donderdag 28 augustus 2008

DERSIM KURDISTAN BERFIN

Boşluk

Artık tarihe karışmış olan bir kültürel kimlik adına yahut hakkında yapılan soyut konuşmaların kimin ihtiyacına cevap verdiği üzerinde çok iyi düşünmemiz gerekiyor. Kişisel interpretasyonların yetersizliğinin, kalitesizliğinin ve uyumsuzluğunun yarattığı kargaşa bir yana, bu interpretasyonların yüksek kalitesi ve yüzde yüzlük mutlak uyumu bile gerçek bir toplumun yokluğunun yaratmış olduğu boşluğu asla doldurmaz. Dersim etnik-kültürel kimliğinin günlük doğal yaşamın bir parçası olduğu bir yerleşim yeri bugün yoktur. Onun için kimlik sorun artık bir “yaşatmak ve korumak” sorunu olmaktan çıkmış ve akademik bir interpretasyon sorununa dönüşmüştür.

Yıkıma uğramış etnik-kültürel kimlikler ancak nesli tükenmek üzere olan biyolojik türleri korumak için uygulanan projeler gibi son derece radikal projeler uygulanarak yaşama döndürülebilirler. Örneğin, beyaz Sibirya kaplanlarının koruma altına alındığı bölgelerin yaratılması gibi. Türkün kültürel hegemonyası kırılmadan ve terör ortamına son verilmeden Dersim’in etnik-kültürel kimliğini diriltmek mümkün değildir. Kriminal Türklerin ve Kürtlerin ortak kurmayı olan Ergenekon Dersim’i sürekli bir biçimde esaret altında tutuyor.

Beyaz Sibirya kaplanın güzelliği üzerinde yapılan konuşmalar radikal bir koruma projesinin gerçekleştirilmesiyle sonuçlanmadığı sürece anlamsızdır. Beyaz Sibirya kaplanının güzelliğine çok sayıda insan aşıktır ancak türlerin korunması mücadelesine gerçekten katkıda bulunan insanların sayısı azdır. Bu az sayıdaki insan olmazsa "ah vah"lar içinde bu güzelim yaratık gerçekten kaybolacak...

Öte yandan, Dersimin etnik-kültürel kimliğini “koruma” konuşmaları bile çoğu kez Ergenekoncu/Kürtçü tecavüzün başka araçlarla sürdürülmesidir. Özgür beyinlerimiz yok denecek kadar azdır, sahalarımız ve otoritemiz ise hiç yoktur. Atalarımızda olan ve bizde olmayan en önemli güç faktörünün bu olduğuna inanıyorum.

Kendi topraklarında kendi kimlikleriyle yaşayan atlarımızla kollektif kimliğini yitirmiş ve kendi topraklarında bile sığınmacı durumuna düşmüş bugünkü kuşak arasındaki söz konusu önemli farklılık kendini konuşmalarda da doğrudan gösteriyor. Dünkü Dersimliler arasındaki en sert çatışmaları incelediğinizde bile düşman aşiretlerin büyük husümete rağmen birbirleri kadar Dersimli olduklarını hemen görüyorsunuz. Birbirlerinden adam vuran aşiretlerin her şeyi ile birbirlerine çok benzediklerini ve Dersimli olduklarını görüyorsunuz. Halbuki bugünkü Dersimlilerin kim olduğunu hemen anlamak mümkün değildir. Birbirlerine çok yakın duran insanlara bile yakından baktığınızda çok büyük şaşkınlığa düşüyorsunuz.

Keza Mamekiye’de yaşayanlar da birbirlerine çok az benziyorlar. Herkes bir çeşit konuşuyor. Orada hâlâ yaşıyor olmaları onlara etnik-kültürel bir sadakat, sağlamlık veya tutarlılık kazandırmıyor. Çifte terör rejimini her şeyde hesaba katan bir realizm ayakta kalma stratejisinin Mamekiye’deki temel taşıdır.

İçeride ve dışarıda çok rezil tipler türedi. Kureyşanlı bir dedenin konuştuğu Zazaca’yı yüzüne karşı “Kürtçe” olarak tanımlayan bir “kültür hayranı” gibi. PKK’nın hegemonyası altında demokrasi modelleri oluşturmakla meşgul olanlar gibi... PKK’nın sözcülüğünü yapan türkücüler gibi... Dersimci olmayı dünyanın en aşağılık işi gibi sunan Apo ve Adanalı polis Ramazan bozması tipler gibi...

Dışardakilerin göreceli serbestliği de pek bir yarar sağlamadı. Yabancılaşmış, kriminal ve acımasız Dersimliler Rüsselsheim’de birbirlerini öldürüyorlar. Dahası, bir çeşit kültür turizmi ortaya çıktı. Festivaller Mamekiye’yi pisliğe boğuyor. Festival Munzur’da yüzen pet şişe, naylon poşet ve binbir türlü pislik demektir. Kaybolmuş bir kültür üzerine yapılan anlamsız kişisel kavgalar da işin cabası. Son Mohikanlar gideli çok oldu, ama son Mohikanların hoş sedasından hoş olmayan bir biçimde yarlanmak isteyenler hâlâ vardır.

Nitekim “sense of community” denilen şey aracılığıyla bir araya her geldiğinizde bunun paylaşılan bir kültürel kimlik olmaktan ziyade, bir hasretlik duygusu olduğunu görüyorsunuz. Köşe taşları belli olan bir kültürel kimliğin yerini kişisel duygu ve interpretasyonların aldığını görüyorsunuz.

Asıl sorun ise interpretasyonların şahsiyetsizliğe dayanıyor olmasıdır. Dersim’i Türk veya Kürt yapmak isteyen Ergenekoncu tasallut bir sürü Apo ve Adanalı polis Ramazan karakteristiklerinin kombine edilerek kollonlaması üzerine türetilmiş “kültür, kimlik ve dil uzmanı”nı üzerimize saldı.

Kurumları ve doğal yaşam biçimi ortadan kaybolmuş Dersim’in manevi dünyası örneğin Berlin’de yaşanmaz. Berlin’de bir dede Berlin sokaklarında gezen bir Sibirya kaplanın yarattığı şaşkınlığı yaratıyor. Dersim dağlarından, ziyaretlerinden, qulıklarından ve taliblerinden kopmuş dedenin dede olarak varlığı bugünkü Mamekiye’de, Türk gecekondu mahallelerinde veya Batı Avrupanın modern şehirlerinde çok absürd sayılır. Aynı şekilde örneğin Amsterdam’da yapılan dualara inanmak da çok zordur. Duacının sizi tiye alıp almadığı şüphesini aklınızdan atamadığınız için ibadet ibadet olmaktan çıkıyor. Rayverler haklı veya haksız olarak “Rayver Heylo” oluyorlar.

Hasretlik duygusunun gerçek tiplerle karşılaşma olanağını sağlama frekansı kendi başına intrinsik yahut istatistiki bir değer taşımıyor. Bu kiminle karşılaştığınıza bağlı... Bize bir toplum ve onun doğal ürünü olan “sense of community” lazım. Kişisel interpretasyonlar, kişisel “köy”ler veya kişisel zamklar bir işe yaramıyor.

Cemé ma Cemé dewreşi
Veng dame to, eve sawda weşi
Yimdadé made bero Ostaé Seré Deşi
Care made bıreso Süvariyé Phoşta Heşi

Epsilon

Geen opmerkingen: