylece, Wilson 1 Kasım 1918 tarihinde, Kürt aşiret reislerinin ve ünlü Kürt şahsiyetlerinin katıldığı bir toplantı düzenledi. Wilson toplantıda, Şeyh Mahmud’un İngilizler adına Süleymaniye valisi olacağını açıkladı.(2)
İngiliz hükümeti Güney Kürdistan’da bağımsız bir Kürt devleti kurulması konusundaki görüşlerini kısa bir süre sonra değiştirdi. İngilizler bir Irak devletinin Güney Kürdistan olmaksızın yaşayamayacağını anladılar. İngiliz siyasi görevlileri daha başlangıçtan itibaren, Güney Kürdistan’ın siyasal ve ticari nedenlerle Irak’a dahil edilmesi gerktiği fikrindeydi. Arnold Wilson, Güney Kürdistan’da bağımsız bir devlet kurmak üzere üstlendiği misyon üzerine yorum yaparken şöyle diyordu; “Coğrafi ve ticari açıdan bakıldığında, Güney Kürdistan’ın ancak Mezopotamya’nın bir parçası olarak kalkınabileceği ayan beyan ortadaydı. Olası yegâne pazarlar Musul ve Bağdat idi; tüm iletişim Mezopotamya’dan geçiyordu.”(3) Bu açıklamadan da açıkça anlaşıldığı gibi, İngiliz siyasi görevlileri Kürtler adına bağımsız bir devletin kurulmasını savunmayacaklardı.
Wilson Güney Kürdistan’ın ancak Mezopotamya’nın bir parçası olarak kalkınabileceğini söylemişti. Irak’ın ancak Güney Kürdistan dahil edilirse kalkınabileceğini ise söylememişti. Aslında Güney Kürdistan Irak için, Irak’ın Güney Kürdistan için olduğundan daha önemliydi. Bu durum, bir başka İngiliz siyasi görevlisi olan C.J. Edmonds’ın açıklamasından da açıkça anlaşılıyordu. Edmonds şöyle diyordu; “Biz şimdi, Irak için bir ölüm kalım meselesi olduğundan şüphe etmediğimiz bir husus ile meşguldük, çünkü biz, ekonomik ve stratejik nedenlerden ötürü, Musul olmaksızın Basra ile Bağdat’ın asla ayakta kalabilecek bir devlet haline getirilemeyeceğine inanıyorduk.”(4) Kral Faysal’ın Milletler Cemiyeti Komisyonuna yolladığı mektup bu durumu daha ayrıntılı biçimde açıklıyordu. Kral Faysal, Musul’un Irak için “bedenin üzerindeki kafa” kadar önemli olduğunu yazıyordu. Musul sorunu yalnızca Türkiye ile Irak arasındaki sınırın sabitleştirilmesinden ibaret değildi, aynı zamanda bir bütün olarak bir Irak sorunuydu.(5) Böylece, İngilizler bir Kürt devleti kurma biçimindeki eski kararından vazgeçmişlerdi. İngilizler bunun yerine, Irak devleti içinde Kürtlere özerklik tanınması seçeneğini tercih ediyorlardı.
İngilizlerin Güney Kürdistan’ı Irak’a entegre edebilmeleri için Şeyh Mahmud’un otoritesini el altından çökertmeleri gerekiyordu. Süleymaniye valisi olan Şeyh Mahmud ise, Güney Kürdistan’da kurulacak bir Kürt devletinin başına gelme arzusundaydı ve İngilizler başlangıçta, Şeyh Mahmud’a, bu arzusunu gerçekleştirmesine yardım edeceklerini anlatmışlardı. Şeyh Mahmud tam bağımsızlık dışında hiçbir şey ile tatmin olmayacaktı. İngilizler Şeyh Mahmud’un otoritesini zayıflatmak için ona karşı Kürt aşiret reislerini kullandı. İngiliz siyasal görevlilerine tercümanlık yapan Kürt öğretmen Refik Hilmi, İngilizlerin Şeyh Mahmud’un otoritesini çökertmek için yaptıklarını ayrıntılı olarak ortaya koymuştur. Refik Hilmi, İngilizlerin Şeyh Mahmud’un gücünü ve etkisini kırmak için aşiret reislerine rüşvet verdiklerini belirtiyordu. İngilizler Şeyh Mahmud ile iyi ilişkiler içindeyken, siyasi görevliler Şeyh Mahmud’un yardımcılarına rüşvet teklif ediyor ve hükümette yüksek makamlar vaat ediyorlardı. Başka zamanlarda ise ona karşı çıkmaları için aşiret reislerine rüşvet verileceketi.(6) İngiliz siyasi görevlisi Edmonds, aşiret reislerini Şeyh Mahmud’a karşı harekete geçirmek için Süleymaniye bölgesinde gerçekleştirdiği başarılı misyonu anımsıyordu.(7) Aslında, İngilizler ve Iraklılar, Şeyh Mahmud’a karşı Güney Kürdistan’daki Kürtlerin, özellikle de Musul Kürtlerinin desteğini almak için durup dinlenmeksizin çalışıyorlardı.(8) İngilizler Şeyh Mahmud’a karşı aşiret reislerini kullanamadıkları durumlarda ona karşı güç kullanıyorlardı. Bu, İngiliz görevlilerin Güney Kürdistan’da kaldıkları dönemde geliştirdikleri bir taktikti. Edmonds Kürtlerin ancak kuvvet kullanılarak denetim altına alınabileceklerine ve Kürtlerin anladığı tek dilin kuvvet kullanımı olduğuna inanıyordu.(9) Böylece İngilizler Kürtlerin kendi kaderini tayin etme talebine kuvvet kullanılarak karşılık verilmiş oluyordu.
Bir Kürt devletinin kuruluşunun sürekli olarak ertelenmesinden ve İngilizlerin aşiretleri kendisine karşı kışkırtmasından bıkıp usanan Şeyh Mahmud en sonunda kendisi Güney Kürdistan’da bir Kürt devletinin kurulduğunu ilan etti. Güney Kürdistan’ın bağımsızlığını ilan eden Şeyh Mahmud İngiliz güçlerini Süleymaniye’den çıkardı. Süleymaniye’yi, civarındaki bölgeleri ve Halepçe’yi işgal etti. Şeyh Mahmud’un 1,500 kişilik güçleri, Baziyan bölgesindeki İngiliz güçleriyle şiddetli bir savaşa tutuştu. Bu savaşın sonunda Şeyh Mahmud’un güçleri yenildi, kendisi yaralanarak yakalandı ve Hindistan’a sürgün edildi.(10) Şeyh Mahmud’un yenilgiye uğraması Güney Kürdistan’daki durumu iyileştirmedi. Türkleri Kürtleri İngilizlere karşı kışkırtıyordu. Musul sorunu henüz çözülmemişti. Şeyh Mahmud’un kardeşlerinden biri olan Şeyh Kadir 1922 yılında Türklerle işbirliği yaparak Amediye ve Köysancağı işgal etti.(11) Kürdistan’ın, özellikle de Musul’un Türklerin eline düşmesinden korkan İngilizler, Şeyh Mahmud’u sürgünde bulunduğu Hindistan’dan geri getirmek zorunda kalacaklardı. Şeyh Mahmud Ekim 1922 yılında Kürdistan’a geri getirildi ve tekrar Süleymaniye valisi olarak atandı. Yeniden bir fırsat ele geçiren Şeyh Mahmud tekrar bir Kürt devletinin kurulduğunu ve Süleymaniye’nin de bu devletin başkenti olduğunu ilan etti. Ayrıca sekiz bakandan oluşan bir kabine kurdu. Bir ay sonra, yani 18 Kasım 1922 yılında, Şeyh Mahmud kendisini Kürdistan Kıralı olarak ilan etti.(12) Ancak bir kez daha İngiliz kuvvetleri tarafından bastırıldı.
İngilizler Şeyh Mahmud’u, başlangıçta onu yapmaya teşvik ettikleri şey için, yani bir Kürt devletinin kuruluşundan dolayı cezalandırmışlardı. Bu ise, İngilizlerin böyle bir devlet kurmak, hatta ayakta kalabilecek özerk bir oluşum kurma niyetinde olmadıkları anlamına geliyordu. İngilizler, Musul vilayetinin Irak’a dahil edilmesi için Kürtlerin desteğini sağlamak amacıyla bir Kürt oluşumunun kuruluşunu destekliyorlarmış gibi görünüyorlardı. İngilizler bir Kürt devletini istemiyorlardı, çünkü böyle bir oluşum onların çıkarlarına aykırı düşüyordu. Kendisine yönelik komplolara rağmen, Şeyh Mahmud Güney Kürdistan’da bir Kürt devleti kurma mücadelesine devam etti. Davasını kolay kolay terkedecek bir adam olmadığını kanıtladı. Bu yüzden İngilizler, Musul’un da bir parçasını teşkil edeceği bir Irak yönetimi düşüncesini yaymak için, Şeyh Mahmud’u mümkün olduğu kadar bölgeden uzak tutmaya çalışıyorlardı.
Musul sorunu Lozan anlaşmasında çözümsüz olarak kaldı. Musul petrol yatakları bakımından oldukça zengindi. Musul vilayetinde yaşayan insanların büyük çoğunluğu Kürt’tü. O, Ballance, Musul’un nüfusunun sekizde beşinin Kürt olduğunu belirtiyordu. 1922 ve 1924 yıllarında Irak’ta yapılan nüfus sayımları Musul vilayetinde 494007 Kürde karşılık 166941 Arap bulunduğunu gösteriyordu.(13) Bu yüzden, hem Türkiye hem de İngilizler, Musul vilayeti üzerindeki iddialarına meşruiyet kazandırmak için Kürtlerin desteğini almaya çalışıyorlardı. Türk hükümeti Kürt liderlere, Türkiye’nin Kürtlere özerklik tanımaya hazır olduğunu söylüyordu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinden böyle bir karar geçmişti. Türkler bir taraftan da Kürtler arasında panik yaratıcı taktikler kullanıyorlardı. Dağıtılan bir kitapçıkta Kürtler, kulaklarını sağır edecek Hıristiyan Kilise çanlarına karşı uyarılıyordu. Böylece artık, kendilerini ibadete çağıran müezzinlerinin seslerini duymayacaklardı. Hıristiyan yetkililer onlara Rusların yaptıklarını yapacaklardı. Kürtler Arapların ve Keldanilerin ayaklarını öpmek zorunda kalacaklardı.(14)
Öte yandan, İngilizler Kürtlere Irak devleti kendi kaderini tayin etme hakkı vaat ediyorlardı. 24 Aralık 1922 tarihinde bir İngiliz-Irak karma deklarasyonu Milletler Cemiyeti’ne gönderilerek Irak Kürtleri için özerklik talep edildi. Bu deklarasyonda, Kürtlerin, yeni özerk Kürt devletinin sınırlarının kesinleştirilmesi konusunda kendi aralarında bir uzlaşmaya varacağı ümit ediliyordu.(15) Türklerin göz korkutucu kampanyası ve İngilizlerin özerklik vaatleri Kürt sorununa yönelik taktik yaklaşımlardı. Mustafa Kemal tam da o tarihlerde (Kuzey Kürdistan’daki Kürtler tarafından başlatılan) Koçgiri ayaklanmasını bastırmış, İngilizler ise Şeyh Mahmud’u Süleymaniye’den çıkararak onun hükümetini yenilgiye uğratmışlardı. Her iki tarafın da asıl ilgilendiği şey Kürt meselesi değil Musul vilayetiydi.
Milletler Cemiyeti, etnik gerekçelerden hareketle Kürtlerin kendi ulus devletlerini kurmaları tavsiyesinde bulunmuştu; buna rağmen Musul Irak’a veriliyordu. Musul sorununu çözmek üzere Milletler Cemiyeti tarafından atanan komisyon 16 Temmuz 1925 tarihinde Cemiyet’e raporunu sunmuştu. Raporda şöyle deniliyordu:
Kürtlerin nüfusun çoğunluğunu teşkil etmektedir. Onlar ne Türk ne de Araptır. Aryen bir dil konuşmaktadırlar... Eğer yalnızca etnik argüman dikkate alınırsa, o zaman bundan çıkacak zorunlu sonuç bağımsız bir Kürt devletinin kuruluşu olmalıdır, çünkü Kürtler nüfusun sekizde-beşini teşkil etmektedir... Yalnızca ekonomik bir açıdan bakıldığında, Komisyon, tartışma konusu edilen bölge için en avantajlı çözümün, söz konusu bölgenin Irak’a bağlanması olduğunu düşünmektedir.(16)
Böylece Musul sorunu en sonunda “tamamen ekonomik gerekçelerle” çözümlenmiş oluyordu. Milletler Cemiyeti 16 Aralık 1925 tarihinde Musul’u Irak’a bıraktı. 13 Ocak 1926 tarihinde Türkiye ile İngilizler arasında bir anlaşma imzalanmış ve Türkiye bu anlaşmada Irak’ın Musul üzerindeki hükümranlığını tanıyordu. Buna karşılık, Türkiye Petrolleri Şirketi’ne Musul petrollerini paylaşma hakkı veriliyor ve İngilizler Türkiye’deki Kürtleri kışkırtmaktan kaçınacaklarına söz veriyorlardı.(17) Kürtler, bağımsız bir Kürt devletinin kurulma olasılığının artık iyice azaldığını fark etmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altındaki etnik gruplara kendi haklarını güvence altına almalarını salık veren Wilson Doktrini unutulmuştu. Kürtlere bağımsız bir Kürt devleti kurma hakkını tanıyan Sevr Anlaşması geçersiz kalmıştı. Güney Kürdistan’daki Kürtler kendilerinin Irak’taki yeni yasal yöneticileriyle karşı karşıya kalmışlardı. Çoğu da geriye çekilip sessiz kalmıştı.
Irak’taki Kürt tarihinin son sayfaları Birinci Dünya Savaşının ardından kapanacaktı. İngilizler Irak’ta özerk bir devlet düşüncesinden bile vazgeçmişlerdi. 1930 yılında İngilizler ile Irak arasında imzalanan bir anlaşmayla, Britanya’nın Irak üzerindeki manda yönetimi sona eriyor ve Irak’a bağımsızlık tanınıyordu. Bu anlaşmada Kürtlerin haklarını ve çıkarlarını güvence altına alan hiçbir hüküm yoktu.(18) Böylece Kürtler Irak devletinin insafına terk edilmiş oluyorlardı.
Irak devleti bundan kısa bir süre sonra, Arapları yerleştirerek petrol zengini Kerkük bölgesini Araplaştırmaya başladı. O günden bu yana, Kürtlerin ve diğer etnik grupların Kerkük bölgesinde toprak ya da ev satın alması engellendi. Son on yıl içinde ise, Saddam Hüseyin rejimi, hükümet Kerkük’ün bir Kürt şehri olmadığını rahatça iddia edebilsin diye, Kürtleri zorla Kerkük’ten göçerterek Kürt nüfusunu azalttı. Ne var ki, tarihsel kanıtlar Kerkük’ün neredeyse tümüyle bir Kürt bölgesi olduğunu göstermektedir. Irak hükümetinin Kürtleri Kerkük’ten temizlemeye çalışması olgusu da zaten Kürtlerin çoğunlukta olduğunu göstermektedir. Eğer Kerkük nüfusunun önemli bir kısmını Türkmenler ve Araplar teşkil etseydi, Irak hükümetinin bölgede Kürtlerin sayısını azaltmak için böylesine şiddetli yöntemlere başvurması gerekmeyecekti.
Kürtler, etnik temizliğe ilişkin kanıtların henüz çok taze olduğu böyle bir zamanda Kerkük’ün kendilerine geri verilmesini talep edebilirler. Kürt liderlerinin, Irak üzerine ya da Irak hükümeti ile yapılan her türlü görüşmeye Kerkük’ü dahil etmelerinin zamanı gelmiştir. Eğer Kürtler bu imkânı kaçırırsa, Kerkük’ün geri alınması uzunca bir süre hayal olacaktır.
------------------------------------Serbestî, sayı: 10, Aralık 2002Kaynak: Kurdishmedia.comİngilizce’den çeviren: Cemal Atila
Dipnotlar:
1) Teğmen-Albay, Sir Arnold T. Wilson, Mesopotamia: 1917-1920: A Clash of Loyalties, Londra, Oxford University Press, 1931, s.133.
2) Refik Hilmi, Anılar: Şeyh Mahmud Berzenci Hareketi, Istanbul, Nujen, 1995, s.26-27.
3) Teğmen-Albay, Sir Arnold T. Wilson, age, s.133.
4) C.J. Edmonds, Kurds, Turks and Arabs, Londra, Oxford University Press, 1957, s.398.
5) Agy.
6) Refik Hilmi, age, s.28
7) C.J. Edmonds, age, s.371.
8) Ahmed Ebul Rezzak Şikara, Iraqi Politics 1921-41: The interaction between Domestic Politics and Foreign Policy, Londra, LAAM ltd., 1987, s.55.
9) C.J. Edmonds, age, s.336
10) Said Badal, Taikhcheyeh Jonbishlayeh Meli Kurd [The History of the Kurdish National Movements: From the 19th Century to the end of World War II], İran Kürdistan Demokrat Partisi Yayın Organı, 1984, s.80.
11) Edmond Garib, The Kurdish Question in Iraq, New York, Syracuse University Press, 1981, s.30.
12) Ahmed Ebul Rezzak Şikara, age, s.53-54.
13) Edgar O, Ballance, The Kurdish Struggle 1920-94, Londra, MacMillan Press, Ltd, 1996, s.19
14) Teğmen-Albay Sir Arnold T. Wilson, age, s.131.
15) Michael M. Gunter, The Kurds of Iraq: Tragedy and Hope, New York, St. Martin’s Press, 1992, s.2.
16) Vladimir F. Minorsky, “The Moselle Question”, International Journal of Kurdish Studies, cit 7, No 1-2, 1994, s. 40, 41.
17) Age, s.70.
18) Ahmed Ebul Rezzak Şikara, age, s.58

Geen opmerkingen: